Türkiye, her yeni güne, yeni zamlarla uyanıyor. Hazine ve Maliye Bakanı da (aynı zamanda İngiliz vatandaşıdır), yurt dışından umduğu kaynağı bulamadığından, ha bire emekçilere yükleniyor, zamlarla, vergilerle. Adında IMF olmayan bir IMF programı uyguluyor. Bu yönüyle Kemal Derviş çizgisinin devamıdır. Önceki dönem bakanlığında da aynı veya benzer uygulamalara imza atmıştır. Bu kez farklı davranması beklenmemelidir. İzlediği politikaları Türkiye; 1980’den, 24 Ocak kararlarından beri yakından bilir. Mimarı Turgut Özal’dır.
Üretime değil tüketime, ihracata değil ithalata dayalı ekonomi programının o dönemdeki müellifi olan Turgut Özal; programını, ABD emperyalizminin desteklediği 12 Eylül darbesinin gölgesinde uygulamıştır. Dilinden düşürmediği liberalizm, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi, dünyayla bütünleşme, dünyaya açılma gibi cilalı sözler, ülkemizdeki derin yoksulluğu, hayat pahalılığını, sınıflar arası uçurumu, yaygın yolsuzlukları örtememiştir. Lakin Özal; sadece merkezin sağını değil, solunu da etkilemiştir. CHP’de, SHP’de, DSP’de açık ve gizli kalabalık bir hayran kitlesi yaratmıştır. Etkiledikleri arasında bir zamanın keskin solcuları, hızlı devrimcileri de vardır. Solda geçinen ve soldan geçinen kalabalık bir güruhturlar. Akademide, medyada, meslek örgütlerinde, sendikalarda, barolarda çokturlar.
Bu ekonomik tablo, siyaseti kirletmiş, kişiliksiz hale getirmiştir. Toplumsal çürümeyi, yozlaşmayı ve çöküşü hızlandırmıştır. Çünkü kuraldır; enflasyon yükseldikçe, insani ve ahlaki değerler düşer.
Türkiye; vergi gelirlerinde doğrudan değil, dolaylı vergilere öncelik vermeyi tercih eden bir vergi politikasına, maliye politikasına sahiptir uzun yıllardır. Vergilerin artan oranlı mı, yoksa azalan oranlı mı olacağına ilişkin tartışmalardan kaçınmaktadır. Vergi gelirlerinin büyük diliminin dolaylı vergilerden mi, yoksa doğrudan vergilerden mi elde edileceğini tartışmaktan çekinmektedir. Vergi gelirlerinin çoğunluğunun gelir ve kurumlar vergisi mi, yoksa tüketim vergisi mi olacağına yönelik tartışmalardan uzak durmaktadır. Hele hele servet vergisini, Tobin vergisini ağzına almamaktadır.
Oysa basit bir kuraldır; bir ülkede eğer, vergi gelirleri arasında, tüketim vergisinin oranı, dolaylı vergilerin oranı yüksekse, gelir dağılımı bozuktur. Türkiye de gelir dağılımı adaletsizliğinde, her zaman dünyada ilk sıralarda bulunmaktadır.
Türkiye; ekonomiyi konuştuğunda, yatırımı, üretimi, istihdamı, ihracatı konuşmaz. Rant, repo, borsa, faiz ve dövizi konuşur. Sanayiyi, tarımı, iktisadi dışsallığı konuşmaz. Sıcak parayı, dış borçların faizini konuşur. Emeğin milli gelirden aldığı payın azlığını, tarımın milli gelir içindeki payının düşüklüğünü konuşmaz. Spekülatif kazançları konuşur. Yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek borç, yüksek işsizlik, yüksek dış ticaret açığının yapısal nedenlerini konuşmaz. Nereden dış borç bulabileceğini, neleri özelleştirebileceğini konuşur. Bunun da kaçınılmaz sonuçları vardır elbette.
Türk ekonomisi, dış borç bağımlısıdır. Dış şoklara, küresel piyasalardaki bunalımlara karşı aşırı duyarlıdır, kırılgandır. Bunlara ilaveten, Türkiye son çeyrek yüzyılda sanayisizleşmiştir. Büyüdüğü dönemlerde bile istihdam yaratamayan bir ekonomi olmuştur. Zengin daha zengin olmuş, fakir daha da fakirleşmiş, orta sınıflar erimiştir. Diğer unsurların yanında, yoksulluk ve tarımdaki gerileyiş nedeniyle de köyden kente göç hızlanmış, bu da sadece ekonomiyi değil toplumsal, siyasal, kentsel yapıyı da olumsuz etkilemiştir. Ekilebilir tarım arazileri küçülmüş, tarımda kalan nüfus ise hem azalmış hem yaşlanmıştır.
Günümüzde küreselleşme sürecinin cilası dökülmüşken, kapitalizm daha yüksek sesle ve açıktan sorgulanmaktadır. Korumacılık, devlet müdahalesi, ulusal ekonomileri güçlendirme, ülke dışına kaynak aktarımına sınırlama öne çıkmaktadır. Bu şartlarda yerli üretimin kalitesini artırma ve özendirme, tasarruf bilincini geliştirme zorunludur. Vergiyi tabana yayan, vergi adaletini önceleyen bir vergi reformu yanında, kayıt dışı ekonomiyle, kayıt dışı istihdamla amansız mücadele de şarttır. Enerji, ulaşım, iletişim gibi büyük, kârlı, stratejik sektörlerde verimli, üretken, bilinçli bir kamu öncülüğü gereklidir.
O nedenle Türkiye; gündemine yeniden halkçı ve devletçi ekonomiyi, kamuculuğu, planlamayı almalıdır. Cumhuriyetçilik bunu gerektirdiği gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında bunun çok seçkin ve başarılı örnekleriyle Türkiye, ekonomide, sanayileşmede, kalkınmada yüksek bir ivme yakalamıştır.
Çok Okunanlar
BEDAŞ 24 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Jose Mourinho'dan Ronaldo ve Talisca açıklaması!
Galatasaray Bodrum FK’yi yenerken, Muslera ve Kerem arasında gerginlik
Bolu'da kar yağışı kazaya neden oldu, otoyol ulaşıma kapandı
Teğmenlerin Komutanlarının 'Suçu'!...
CHP'li Belediye Başkanı Günay'ın oğlu son yolculuğuna uğurlandı
Oğuz Aydın Fenerbahçe adına iki gole imza attı: İlkleri yaşadı
Muslera ve Kerem Demirbay arasında gerginlik
Öğretmenler Gününde, Eğitim Devrimi için bir manifesto
Narin’in ölümünde şüpheler artıyor! Teker teker inceledi