Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,5658
Dolar
Arrow
33,9499
İngiliz Sterlini
Arrow
44,6408
Altın
Arrow
2814,0000
BIST
Arrow
9.577

Siyasetin Derinliği

AKP Türkiye’de çeşitli alanlardaki örgütlerin tüm sağlam görüntülerine karşın yıllar geçmesine rağmen hala kurumsallaşamamış olduklarını, nasıl kartondan birer aslan olduklarını adeta gözümüze sokarcasına gösterdi.Yaşananlara sondan ve siyasilerin sıkça kullandığı söylemlerden başlanırsa, tarihin derinliklerine de çağrışım yapan ‘tek millet; tek bayrak; tek vatan; tek devlet’ söyleminin yapılan uygulamalara ne kadar uyduğuna değil, tam tersi hangi politikaların üzerini örtmede kullanıldığına bakılmalıdır. Daha ilk ağızda, ‘tek devlet’in siyasal omurgası parlamento de facto işlevsizleştirilmiştir. Parlamentonun işlevsizleştirilme şekli de, maalesef, ‘tek millet’ söylemi hilafına iktidar ve muhalefet bölünmeleri yaratılarak gerçekleştirilmiştir. Özellikle AKP-MHP ortaklığının teşkili ve 2017 referandumunu izleyen 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulamaya giren Başkanlık Sistemi, diğer adı ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yukarıdaki ‘tek’lere bir de ‘tek lider’(!) eklenerek sistem kurulmuştur. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bu garip sistemle ülke yönetimi olağanüstü kolaylaşmış oluyordu. Güzel de, acaba ülke yönetimi hangi güç adına kolaylaştırılmıştır da böylesi derin bir krize sürüklenilmiştir? 

AKP’nin, hukuk yapısı olarak topluma giydirilmiş bu “öğrenilmiş” dâhiyane sisteminin ilk kademesinde parlamentonun devreden çıkartılırcasına işlevsizleştirilmesi gerekiyordu, fakat bu önlem yetmiyordu. Sadece başkanlık sistemi ile ya da, göstermelik de olsa, başkanlık-parlamento sistemi ile yürünebilirdi, ancak diri kaldıkları sürece kamu kurumları süreçlere müdahale edebilirdi. En başta adalet sistemi demoklesin kılıcı gibi tehditkâr görüntüsünü sürdürüyordu. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Sayıştay ve tüm alt kademeler hukuk süzgecini katmanlaştırıyordu. Bu durumda süzgecin deliklerinin genişletilmesi ya da olası ve gerekli yerlerde adalet mekanizmasının by-pas edilerek mutlak hâkimiyet altına alınabilmesi de başkanlık sisteminin güçlendirilmesini gerektiriyordu. 

Ülke tahribatı kurumların anlık çökertilmesi şeklinde yaşanırken, görüşler o denli kısa dönemli algılamaya ayarlı idi ki, bugünün insanlarının biyolojik ve sosyolojik olarak geleceklerinin karartılmasının ileri dönemlerde nelere mal olacağı, hatta hangi alanlarda ne tür çöküşler yaşanmasına yol açacağı bir an bile göz önünde bulundurulmadı. Beslenme, sağlık ve eğitim! Bu üç alan ülkenin gelecekteki beşeri dokusunun biyolojik ve zihinsel oluşumunu gerçekleştiren hizmet alanlarıdır. Tarımın çökertilmesi ülkeyi gıda kıtlığına, sağlığın çökertilmesi ülke insanının bedensel çökertilmesine, eğitimin çökertilmesi ise ülkeyi zihinsel geriliğe mahkûm etti. 

Küresel ekonomi ve siyasal koşullar giderek kötüleşiyor ve kurumların çöküşüyle geleceğe güven kalmamış olarak beyin göçü yaşanıyor ise, bu ve benzeri tüm olumsuzluklar 22 yıllık iktidarın başarısız yönetimine fatura edilebilir mi? Bu soruya verilecek yanıt, bakış açımıza bağlıdır. Evet, sonuçlar Türkiye açısından olumsuz olduğundan, politikaların Türkiye aleyhine olduğu savlanabilir. Bir de duruma ülke penceresinden değil de, uluslararası kapitalizmin penceresinden bakalım. Çöküşte olan küresel kapitalizm başta beyin kapasitesi olarak, kamusal hiçbir süzgece takılmadan çok farklı kanallardan ülke ekonomisinden kaynak çekebiliyor ise, politikalar düşünmek istemediğimiz çok farklı açıdan olumlu görülebilir mi? Bir ülkenin adalet sistemi ne diye çökertilir? Acaba iktidar karar ve icraatlarından dolayı kimseye hesap vermek istemiyor olabilir mi! Peki, bir ülkenin eğitim sistemi imam hatipleştirilerek çağa uymayan ve insanın beynini körelten bir programla neden acaba genç dimağlar donuklaştırılmaktadır ki! 

Değerli okurlar, bazı şeylerin ters gittiği ya da ters geliştiği ortadadır. İlginç olan şudur ki, işler ters giderken, siyasal erk ya işin farkında olmuyor ya da belki de biz yanlış düşünüyoruzdur. Bu siyasi kadroyu biz seçmedik mi? Seçtiğimiz siyasi kadro, koltuğa iyice yerleştiğinde toplumu ısıta ısıta siyasetin yapısını ve tarzını değiştirmedi mi? Bu sorgulamayı geriye doğru sararsak, siyaset tarzını biz istemiş ve ona uygun siyasi kadroyu da biz kurmuş oluruz. İşte, ince noktamız budur: Biz mi bütün bu süreçleri istedik ya da biz mi bütün bu süreçlere onay verdik ve mutlulukla kabul ettik? Bu durum ortada iken, yaşananlardan salt AKP ve MHP sorumlu tutulabilir mi? Ne var ki, bugünümüzü karartan sistemi adım adım ören siyasilerdir, fikir babalarının arzularını sisteme dönüştürmek işini yapanlar ise hukukçulardır. İnce nokta şudur ki, devlet yapılanmaları oluşum aşamasında değil, ancak uygulama aşamasında toplum tarafından algılanır. İşte biz bugün şikâyet ederken, kademe kademe oluşturulan devlet yapısının işleyişini görerek, sistemi anlıyoruz ve benimsemiyoruz. Bizim atladığımız çok önemli konunun, belki de bazı noktalarda bizim oy ya da kanaatlerimizden dahi daha etkili olarak başka bir faktörün siyasi yapımıza başat olduğudur. Atladığımız bu noktayı irdelersek, seçtiğimizi sandığımız siyasi erkin kamu kurumlarının içini boşaltması ve/veya eğitim ve sosyal yaşamımızı tahrip etmesi acaba ulusal programların uygulanma rahatlığı için mi, yoksa emperyalistlerin ekonomiye duhulüne kolaylık sağlamak adına dayatılan programların uygulanma suhuleti için mi olduğunu anlayabiliriz.  

Değerli okurların bu yazıdan nasıl bir sonuç çıkartacağını bilemem, ama AKP’nin 20 küsur yıllık icraatı Türkiye siyaset bilimi yazınına yüz karası olarak geçecekken, dünya emperyalizmi siyaset yazınına ciddi bir başarı olarak geçeceğe benziyor.