Küresel siyaset söz konusu olduğunda, zihinsel tembelliğin çok yaygın bir örneği, olayları anlamlandırmada hemen başvuruverilen “büyük resim” ve “derin çevreler” ifadeleridir. Bu tür ifadelere dayanan ve analitik herhangi bir niteliği bulunmayan sözde analizlerde, günün sonunda tüm insanlığın edilgen bir role sahip olduğu ve “figüran” olmaktan öteye gidemeyeceği anlatılır ya da yazılır çizilir. Bildik komplo teorileriyle süslü bu analizlerde dünyayı bazen birkaç “aile”, bazen masonlar, bazen Yahudiler, bazen İsrail, bazen de ABD yönetmektedir. Bu öznelerle işbirliği halindekiler birer “kukla”, diğerleriyse “figüran” konumundadır. Tabii her efsanede olduğu üzere, bir miktar gerçeklik de esas hikayenin hizmetine koşulur. ABD-İsrail ilişkileri de, böyle kimi zaman ABD’nin kukla oynatıcısı olup İsrail’in şımarık çocuk olarak resmedildiği ya da İsrail’in arka planda ipleri elinde tutan gerçek oyun kurucusu olup ABD’nin gelişmiş askeri aygıtının ise yalnızca komutları alan bir robot gibi hareket ettiği bu tür sözde analizlerin en meşhur ve en bayılınan konusu olagelmiştir.
BIDEN ABD LİDERLİĞİNİ GERİ GETİREBİLDİ Mİ?
Bu tür sözde analizler, en son İsrail’le tatsız ve gelgitli bir ilişkisi bulunan Barack Obama yönetiminde bir hayli zorluk yaşamış ve geriye çekilmişken, ABD’deki tabanı tarafından sistem dışı bir siyasetçi olarak görülen Donald Trump’ın yerleşik ABD siyasetiyle en az çatıştığı belki de tek alan olan İsrail’e kayıtsız şartsız desteği söz konusu olduğunda, en azından ABD dışında, yeniden yükselişe geçmişti.
Tabii, Trump’ın Yahudi damadı ve kabinesinde yer alan Evenajelistler de bu analizlere yeni bir içerik sağlamış oluyordu. Derken, Biden, tıpkı Marine Le Pen öcüsü karşısında Fransızların ikinci turda, sonradan bir tür şarlatan olduğu iyiden iyiye anlaşılacak olan Emmanuel Macron’a koşuşu gibi, pervasız Trump’tan kurtulmak isteyen Amerikalılarca takdir edilen bir seçenek haline geldi ve aslında Biden’ın dış politikada “ABD liderliğini yeniden ileri sürmek” söylemi, henüz yalnızca Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimiyle sınanabildi.
Joe Biden’ın ABD liderliğini yeniden öne sürme vaadi, ciddi meydan okumalarla karşı karşıya bulunan Avro-Atlantik hegemonyasının sınırları ve iç çelişkileri karşısında gerçekleştirilebilmesi çokça kuşkulu bir vaatti ve bugün Ukrayna krizi özelinde bakıldığında, ortada herkes açısından bir tür “stalemate” söz konusudur. Rus ekonomisi ağır darbe alırken, Ukrayna ise uzayan savaş karşısında asker rezervi ve cephane sıkıntılarıyla karşı karşıya bulunuyor ve Batı ise Ukrayna’ya yardımlar konusunda savaşın ilk aylarına nazaran çok daha isteksiz, hatta Zelenskiy’in, en son Time dergisinde, kendi benzetmemle son Mohikan türünden, zafere iman edip zafer için çırpınan tek Ukraynalı olduğuna inanmaya başlamış durumda.
BIDEN YÖNETİMİNİN AÇMAZLARI
Hülasa, Hamas İsrail’e saldırıp İsrail de Gazze’ye daha önce eşine rastlanmadık şiddette saldırdığında, Biden yönetimi ABD’nin küresel liderliğini yeniden tesis etmede, Rusya’nın, Ukrayna’dan daha fazla olmamakla birlikte, bir tür bataklığa saplanmış olması dışında, henüz çok da başarılı görünmüyordu. Hatta Biden yönetiminin Maşrık’ta, iç ve dış politikada pek çok eylemini geri sarmakla meşgul olduğu Trump yönetiminden tevarüs İbrahim Sözleşmeleri süreci dışında yeni bir inisiyatif geliştiremediği de aşikardır.
Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Hamas saldırılarının akabinde İsrail’de canlı yayınlanan bir basın toplantısında, “Karşınıza aynı zamanda bir Yahudi olarak da geldim,” derken, Trump döneminin koşulsuz destek politikasına yakınsayan bir Biden yönetimi izlenimi de veriyordu. Halbuki, Biden yönetimi, içeride giderek etkinliğini artıran, buradan ya da ortodoks herhangi bir çerçeveden bakınca pek yavan gelecek Bernie Sanders-A.O.C. “solculuğunun” da baskısı altındaydı.
Biden’ın yaslandığı Demokratik Parti içerisinde, bizde en fazla “sol liberal” çevrelere benzetilebilecek olan kerameti kendinden menkul bu akım, kendine has dinamikleri elbette olmakla birlikte bizdeki Gezi protestolarının da parçası olduğu, “Occupy!” eylemleriyle daha çok öne çıkmış ve belki de en “sistem dışı” görünümlü muhalefetini buradan yükseltmişti. ABD basınında Obama’ya dahi “sosyalist” denildiği bir vakıa iken, bunların da böyle çağırılmasında şaşılacak bir yan yok, fakat “ilericiler” olarak da adlandırılıyorlar.
Bu akımın analizi elbette birkaç cümleyle mümkün değil, fakat tüm sınırlılıklarına rağmen iki partili ABD siyasetinde farklı bir ses yükselttikleri, özellikle “renkli” tabir edilen farklı etnik kökenlere sahip ABD’liler için bir tür temsil olanağı sundukları da muhakkak. Aslına bakılırsa, diğer yandan, Demokratik Parti’nin neoliberal küreselleşme projesinin esas sahibi ve daha tutarlı savunucusu olması bakımından, başta ABD’deki İsrail lobisi dahil olmak üzere Yahudi sermaye gruplarıyla Cumhuriyetçileri aratmayan bir ilişkisi mevcuttur.
Zaten İsrail’in “var olma hakkı” bir bakıma ABD için “partiler üstü” bir konudur. Fakat ne yaparsa yapsın, Biden yönetiminin İsrail’e “açık çek” verme konusunda Bush ve Trump yönetimlerinin eline su dökemeyeceği de tartışma götürmez. Nihayet, İsrail-Filistin meselesinde farklı fikirlere sahip bir seçmen tabanına sahipken, seneye Trump gibi güçlü bir aday karşısında yeniden seçim yarışına girilecek olduğu gerçeği de var.
İSRAİL KONJONKTÜR LEHİNE OLDUĞU SÜRECE İLERLEMEYE ÇALIŞACAK
İsrail’in uzadıkça uzayacağa benzeyen Gazze’deki askeri operasyonunun, Biden yönetiminin bu iç çelişkilerini gün yüzüne çıkarmaması beklenemezdi. Binyamin Netanyahu yönetimi içeride üç ayrı yolsuzluk davasıyla sıkıştırılır ve çokça tartışılan yargıyla ilgili düzenlemelere İsrail halkının gösterdiği kitlesel direnç ve protestolarla sarsılırken, önce çok ağır biçimde prestij sarsıcı bir yumruk gibi inen Hamas saldırıları, Netanyahu’nun kısa vadeli sorunlarını şimdilik rafa kaldırmış olmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail aşırı sağının Filistin’e yeni yerleşimler yoluyla Filistin’i un ufak ederek ortadan kaldırma ve sonunda tüm Filistinlileri de aşamalı biçimde ittire ittire Filistin dışına çıkarma ya da yok etme isteklerine çok daha uygun bir ortamı da hediye etmiş oldu.
Macron’un, İsrail’i, sivilleri öldürmenin meşruiyetinin bulunmadığını belirterek eleştirmesi bile Netanyahu’nun, “Bize ahlak öğretemezsiniz,” biçimindeki sert üslubuna çarpıp geri dönerken Macron’u da Netanyahu’ya, “İsrail’in bilerek sivilleri öldürdüğünü söylemek istemedim,” diyerek özür dilemeye mecbur bırakıyor. İsrail’in bu konjonktürde konjonktür tersine dönünceye dek ilerlemek isteyeceğini kestirmek zor değil. Burada bu dönüşe, uluslararası konjonktür kadar İsrail iç kamu kanaatindeki jingoist momentin savaş uzadıkça dağılması da dahil elbette.
İSRAIL MAKSİMALİZMİ, HAMAS SONRASI GAZZE VE FİLİSTİN YÖNETİMİ
İsrail aşırı sağının hükümetteki temsilcileri, Hamas’a diz çöktürme ya da Hamas’ı silip süpürme hedeflerini dillendirirken, kimileri bunun “Gazze’yi silmekle eş anlamlı olduğunu” ileri sürmekten de geri durmuyor. Diğer yandan, mesela, Filistin Otoritesi Başbakanı Muhammed Şitayyeh ise “bir fikir olduğu ölçüde Hamas’ın silinemeyeceğini”, sadece Gazze’de değil, Filistin’in diğer kısımlarında da silinemeyeceğini ileri sürüyor.
Zaten Hamas mensuplarının sadece Gazze’de bulunmadıklarının da altını çiziyor. İsrail’deki Netanyahu hükümetinin ve İsrail aşırı sağının maksimalist pozisyonu karşısında, Biden’ın artık duymaya alıştığımız “itidal” çağrısında bulunacağı ve söylem düzeyinde de olsa “iki devletli çözümü” yine ve yeniden masaya koymaya çalışacağı aşikardır.
İsrail’deki maksimalist pozisyon sahiplerinin savaş uzadıkça bu pozisyonu sürdürmekte zorlanacakları ve giderek, İsrail’in iç istihbarat raporlarında da tartışılan, Gazze’de kâfi kabul edilecek bir askeri kazanımı elde eder etmez burada nasıl bir otorite kurulması gerektiğine odaklanacakları da kolaylıkla tahmin edilebilir.
Bu arada, en son 30 Ekim’de, Gazze’de olası bir İsrail zaferi sonrası yönetimi devralmaları yönünde gelen teklifleri, “bir İsrail F-16’sı ya da Merkava tankı üzerinde seyir halindeymişçesine” bir izlenim vereceği gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini, yine Şitayyeh aracılığıyla beyan eden Filistin Yönetimi’nin, yaklaşık on gün sonra bu defa Filistin Kurtuluş Örgütü Genel Sekreteri Hüseyin Eş-Şeyh’in ağzından, “eğer ABD tam anlamıyla olgunluğa erişmiş bir iki devletli çözüme kendini adar ve bu yönde bastırırsa”, Hamas sonrası Gazze’de bir tür yönetim rolüne “açık olduğunu”, The New York Times vasıtasıyla ilan ettiğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Bugün İsrail’in yönetiminde İzak Rabin ya da Şimon Peres türünden siyasetçiler bulunmadığına göre, bu tür beklentilerin İsrail’de yönetim değişikliğini gerektirecek ölçüde büyük konjonktür değişiklikleri olmadan gerçekleşmeyeceğini öngörmek de zor değil.
DİPLOMASİNİN SINIRLARI
Geleneksel Uluslararası İlişkiler yazını, barıştan vazgeçilmeksizin çözüm sağlayabilme kapasitesi sunması nedeniyle diplomasiye büyük önem atfeder. Fakat buna rağmen, büyük sorunların pek çoğunun çatışmasız çözüldüğü vaki değildir. Klasik uluslararası hukuk normlarının üstyapısını teşkil ettiği liberal uluslararası düzen ise merkez ülkelerden çevre ülkelere dek uzanan uluslar ve özellikle de alt toplumsal sınıflar nezdinde rıza elde etmek bir yana, eşitsizlikleri sürdürüp derinleştirerek vicdanları yaralamaya devam ederken, bu normlara yaslanan klasik diplomasi usullerinin ne ölçüde etkili olacağı da maalesef çokça kuşkulu. Filistinlilerin 1948’ten itibaren yaşadıklarına atfen kullanılan “Nekbeh” kavramını bugün yürütülen askeri operasyonları için Gazze Nekbeh’i ya da felaketi biçiminde hoşnutlukla dillendirmekten çekinmeyen İsrailli hükümet yetkililerinin yanı sıra, mesela, İsrail’deki Yahudi yerleşimciler hareketinin kıdemli liderlerinden Daniella Weiss’ın, The New Yorker’a, “Biz Filistin devleti seçeneğini seçenek olmaktan çıkarmak istiyoruz,” diyebilmesi, bir emrivaki fırsatı yakalanmışken bunu gerçekleştirmek isteyen İsraillilerin şu anda hayli ön planda bulunduklarını gösteriyor. Filistin Başbakanı Şitayyeh’in de belirttiği gibi, Arap devletleri de Filistin meselesine “doymuş” durumda ve Arap Birliği ile İslami İşbirliği Teşkilatı’nın son ortak zirvesi de Şitayyeh’i yalnızca doğrulamış bulunuyor. Bu zirveden, İsrail’in operasyonlarını derhal durdurması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne İsrail’in işlediği savaş suçlarını soruşturması çağrıları dışında bir mesajın çıkamaması, İbrahim Sözleşmeleri’ne henüz katılmamış Arap ülkelerinin İsrail’le bu süreci sürdürmeyi beklediklerini gösteriyor.
FİLİSTİNLİLERİN ACILARINI ESAS ARTIRANLAR ISE…
Biden’ın İsrail’e karşı kullanabileceği pek çok yaptırım aracı olmasına rağmen ABD iç politik yapısının kendine özgü dinamikleri nedeniyle bunlara başvuramayacağı gün gibi açıkken, Batı Şeria’da bile hayli sıkıntılı bir durum içerisinde bulunan Filistin Otoritesi dışında İsrail’e işaret edebileceği bir karşı muhatap da bulunmuyor.
Diğer yandan, aynı iç politik dinamikler, zaman geçtikçe Biden yönetimini İsrail’e daha fazla sınır ve hareket çerçevesi çizilmesi yönünde de zorlayacaktır. Bu noktada yeni bir tartışmaya burada giremeyiz. Fakat bir hususu belirtmeden de bu yazıyı sonlandıramayız: İsrail-Filistin meselesinde, Filistinlilerin acılarını artıran Biden yönetiminin açmazlarından ziyade, ABD tarafından bu ülkeye biçilen “ileri karakol” rolünden kaynaklanan “koşulsuz askeri destek” ile 1947 tarihli Birleşmiş Milletler Filistin Paylaşım Planı’ndan beri bir tür ezber haline gelen ve bugünkü uygulanabilirliği hiç sorgulanmayan “iki devletli çözümün” artık neredeyse imkansızlaşması ve hayat bulsa bile tarafların güvende hissetmelerini sağlayamayarak kalıcı bir barış da getiremeyeceği gerçeğidir.
Çok Okunanlar
2025 asgari ücret için işverenin beklentisi ve yeni rakam belli oldu
Gelinim Mutfakta 12 Aralık puan durumu: Çeyrek altını bugün kim aldı?
Fatih Altaylı, Sözcü’deki istifaların perde arkasını anlattı
“Batı Kürdistan” kimin olacak? - II
Suriye’de nasıl bir rejim kurulacağını görmek için Reyhanlı’ya gidin!
Bugün kimin maçı var? 12 Aralık Perşembe Avrupa Ligi’nde bugün hangi maçlar var?
Bugün hangi burçlarda değişim var? 12 Aralık günlük burç yorumları
Cihatçı teröristlerden, “ılımlı İslamcı” çıkar mı?
2024 kamu personeli alım ilanları yayımlandı: KPSS’li ve KPSS’siz başvuru
Malmö-Galatasaray maçı Muhtemel 11'ler! Malmö-Galatasaray ne zaman, saat kaçta?