İster Ukrayna’nın Rusya’ya karşı cepheye sürülmesi, ister İsrail’in Gazze’deki vahşetinin desteklenmesi, ister Yemen’in bombalanması, üçünde de, diğer gerekçeler yanında, ABD’nin enerji kaynak ve güzergâhları üzerinde yaptığı hesapların etkisi vardır. Çünkü enerji rekabeti çok keskin bir rekabettir. Jeopolitik rekabetle yakından ilgilidir. Enerji talebiyle, ekonomik gelişme arasında doğrudan bağ vardır.
Dünyanın ekonomik, dolayısıyla da politik ağırlığının batıdan doğuya, Atlantik’ten Avrasya’ya ve Pasifik’e kayması, ABD’nin aşınan hegemonyasıyla birlikte düşünüldüğünde, önümüzdeki yıllarda gerilimin daha da artacağını söylemek, abartılı veya karamsar bir tutum olmaz. Çünkü 19. yüzyıldan bu yana, enerji kaynaklarına egemen olmak için kıran kırana rekabet eden büyük güçler; “insan hakları”, “hukuk devleti”, “özgürlükler”, “sivil toplum”, “demokrasi” gibi kavramları “çok sevdikleri” için, güç mücadelesinden asla vazgeçmezler. Tersine, bu kavramları saldırı ve işgalleri için bahane olarak kullanan ABD’nin bu alandaki kirli ve kanlı sicili, herkesin malumudur. ABD; dünyada insan haklarından, özgürlükten, barıştan bahsedecek son devlettir.
Unutmayalım, ABD; Basra Körfezi’nin denetimi için gerekirse silaha başvuracağını Carter Doktrini ile ortaya koymuştur. Ne Büyük Ortadoğu Projesi (BOP, sonradan adı GOKAP oldu), ne Körfez Krizi, ne Afganistan ve Irak işgalleri, ne Suriye’ye çullanılması, ne İran’a yönelik tehditler, enerji rekabetinden bağımsızdır. Hepsi de ABD kaynaklı olan “başarısız devletler”, “önleyici vuruş doktrini”, “asimetrik savaş” ve “kontrol edilebilir istikrarsızlık” gibi kavramlar da, enerji rekabeti dikkate alınmadan izah edilemezler.
ABD’nin, bölgemize yönelik saldırı ve işgalleri arttıkça, Türkiye’nin sorunları da artmıştır. ABD; PKK, PYD, YPG, FETÖ, IŞİD gibi terör örgütlerine her türlü desteği verdiğinden, Türkiye’nin güvenlik kaygıları da katlanmıştır. Bir zamanlar, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan, bunu kırmızı çizgisi olarak niteleyen, Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasını casus belli (savaş sebebi) olarak ilan eden Türkiye; bu politikasından ödün verip, Irak’ın kuzeyinde Barzani’yi tüm olanaklarıyla desteklemeye, onu muhatap alıp, onunla ticaret yapmaya başlamıştır. Böylece, Irak’ın fiilen bölünmesine, ülkenin kuzeyindeki bölgesel yönetimin adım adım devletleşmesine büyük katkı vermiştir. Bu yanlış politika, bugün yaşadığımız Irak kaynaklı güvenlik sorunlarının en büyük nedenlerinden biridir şüphesiz.
Türkiye; 4 Temmuz 2003 tarihinde, Irak’ın kuzeyinde, Süleymaniye’de Mehmetçiğin başına geçirilen çuvalı da çabuk unutmuştur. Şehit haberleriyle canımızın yandığı bugünlerde, o olayı hatırlamak, ABD’nin dost değil, düşman olduğunu saptamak açısından da yararlıdır.
Çok Okunanlar

Yıllar öncesinde yapılan plan gerçek oluyor: Suriye 5'e bölünecek

Amerika yol haritasını 2007'de çizmiş

Saray'dan alınan kararlar partide rahatsızlık yaratıyor

Operasyonlarda neden polis yerine jandarma yer aldı?

Bilal Erdoğan'dan Fenerbahçe için adaylık açıklaması!

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

Resmî Gazete / 5-19 Mayıs 2025

İBB'ye 3. dalga operasyonunda gözaltı kararı verilen isimler belli oldu!

Uzak Şehir dizisine 'boykot' kararı

Yılmaz Tunç, cezası artırılacak suçları sıraladı