Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,6207
Dolar
Arrow
34,8656
İngiliz Sterlini
Arrow
44,4914
Altın
Arrow
3046,0000
BIST
Arrow
10.058

Biden’ın Gazze’de Çekmeye Çalışıp Çekemediği Çizgi

Hamas’ın Gazze’den İsrail içlerine girerek gerçekleştirdiği 7 Ekim 2023 saldırılarının ardından İsrail’in Gazze’ye düzenlediği askeri operasyonlar devam ederken, ABD’deki Joe Biden yönetiminin bu çatışma sürecine dair açmazlarından ve İsrail’in maksimalist yöneliminin içte ve dışta büyüteceği tepkinin, lehine bir konjonktürü yeniden aleyhine çevirmesiyle, bu yönelimin önüne setler çekebileceğinden önceki yazılarda söz etmiştim.

Son yazıda, bu konuyla ilgili, bu yazıda ele alacağımı belirttiğim kayda değer bir yazı yayımlandı. ABD Başkanı Biden adına, The Washington Post’ta 18 Kasım 2023’te yayımlanan, “ABD, Putin ve Hamas’ın meydan okuması karşısında geri adım atmayacak” başlıklı bu “görüş” yazısında, Biden’ın yalnızca Filistin meselesine dair değil, Ukrayna meselesine dair de bir çerçeve çizmeye gayret ettiği görülüyor. Bu tür dönemeç kabul edilen dönemlerde tüm yönetimlerin yaptığı gibi, bir “dönüm noktasında bulunma” iddiası üzerinden açılışı yapılan yazının başlığında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ismi Hamas’tan önce yer alıyorsa da, içeriğinde elbette tüm yakıcılığıyla bugün herkesin öncelikli odağı haline gelmiş bulunan Filistin meselesi daha çok yer tutuyor. Yazı, bir bakıma, iç ve dış kamu kanaatini hedefliyor olmasıyla, bugünün afili kavramlarından “kamu diplomasisi” kapsamında değerlendirilmesi gereken bir yazı. En basit hedefi ise, bugün özellikle ABD iç kamu kanaatince de sorgulama konusu haline getirilen, ABD’nin Ukrayna ve İsrail’e desteğini ve özellikle askeri yardımlarını meşrulaştırmak.

Biden adına yazılan yazı, ABD’nin söz konusu çatışmalardaki tutumunu açıklarken, tarihe ve iki dünya savaşına gönderme yaparak, “Avrupa’da saldırganlık yanıtsız kaldığında, kendiliğinden yanıp sönmüyor,” diyor ve aksi söz konusu olduğu için de bu tür saldırganlıklar sonunda “doğrudan ABD’yi sürüklüyor.”

Tam da bu nedenle aslında ABD bu tür saldırganlık ve çatışma örnekleri söz konusu olduğunda, Ukrayna’yı ya da İsrail’i destekleyerek kendi birliklerini de korumuş oluyor. Peki, neden ABD? Yanıtı basit: ABD, öz ya da temel olarak çevrilebilecek, “essential” konumdaki “ulus”. Bu sıfat İngilizcedeki “the” ile pekiştiriliyor ve ABD dışında bu niteliği haiz bir başka ulusun bulunmadığı iddiası da böylelikle aktarılmış oluyor. ABD’nin görevi bu ve buna öncülük edecek, yoksa, diye devam ediyor yazı, çatışma riski yayılacak ve bunu göğüslemenin maliyeti ise artacak. Dolayısıyla, “bunun yaşanmasına izin veremeyiz.” Tabii, bu devasa görev karşısında tedirginlik yaşayabilecek iç kamu kanaati için en azından şu sıralar daha çok gözden düşmüş bulunan Ukrayna özelinde rahatlatıcı bir bilgi de veriliyor: “ABD bunu yalnız yapmıyor.” Elliden fazla ülkenin Ukrayna’yı destekleme çabalarında rol aldığı belirtiliyor.

Putin için “saldırgan”, Hamas içinse, daha ağırı, “saf ve su katılmamış şer” tasviriyle ABD’nin bunlara karşı konumlanışı daha da meşrulaştırılmış oluyor. İkisinin benzer görüldüğü özellikleri ise, “komşu demokrasiyi haritadan silmek için kavga vermeleri” ve “daha geniş bölgesel istikrarın ve bütünleşmenin çökmesini ve peşi sıra gelecek olan düzensizlikten yararlanmayı ümit etmeleri” olarak tarif ediliyor. Bu iki cephede, önerilen ve ulaşılmak istenenler ise, “Ukrayna halkının özgürce yaşayabilmesi ve Avrupa’nın bir güvenlik çapası olmaya devam etmesi” ile “İsrailli ve Filistinlilerin, iki halk için iki devletle birlikte, bir gün barış içinde yan yana yaşayabilmeleri” olarak yansıtılıyor. Tabii, buraya kadar, bildik retorik daha ağır basıyor. Bizi daha çok ilgilendiren, Biden yönetiminin özellikle Filistin ve Gazze meselelerinin son geldiği durumu nasıl bir çerçeve içinde değerlendirmek istediği.

Batı için “İsrail’in var olma hakkı” ve “anti-semitizme geçit vermeme” bir tür amentüdür. Bu, son Gazze merkezli çatışma süreci söz konusu olduğunda, Hamas’ın 7 Ekim tedhişinin, kimi zaman bağlam dışına çıkarılması ve bundan önceki çatışma ve baskı tarihçesinin yok sayılması pahasına öne çıkarılması biçiminde kendisini gösteriyor. Biden’ın görüş yazısı da bu kulvardan yürüyor, fakat İsrail’e sorumluluk atfetmeksizin de olsa, masum Filistinlilerin can kayıplarını da vurgulamayı ihmal etmeyerek bir denge gözetme ihtiyacı hissediyor. Biden, bugün savaşı durdurmanın ötesinde, kesintiye uğramayan şiddet döngüsünü kırmanın gerekliliğine dikkati çekiyor. Bunun için de Gazze’de, “daha güçlü bir şey inşa etmek” gerektiğini belirtiyor. Buradaki muğlaklık, aslında Gazze için öngörülen çerçevenin henüz tam olarak belirlenebilmiş olmadığına da işaret ediyor. Bu, kuşkusuz Biden yönetiminin bu meselede, daha önce sözü edilen açmazlarıyla yakından ilgili.

Biden’ın önerdiği daha geniş bölge ölçekli çözüm ise klasik “demokratik barış” kuramının varsayımlarına dayanıyor. Liberal argümanlarla, bölge üzerinden geçecek ve Hint Okyanusu’nu Doğu Akdeniz’e ve oradan da Avrupa’ya bağlayacak olan bir “ekonomik koridor” sayesinde, bölge ekonomilerinin daha fazla bütünleşeceği, bunun da beraberinde öngörülebilir pazarları ve yatırımları getireceği, hepsinin bölge gençleri için daha fazla istihdam ve fırsat anlamına geldiği ve böylesi bir gelecekte Hamas’ın şiddet ve nefretine yer olmadığı için Hamas’ın bu yöndeki ümitleri yok etmek adına da bu son krize önayak olduğu öne sürülüyor.

Biden’ın bölge düzeyinde ekonomik bütünleşmeye eşlik edecek iki devletli çözüme giden yolda bugün için ilk önerdiği ise, Gazze’nin bir terör yüzeyi olmaktan çıkarılması ki, bu konuda yine İsrail’le ortaklaşıyor. Fakat Biden aynı zamanda buradaki Filistinlilerin zorla yerinden edilmelerine, buranın yeniden işgaline, kuşatma ya da abluka altına alınmasına, hatta herhangi bir biçimde İsrail lehine kırpılmasına da itiraz ediyor. Dahası, Gazze’deki kriz sonrası yönetiminin merkezinde Filistinlilerin ve arzularının bulunması gerektiği de kaydediliyor. Bu, bölgenin İsrail kontrolüne devredilmesine açık bir itiraz değilse de bir tür şerh olarak değerlendirilebilir. Yine nihai barış içinse Filistin’in iki bölgesinin, iki devletli bir çözüme yönelik olarak, canlandırılmış bir Filistin Yönetimi biçimindeki tek bir yönetim yapısı altında yeniden birleştirilmesi gerektiği de savunuluyor.

Biden yönetiminin, masum Filistinlilerin yaşamlarını yitirmesinden İsrail’i sorumlu tutamayışını, Batı Şeria’da Filistinlilere karşı İsrailli yerleşimcilerin saldırılarına karşılık, böylesi şiddet eylemlerine dahil olan yerleşimcilere vize yasağı gibi kimi adımlar atmaya hazırlandıklarını duyurarak bir nebze de olsa dengelemeye çalıştığı da görülebiliyor. Kayda değer olmakla birlikte, yetersiz olduğu da muhakkak.

Biden yönetiminin, Trump döneminden miras kalan İbrahim Sözleşmeleri sürecini bir “ekonomik koridor” ile taçlandırmak dışındaki tek farkı, iki devletli çözüme yaptığı güçlü vurgu. Trump yönetimi, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etme kararını karşılıksız tanıyarak İsrail’e neredeyse açık bir çek sunmuştu. Biden yönetimi, bir yanda, içeride yaslandığı hassas iç politik dengeler, dışarıda sahiplenme iddiasında bulunduğu liberal ve insani değerler ile bir Filistin devletini öngören iki devletli çözüm, diğer yanda ise, İsrail’e yönelik koşulsuz askeri destek arasında, Filistin meselesinde anlamlı bir ilerleme kaydetmekten uzak bir görüntü sergiliyor. Yine de, kapalı kapılar ardında İsrail’in hareket alanını sınırlandırmaya gayret ettiğine dair pek çok haber de mevcut. Hamas’la varılan son ateşkes ve esir değişimi anlaşmasını teşvik ettiğine de şüphe bulunmuyor. İsrail’i bölgede sınırlandırabilecek, tek değilse bile, esas, ve daha önemlisi, sorumluluk alması gereken güç de yine ABD olarak ortaya çıkıyor. Buna ne kadar niyetinin olduğu şüpheli bile olsa…