Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8385
Dolar
Arrow
34,1542
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9695
Altın
Arrow
2916,0000
BIST
Arrow
9.109

Cumhuriyet ve Yurttaşlık

Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyoruz. Kurulduğumuz günle kıyaslandığında çok ilerideyiz. Ancak, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e verdiğimiz sözü tam olarak tuttuğumuzu, koyduğu hedefe ulaştığımızı, yolunda yorulmadan yürüdüğümüzü söyleyemeyiz.

Cumhuriyetimizin 100. yılında, ülkemizin çevresinde savaşlar, iç çatışmalar yaşanıyor yoğun olarak. Ülkemizde de yeni anayasa tartışmaları, demokrasiye, hukuk devletine, yargı bağımsızlığına, özgürlüklerin genişletilmesine, ekonomiye, hayat pahalılığına, enflasyona, üretime, yatırıma, işsizliğe ilişkin yoğun bir gündem var.

Peki Cumhuriyetimizin 100. yılında, demokrasi denince herkes aynı şeyi mi anlıyor? Demokrasinin toplumsal, siyasal, sınıfsal boyutunu dışlayarak bir demokrasi tanımı ve tartışması yapmak mümkün mü? Kâğıt üzerinde, yasalar önünde eşitlik sağlamak, demokratik bir rejim için yeterli mi? Demokrasinin olmazsa olmazları neler? Bunları tartışmakta yarar var.

Tartışalım.

Biliyoruz, ülkemizde Kurtuluş Savaşı Cumhuriyet’i doğurmuştur, Cumhuriyet de demokrasiyi. Bir başka ifadeyle Türkiye’de demokrasi, Cumhuriyet’in çocuğudur. Cumhuriyet Devrimi’yle gelmiştir. Varlığını Cumhuriyet’e borçludur.

Şunu da biliyoruz, demokrasiler devrimle gelir. Tarihsel kırılma noktalarında, kanlı iç savaşlar sonrasında, bağımsızlık mücadelelerinin ardından zemin bulur. Ancak, yurttaşlık bilinci kökleşmemişse, gerekli kurumsallaşma sağlanmamışsa, kuvvetler ayrılığı yerleşmemişse, demokrasinin olmazsa olmazı olan hukuk devleti söz konusu değilse, üniversiteler suskunsa, aydınlar sessizse, medya baskı altındaysa, orada demokrasiden söz edilemez.

Tek yapılan, sandığa gidip oy atmaktan ibarettir.

Çünkü demokrasilerde meşruiyet çok önemlidir, yaşamsaldır. Meşruluktan kopmuş bir yasallık, meşruiyete dayanmayan yasalara uygunluk, sadece sandık çoğunluğuna dayanan, adaleti, eşitliği, özgürlüğü içermeyen bir demokrasi anlayışı sağlıksızdır.

Dahası bu türden bir anlayış, çoğulculuk da içermez. Çoğunlukçuluğu önemser. Onun da sonu, çoğunluk baskısına kadar gidebilir. Bunun tarihte örnekleri çoktur. Öyle ki, ülkenin rejiminin değiştirilmesi, bağımsızlığının devredilmesi, egemenliğinden ve bütünlüğünden vazgeçilmesi bile, sandık eliyle sağlanabilir. Sandık çoğunluğu, milli irade olarak gösterilip sunulur. “Milli irade böyle istiyor” yaklaşımı, çoğunluk diktatörlüğünün temelini, sandıktan çıkan faşizmin zeminini oluşturur.

Demokrasi; feodalizmin tasfiyesiyle gelişir. Feodal ilişkileri, ortaçağ kalıntısı aidiyetleri, mensubiyetleri, hassasiyetleri, kimlikleri tasfiye ederek güçlenir.

Şeyhliğe, şıhlığa, toprak ağalığına, aşiret, tarikat, cemaat ilişkilerine son verdikçe, yurttaşlık bilincini pekiştirir.

Kaldı ki, feodalizmle mücadele; aynı zamanda bağımsızlık mücadelesidir, emperyalizme karşı mücadeledir, yoksulluğu yenme mücadelesidir, eşitlik ve özgürlük mücadelesidir.

Bunu çok iyi bilen emperyalist güçler ve kapitalist merkezler, özellikle Soğuk Savaş sonrasında, küreselleşme süreciyle, Yeni Dünya Düzeni’yle birlikte, ulus devletleri çökertmek, yurttaş kimliğini zayıflatmak için, insanların alt kimlikler üzerinden dayanışma ağlarına sarılmalarını özendirmişlerdir.

Post modern anlayış da bunu savunmuştur. Öyle ki her konu, her sorun, öncelikle kimlik siyaseti penceresinden ele alınmış, etnik, dinsel, mezhepsel kimlikler, ifade biçimleri, örgütler kapsamında kavranır hale gelmiştir.

Ulusallık, yurttaşlık, sınıfsallık yerini hemşeri derneklerine, aşiret vakıflarına, tarikat ve cemaat ilişkilerine bırakmıştır. Bunlar da “sivil toplum örgütü” olarak pazarlanmış ve alkışlanmıştır. Demokrasinin bunlar üzerinde yükseleceği öne sürülmüştür.

Bu türden kimliklerin öne çıkarılması, siyasallaşması demokrasi, özgürlük ve insan haklarının gelişmesi olarak nitelenmiştir. Bu süreçte, demokrasinin özünü oluşturan örgütlü sınıfların demokratik mücadelesi, diğer anlatımla emek- sermaye çelişkisi üzerinde yükselen mücadele, anlamını yitirmiştir. Feodalizm, yurttaşlık bilincine olduğu kadar, sınıf bilincine de düşman olduğundan, örgütlü emeğin, sendikal hareketin önemi azalmıştır.

Acı da olsa şu gerçeği kabul etmemiz gerekir: 100 yıllık Cumhuriyetimiz, feodalizmi tasfiye edememiştir. Feodal ilişkileri, kaderciliği, bağımlılığı, batıl inançları toplumdan söküp atamamıştır. Yoksulluk, cehalet ve bağnazlık üçlüsü, feodalizmle uyum içinde olan politikacıların da işine gelmiştir elbette.  

CUMHURİYET VE FEODAL İLİŞKİLERİN BOYUTU

Cumhuriyet; ekonomik düzlemde büyümekten ziyade kalkınmayı, özellikle de bütüncül kalkınmayı önemser. Siyasal iktisadın merkezine üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerini koyar. Ulus devlet, egemenlik, aydınlanma, eşitlik, antiemperyalizm, bağımsızlık söz konusu olduğunda kıskançtır. Yurttaşın müşteri yerine konulmasına karşıdır. Yoksulluğa, eşitsizliğe, gelir dağılımı adaletsizliğine katlanamaz. Sosyal devlette ısrar eder. Bunlar sağlanmadan insanların bağımsız davranamayacağını bilir. Bu yüzden Cumhuriyetle, insanları alt kimliklere hapseden, o çevre ve o çerçeve içinde eriten, etkisizleştiren, köleleştiren, hakkını aramayan, verilenle yetinen bir hayata mahkûm eden feodalizm arasındaki mücadele, çok çetin bir mücadeledir.

Kimlik siyasetini savunanlar; genelleyici ve indirgemeci bir tavırla, hem insanları etnik, dinsel, mezhepsel kimlikleriyle tanımlar hem de ayrıştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, ırkçı bir dil kullanırlar. Hele de kendilerine “liberal sol” diyenler, bunu ilericilik sanırlar. Sınıf siyasetini, sınıfsal çelişkiyi görmezden gelirler. Örneğin; HDP’ye oy veren yurttaşlarımızı anlatırken “Kürt seçmen” derler. Fakat CHP’ye, MHP’ye, İYİ Parti’ye oy verenleri anlatırken “Türk seçmen” demezler. HDP’ye oy verenler arasında etnik olarak Kürt kökenli olmayan yurttaşlar olduğunu bilmedikleri gibi, diğer partilere oy veren yurttaşlar arasında da çok sayıda etnik olarak Kürt kökenli Türk seçmen olduğunu da bilmezler.

Dahası, Türkiye’de anne ve babası farklı etnik kökenlerden gelen, farklı mezhepsel ve dinsel inancı olan milyonlarca yurttaş vardır. Bu yurttaşlar, kimlik siyasetini savunanlara göre nasıl tanımlanacaktır? “Annesi Kürt, babası Türk seçmen” şeklinde mi? “Babası Sünni, annesi Alevi seçmen” olarak mı? “Annesi Arnavut, babası Çerkez seçmen” diye mi?   

Şurası açıktır, bu tanımı yapanlar, ırkçılık yapmaktadır. Etnikçiliği solculuk, mezhepçiliği devrimcilik, hemşericiliği komünizm sananlar, kısacası kimlik siyasetinin bataklığına saplanıp kalanlar, emperyalizme hizmet etmektedir.   

EŞİT YURTTAŞLIK BAŞKADIR, YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ BAŞKA

Son yıllarda sıkça yapılan yanlışlardan biri de eşit yurttaşlıkla yurttaşların eşitliğini karıştırmaktır, bir ve aynı saymaktır. Bu konuda dikkatli, özenli olmak gerekir.

Eşit yurttaşlık kısaca şudur: Anayasal yapı içinde, Türk kimliği dışında başka bir kimlik (veya kimlikler) daha tanınsın. Tanınan ikinci kimlik de Türk kimliği ile eşit olsun. Anayasal statüye kavuşsun. Anayasada yer bulsun. Pratikte şunu önerirler eşit yurttaşlık diyenler: “Sen Türk olarak kal. Ben de Kürt olarak anayasada yanına geleyim. İsterse Çerkez, Arnavut, Boşnak, Kafkas, Çeçen, Laz, Gürcüler de gelsin.”

Bu yaklaşımı savunanlar, Türklüğü üst kimlik, ortak kimlik, ulus kimlik olarak görmez, Türkiye’deki etnik gruplardan biri olarak görürler. O nedenle Türkçenin, anayasada da belirtildiği üzere, devletin dili olmasına karşı çıkarlar. Atatürk’ün ulus tanımını da (Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir), yurttaş tanımını da (Ne mutlu Türküm diyene) reddederler. Yurttaşların eşitliği ise anayasa ve yasalar önünde tüm yurttaşların eşit olmasıdır. Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, soy, bölge, köken ayrımı yapılmamasıdır. Eşit yurttaşlık; kimlik siyasetini önceler. Bölücülüğe zemin hazırlar. Yurttaşların eşitliği ise demokratiktir, halkçıdır, ulusal bütünlüğü ve toplumsal kaynaşmayı savunur.

Farklı etnik, mezhepsel aidiyetlere, alt kimliklere saygı duymak, onların dilini, kültürünü, geleneğini özgürce öğrenmesini, konuşmasını, öğretmesini, aktarmasını savunmak, bunu doğal bir hak olarak görmek, kişisel özgürlük kapsamında ele almak başkadır.

Bunu bir ayrıcalık olarak görmek, grup kimliği kapsamında tanımlamak, siyasallaşmasını savunmak başkadır. Alt kimliklerin, kişisel hak ve hürriyetler kapsamında görülmesine kimse itiraz etmez. Ama bunların grup kimliği olarak öne çıkarılmasına, siyasallaştırılmasına, ayrıcalık talep etmesine, bölücülük yapmasına izin verilemez. 

Kısacası Cumhuriyet; yurttaşları esas alır, yurttaşları muhatap alır, yurttaşları tanır. Sözleşmeyi yurttaşlarla yapar. Etnik yapılarla, dinsel kümelerle, feodal gruplarla, bölgesel kimliklerle değil.

...