Adına ister açılım deyin, ister süreç, isterseniz de sadece bir teklif.
İçeriğinin, ucunun bucağının ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz, öngöremediğimiz bir dönemin içine girdik.
Üstelik bu dönemin ardından iktidarın yeni bir anayasa talebiyle geleceği de aşikar. Bir yanda yıllardır süregelen terörün son bulması arzusu, toplumsal barışın sağlanması isteği, diğer tarafta da bir bilinmezlik tünelinde göz gözü görmeyen bir karanlık…
Yaşadığımız sürecin içeriğine, nedenlerine, gerekçelerine ve olası sonuçlarına şimdilik girmeden, bu dönemin yaşandığı iklime değinmek istiyorum.
Demokrasiyi özgür düşünce ortamı olmadan geliştiremezsiniz. Toplumun hangi kesimi ile olursa olsun, birtakım sorunları çözmek istiyorsanız, toplumun tüm kesimlerinin hür iradesiyle fikirlerini özgürce dile getirebilmesi gerekmektedir. “Tutuklanır mıyım, hakkımda dava açılır mı, gözaltına alınır mıyım” diye korkmadan, çekinmeden…
Hele ki konu eninde sonunda yeni anayasa yapım sürecine evrilecekse –ki öyle olacak- o zaman fikir hürriyeti hiç olmadığı kadar önemlidir.
Peki bugün bu özgürlük ortamı var mı?
İktidara yakın gazetelerin hep bir ağızdan, koro halinde aynı şeyleri yazdığı, söylediği ve adeta size dayattığı, farklı fikirleri, aksini söyleyeni barış ve kardeşlik düşmanı olarak yaftaladığı bir dönemde neyi tartışabiliriz?
Bugün Kürt meselesi üzerinden tartışmaya çalıştığımız konular, yarın bir gün yeni anayasa meselesi üzerinden tartışmaya açılacak.
Anayasa profesörleri konuşabilecek mi? Baroların fikri alınacak mı? Toplumun tüm kesimlerinin talepleri dinlenecek mi? Yoksa oldu bittiye mi getirilecek?
Her geçen gün otoriterleşen iktidarın kendi bildiğini yapacağını geçmiş pratiklerinden biliyoruz. Farklı düşünen insanların, aydınların itirazlarına, uyarılarına, ve dahi kimi zaman katkılarına kulak tıkayarak bildiklerini okuyacaklar…
Fransız yazar Antoine de Saint-Exupery’nin meşhur romanı Küçük Prens’de (Le Petit Prince) hiç unutamadığım bir diyalog vardır. Dar alana sıkışmış tartışmalar aklıma o diyaloğu getirdi.
Kitabın kahramanı Küçük Prens, yazarla ilk karşılaşmasında bir koyun çizmesini ister. Yazar defalarca koyun resmi çizer ama Küçük Prens beğenmez.
En sonunda yazar koyunu içinde saklayabileceği bir sandık resmi çizer. Bu Küçük Prens’in hoşuna gitmiştir. Öyle ya istediği koyunu hayal etmekte özgürdür o sandığın içinde... Bu sefer yazar Küçük Prens’e bir ip vermeyi teklif eder. Koyununu bağlaması için.
Küçük Prens şaşırır bu teklife: “Onu bağlamak mı? Ne tuhaf düşünce bu!” der.
Ve aralarında şu diyalog gelişir:
- Ama bağlamazsan, alır başını her yere gider ve kaybolur...
- Peki, nereye gider ki sence?
- Nereye olursa. Burnunun doğrusuna...
- Ziyanı yok, benim gezegenim o kadar küçük ki!
Ve biraz da hüzünle Küçük Prens ekler:
-Burnunun doğrusuna giden insan çok uzağa gidemez...
İşte aslında tüm bu tartışmaların özünde Küçük Prens romanındaki bu kıssadan hisse vardır;
Biz ne yazarsak yazalım, ne dersek diyelim farklı düşüncelere kapalı, burnunun dikine giden bu iktidarla ileriye gidilemez.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta 14 Ocak Salı puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?
Gözler TBMM'de... ÖTV muafiyeti sağlayacak yeni düzenleme
Nottingham Forest - Liverpool maçı ne zaman? Saat kaçta, hangi kanalda?
Farense - Benfica maçında Kerem Aktürkoğlu ve Orkun Köçü ilk 11'de olacak mı?
'Teğmenleri cezalandırın... Harp Okulu’nu Erzurum’a taşıyın'
İkinci İmralı görüşmesi öncesi Öcalan'ın 3 talebi belli oldu
14 Ocak Kanal D, Show TV, TRT1, ATV, Star TV, Now TV, TV8 yayın akışı
Reyting sonuçları açıklandı! 14 Ocak Salı günü reyting birincisi kim oldu?
Kalp krizi geçiren Yılmaz Özdil'in sağlık durumunda gelişme!
Fenerbahçe'de stoper harekatı: Galatasaray'da İlkay'a özel çağrı