Hamas’ın 7 Ekim 2023 günü, Gazze-İsrail sınırını aşarak gerçekleştirdiği saldırıların ardından İsrail’in Gazze’ye düzenlediği askeri operasyonlar ağır insanî kayıplara da yol açarken bir ayı geride bıraktı. Bu yazıda, Maşrık’ta göreli daha sessiz bir dönemin ardından patlak veren bu saldırı ve çatışma sarmalının ortaya koyduğu bilançoyu tartışacağım. Bunu yaparken, bu son şiddet sarmalının beraberinde getirdiği riskleri ve nasıl sonlandırılmak istendiğine dair gelecek projeksiyonlarını ele alacak, bu son sarmalın önceki dönemlerden farklılaşan yanlarına da odaklanmaya çalışacağım.
Evvela, 7 Ekim 2023 saldırılarının aslında hangi süreci sonlandırdığını hatırlamak, yarattığı risklerden ilkini açığa çıkarıyor. Farklı dinamikleri bile olsa, aslında Maşrık diyebileceğimiz bu bölgede, iki ayrı koldan, iki ayrı barışma ve yakınlaşma süreci yürümekteydi. İbrahim Sözleşmeleri olarak anılan ilki, İsrail’in bölgede halihazırda diplomatik ilişkisinin bulunduğu iki Arap komşusunun, Mısır ve Ürdün’ün dışında yeni Arap ülkeleriyle ilişki tesis etmesini sağlıyordu. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas’ın İsrail’le ilişkilerini resmileştirdikleri bu sürecin esas durağı Suudi Arabistan ile de benzer bir sürecin olumlu biçimde sonuçlandırılması olarak görülüyordu. Diğer yandan, ABD’nin teşvikiyle yürüyen bu sürecin yanı sıra, Çin himayesinde İran ile Suudi Arabistan arasında da bir ilişki kurma ve karşılıklı yumuşama süreci başlatılmıştı. Aslına bakılırsa, bu iki süreç, Arap-İsrail ile Şii-Sünni çatışma akslarının temel kutup başlarını barıştırmakla birlikte bölgeyi küresel siyasetin sıcak gündemi olmaktan uzaklaştıracak ve her iki sürecin ana sponsorları olan ABD ve Çin’in de, fakat özellikle ABD’nin, yönünü esas rekabet sahası kabul edilen Asya-Pasifik’e çevirmesine daha fazla olanak sağlayacaktı. 7 Ekim 2023 saldırılarıyla başlayan şiddet sarmalı, her iki sürece de darbe indirmiş oldu.
İRAN'DAN TEHDİT
İran ile Suudi Arabistan arasında ulaşılan yumuşama değilse de, bu sonrakinin İsrail ile resmi ilişki tesis etme girişimi en azından bir süreliğine askıya alındı. Bu yanıyla, Suudi Arabistan’ın bölge çapındaki gelecek hesaplarına zarar veren bu saldırılarda var olduğu özellikle İsraillilerce öne sürülen olası İran katkısıyla, aslında İran-Suudi Arabistan yumuşamasının da daha fazla kırılganlaştığı ileri sürülebilir. Gazzelilerin tecrübe ettikleri açık hava hapishanesi koşullarına rağmen, pek çok Arap ülkesinin, Filistin sorununda herhangi bir iyileşmeyi görmeksizin ve talep etmeksizin, İsrail ile diplomatik ilişki tesis etmede gösterdikleri isteklilik karşısında bir tür infialin sonucu da sayılabilecek Hamas saldırıları, yine İsraillilerce, İran’ın İbrahim Sözleşmeleriyle kendisi dışında ve kendisine karşı konuşlanması pek muhtemel büyük bir Arap-İsrail cephesinin ortaya çıkacağı endişesiyle teşvik ettiği saldırılar olarak da değerlendiriliyor. İran ve İran’ın “mihver-i mukavemet” olarak adlandırdığı meşhur “direniş eksenini” oluşturan müttefiklerinin, Hamas’ı silah ve mühimmat ile ya da teknik bakımdan desteklemiş olmaları hayli muhtemel görünse de, 7 Ekim 2023 saldırılarından haberdar olduklarına dair pek bir işaret yok. Hatta aksi yönde bazı bilgiler mevcut. Hatta Hamas’ın, yurtdışındaki siyasi bürolarının bile bu saldırılardan ne kadar haberdar olduğu epey şüpheli. Zira İsrail’in ileri teknoloji savunma sistemleri karşısında teknoloji kullanımını gereken en az düzeye indiren Hamas’ın hücreler düzeyinde bu saldırıları örgütlediği ve düzenlediği yazılıp çizildi. Diğer yandan, Hizbullah, bu saldırılar olurken, yine de kuzeyden İsrail’i hedef alan füze saldırıları ile kuvvet bölünmesine yol açma biçiminde destek vermeyi ihmal etmedi. İran ise İsrail’i, Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmaması halinde her seçeneğin açık olduğunu duyurarak tehdit ediyordu.
Bu koşullar altında, ciddi bir risk olarak beliren bölgesel çatışma olasılığını en çok İsrail ve ABD dillendirdi. ABD derhal iki ayrı uçak gemisi ve destek gemilerini Doğu Akdeniz’e kaydırarak, İran ve Hizbullah’a açık bir mesaj verdi. Yine üçüncü taraflar üzerinden de İsrail’in güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi halinde bu ülke lehine müdahale edeceğini açıkça bildirdiğine dair pek çok haber yapıldı.
Tüm bunlar bölgede gergin bir bekleyişe neden oldu. Hizbullah kanadından gelen, geçtiğimiz Cuma gününün beklenmesine dair mesajlar çatışmanın nereye evrileceğine dair endişeleri iyiden iyiye artırırken, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın o gün yaptığı konuşma İsrail’e herhangi bir saldırı ilanı içermiyordu.
Daha çok ABD sorumlu tutuluyor ve ABD’nin bölgedeki üslerinin hedef alınacağı söyleniyordu. Yine İsrail karşıtı cephenin bir parçası olarak Yemen’deki İran destekli Husi güçlerinden İsrail’e karşı savaş ilanı gelse de bu güçlerce İsrail’e fırlatılan uzun menzilli balistik bir füze İsrail’i bu tür füzelere karşı koruyan Arrow 2 hava savunma sistemince başarıyla yok edildi ve Husi güçlerinden bunun ötesinde bir saldırı da gerçekleşmedi.
Böylelikle İsrail de, kısa menzilli füzelere karşı etkin çalıştığı kanıtlanmış bulunan Demir Kubbe hava savunma sisteminin ardından, uzun menzilli füzelere karşı hava savunma sistemini de ilk kez gerçek anlamda sınamış oldu. Yemen’den gelen bu füze saldırısı, 1991’de Irak’tan atılarak İsrail şehirlerini hedef alan fakat ABD’nin sağladığı Patriot hava savunma sistemlerince yok edilen Scud füzelerinden onlarca yıl sonra İsrail’i hedef alan ilk uzun menzilli füze saldırısı oldu.
Bu sınırlı saldırılar bir yana, İran’dan ayrı olarak Hizbullah’ın İsrail’le çatışmaları topyekûn bir savaşa dönüştürmemesi için yeterince nedeni de var. Birincisi, Suriye’deki çatışmalarda Esad lehine taraf olmuş olması ve bunun sonucunda 2000 kadar militanını yitirmiş olması. Hizbullah’ın Lübnan içindeki dengeler bakımından durumu da 2006’dan bu yana hayli değişmiş durumda. Eski müttefiklerinden bazılarını yitiren örgüt, Lübnan’ın kötüleşen ekonomik durumu karşısında, olası bir İsrail saldırısının sonucunda daha kuzeye yönelecek Şii tabanının diğer Lübnanlılarca 2006’da olduğu gibi dostça karşılanmayacağını da hesaba katmak zorunda. ABD’nin çatışmalar başlar başlamaz son derece ciddi biçimde yönelttiği uyarılar da İran’ı olduğu kadar, Hizbullah’ı da kendini dizginlemeye mecbur eden bir diğer etken olmalı.
HENÜZ KORKULANLAR GERÇEKLEŞMEDİ
Tüm bu ele alınanlardan çıkan sonuç, bölgesel düzeyde, Gazze’deki ağır insani kayıpların ötesinde, İbrahim Sözleşmeleri sürecinin sekteye uğraması ve bölgesel çatışma riski olmak üzere iki ayrı olumsuzluğun belirmiş olmasıdır. İkincisinde, özellikle İran ve Hizbullah’ın şimdiye dek ve şimdilik kendilerini dizginlemiş olmaları çatışma dinamiğinin bölge geneline yayılmaması bakımından sevindiricidir. Diğer yandan, İsrail’le ilk diplomatik ilişki kuran ve bugüne dek de görece daha az sorunlu ilişkilere sahip bulunan Arap ülkelerinden Ürdün’ün ardından, İbrahim Sözleşmeleri süreci sayesinde İsrail’le ilişki kurmuş Bahreyn de İsrail’den büyükelçisini çekmekle yetinmiştir. Yine Türkiye de, 2008-2009 sürecindeki sertlikten uzak da olsa, büyükelçisini geri çağırmıştır. Özellikle Bahreyn’in İsrail’le yakın zamanda imzaladığı sözleşmelerden tümden çekilmek yerine büyükelçisini geri çekmekle yetinmesi, en azından İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonları sonlandıktan sonra girilecek ilk yumuşama döneminde Suudi Arabistan’ın da yeniden İbrahim Sözleşmeleri sürecine yeniden dahil olabileceği bir sürecin başlayabileceğini ima ediyor. Dolayısıyla, saldırıların korkunçluğuna, izleyen şiddet sarmalının ve insani kayıpların büyüklüğüne rağmen, endişe edilen her iki başlıkta da henüz korkulanlar gerçekleşmedi.
Korkulanların henüz gerçekleşmemiş olması, son şiddet sarmalının esas bağlamını teşkil eden İsrail-Filistin meselesinde ise herhangi bir iyimserliğe pek de yer bırakmıyor. Aslına bakılırsa, Trump dönemi ihmalkarlığı ile birleşen İbrahim Sözleşmeleri süreci, Filistin sorununun çözümünü herhangi bir ilerleme için çıpa olmaktan çıkararak çoktan İsrail’in insafına terk etmişti. Bugün bu durum daha açık ortaya çıkmış durumda.
7 Ekim 2023 saldırıları, Hamas’a bugüne dek tanınan hoşgörü ve hareket alanını, İsrail ve Batı nezdinde bir çırpıda sona erdirdi. Batı, İsrail’in Gazze’den Hamas’ı askeri yoldan, pek çok Gazzeli sivilin yaşamı pahasına da olsa “silmek” istemesini meşru görüyor.
Herhangi bir terör örgütüne yönelik tümden “silme” gibi hedeflerin gerçekçi olup olmaması bir yana, bu hedefe ne zaman ve neler olduğunda varılmış kabul edileceği belirsizliğini koruyor. Dahası, bu hedefe varıldıktan sonra Gazze’nin yaralarının nasıl sarılacağı, burada toplumsal yaşam ve huzurun yeniden tesisinin nasıl sağlanacağı ve bu bölge için nasıl bir siyasi yönetim öngörüldüğüne dair pek az ipucu var. Bu belirsizlik, Filistin cephesinde de tek ve tutarlı bir Filistin davasının bulunmaması ile birleşince ortaya daha kötümser bir tablo çıkıyor. İsrail’in kara operasyonundan sonra Gazze’nin nasıl yönetileceğine dair öne sürülen farklı önerilere bakmakta yarar var.
Eğer “iki devletli çözüm”, “tek ve demokratik İsrail-Filistin devleti” ve “İsrail’in yok edilmesi” biçimindeki üç kadim seçenek bir tarafa bırakılacak olursa, Gazze’nin operasyonlardan sonraki durumunu Filistin meselesinin çözümü çerçevesinde ele alan bir yaklaşım henüz öne sürülmüş değil.
ABD’nin İsrail’e kamuoyu önünde açık destek sunarken perde gerisinde kimi sınırlar çizmeye çalıştığı ve Gazze’nin İsrail’in operasyonları hedefe ulaştıktan sonra bir tür uluslararası barış gücü tarafından korunması yönünde öneriler geliştirdiği ileri sürülüyor. Bu barış gücünün Birleşmiş Milletler ya da Suudi Arabistan öncülüğünde olmasını önerdikleri de iddialar arasında.
Birleşmiş Milletler’in ya da hele Suudi Arabistan’ın böyle bir kapasitesi olup olmadığı bir yana, bu sonuncusunun bu tür bir sorumluluğu neden üstlenmek isteyeceği de belirsiz. Diğer yandan, İsrail’in İstihbarat Bakanlığınca hazırlanan bir rapor, bu konuda, Gazze’nin yönetimine Filistin Otoritesi’nin getirildiği, yerel bir başka Arap unsurunun getirildiği ya da tümden Gazze nüfusunun komşu ülke Mısır’ın Gazze’ye en yakın bölgesi olan Sina Yarımadası’na “tahliye” edildiği üç seçeneği ele alırken, raporun ortaya çıkmasıyla birlikte özellikle bu üçüncü seçenek büyük bir gürültü koparmış bulunuyor.
Bir dönem Likud yetkililerince benimsenen, “Filistin mi istiyorsunuz? İşte size Ürdün!” yaklaşımının, “Gazze Mısır’dır” versiyonuna benzeyen bu son seçenek, İsrail’in herhangi bir toprak tavizi vermeksizin Filistinlilerden kurtulmayı hedeflediği bir nihai “çözüm” görünümündedir.
Bu rapor bir yana, Mısır’ın böyle bir öneriyi kabul etmesi karşılığında İsrail’in bu ülkeye pek çok ekonomik vaatte bulunduğu da spekülasyonlara konu ediliyor. Tabii, Mısır’ın böyle bir tercihi kendi halkına ve daha geniş Arap ve İslam dünyasına anlatabilmesi hayli zor olsa da İbrahim Sözleşmelerinin Filistin’i pek umursamamış pervasızlığı göz önüne alınacak olursa kesinlikle olasılık dışı değil.
Diğer yandan, kimden oluşacağı belli olmayan “yerel bir başka Arap unsurunun” Gazze’de yönetime getirilmesi büyük çaba gerektirmesine rağmen birkaç yıl içerisinde Hamas türünden bir örgütlenmeye dönüşme riskini barındırırken, Filistin Otoritesi’nin buraya dönüşü ise bizzat yetkililerince “İsrail tankı ya da F-16 üzerinde oraya dönüyor gibi oluruz,” rezerviyle reddediliyor.
Dolayısıyla, savaşın belirsizliği bir yana, Hamas yenilgiye uğratılabilirse Gazze’nin ya en azından bir süreliğine İsrail tarafından kontrol edileceği ya da nüfusunun Mısır’a tahliyesi sonucu boşaltılarak İsrail’e ilhakı iki görmezlikten gelinemez muhtemel seçenek olarak öne çıkıyor.
Ne olursa olsun, olası bir Hamas yenilgisi sonrası Gazze’nin ne olacağı sorusu, Filistin’e yönelik genel Arap ve İslam dünyası kayıtsızlığı karşısında, aslında İsrail’in ne olacağı ve İsraillilerin nasıl bir İsrail istediği sorusuyla ilişkilidir. İsrail sınırları içerisinde kimilerinin yurttaş, kimilerininse yurttaş bile kabul edilmediği fakat abluka altında yaşadığı, yurttaşları arasında bile kökenlerine dayalı ayrı statülerin söz konusu olduğu bir devlet olarak mı kalacaktır; yoksa İsrailli olmanın, Yahudi ya da Müslüman, İbrani ya da Arap kökenli fark etmeksizin İsrail sınırları içerisindeki herkesi kapsadığı demokratik bir devlete mi dönüşecektir? Buna karar verilmeden Gazze’nin ve Filistin’in geleceği belirsiz kalmaya mahkumdur.
Çok Okunanlar
2025 asgari ücret için işverenin beklentisi ve yeni rakam belli oldu
Gelinim Mutfakta 12 Aralık puan durumu: Çeyrek altını bugün kim aldı?
Fatih Altaylı, Sözcü’deki istifaların perde arkasını anlattı
“Batı Kürdistan” kimin olacak? - II
Bugün kimin maçı var? 12 Aralık Perşembe Avrupa Ligi’nde bugün hangi maçlar var?
Suriye’de nasıl bir rejim kurulacağını görmek için Reyhanlı’ya gidin!
Bugün hangi burçlarda değişim var? 12 Aralık günlük burç yorumları
Cihatçı teröristlerden, “ılımlı İslamcı” çıkar mı?
2024 kamu personeli alım ilanları yayımlandı: KPSS’li ve KPSS’siz başvuru
Malmö-Galatasaray maçı Muhtemel 11'ler! Malmö-Galatasaray ne zaman, saat kaçta?