Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8385
Dolar
Arrow
34,1542
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9695
Altın
Arrow
2916,0000
BIST
Arrow
9.109

Liberal hegemonyaya direnmek

Türkiye Cumhuriyeti; kuruluşunun 100. yılını kutlarken, liberal iktisadın, kapitalist tercihlerin çok etkili olduğu bir siyasal iklime sahip. Bu konuda, ana akım siyasetin muhalif cephesi de, iktidardan çok farklı değil. Toplumcu, halkçı, kamucu, devletçi seçenekleri kararlı, tutarlı, yürekli biçimde savunmaktan oldukça uzak. Muhalefetin yanı sıra akademi, medya, meslek örgütleri, sendikalar, düşünce kuruluşları da etkisiz maalesef. 

Fakat yine de, bu karamsar tabloya karşı, dilimizin dev ve devrimci ozanı Nazım Hikmet’in “Laz İsmail” şiirindeki dizesi gibi, direnmek, kafa tutmak gerek: “Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!” 

Israrla, inatla, iddiayla, liberal hegemonyaya karşı mücadele etmek, liberal, neo liberal politikaların tek seçenek olmadığını vurgulamak, emekten, eşitlikten, bağımsızlıktan, aydınlanmadan yana olan siyasetleri yüksek sesle dillendirmek zorunlu, hem de bıkıp usanmadan. Çünkü ünlü İngiliz liberal düşünür John Stuart Mill’in de vurguladığı gibi, “tartışma konusu olmayan düşünceler canlılıklarını yitirirler”. 

Şu saptamayla başlayalım: Liberal ekonomi politik düşünce; kamunun ekonomide yönlendirici, düzenleyici, dizginleyici olmasına karşıdır. Esasta, 19. yüzyılda yaygın biçimde kabul görmeye başlayan bu yaklaşıma göre; devlet, işlevlerini olabildiğince sınırlamalıdır. Hatta mümkün olan en geri, en dar sınırlara çekilmelidir. Ekonomiye, topluma müdahale etmekten olabildiğince kaçınmalıdır. Bunu yaparsa, ekonomik ve toplumsal yaşamda, arzulanan denge ve düzen kurulabilir. Çünkü toplumsal hayatta, kendi çıkarları için mücadele veren yurttaşlar ve sınıflar, özgürce mücadele ederler, akılcı, gerçekçi, faydacı davranırlar. Devletin müdahalesi, bu işleyişi bozar. Ekonominin arz – talep dengesi ve piyasanın görünmez el yasası, belirleyicidir. Yeter ki devlet karışmasın, müdahale etmesin. 

Liberallere göre; devletin sınıflar arası uçurumu, varsıl – yoksul dengesizliğini, bölgeler arası gelişmişlik farkını gidermek, fırsat eşitliği sağlamak gibi görevleri, işlevleri, sorumlulukları yoktur. O nedenle, sosyal devleti savunmak, yanlıştır. İnsanları tembelliğe alıştırır. Dahası, toplumun doğasına da aykırıdır. Ekonomik gerçeklerle de bağdaşmaz. Liberalizmin, sermayenin girişim özgürlüğünün, demokrasiyle eşit, bir ve aynı olduğunu savunanlara göre; devlet ekonomik ve toplumsal yaşamdan mümkün olduğunca çekilirse, serbest rekabetin ve serbest piyasanın kuralları işleyecektir. 

LİBERALİZM VE EŞİTSİZLİK

Oysa gerçekler, liberallerin dillendirdiği gibi değildir. Liberallerin, devletin sınırlarına, serbest piyasaya ve rekabete ilişkin görüşleri, tekelleşmeye zemin hazırlamakta, toplumsal eşitsizlikleri, sosyal adaletsizliği artırmaktadır. Devlet müdahalesinin, kamunun yönlendirici, denetleyici, düzenleyici işlevinin, kamusal planlamanın olmadığı bir düzen, sermayenin, ekonomik ve politik gücün, belli ellerde yoğunlaşmasının önünü açar. Bu düzene de demokrasi denemez.  Liberallerin arzuladığı gibi, daha az devlet – daha çok piyasa, daha az kamu – daha fazla özel teşebbüs, sadece sınıfsal eşitsizlikleri daha da derinleştirir.

Liberalizm; 1989 – 1991 arasında Soğuk Savaş bittiği, Doğu Bloku çöktüğü, Berlin Duvarı yıkıldığı, Varşova Paktı dağıldığı, SSCB tarihe karıştığı, ABD zaferini ilan ettiği halde, yaşadığı bunalımı aşamamıştır. Kapitalizm, döngüsel krizlerden kurtulamamıştır. Parlamenter demokrasiler, liberal demokrasiler, temsili demokrasiler, emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların, geniş halk kesimlerinin temel ve insani sorunlarını çözmede başarılı olamamıştır. Büyük sermayenin siyasal gücü sınırsız, denetimsiz şekilde kullanmasının, medyadaki tekelleşmenin, sosyal devletin kazanımlarının budanmasının, ırkçı, yabancı düşmanı akımların güçlenmesinin önünü alamamıştır. 

Liberal demokrasi; ekonomik düzlemde kapitalizmin siyasi, iktisadi, toplumsal sistemini; kapitalist üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerini benimsediğinden, emekçilerin kazanımlarının sürekli törpülenmesine neden olur. Kapitalizm sürekli bunalım ürettiğinden, yani kapitalizmde kriz yapısal olduğundan, üstelik 40 – 50 yılda bir değil, neredeyse her 10 – 15 yılda bir kriz yaşandığından, geniş halk kitlelerinin durumu kötüleşir. 

Durum buyken her seferinde liberaller, piyasanın başat aktörleri, patronlar, bol sıfırlı maaş alan tepe yöneticiler (CEO), krizi atlatmak için gözlerini kamu kaynaklarına, devletin atacağı adımlara, çıkaracağı kurtarma paketlerine, sileceği vergi borçlarına dikerler. Her defasında hükümetlere “ücretleri sınırlayın”, “maaşları düşürün”, “eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe daha az kaynak ayırın” talimatı verirler. Maalesef hükümetler de bunların dediklerini yaparlar. 

ULUS DEVLETİ VE SOSYAL DEVLETİ SAVUNMAK

Temsili demokraside hukuk düzenindeki eşitlik; iktisadi, siyasi, toplumsal düzlemde olmaz. Yasalar önünde eşit olan yurttaşlar, sınıfsal düzlemde eşit değildir. O nedenle fırsat eşitliği, o yüzden sosyal devlet, o sebeple devletin ekonomiye müdahalesi zorunludur. Bunu yapabilmenin de tek yolu, ulus devlettir. Ulus devletin sunduğu zemin ve olanaklardır. Liberallerin, neo liberallerin ulus devlet karşıtlığının en önemli sebeplerinden biri budur. Çünkü uluslaşarak ve bağımsızlaşarak çağdaşlaşmak için, yurttaşlık bilincinin pekişmesi için, güçlü, etkin, saygın, gerçekten demokratik bir ulus devlet temel koşuldur. 

Soğuk Savaş’ın bittiği günden bu yana, ulus devletin aşındırılması, zayıflatılması için ekonomik, hukuksal, idari düzlemde özelleştirme, yerelleştirme, kuralsızlaştırma dayatılmıştır. Küresel sermayenin talepleri doğrultusunda ulusal yargı, uluslararası tahkim yoluyla devre dışı bırakılmıştır. Siyasal ve toplumsal düzlemde kimlik siyaseti özendirilmiş; alt kimlikler, etnik, dinsel, mezhepsel hassasiyet, aidiyet ve mensubiyetler ulus kimliğinin, yurttaş kimliğinin, sınıf kimliğinin önüne geçirilmiştir. 

Bu şartlar altında, liberalizmin vadettiği özgürlüğün, yoksulluğu, açlığı, son kertede sefaleti ve ölümü getirdiğini, bıkmadan usanmadan halka anlatmak gerekir. Piyasanın tek belirleyici olduğu bir düzende adalet ve eşitlik yoktur. Gelir dağılımı uçurumu, açlıktan bebek ölümleri, artan suç oranları vardır.