Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,0543
Dolar
Arrow
34,0200
İngiliz Sterlini
Arrow
45,1525
Altın
Arrow
2761,0000
BIST
Arrow
9.757

Devleti anlamak

Bu sütunlar fakültelerde doktora tartışmalarında gündeme gelen konuların yazıldığı ve tartışıldığı yerler olmadığına göre bu başlığın anlamı nedir, diye merak edilebilir. Diğer bir deyişle, durup dururken neden devlet olgusunu gündeme taşıdığım merak konusu olabilir. Bugün değerli okurlarla tartışmak istediğim konu, toplumu iyileştirmek amacıyla ileri sürülen bazı önerilerin içinde bulunduğumuz devlet yapılanmasındaki geçerlilik derecesidir. Meselenin özü, enflasyonla boğuşurken, halkımızın önemli bir bölümü yoksulluğa sürüklenirken ileri sürülen bazı önerilerin bir yönüyle anlamsızlığını, bir yönüyle de kasıtlı olarak ya da olmayarak siyasi işlevini tartışmaktır.  

Hemen halk önünde yapılan tartışmalar ve yapılan önerilerden başlayarak konuya en pratik veçhesiyle dalalım. Halkımız adeta bölünmüş vaziyettedir, halkın giderek büyüyen bölümü yoksulluğa sürüklenirken, buna karşın küçük bir azınlık ise varsıllığına varsıllık katıyor. Bu duruma üzülen ve çare aramaya koyulan bazı öneri sahibi insanlar da asgari ücretin yükseltilmesini, vergi sisteminin adaletli forma kavuşturulmasını ileri sürmekte, hatta servet vergisi salmak gibi oldukça uç önerilerde bulunmaktadır. İşte sizlerle tartışacağım konu, söz konusu önerilerin bu devlet yapılanmasında geçerlilik derecesidir. Ancak, tartışmaya geçmeden bu önerilere karşı olduğumu lütfen sanmayınız. Gerçekten de, asgari ücret yükseltilebilse, hatta asgari olmaktan çıkartılıp, insan onuruna yaraşır ücret düzeyine kavuşturulabilse, aynı şekilde vergi sistemimiz de Anayasamızda da belirtildiği üzere, az kazanandan az, çok kazanandan çok alınacak şekilde adil olsa, haksız ve aşırı servet biriktirenler üzerine makul düzeyde bir tür servet vergisi salınsa fena mı olur? Hayır, tam tersi, çok da iyi olur! Benim kanaatim ve gönlümde yatan da budur. O zaman burada tartışacağımız konu nedir sorgulaması ile ana meseleye girip, tartışmamızı sürdürelim.

Değerli okurlarım her devlet aygıtının, aynen şahıs gibi, tüm işlemlerinde uyması gereken bir hüviyeti vardır. Devlet aygıtının hüviyetini belirleyen devlete başat ekonomik sistemdir. Türkiye’miz, her ne kadar anayasada sosyal devlet ya da laik devlet nitelemesi yapılmış olsa da, uygulamada gördüğümüz üzere, laik olamaması da, gereği biçimde sosyal devlet olamaması da salt yöneticilerin basiretsizliği ya da gerici zihniyeti ile açıklanabilir değildir. Sosyal devlet gibi ekonomik alanlar kadar, laiklik gibi sosyal alanlar da sınırlı esnekliklerle oldukça katı şekilde uygulanan ekonomik sistemle bağlantılıdır. Hal böyle olunca, ülke yönetimine aday siyasi partiler de başat ekonomik sistemin uygulayıcıları olarak sistem mantığı etrafında ancak ufak farklılıklarla ayrışarak şekillenir. Çünkü devlet tüm alanları kapsayıcı, devamlılık arz eden şemsiye konumlu soyut ilişkiler düzlemidir. Hükümet ise, belirli süre için seçilmiş olup, devletin çizdiği ana hükümler – anayasa – doğrultusunda kamu hizmetlerinin görülmesinden sorumlu kamu görevlilerinden oluşan kamu hizmetkârlarıdır. Burada anayasa hükümlerinin nasıl saptandığı gibi konulara girmeden, kapitalist sistemde kurulan devletin ekonomik görev alanı ve hedeflerini tartışmamız, sorduğumuz soruların yanıtını oluşturabilmek açısından yeterlidir. 

İsme dikkat edelim: kapitalizm ve kapitalist devlet! Demek ki, devlet erki, gücünü sermayeden almaktadır. Devlet aygıtı bir işletmeci gibi ekonomi alanında sanayi işletmesi kurarsa “kapitalist devlet”, özel sektör üzerinden şekillenirse “kapitalist sistemin devleti” olur. Birinci halde devlet patron, ikinci halde devlet patronun uşağı olur. Görülüyor ki, devletin ekonomiye üretici olarak girmesi, sistemde bir değişiklik yapmadan, ancak devletin görev alanı ve hâkimiyetinde değişikliğe neden olur. Böyle bir yapılanmadan nasıl oluyor da, sermaye karşıtı ve sermayenin kendisine köle yaptığı devlet aygıtından emek yanlı politikaların neşet etmesini bekleriz!

Biraz da yüzeysel olarak politika teorisi açısından kapitalist devlet olgusuna bakacak olursak, teoride devletin iki ana görevi olduğu anlatılır. Devletin ana görevi özel sermayeyi gözetmektir. Zira özel sermaye topluma üretim yapar, emek istihdam eder ve devlete vergi öder. Evet, bunlar böyle yansır topluma, toplum da durumu böyle algılar, fakat işin esası tam böyle değildir. İşin esasın şudur: emek topluma üretim yapar, patrona kâr sağlar, devlete ise ürettiğinin bir bölümünü vergi olarak verir. Kısacası, hemen her şeyi emek gerçekleştirdiği halde, bir tür görüntü parçalanması ve yabancılaşma sonucunda bütünün topluma yansıması çok farklı gerçekleş(tiril)ir. İşin esasının tartışılmasını başka bir yazıya bırakarak, devlet aygıtını kuranın sermaye olduğu gerçeğini aklımızda tutup, devletin işlevleri bağlamında yukarıdaki örneklerin ve benzeri önerilerin tartışılmasına geçelim. 

Sermayenin politik ajanı konumundaki devlet, sermayeye servet vergisi salabilir mi? Keşke salsa; ama hayır, salamaz. Çünkü sermayeye salınacak bir servet vergisi sermayenin piyasadan çekilmesine, hatta yurt dışına çıkmasına sebep olarak, ülkeyi daha da derin yoksulluğa sürükler. Günümüzün küresellşeme koşullarında sermayenin muazzam hareketliliği sermayeyi emeğe, devlete ve halka karşı fevkalade korumalı konuma getirmiştir. Özelleştirme tartışmaları yapılırken bazı sanayi kuruluşlarının devlette kalması savunulurken amaç devlet aygıtının sermaye karşısında dayanıklılığını arttırmak idi. Buna karşın, bazı sudan gerekçelerle özelleştirmeyi savunanların örtülü amacı ise, sermaye karşısında devleti güçsüzleştirmek idi. Ne var ki, halk yandaşları dertlerini anlatamadılar ve sermaye yandaşlarına karşı yenik düştüler. Halk karşıtlığı olarak algılanması gereken bu terslik de bizzat kapitalist ideolojinin güçlü marifeti sonucudur.

Asgari ücret ve vergi konuları da daima sermaye yanlı olmak zorundadır. Sermaye hâkimiyetinde gerçekleştirilen bu tür uygulamalar da emeğin değil, sermayenin başatlığının doğal sonucudur. Evet, gönül isterdi ki, toplumsal adalet açısından ileri sürülen tüm öneriler kendilerine uygulama alanı bulsun ve hakkaniyetli bir toplumda huzur içinde yaşayalım. Bu haklı isteğin gerçekleştirilememesi, bizatihi kendisi adaletsiz olan sistem mantığı sonucudur. 

İleriki yazılarda daha farklı açılardan tartışabileceğimiz bu konuyu bugünlük bir ufak notla kapatmak istiyorum. Ekonomik sistemler, bir bütünsel yapı olarak kendi içinde tutarlılıkla çalışırlar ve tutarsız politika önerilerini reddeder ya da kusarlar. Örneğin, faizin yükseltilmesinin gerekli olduğu koşulda iradi kararla baskılandığında döviz aniden fırlayarak, sistem kendi talebini başka bir kanaldan uygulamaya koymuş oldu. Hal böyle iken, sistemin işleyişini bilmeden ya da kasıtlı olarak sisteme aykırı popülist savlar ileri sürmenin ancak iki sebebi olabilir. Birincisi, sisteme aykırı savlar kesinlikle uygulanamaz. İkinci sebep ise, biraz hince ve tehlikelidir. Böylesi sisteme abes savların ileri sürülmesinde maalesef şöylesi olumsuz bir mantık vardır. Abes politikaların sunulması arkasındaki düşünce, gidişatın olumsuzluğunu sistem ve sistemin kurallarına değil, siyasiler ya da yanlış kararlar alan beceriksiz politikacı ya da yöneticilere bağlayarak, suçu basiretsiz yönetici ya da politikalara atıp, sistemi korumaktır.