Bu yazıya geçtiğimiz hafta Kartalkaya’da gerçekleşen otel yangınında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet dileyerek başlamak istiyorum.
Bir dizi ihmalin ve denetimsizliğin sonucunda çıktığı belli olan bu yangın bana, kullanmayı pek de sevmediğim bir yakıştırmayı içten içe kanıksamış olduğumu gösterdi: Türkiye bir felaketler ülkesidir. Onu felaketler ülkesi haline getirense, kimi zaman denetimsizlik, kimi zaman para hırsı, kimi zaman “ne de olsa bir şey olmaz”cılık, kimi zaman cezasızlık ve daha ötesi adaletsizlik…
Çoğu zamansa hepsinin bir bileşimi. Daha acısı da tüm bu bileşimin ortaya koyduğu ağır bilançonun sorumluluğunun tek bir kişi ya da kurum tarafından üstlenilmemesi. Kısaca: Aradığınız Sorumlu Kişi ve Kurumlara Şu Anda Ulaşılamıyor! Üstelik daha sonra denediğimizde de erişilemiyor.
Bu, otelde yangın çıktığında da, deprem olduğunda da, sel bir bölgeyi vurduğunda da, madende göçük ya da fabrikada bir patlama yaşandığında da böyle. İstifa, artık çoktan eski Türkiye’nin derinliklerine gömülmüş bir mefhum. Görevden istenen afların ise görevinde başarısız olmakla bir ilişkisi çoktandır yok.
Ben bu satırları yazarken, basın yayın organlarında hâlâ sorumluluğun kimde olduğu konuşuluyordu. Oysaki bu yangında, sömestr tatilindeki çocuklar, evlatlar ve torunlar öldü. Tıpkı, Şubat depremlerinden sonra hâlâ bazı çocukların, evlatların ve torunların izine rastlanmadığı gibi. Aranılan sorumlulara orada da ulaşılamadı.
Kartalkaya’da çıkan yangında, bir vatandaş olarak gördüğüm manzara şudur: Sömestr tatiline çıkmış çocukların can verdiği bir yangın sonrasında, memleketçe turistik işletmelerin izinlerinin, denetimlerinin, itfaiyenin kimin sorumluluğunda olduğunu öğrenmeye çalıştık. Ama aslında biz buna farklı şekillerde de olsa alışığız. Bir depremden sonra da yönetmelikleri ezberleyen biz değil miyiz? Bir iş kazası (ya da daha doğru haliyle cinayeti) bizi birden iş güvenliği uzmanı yapmıyor mu? Düşündüğümüzün aksine bunlar bir bilinçlenme güdüsünü değil, yalnız kalmış bireyin, kamusuz kamunun kendi başının çaresine bakma derdini yansıtıyor.
Kişisel olarak ne yapabiliriz listeleri sorunumuzu çözer mi? Kesinlikle hayır. Bizim en işe yaramayan, en sorunlu maharetimiz bu: Her şeyi bireysel alana kapatıp, sorumluluğu üstlenmemiz. Tatil için çuvalla otel parası ödeyip bir de binanın yangın merdiveni var mı, deprem yönetmeliğine uygun mu diye kontrol etme zorunluluğumuz, maaşımızın önemli bir bölümünü vergi olarak ödememize rağmen yardım kampanyasına katılımı bir görev bilmemiz… Bu liste maalesef uzayıp gider.
Peki, reçete nedir? Aslında bir cevabı var: Siyasi alan. Ama kabul edelim ki o alan da kamucu bir söylem, yaklaşım ya da aktivizm için düşündüğümüzde tüm aktörleriyle birlikte koca bir çıkmazın içinde.
Sanırım kitlelerin “büyük çaresizliği” de, burada düğümleniyor. Bu düğümün açılıp açılamayacağına gelince, birçok kişinin duygu durumunun Demirel’e atıfla özetlenebileceği kanaatindeyim: Bir kelime ile söylersek umutlu, iki kelimeyle söylersek umutlu değil…
Çok Okunanlar
Ayşe Barım'ın WhatsApp mesajları ortaya çıktı
Erdoğan ne yanıt verdi? Kabinede büyük değişim
Erken seçim çağrılarının ardından ilk anket sonuçları belli oldu
Ahmet Türk'ün torunu Hüseyin Reber Türk silahlı saldırıda öldürüldü!
Trump 2 milyon devlet memurunu işten çıkartacak
İsmail Küçükkaya'dan Fatih Portakal'a tepki
BEDAŞ 29 Ocak'ta İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Ticaret Bakanlığı’ndan e-ihale ile araç satışı: Gümrük satışları başladı
29 Ocak günlük burç yorumları: Yeni Ay’ın getirdiği değişimler!
Teğmenlerin ifadeleri ortaya çıktı