Her yıl nisan ayı geldiğinde, Türkiye; endişeli bir bekleyiş içine girer. Çünkü sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddialar, her yıl nisan ayında gündeme getirilirler. Üstelik bu iddialar, ağırlıklı olarak, Batıda, ABD’de, Avrupa ülkelerinde, yani Türkiye’nin sözüm ona dost veya müttefik olarak gördüğü devletlerde öne sürülürler. Eskilerin deyimiyle, dışı dostane, içi hasmane olan bu devletlerin, Türkiye’ye karşı sözde dost, özde düşman parlamentoları, yani en üst siyasal karar organları, tarihi tahrif ederek, açıkça yalan söyleyerek, Türkiye’yi itham ve mahkûm ederler.
Nisan ayında medyamızda, sözde soykırım iddialarına ilişkin haberler yoğunlaşır. Üniversitelerimizde konferanslar sıklaşır. TBMM; dünyadaki başkentlerden gelecek haberleri bekler. Türk Milleti de endişeli, kaygılı, sancılı şekilde, ABD Başkanı’nın 24 Nisan’da yapacağı açıklamada hangi sözcükleri kullanacağını merak eder.
ABD Başkanı, acaba konuyu enine boyuna gündemine alacak mıdır? Yoksa birkaç sözcükle geçiştirecek midir? Mesajında “soykırım” kelimesini kullanacak mıdır? Yoksa “soykırım” demeden, “kıyım”, “tarihsel trajedi”, “büyük insanlık acısı”, gibi sözcükler kullanmak suretiyle, hem Türkiye’yi hem de Ermenistan’ı idare etmeye mi çalışacaktır? Bu konuda yıllardır işbirliği yapan Ermeni lobisi ve Rum lobisine karşı, ABD’deki Yahudi lobisi nasıl tavır alacaktır?
Bu sorular daha da çoğaltılabilir elbette.
Bu arada Türkiye’de “içimizden” birileri, “tarihimizle yüzleşmek” gerektiğini savunurlar. Bazıları “tarihimizle barışmalıyız” derler. DEM Parti, bu konuda, Avrupa Konseyi’ndeki görüşmelerde, oylamalarda Ermeni tezlerini desteklemeyi sürdürür.
Tarihi gerçekler ortada, arşivler açık olmasına karşın, sözde soykırım iddialarını savunan kimi Türkiyeli aydınlar (dikkat, Türk aydınları değil), seslerini yükseltirler. Avrupa’dan önce aferin almak, sonra da fon almak için büyük gayret gösterirler. Bu yolla, Nobel ödülü alacağını sananların sayısı artar. Lakin o kontenjan dolduğu için, fonla yetinirler ki, Trump ikinci kez başkan olduğunda ABD fonlarını da büyük ölçüde kestiğinden, beklediklerini bulamazlar.
Türkiye; eğer sözde soykırım iddialarını kabul ederse, Avrupa Birliği’ne daha kolay gireceğimizi sananlar da çıkar. Numaracı cumhuriyetçi, kimlik siyaseti savunucusu, “yetmez ama evet” takımının, “özürdiliyoruz.com” imzacısı çevrelerin yere göğe koyamadıkları Turgut Özal’ın, 1991’de ABD’ye yaptığı gezide, gazetecilerin önünde dönemin Washington Büyükelçisine, “Ermeni soykırımını kabul etsek de, bu iş bitse olmaz mı?” şeklindeki sorusu hemen akla gelir.
Türk Milleti’ni, işlemediği bir suçu üstlenmeye, kabul etmeye zorlayanlar da dolaşırlar ortalıkta ve “Soykırım imparatorluk döneminde işlendi. Biz ise ayrı bir devletiz” diyerek bir akıl verirler.
Dahası, Ermeni diasporasının güttüğü 3 T (tanınma, tazminat, toprak) politikasını benimseyip, arka çıkan sivil toplum örgütleri de vardır Türkiye’de.
Şurası gerçektir, Türkiye’de ABD emperyalizmine selam durmanın, Avrupa Birliği’nden, İngiltere’den aferin almanın yollarından biri de sözde soykırım yalanını dillendirmektir. Bu emperyalist yalanı konuşmanın getirisi yüksektir. Meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, yayınevleri, medya, siyasi partiler, üniversiteler bu yalandan beslenen, fonlanan, nemalanan tiplerle doludur. Özürdiliyoruz.com takımı ve yetmez ama evet güruhunun yanı sıra, KKTC’deki “yes be annem” tayfası, numaracı cumhuriyetçiler ve FETÖ’nün solcuları, hep bu yalanı çiğnerler.
Dahası, Avrupa Birliği Parlamentosu’nun, geçtiğimiz yıllarda sözde soykırım iddialarını tanıması, AB açısından bağlayıcı nitelikte olduğundan, Türkiye’nin zaten mümkün olmayan AB üyeliği daha da büyük bir çıkmaza girmiştir. Çünkü AB; tam üyelik için, sözde soykırım iddialarını tanımasını da, Türkiye’nin önüne bir önkoşul olarak koyacaktır. Çünkü Avrupa Birliği Parlamentosu’nun aldığı bu karar, AB müktesebatının bir parçası olmuştur. Çünkü AB adayı bir ülke, bu müktesebatı kabul etmeden, tam üye olamaz. O nedenle bu karar, eğer tam üye olmak istiyorsa, Türkiye için de bağlayıcıdır.
Tarihsel gerçek şudur: Türkler; Birinci Dünya Savaşı’nda vatanı savunurken, cephe gerisinde Ermeni çetelerin öncülük ettiği bozgunculuk faaliyetlerini, dönemin koşullarında, son çare olarak, 1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskân Kanunu’yla, yaygın olarak kullanılan ifadesiyle tehcirle önlemeye çalışmışlardır.
Hukuksal gerçek şudur: Dünyada sözde soykırım iddialarını hükme bağlayan tek bir mahkeme kararı olmadığı gibi, bu iddiaları destekleyen ciddi, bilimsel arşiv belgeleri de yoktur.
Siyasal gerçek ise şudur: Sözde soykırım iddiaları, tarihi ve hukuki değil, siyasi bir sorundur. O nedenle çözümü de arşiv, tarih veya hukukun konusu değildir. Çözüm yolu siyasidir.
Sorunun tarafları da, Türkiye ve Ermenistan değildir, asıl olarak Türkiye ve emperyalist merkezlerdir.
Sözde soykırım iddialarının hedefi de İttihat ve Terakki önderlerini, Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarını, yine başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’i kuran kadroları soykırım suçlusu olarak göstermek, Kurtuluş Savaşı’nı karalamak, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel ve siyasal temellerini sarsmaktır.
Sonuç olarak sözde soykırım iddialarıyla mücadele etmek için, sağlam, gerçek, güçlü bilimsel bilgiye sahip olmak yanında, ideolojik berraklık ve politik tutarlılık da gerekir. Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle iç cepheyi sağlamlaştırmak zorunludur. Bunun yanında, dış dünyaya da kapsamlı bir kamu diplomasisi ve siyasal iletişim stratejisiyle gerçekleri anlatmak şarttır. İktidarı ve muhalefetiyle siyasal partilerin kafa karışıklığı yaşadığı, koltuk kavgasına odaklandığı bir süreçte, onlardan bu konuda kapsamlı, tutarlı, bütüncül çalışmalar beklenemez. O nedenle üniversitelere, demokratik kitle örgütlerine, gerçek aydınlara büyük görevler düşmektedir.
Türkiye bu yeni saldırılara karşı, üretim ekonomisini benimsemeli, toplumcu, halkçı, devletçi, kamucu ekonomi politikalarına öncelik vermelidir. Aklı ve bilimi rehber edinen bir eğitim politikası izlemelidir. Hukuk devleti ve demokratik katılımı pekiştirmelidir. Bölge merkezli bir dış politika takip etmelidir.
Çok Okunanlar

50 günde göçen Suriye politikası!..

Şener Üşümezsoy'dan yeni deprem uyarısı

Yeni açılım sürecinin sonuna mı gelindi? Erdoğan müdahaleye hazırlanıyor

İnfaz yasası değişiyor: Gündüz işe akşam cezaevine

Harici işler de iyi gitmiyor

İmamoğlu'nun diploması iptal edildi mi? Bazı dekanlar imza atmadı

Sözde soykırım iddiaları ve emperyalizmle mücadele

Ümit Özdağ'dan 30 sayfalık tarihi savunma

Murat Ongun'un oğlunun kumbarasına bile el koymuşlar

Bora Kaplan itirafçı mı oldu?