Gazze’de 16 bini çocuk 40 bin Filistinli öldürüldü.
Nazi soykırımına uğramış bir ulus, soykırım yapmakta hiçbir sakınca göstermeksizin, hastaneleri, okulları bombalamayı, çocukları öldürmeyi sürdürüyor.
Netanyahu; “Yeşaya kehanetini göreceğiz” diye bir açıklama yaparak, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ı bu soykırıma gerekçe olarak gösterdi.
Kim bu Yeşaya?
Yeşaya ya da Tevrat’taki adıyla Yeşu, Musa’dan sonra gelen peygamber olarak kabul edilir. Tevrat’ın 6. Kitabı Yeşu’nun Tanrı’dan aldığı emirleri kapsar ve kehanetler içerir.
İstanbul’da Anadolu Kavağında “Yuşa Hazretleri Tepesi” olarak anılan yerdeki mezarın da Yeşu’ya (Yuşa’ya) ait olduğuna inanılır. İnsanların bu türbeyi ziyaret ettikleri ve dilekte bulundukları da bir gerçektir.
Kuran’ın Kehf Suresinin 60- 82. Ayetlerinde adını vermeden Musa- Yuşa- Hızır’dan bahsedildiği, tefsirlerde yer almaktadır. Diğer bir ifade ile Yeşu (Yuşa) İslam dinince de kutsallık atfedilen bir şahsiyettir.
Şimdi gelelim Netanyahu’ya ve onca kanın akıtılmasının gerekçe olarak gösterdiği Tevrat’ın ilgili bölümüne.
Tevrat’ın Yeşu kitabında İsrailoğulları’na Tanrı tarafından verilen emir şöyle yazılmıştır:
“Kulum Musa öldü ve şimdi kalk ve bütün bu kavim, İsrailoğullarına vermekte olduğum diyara bu Erden’den geçin (Şeria nehri). Musa’ya söylediğim gibi, ayağınızın tabanının basacağı her yeri size verdim. Sınırınız çölden ve Lübnan’dan büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, Hititlerin bütün diyarı (Anadolu) ve gün batısına doğru, büyük denize (Akdeniz) kadar olacaktır.”
“Kuvvetli ol, yürekli ol; çünkü kendilerine vermek için atalarına ant ettiğim diyarı, miras olarak bu kavme sen böleceksin”
“Korkma ve yılgınlığa düşme, çünkü yürüyeceğin her yerde Allah’ın Rab seninle beraberdir.”
Yukarıda tanımlanan bölge “Kenan ülkesi ve vaad edilmiş topraklar” olarak anılır. Dindar Yahudiler için, Anadolu’nun bir bölümünü de kapsayan bu kutsal topraklara yerleşmek Tanrısal bir emirdir. Ancak öncelikli hedef, Filistin’dir.
Netanyahu için ise sürdürdüğü soykırımı kendi halkına kabul ettirmesinin yolu, dini bir kin ve katliam aracı olarak kullanmaktır.
Hangi tarihlerde yaşadığı tam olarak bilinmemekle birlikte MÖ 13. yy.da yaşadığı kabul edilen Musa ve onunla gençlik yıllarını geçiren Yeşu’nun kehanetinin 34 yüzyıl sonra dünyanın jeopolitiğini etkilemesi nasıl değerlendirilmelidir?
Kuran’da adı geçmemesine rağmen işgalci bir Yahudi peygamberinin Yuşa tepesindeki olduğu kabul edilen mezarının binlerce Müslüman tarafından kutsanmış bir adak mekanına dönüşmesinin izahı var mıdır?
Kuşkusuz yoktur. Fanatik, köktenci inanç, sınır tanımayan bir yaygınlık içinde, siyaset aracı kılınarak akıp, gitmektedir çünkü…
HAÇLI SEFERLERİ VE ORTAÇAĞ KARANLIĞI
Papa II. Urban, 1095’de Fransa’da toplanan Clermont Konsili’nde yaptığı konuşma ile Haçlı Seferlerinin fitilini ateşlemişti.
Çağrı şuydu; Hristiyanlar bir hac yolculuğuna çıkacak, böylece tüm günahlarından temizlenecek ve ruhları bir sonraki yaşamda tarifsiz ödüller kazanacaktı.
Ortaçağ Avrupası’nda din, yaşamın her alanına hakimdi. Hac yapmak yaygın bir ibadetti. Günah fikri çok yaygındı. Bu nedenle Papa’nın yaptığı, “işlenmiş günahların sonuçlarından muaf olmak” çok çarpıcı bir vaaddi. Papaların kendilerini Tanrı’nın temsilcisi sayarak günahları bağışlamak cüreti tüm Ortaçağa giderek hakim olacaktı.
Papa Urban, halkı kışkırtmak için Hristiyan anıtlarının kirletildiğini, inançlı Hristiyanların zulüm ve işkence gördüğünü anlatan vaaz turlarına çıktı.
Teokratik tarih anlatısına göre dünya tarihi Tanrı ile Şeytan arasındaki kavgadan ibaretti. Bu kavga sonunda Tanrı galip gelecek ve “Tanrı Devleti” kurulacaktı. Bu devletin başına ise Papalar geçecek ve Tanrı’nın temsilcileri olarak dünyaya hükmedeceklerdi.
Bu çağrının ardından Pierre l’Hermite adlı bir keşiş harekete geçti. Yalın ayak, sırtında kıldan bir aba ile eşek üstünde Avrupa’yı dolaşmaya başladı. Katılım giderek arttı. Önce 20 bin kişi toplandı. Sonra bu ahlak tanımayan, geçtiği her yeri yağmalayan, kimseye merhamet göstermeyen çapulcu sürüsü giderek büyüdü. 1096’da Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’e (İstanbul) ulaştı.
Böylece I. Haçlı seferi başlıyordu.
Katolik Kilisesi tarafından başlatılan ve tam 197 yıl süren Haçlı seferlerinin öncelikli hedefi Kutsal topraklara ve Kudüs’e ulaşmak ve bölgeyi Müslümanlardan temizlemekti. Dördü büyük 8 sefer yapıldı.
Kuşkusuz savaştan beslenenlerin desteği de önemliydi. Toprak kazanmak, ganimet toplamak, unvan kazanmak, yeni ticaret olanaklarına kavuşmak gibi amaçlar, dinin kutsallığının ardına gizlenmişti.
Kilisenin elinde büyük bir propaganda ordusu vardı; Rahipler
Rahipler aracılığı ile halkı, siyasi ve askeri güçleri Papalık doğrultusuna çekmek oldukça kolay oldu.
Dini, toplumda otorite sağlamanın, mutlak bir hakimiyet kurmanın en etkin gücü olarak kullanma süreci tüm Ortaçağ boyunca devam etti.
Kimse Ruhban sınıfının otoritesine karşı gelmeye cesaret edemedi.
Bilim tümüyle dışlanırken hurafe, kehanet, korku ve şiddet egemenlik kurdu.
Kilise giderek zenginleşti. En basit bir rahip bile büyük servete kavuştu.
Evrende dünyadan başka birçok gezegen bulunduğunu iddiasında direndiği için İtalyan gökbilimci ve filozof Bruno, yakılarak öldürüldü.
Astronomi, fizik ve matematikte çığır açan Galileo, güneş merkezli astronomi sisteminde ısrar ettiği için yaşamını bir kulübede Tevrat’tan tevbe mezmurlarını okuyarak tüketti.
Modern kimyanın kurucusu Lavosier’in giyotinle başı kesildi.
Hekimler, cadı sayılarak diri diri yakıldı.
Sıradan doğa olayları, kötü ruhların, şeytanın gazabı sayıldı.
Papalık, babadan oğula geçmeye hatta para karşılığı satılmaya başlandı.
Haçlı seferleri öncesi Urban’ın yaptığı, “işlenmiş günahlardan arınmak” konusundaki sömürü yeniden devreye farklı biçimde sokuldu. Affedilme sertifikası denilen “Endüljans Sertifikaları” kilise tarafından para karşılığı satışa sunuldu. Parayı veren, günahlarından affediliyordu.
Kilise- Krallık- Feodal yapı işbirliği içinde güçlenen karanlık düzenin gücü, Ruhban sınıfının tekelinde tutulan dindi.
Evrendeki tüm bilgiyi Kutsal Kitaba indirgeyen ve bilimi dışlayan anlayış, Kutsal Kitabı da tekelinde tutmaktaydı.
Kutsal Kitap, Tevrat ve İncil’den oluşmaktadır. Tevrat’ın gerçek dili İbranice olmasına karşın, İncil Grekçe idi. Kilise ise Latince dilinde olan Kutsal Kitabı kullanıyordu ve Latince Kilisenin kutsalları arasına girmişti. Halkın İncil’de yazanlardan haberi bile yoktu.
Matbaanın Gutenberg tarafından 1450 yılında icat edilmesinden sonra İncil matbaada basılmaya başlandı. 1522’de ise Reform hareketinin öncülerinden Martin Luther, İncil’in Almanca çevirisini bastırdı. 1534 yılında da Kutsal Kitap (Tevrat + İncil) Almanca olarak yayınlanıp, dağıtıldı. Daha sonra diğer dillere çevirisi yapıldı.
Çeviri de kullanılan dil, halkın konuştuğu ve kolaylıkla anlayabileceği bir dildi.
Avrupa halklarının aydınlanmasında ve Reform Hareketinin başlamasında halkın Kutsal Kitapları ile buluşmalarının rolü yadsınamaz.
Papalık- Kilise- Ruhban Sınıfının tekelinde tutulan kutsal metinlerin halkla buluşması, dini hükmetme ve zenginleşme aracı olarak kullananların gücünü eritmiş ve Aydınlanma Devrimine giden yolu açmıştır.
Bu somut örnekten yola çıkarak, Arapça Kuran dayatmasının ardındaki gerçeği anlamak, hiç zor olmayacaktır.
(Devam edecek)
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
22 Kasım 2024 Cuma yayın akışı: Bugün TV'de neler var?
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?