Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin kararının hemen ardından ABD; F 16 savaş uçaklarının Türkiye’ye satılmasına ilişkin süreci başlattı. Arkasından Kanada, Kanadalı şirketlere, savunma sanayisinde kullanılan malların Türkiye’ye ihracatına ilişkin 2020’de koyduğu yasağı kaldırdı. ABD’den, CAATSA yaptırımlarına ilişkin yapılan açıklamada da, Türkiye’nin S 400 konusunda bir tutum değişikliği söz konusu olursa, yaptırımların da kalkabileceği ima edildi. Türkiye’yle ABD arasında bu trafik yaşanırken, Moskova da, Rusya lideri Putin’in Şubat ayında Türkiye’yi ziyaret edeceğini bir kez daha doğruladı.
Bu gelişmeler; ABD’nin Rusya’yla yaşadığı gerilimin süreceğini gösterdiği gibi, ABD’nin bölgemize yönelik emperyalist politikalarının ülkemizin başını daha da ağrıtacağını da gösteriyor.
Bu süreci daha iyi anlamak için, biraz gerilere gidelim ve hafızalarımızı tazeleyelim…
ABD; Soğuk Savaş’ın bittiği dönemde, 1990’da Irak’a saldırdı. Birinci Körfez Bunalımıydı bu ve zamanlaması tesadüf değildi. Çünkü Doğu Bloku dağılmasaydı, SSCB güçten düşmeseydi, 1991’de resmen dağılmasaydı, muhtemelen ABD böyle bir saldırıya cesaret edemezdi. Tam 11 yıl sonra, 2001 yılında, ABD bu kez, 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Afganistan’ı işgal etti. Onu, 2003 yılında Irak’ın işgali izledi. O dönem, Büyük Ortadoğu Projesi’nin de (BOP) (sonradan adı GOKAP yani Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi oldu) yaygın olarak dolaşıma sokulduğu dönemdi. Bu projeyle ABD emperyalizmi, bölgedeki ülkelere demokrasi, özgürlük, insan hakları sözü veriyordu. Buna inananlar da çoktu üstelik.
BOP kapsamındaki ülkelerin 3 belirgin özellikleri vardı.
Birincisi, nüfuslarının çoğu Müslüman olan ülkelerdi. İkincisi, Türkiye hariç hepsi, tarihlerinde dış güçlerin işgaline uğramış, sömürge yapılmış ülkelerdi. Osmanlı sonrasında İngiliz, Fransız mandası olmuşlardı. Üçüncüsü, demokrasi, özgür birey, örgütlü toplum, sanayi devrimi, aydınlanma, kadın – erkek eşitliği, bilimsel eğitim, güçlü bürokrasi, hukuk devleti, laiklik gibi konularda geri kalmış ülkelerdi.
Elbette ABD’nin asıl hesapları farklıydı. Dünyanın enerji kaynaklarının önemli bölümünün yer aldığı bu bölgeye dönük ilgisinin ekonomik nedenleri, enerji kaynak ve güzergâhlarına ilişkin sebepleri, Rusya ve Çin’e yönelik gerekçeleri vardı. İsrail’in güvenliği, dört bölge ülkesinin bölünerek bir Kürt devletinin kurulması da ABD’nin öncelikleri arasındaydı.
Sonuçta ABD; 2000’li yıllarla birlikte, kendi tanımıyla “başarısız devletler” olarak gördüğü devletlere karşı, “teröre destek veren” devletlere karşı, “kimyasal silah üreten” devletlere karşı, gerektiğinde “önleyici vuruş”, gerektiğinde “psikolojik harp”, gerektiğinde “asimetrik savaş” yöntemlerini devreye soktu. Saldırdı. İşgal etti.
O nedenle, unutmayalım, demokrasi, özgürlük, insan hakları bahanedir ABD için. Öyle ki, Irak’ta yaklaşık 2 milyon insanı katletti ve sonra da “Burada demokrasi olmadı” deyip, işin içinden çıkıverdi.
Çok Okunanlar

Yıllar öncesinde yapılan plan gerçek oluyor: Suriye 5'e bölünecek

Saray'dan alınan kararlar partide rahatsızlık yaratıyor

Amerika yol haritasını 2007'de çizmiş

Operasyonlarda neden polis yerine jandarma yer aldı?

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

Bilal Erdoğan'dan Fenerbahçe için adaylık açıklaması!

Resmî Gazete / 5-19 Mayıs 2025

İBB'ye 3. dalga operasyonunda gözaltı kararı verilen isimler belli oldu!

Uzak Şehir dizisine 'boykot' kararı

Reyting sonuçları belli oldu! 19 Mayıs'ta en çok ne izlendi?