Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
39,8165
Dolar
Arrow
36,6075
İngiliz Sterlini
Arrow
47,5214
Altın
Arrow
3518,0000
BIST
Arrow
10.840

Özal'ın gizli kitabı

Turgut Özal’ın 1988 yılında yazdığı “La Turquie en Europe” (Avrupa’daki Türkiye) adlı kitabını biliyor musunuz?

Kitabın Türkçesi hiç yayınlanmadı. 1991’de İngilizce olarak (Turkey in Europe and Europe in Turkey) İngiltere’de basıldı.

Özal kitabı, AB daimi üyelik başvurusunda AB Bakanlar Konseyi’ne sundu.

Kitabın çevirisinin ve basımının Türkiye’de neden yapılmadığı sorusunun yanıtını kitabın içeriğinde aramak hiç de yanlış olmayacaktır.

Kitabın önsözünü, Yahudi asıllı, Oxford Üniversitesi Profesörlerinden Geoffrey Lewis yazmıştı. Kendisi Türk dili araştırmacılarındandı. En tanınan eseri “Turkish Language Reform: A Catastrophic Success” (Türk Dil Devrimi: Yıkıcı bir Başarı) idi. Kendisine 1998’de Türkoloji Bilimine katkılarından dolayı “Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı”nın sunulmuş olması da ilginçtir.

Özal, kitabını, “Avrupa halklarına ve onlara ait olan Türk Halkına” ithaf etmişti.

Yazılışındaki amaç, Anadolu coğrafyasında tarihi boyunca pek çok uygarlığın yer aldığını anlatarak, çok kültürlü bir yapıya dikkat çekmekti.

Anadolu uygarlıklarına M.Ö.3000 yıllarından başlayarak yer verilmiş, Hatti, Lovit,Hurri, Hitit, Lidya, Likya, Urartu, Karya, Frigya, Truva, Girit uygarlıkları anlatıldıktan sonra İyon ve Hellen uygarlıklarına geniş yer verilmiştir.

Bu antik uygarlıkların hiçbirinin kökenine ilişkin Türk vurgusu yoktur.

Kitabın Türklerle ilgili 7. Bölümünde Anadolu’daki Türklerin nüfusun % 10’unu oluşturdukları ileri sürülmektedir.(s.119)

Anadolu uygarlığında büyük etkisi olan Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu’nun kültür kökenleri arasında yer almamıştır. Sadece bir bölümde satır arasında kendine yer bulabilmiştir.

Kitaba göre Hititler de Hint-Avrupa kökenlidir.

Özal, kitabı yazmaktaki amacının yapılan bir yanlışı düzeltmek olduğunu belirttikten sonra şöyle demektedir:“Anadolu’ya yönelik olarak yapılan kalıcı hata, Anadolu’nun etnisite odaklı bir değerlendirmeye tabi tutulmasıdır... Anadolu’nun sanki Türklerin, Osmanlıların ana yurdu olarak değerlendirilmesidir.”(s.46)

“Anadolu’da günümüze kadar yaşayan 70 anadil bulunmaktadır. Gerek Doğu Roma, gerek Osmanlı İmparatorluğu, evrensel devletler olarak, var olan kültürlerin üzerine inşa edilmişlerdir.”(s. 47)

“Cevaplanması gereken soru, Türklerin bin yıldan fazladır yaşadıkları bu topraklarda, eski Anadolu uygarlıklarının birikimlerini mi sahiplenecekleri yoksa kendilerine miras kalan Yunan ve iyon uygarlığını sahiplenme ölçülerine göre Batı Dünyası ile bütünleşme yoluna mı gidecekleri değildir.”(S.50)  dedikten sonra, Yunan uygarlığının da Anadolu uygarlığından esinlendiğini anlatmaktadır.

Kitabın en ilginç bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısı ve Kurumlarının anlatıldığı 9. Bölümdür.

Bizans’ın Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkileri Batı tarihçileri arasında çok tartışılmıştır saptamasının ardından Özal, özetle söyle demektedir: “16. yüzyılda Türklerin kendilerini Roma’nın varisi olarak gördükleri, Roma ve Osmanlı kurumlarının ve Osmanlı yasalarının Roma ve Bizans’tan esinlendiği, Fatih Sultan Mehmet’in ünlü Kanunnamesinin Bizans’tan uyarlandığı, idari unvanlarla devlet unvanlarının ve görev tanımlarının Konstantinople’den alındığı, Yunan isimlerinin Türkçeleştirilerek kullanıldığı(ferman, sancak vs) hatta kadınların kullandığı peçenin bile Doğu Roma’dan alındığı konularına kitapta geniş yer verilmiştir. Özal’a göre;  Mali sistem, mimari, ölçü sistemi, hatta dini kurumların yapısı bile Bizans’tan alınmıştır.

Bazı Türk yazarlar da bu iddiaları kabullenmekte, Bizans protokol kurallarının ve adetlerinin, Padişah alaylarının kıyafetlerinin, hatta “alay” ve  “efendi” gibi sözcüklerin Bizans kökenli olduğunu kabul etmektedirler.

Bizanslı bilgin Torga’ya göre, “Fatih Sultan Mehmet, Bizans İmparatorundan daha fazla Bizanslıdır.”

Hatta Torga’ya göre, “Bizans uygarlığı,  İslam’la ittifak yaparak Müslüman Roma İmparatorluğu olarak hükümranlığını sürdürmüştür. ( s. 141-142)

Özal, kitabında bu örnekleri çoğaltarak devam etmektedir.

“Türk kültürü,  antik Anadolu uygarlıklarının kültürel birikiminin, Plato’dan Aristo’ya kadar uzanan antik çağ Yunan felsefesi ile tek tanrılı dinlerin felsefesi sentezlenerek oluşmuştur.

Bu nedenle yeni sentez, Orta Asya, İslam ve Yunan rasyonalizminin (akılcılığının) Anadolu’nun hümanist mistisizmi ile birleşmiş halini temsil etmektedir. (167-168)

Bizans kültürü Batı uygarlığının bir parçası kabul edildiğine göre, Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki benzerliklerden hareketle, Osmanlı kültürünün de Batı kültürünün bir parçası olduğu açıktır... (s.169)”

Bu anlatımlardan çıkan mesaj, Anadolu’nun kültürel birikiminde Türk’ün yer almadığıdır. Anadolu kültürü, içinde Türk’ün yer almadığı, Antik Anadolu uygarlıkları ile Yunan kültürünün bir sentezidir. Türk’ün adı bile yoktur. Türk kültürü diye bir şey de zaten yoktur. Batı uygarlığının yapı taşlarından en güçlüsünü oluşturan Yunan kültürü, Osmanlı’nın da yapı taşlarından en güçlüsüdür. O halde, demektedir Özal, biz sizden farklı değiliz. Hatta sizden fazla “siz”iz.

Böylece Osmanlı kimliğinden dışlanan Türk kimliği, çok milliyetli, çok kültürlü, çoğulcu yapının içinde sadece bir “alt kültür” grubuna indirgenmektedir.

Osmanlı’da Batılılaşma hareketinin ve buna bağlı reformların, Batılı düşünce akımlarının da etkisi ile bir kimlik kaybını beraberinde getirdiğini anlatan Özal, Pan-İslamist, Pan-Türkçülük hareketlerin ortaya çıkışını da buna kanıt olarak göstermektedir.(s. 254)

Özellikle ulusçuluk gibi Avrupa kökenli hareketlerle ırkçılık akımlarının Avrupa’da da etkili olmaya başladıkları anlatılmaktadır.

Kitabın son bölümleri Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna ve devrimlere ayrılmıştır. Ancak Devrimler, “Batıdan kopyalanmış olup, yalnızca küçük bir elit grupça kabul görmüş, uygarlığa kalıcı bir katkı sağlayamamıştır.

Harf devrimi ise halkı belli bir dönem cahil bırakmakla kalmamış, geçmişle olan bağları da koparmıştır. (s. 262)

Özal, kitabında görüşlerini yabancı yazarlar aracılığı ile yansıtmaya özen göstermiştir.

Örneğin eski İtalya Dış İşleri Bakanı Sforoza’nın “Atatürk sadece dini devre dışı bırakmakla kalmadı, halkının yüzyıllar boyu güç aldığı İslami gelenekleri alaya aldı” sözlerini alıntılarken, Toynbee’den de “Reform süreci, Türklere kendi ruhlarını kaybettirdi” sözlerine yer vermiştir. (s.282)

Mustafa Kemal’in Türkiye’nin Osmanlı ve İslam’la olan bağlarını kestiğine vurgu yapılmıştır. ( s.351)

Özal bu kitapla Avrupa’ya hangi mesajı verdi?

İlk mesajı; Osmanlı’nın Avrupa uygarlığı ile uyumlu, çok dilli, çok kültürlü, çok miliyetli ve çok parlak geçmişe sahip, İslam’ın Müslüman ülkelerdeki liderliğini yapan evrensel bir imparatorluk olduğudur. Tıpkı Roma ve Bizans gibi Osmanlı da Evrensel bir İmparatorluktur.

İkinci mesajı; Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin halkın inançlarını ve etnik kimliklerini “Laiklik ve ulusçuluk” altında ezen, despotik bir yönetim sergilediğidir.

Özal’a göre, İslam dininin yıllar boyu kültürün, hukukun ve hatta siyasetin belkemiğini oluşturduğu bir toplumda radikal sekülerizmin yol açtığı meşruiyetten uzak uygulamaları Atatürk “karizması” ile telafi etmiştir. (s.277)

Kitabın bir diğer mesajı ise şudur: Artık Türkiye değişmiş, din özgürleşmiş, etnik kimlikler Osmanlı’da olduğu gibi çok kültürlü, çok kimlikli demokrasiyi önceleyen bir yapıya kavuşmuştur.

Böylece Batılı siyasetçi, düşünür ve yazarların verdiği Osmanlıcılık mesajı da pekiştirilmiştir.

1980’li yılların neo-liberal- muhafazakar ve adem-i merkeziyetçi, çoğulcu siyaseti, Osmanlı modeli ile hazırdır.