Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8385
Dolar
Arrow
34,1542
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9695
Altın
Arrow
2916,0000
BIST
Arrow
9.109

Koronavirüs salgını hangi ezberleri bozdu?

Koronavirüs salgını, sadece ülkelerin sağlık sistemlerini değil, aynı zamanda dünyada egemen siyasi ve iktisadi söylemi de sarstı. Kapitalist ekonomiyi, serbest piyasayı, liberal düşünceyi savunanlar, beklenen ekonomik krizin, salgın hastalık nedeniyle daha erken gelmesi karşısında, ne yapacaklarını şaşırdılar. Korumacı önlemlere yöneldiler. Ekonomik paketler açıkladılar. Bir yandan yurttaşlarına mali yardım yaparken bir yandan da birbirlerini maske ve solunum cihazı vermemekle suçladılar. Savaş gemilerinin, nükleer silahların, füzelerin, hava savunma sistemlerinin, denizaltıların işe yaramadığını gördüler. Avrupa Birliği’nin, üye ülkelere sahip çıkamayışına tanık oldular.  

Oysa liberallerin vaatleri böyle değildi. Onlara göre; ekonomideki “görünmez el”, devletin piyasaya sıfır müdahalesi, arz – talep dengesi, girişim özgürlüğü, özel mülkiyet, gerçekçi, akılcı ve faydacı bir işleyişe sahipti. Onlara göre; iktisadın altın dengelerinden biri olan nüfus, verimlilik ve yatırım artışı arasındaki uyum sürdükçe, işler yolundaydı. Onlara göre; Soğuk Savaş’ın bitmesiyle kapitalizm rakipsiz kaldığı gibi, ABD’nin en büyük hasımları olan Rusya ve Çin de piyasa ekonomisine uyum sağladıklarından, liberal düzen açısından sorun kalmamıştı. 

PİYASA EKONOMİSİ, PİYASA TOPLUMU DOĞURDU

Konuyu biraz daha açalım. Teoriye göre; sermaye, ürettiği mal ya da hizmetten elde ettiği kârı, yeniden yatırıma dönüştürür, sermayesini büyütür. Ücretli emek ise üretilen mal ya da hizmetin tüketicisidir aynı zamanda. Her yeni yatırım, üretilen mal ve hizmet miktarını artırır. Aynı zamanda daha çok iş sahası açar. Daha çok vergi, katma değer, ihracat yaratır. Ancak, ilave üretimin tüketilmesi için, ilave talep de gerekir. Bu da istihdamı artırmayı zorunlu kılar. Biriken kârın yatırıma dönüşmesiyle oluşan üretim artışı ile yeni yatırımın yarattığı ek istihdamdan kaynaklanan talep uyumlu olmalıdır. Yani, arz ile talep arasında denge zorunludur. Üretim artışı ile tüketim artışı arasındaki uyumsuzluk, sorundur. Bir başka mesele de şudur: Büyümek için kârın azami olması gerekir. Bu da emek gelirlerinde kesinti gerektirir. O durumda da tüketim düşer. Denge bozulur. 

Liberalizm; bireyi toplumun, siyasetin, ekonominin temeline koyar. Bireyi devlete karşı koruduğunu, bunu da devletin iktidarını sınırlayarak yaptığını savunur. Fakat bunu yaparken, sermayenin sınırsız tahakkümünün önünü açar. Bireyi, sermaye ve piyasa karşısında güvencesiz bırakır. Devleti sınırlar, hatta küçültürken, tekelci sermayenin, çokuluslu şirketlerin gücünü, nüfuzunu, baskısını sınırsız hale getirir. Devleti, piyasa güçlerinin emrine verir. Onların savunucusu, koruyucusu, adeta jandarması yapar.

ULUSAL VE SINIFSALIN YERİNE, ETNİK VE MEZHEPSEL KONDU

Küreselleşme yanlılarının dünya çapında etkili olduğu son 30 yılda, hem ülkeler arasında hem ülkelerin kendi içinde zengin – fakir uçurumu derinleşmiştir. Eşitsizlik daha da kökleşmiş, kurumsallaşmıştır. Dünyada en zengin yüzde 1’lik azınlığın serveti katlanırken, sınıflar arası dengesizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik artmıştır. Maalesef Türkiye bu listede, ABD ve Meksika ile birlikte ilk sıralardadır. 

Emperyalizmin yeni adı olan küreselleşme sürecinde, şirketler birleşirken, devletler parçalanmıştır. Yugoslavya ve Irak’ta yaşananlar, Suriye’de olanlar bunun kanıtıdır. Kârlar özelleştirilirken, zararlar kamulaştırılmıştır. Ulus devlet, ulusal kimlik tasfiye edilirken, feodalizm artığı, Ortaçağ kalıntısı kimlikler, etnik mensubiyetler, mezhepsel aidiyetler öne çıkarılmıştır. İşçilerin sınıf bilincine sahip olmasını, sınıfsal mücadele vermesini önlemek için, alt kimlikler üzerinden örgütlenme ve sivil toplumculuk özendirilmiştir.  

Oysa güçlü bir ulus devlet, emekçiler dahil, tüm yurttaşların yararınadır. İşçilerin, çiftçilerin, köylülerin, ulusal üreticilerin, küçük orta boy işletmelerin, milli karaktere sahip sanayicilerin, kısacası milletin çoğunluğunun hak ve çıkarlarının savunulması, sosyal adaletin, fırsat eşitliğinin sağlanması, yalnız ve ancak güçlü bir ulus devlet çatısı altında mümkündür. O nedenle, bu gerçeği iyi bilen gelişmiş, merkez, kapitalist, emperyalist ülkeler; azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere, ekonomide sınırsız bir serbestlik dayatırken, kendi iç pazarlarını, sanayicilerini, üreticilerini, çiftçilerini korumak için her türlü önlemi almışlardır. Kendileri stratejik nitelikli, teknoloji üreten, istihdam yaratan, marka değeri yüksek kamu kuruluşlarını korurken, azgelişmiş ülkelere, özelleştirme yapmaları için baskı yapmışlardır. Bu baskıyı da hem doğrudan hem de Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar eliyle kurmuşlardır. 

Unutmamak gerekir: IMF reçeteleriyle ekonomisi düzelmiş, ayağa kalkmış, gelişmiş ülke yoktur. IMF programıyla, işsizliği yenmiş, halkın alım gücünü yükseltmiş, gelir dağılımı adaletini sağlamış, refahı tabana yaymış, tarımı, sanayiyi geliştirmiş bir devlet söz konusu değildir. IMF’nin böyle bir amacı da yoktur. IMF reçeteleri, borç döndürmeye, ödemeler dengesini sağlamaya yöneliktir. IMF; kamu harcamalarının kısılması, özelleştirme, işsizlik, yoksulluk, ücretlerin baskılanması demektir. Çünkü IMF; başta ABD, emperyalist güçlerin güdümündedir. Onların çıkarını savunur. 

ÇÖZÜM: CUMHURİYET’İN KAMUCU, HALKÇI, TOPLUMCU FELSEFESİ 

Hem salgın hastalık hem yıllardır yaşadıklarımız şunu göstermiştir: Atatürk’e yan bakmak, Cumhuriyet’i küçümsemek, Kemalizm’e saldırmak, hiç kimseyi daha milliyetçi, daha dindar, daha solcu yapmamıştır. Ama çok kimseyi emperyalizmin maşası, uzantısı, işbirlikçisi, uydusu yapmıştır. Öncelikle ve özellikle yapılması gereken, Cumhuriyet’in çağdaş, devrimci, aydınlanmacı, özgürlükçü, aklı ve bilimi rehber alan, tam bağımsızlıkçı yönüne de; kamucu, halkçı, toplumcu, eşitlikçi, planlama ve devletçiliği önceleyen yönüne de, aynı kararlılık, tutarlılık ve yüreklilikle sahip çıkmaktır. Solculuk içermeyen ulusalcılık da, ulusalcı olmayan solculuk da başarısız olmuştur.  

Sözün özü; yaşadığımız sorunların çözümü için, Cumhuriyet’in kurucusunu, kurucu aklını, kuruluş felsefesini sahiplenmek şarttır.