Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
42,9665
Dolar
Arrow
38,0835
İngiliz Sterlini
Arrow
50,1593
Altın
Arrow
3954,0000
BIST
Arrow
9.393

Atatürk’ün millet tanımı ve dış politikası

Gazi Mustafa Kemal Atatürk; iç ve dış politikayı bir bütün olarak görmüş, birbirinin tamamlayanı olarak ele almıştır. Atatürk’e göre; ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in temelidir. Bunun doğal sonucu olarak dış politika da antiemperyalizm, bölge merkezlilik, karşılıklı yarar, ortak çıkar, içişlerine saygı temelinde yükselmelidir. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi bunun özeti ve formülüdür. Hırslı, hınçlı, hırçın olmayan, yayılmacılıktan, maceracılıktan, hayalperestlikten uzak dış politika, ülkemiz için olduğu kadar, komşularımız ve bölge ülkeleri için de ideal dış politikadır. 

Atatürk, batıcı değildir. Tersine batıya karşı savaşmış bir önderdir. Aynı zamanda da muasır medeniyeti yakalayıp, geçmeyi hedefleyen, çağdaşlaşma, aydınlanma savaşçısıdır. Diğer ülkelere ve uluslara saygılıdır. İkili ilişkilerde mütekabiliyet yani karşılıklılık ilkesi konusunda hassastır.

Dış politikada asla edilgin, korkak, ürkek değildir. Aksine, ülke çıkarları gerektirdiğinde atak, öncü ve cesurdur. Balkan Antantı (1934), Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936), Sadabat Paktı (1937), Hatay'ın anavatana katılması (1939) bunun örnekleridir. 

23 Nisan 1920’de TBMM'nin açılmasından hemen sonra, 26 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın Sovyet Devrimi’nin lideri Lenin’e mektup yazarak, antiemperyalizm ortak paydasında dayanışma ve işbirliği önermesi tarihsel, siyasal, stratejik, jeopolitik, askeri sonuçları açısından çok önemlidir.

Bu mektup, ilerleyen süreçte Moskova’nın Ankara’ya yapacağı askeri, iktisadi ve siyasi yardımın yolunu açacak ve TBMM Hükümetini çok rahatlatacaktır. Afganistan, TBMM’yi tanıyan ilk devlet olurken, Sovyet Rusya TBMM’yi tanıyan ilk büyük devlet olarak öne çıkacaktır. 

Atatürk’ün tanımıyla “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”. Yani Türk halkı, savaşarak ve Cumhuriyet kurarak millet olmuştur. Devletleşirken milletleşmiş, milletleşirken de devletleşmiştir. O nedenle bizim Cumhuriyetimiz tarihsel bir kırılma noktasında ortaya çıkan, etnik köken, mezhep, kan bağı, ırk, doğum yerine değil, siyasal bilince, ortak özlem, arzu, tasa, keder, yazgı, kader, beklenti, gelecek bağına yaslanmaya çalışan bir cumhuriyettir. 

Atatürk’ün millet tanımı da buna dayanır. Aynen Anadolu kavramı, Anadolu coğrafyası gibi cömert, bir ana sıcaklığı ve özverisiyle saran, sarmalayan, kavrayan, kucaklayan bir Cumhuriyet ve millet iddiası taşır bu tanım. Millet tanımı, yurttaşlık bağı, milli bilinçle, tarihsel, kültürel, toplumsal duyarlılık ve dayanışmayla doğrudan ilgilidir. Dil, tarih, coğrafya önemlidir. Bu üç kavram sadece Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir fakültenin adı değildir. Ulus kimliğinin oluşumu açısından belirleyicidir. 

Atatürk’ün millet tanımında toprak ve kültür ögesi öne çıkar. Tarih birliği, kültür birliği, yazgı, gelecek, ülkü birliği esastır. Ortak tarih, ortak dil, ortak kültürün sentezidir bu. Atatürk, Türk Tarih Tezi’nde de devrim yapmıştır. Türklerin tarihini Selçuklu ve Osmanlıyla başlatan görüşe karşı çıkmış, bu tarihin Orhun kitabelerinden, hatta öncesinden başlayan bütüncül bir anlayışa oturması gerektiğini vurgulamıştır. 

Atatürk; Türkiye dışındaki Türkleri, hem Türk dünyasının hem de daha geniş ölçekte mazlum milletlerin bir parçası olarak görmüştür. Onlara yaklaşırken din ve mezhep ayrımı yapmamıştır. 

Cumhuriyet; yurttaş kimliği ve millet kimliğini önemser. Cumhuriyet’le amaçlanan, teokratik, monarşik, imparatorluğun kulundan, laik demokratik cumhuriyetin yurttaşını yaratmaktır. Yurttaşlık; ulus devletle anlam kazanmıştır. Cumhuriyetle hayata geçmiştir. Çünkü Cumhuriyetin kulu, müridi olmaz, yurttaşı olur. Bu nedenle Cumhuriyet, alt kimliklere, tarikatlara, cemaatlere, ortaçağ artığı, feodalizm kalıntısı aidiyetlere karşı mesafelidir. Onları muhatap almaz. Yalnız ve ancak yurttaşı muhatap alır. 

Cumhuriyetin kamusal alanı, eşit hak ve özgürlükleri, eşit ödev ve sorumlulukları olan yurttaşların alanıdır. Cumhuriyetin kamusal alanında yurttaşın dini, dili, rengi, cinsiyeti, ırkı yoktur. O yurttaştır. Alt kimliklerin ya da diğer kimliklerin kamusal alana çıkıp, orada etkili olmak istemesi, Cumhuriyetle bağdaşmaz. Cumhuriyet, özel alan tercihlerine, özel alanda kalmaları koşuluyla saygılıdır. Bunlara karşı ilgisiz, kayıtsız, duyarsızdır. Çünkü muhatabı yurttaştır. Cumhuriyet dinsel, mezhepsel, etnik, bölgesel temelli cemaati, tarikatı, yapıyı muhatap almaz. 

Cumhuriyette insan hakkı, kümeler, gruplar, topluluklar için değil, bireyler, yurttaşlar içindir. Herhangi bir grubun alt kimliğini siyasette, bürokraside, ticarette, kamusal alanda öne çıkarmasına izin verilmesi, demokrasi değildir, insan hakkının kullanımı da değildir. O gruba tanınmış bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığın tanınması da, diğer gruplar açısından hak ihlali anlamına gelir. Oysa Cumhuriyet kimseye imtiyaz, ayrıcalık, üstünlük tanımaz. Bu yüzden kamusal alan Cumhuriyet için çok önemli ve vazgeçilmezdir. 

Milleti oluşturan yurttaşlar, birbirlerine her zaman din, dil, ırk, mezhep bağlamında benzemeyebilirler. Ama milletin parçası olarak eşittirler. Bu nedenle millet siyasal bir kavramdır. Cumhuriyetin temelinde bu yüzden etnik, dinsel, mezhepsel benzerlik değil, siyasal bir bilinç, ulusal bir erdem vardır. Yurttaşlığın erdemidir bu. 

Temelinde böyle bir bilinç ve erdem vardır Cumhuriyetin.