Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.368

Türkiye'yi yönetenlerin Türk takıntısı

Osmanlının gerileyiş ve çöküş dönemi, aynı zamanda çevreden merkeze tersine göç dönemidir. 16.yüzyıl sonlarına kadar süren fetihlerle genişleyen Osmanlı Rumeli’si, Anadolu’dan Balkanlara göçürülen Yörük/Türkmen topluluklarınca şenlendirilecektir. Osmanlı, ele geçirdiği yeni topraklara Yörük / Türkmen iskanına şenlendirme adını vermiştir. Anadolu’dan özellikle Rumeli’ye göçürülen bu unsurlara, “Evladı Fatihan” denilir.

Osmanlının gerileme ve çöküş dönemindeki her yenilgi sonrası, Evladı Fatihan’a yönelik etnik temizlik, acımasız vahşet, tersine göçü tetiklemiştir. Atalarının şenlendirdiği, yüzyıllardır ekip biçtiği toprağını, yurdunu arkada bırakıp,kağnısına yükleyebildiği kap kacağı, şiltesiyle sınırın beri yakasına ulaşabilenin canını kurtardığı bir dönemden bahsediyoruz.Her yenilgi sonrası kaybedilen topraklarla birlikte kağnısıyla yeniden yollara düşen yüz binlere artık Evladı Fatihan değil, muhacir denilmektedir!

Üstelik, Balkanlardaki Slav ve Yunan şovenizminin tetiklediği kırım, yalnızca Türklere yönelik değildir. Osmanlı ile dinsel, kültürel, duygusal bağları olan Boşnak, Arnavut, Pomak gibi unsurları da kapsamaktadır. Aynı kaderi paylaşan bu etnisiteler, bizimle birlikte yaşamak için Osmanlı döneminde olsun, Cumhuriyet döneminde olsun ülkemizi tercih etmişlerdir.  Türkiye’yi vatan bilip, gönüllü olarak Türk aidiyetini benimsemek yüzyıllar süren etkileşimin doğal sonucudur. 

Çarlık Rusya’sının işgaline karşı uzun yıllar direnen Kafkas halklarının, yenilgi sonrası kitlesel göçünün adresi yine Türkiye’dir. Türk Milleti, 1864 sonrası büyük göçle, Halife Sultanın ülkesine gelenleri kardeş bilip bağrına basmış, ekmeğini aşını bölüşmüştür. 1.Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı mülkü olan Ürdün, Suriye, Lübnan ve Balkanlardaki iskan, yurtlarından atılan bu topluluklara yeni yurt verilmesi olayıdır.

Buraya kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk soylu ve Türk kültür dairesi içindeki kişi ve grupları göçmen tanımı içine alarak yurttaşlığa kabul etmesinin, Osmanlı döneminden gelen siyasal, sosyal, kültürel arka planını anlatmaya çalıştık. Osmanlı Balkanlarından ve Kafkasya’dan yüzyıllar süren göçün son istasyonu olan Türkiye, hiç kuşkusuz, farklı etnik kökleri olsa bile aidiyet duygusu olarak Türklüğü benimsemiş herkesin ortak yurdudur.

Anayasanın, Türk vatandaşlığı başlıklı 66.maddesinin ilk cümlesinde ;“ Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”denilmesi, yukarıda anlatılan tarihsel sürecin bir başka biçimde ifadesidir. Türklük için başka ve zorlayıcı ölçütler yerine, vatandaşlık bağı esas alınmıştır. Anayasadaki Türklük tanımı dışlayıcı ve daraltıcı değil, kucaklayıcı bir anlayışın sonucudur.

29 Ekim 1923, bir devlet ve rejim tasarımının dahice tasarlanmış siyasal mimarisidir. Cumhuriyet’in ulus devlet, üniter yapı temelli kurulması, asla keyfi bir tercih olarak görülmemelidir. Bu tercih, tarihten alınan acı derslerin sonucudur. Ulus devlet üniter yapı, Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan, varlığını sürdürmesini sağlayan siyasal kiriş ve kolonlardır. Yurttaşlık bağının, Türklük için yeterli görülmesi, Türk aidiyetinin gönüllülük temelinde oluşmasını kolaylaştırmaktadır.

Devleti yönetenlerin, Türk kimliğini birleştirici, bütünleştirici ortak payda olarak görmeyip baskıcı, şoven, antidemokratik bir anlayışın zorlayıcı modeli olarak tanımlamaları endişe vericidir. Türk kimliği hoyratça örselenip değersizleştirilirken, diğer etnisitilerin, Türklüğün alternatifi olarak gündeme getirilip özendirilmesi ve adeta kutsanması dehşet vericidir.

Kaderini ve kimliğini Türklükle birleştirmiş ve bu anlamda Türk olmuş kimi birey ve topluluklara, geçmişteki kökenlerini hatırlatarak etnik motivasyon yaratma girişimleri ise aymazlık değilse ihanetten başka sözcükle tanımlanamaz!

Sözün kısası, sorunun temelinde, Türk Milletinin birliğini sağlamak, dilini, kültürünü korumak ve geliştirmekle yükümlü olanların, alt kimlik takıntısıyla, Türklüğü içselleştirememiş olmaları yatmaktadır