Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,6775
Dolar
Arrow
38,6509
İngiliz Sterlini
Arrow
51,4208
Altın
Arrow
4180,0000
BIST
Arrow
9.074

Büyük Ortadoğu Projesi ve Yeni Osmanlıcılık

Suriye’de en çok kazanan tarafın İsrail, en fazla kaybeden tarafın İran olduğu iyice açığa çıktı. Açığa çıkan bir şey daha var, o da dış politikanın, iç siyasetteki ihtiyaçlar için yapıldığında, er ya da geç ölçek, bir başka ifadeyle kapasite sınırlarını zorladığı. 

Somut örnek verelim. PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD – YPG terör örgütünün, ABD ve İsrail’in açık desteğiyle Suriye’de eriştiği güç, edindiği imtiyazlar, kopardığı ödünler ve son olarak Kamışlı’daki konferansta Suriye için federal bir model istemesi, Suriye’nin geleceğine ilişkin iyimser olanları hayli endişelendirdi. Oysa Suriye’de Baas iktidarı çöktükten, Esad Rusya’ya kaçtıktan sonra, ne hayaller kuranlar vardı… 

Türkiye’yi yeni Osmanlıcı politikalarla genişletmekten, Irak’ın ve Suriye’nin Kürtleriyle birleşerek büyütmekten, Türk – Kürt – Arap devleti olarak nüfusumuzu artırmaktan ve Ortadoğu’daki nüfuzumuzu pekiştirmekten bahsedenler, şimdi dış politikanın acı ve acımasız gerçekleriyle yüzleşiyorlar, bir kez daha. 

Oysa bu kesimlere göre, eksik kalan, tamamlanamayan Misak-ı Milli hayata geçiyordu. Osmanlı toprakları, Türkiye’nin oluyordu. 

Hatırlayalım, Stratejik Derinlik tezinin ve kitabının müellifi, eski dışişleri bakanlarından, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu da, kendince proaktif dış politika izliyor, Atatürk dönemi dış politikasını edilgen, içe dönük, çekingen olmakla eleştiriyor, İslam alemiyle, Ortadoğu’yla bağlarımızı kopardığını söylüyordu. Davutoğlu’na göre, Türkiye; küresel düzene, alt bölgesel düzenlere öncülük ederek katkıda bulunacaktı. Böyle süslü sözler ediyordu ama gerçekte, emperyalizmin taşeronu olmayı veya alt emperyalist gibi davranmayı öneriyordu Davutoğlu. Yine ona göre, aynen İngiliz Uluslar Topluluğu gibi, Türkiye de Osmanlı’dan kopan devletlerin en azından bir kısmına öncülük ederek, bir uluslar topluluğu kurabilirdi. Yine Davutoğlu’na göre, yeni şekillenmekte olan Ortadoğu’nun sahibi, sözcüsü, öncüsü oluyorduk. Ortadoğu’da bizden habersiz kuş uçmuyordu. Bölgeyi avcumuzun içi gibi biliyorduk. Bölgeye karşı tarihsel sorumluluklarımız vardı. 

Bu söylem elbette, Lozan’ı hezimet olarak gören, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni küçümseyen söylemle de örtüşüyordu. Yeni Osmanlıcı çevrelerin, fetih hayallerini besliyordu. Yeniden ayağa kalkan Osmanlı kimliği ve ümmet bilinciyle, terörü, ayrılıkçılığı bitirmeyi öngörüyordu. Üstelik herkese, her kesime sesleniyordu bu söylem. Milliyetçilere, Irak ve Suriye’deki Türkmenlerle bütünleşeceğimizin sözü veriliyordu. Kürtçülere, Irak ve Suriye’nin Kürtleriyle büyüyoruz, tek çatı altında buluşuyoruz deniyordu. Osmanlıcılara ve İslamcılara, Osmanlı dönemi topraklarına kavuştuğumuz müjdeleniyordu. Batıcılara, Atlantikçilere, NATO yanlılarına, liberallere, Büyük Ortadoğu Projesi’nin, diğer adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin gereğinin yapıldığı, bölgeye Türkiye’nin demokrasi götüreceği, Irak’tan sonra Suriye’de de Kürtlere özerklik verileceği söyleniyordu. 

Üç kıtanın (Asya, Avrupa, Afrika) birleştiği bölgede, hem ucuz işgücü gereksinimini karşılıyordu Türkiye hem batı adına güvenlik üretiyordu. Dahası enerji kaynaklarıyla da zenginleşiyordu ülkemiz. Yeni pazarlara da ulaşıyordu elbette. 

Öyle bir yanılsama, öyle bir siyasal iklim, öyle bir algı oluştu ki, izahı zor. Çünkü Suriye’nin fiilen bölünmesinin önünün açılması, doğal olarak ABD’yi, İsrail’i, PKK terör örgütü ve uzantılarını mutlu ederken, bu durumdan memnun olan ve kendisini milliyetçi, muhafazakâr, mukaddesatçı, yeni Osmanlıcı olarak gören geniş bir kesim de var. 

Yazıyı bitirirken anımsatalım, CIA’nin kıdemli Türkiye uzmanlarından, 15 Temmuz’daki FETÖ’cü darbe girişiminden de hatırladığımız Henri Barkey, yıllar önce şöyle demişti: “Türkiye; Irak’ın kuzeyinden sonra, Suriye’nin kuzeyinde de Kürt özerk varlığına alışmalı”.