Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Cumhuriyetimizin muhafazakar mareşali neyi muhafaza ediyordu?

Kasaba ve köy kahvelerinde Fevzi Paşa portresinin anlamı 

Çocukluk hatıralarımdan zihnimde kalmış önemli bir ayrıntı Fevzi Paşa ile ilgilidir. Kasaba ve köy kahvelerinde bir “Mareşal Çakmak” portresi bulunur. Bir Gazi Paşa portresi de- her zaman olmasa da - ona eşlik eder. Ama asla  bir İsmet Paşa resmi göremezsiniz. Sanırım bu adet Demokrat Parti yıllarından kalmadır. 

İsmet Paşa’ya  karşıtlık temelinde bir araya gelen Türk sağının bütün renklerinin üzerinde oydaştığı bir semboldür  Mareşal Çakmak. Bu çevrelere göre, Atatürk’ün imha edilmiş bir vasiyeti vardır: “benden sonra Fevzi Paşa’yı  reisicumhur yapın” babında. Bir başka hikaye, Miralay İsmet Bey’i Filistin cephesinde Enver Paşa’nın gazabından  kurtaran yine odur. Hikayeye göre, Albay İsmet Bey’e öfkelenen Enver Paşa onu kurşuna dizdirmek istemiş. Fevzi Paşa kurtarmıştır. Anadolu kahvelerinde buna benzer hikayelerin hala köpürtüldüğünden eminim. 

FEVZİ PAŞA’NIN MİLLİCİLERE İLTİHAKI HANGİ KOŞULLARA OLDU?

Fevzi Paşa, Harbiyeye intisap, yaş ve kariyer itibariyle Atatürk’ün önünde olmuştur. Mareşalimiz 1898’de Erkan-ı Harp sınıfından kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun olduğunda, Atatürk daha Manastır askeri lisesinde öğrenciydi. Çanakkale ve Filistin cephelerinde zaman zaman görev örtüşmeleri olsa da yakın bir ilişkileri olmamıştır. 

Öte yandan muhafazarlığı dikkate alındığında, Gazi ile zıt bir karakteri vardı. Fevzi Paşa, statüko içinde verimli çalışma becerileri olan bir Osmanlı generali idi. Çalışkandı. Vatanseverdi. Devletine bağlıydı. Risk almayı sevmeyen, çözümleri sistem içinde arayan biriydi. İnönü de karar eşiklerinde risk alamama özellikleriyle Fevzi Paşa’ya benzer . Oysa büyük Atatürk, yapmış olduğu hamlelerle tam bir devrimciydi. 

Bu nedenle, Harbiye Nazırı “İngiliz süngüsü” ofisine girinceye kadar durumun vahametini kavrayamadı, Kuvayı  Milliyeye kuşku ile baktı. Yine bu düşüncelerle, milli direnişi teskin etmek için Anadolu’ya gönderilen “Nasihat heyetlerinde” yeralmıştı. Aralık 1919’da Sivas’ta Heyeti Temsiliye başkanını derdest edip İstanbul’a götürmek  istemişti. Fevzi Paşa, bu misyonlarda görev alan Ahmet Fevzi ve Ali Fevzi Paşalarla karıştırılır. Mareşalimiz Kavaklı Mustafa Fevzi’dir. Sadece Fevzi Paşa’nın tereddüt ve savrulmaları bile, medyatik bir yazarın ileri sürdüğü, milli kurtuluş savaşının İstanbul’da örgütlenmiş “devlet aklının" ürünü olduğu görüşünü geçersiz kılar. 

İSTANBUL HÜKÜMETİNİN HARBİYE NAZIRI ANKARA’DA MİLLETVEKİLİ VE BAKAN OLUYOR 

Fevzi Paşa, 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaştığında TBMM açılmış, konvansiyonun temelleri atılmıştı. O gün itibariyle ne Osmanlı mebusan meclisinin üyesi ne de Heyeti Temsiliye tamimi uyarınca yeni seçilmiş bir milletvekili  değildi. Normal şartlarda  TBMM üyesi  olamazdı. Henüz varlığından bile söz edilemeyecek TBMM ordusunda görev alabilirdi. 

İstanbul Hükümeti’nin Harbiye Nazırının Ankara’ya iltihakı milliciler açısından büyük bir transferdi. Bu nedenle, onu dolaylı bir yolla Kozan milletvekili yaptılar. İstanbul, İzmir, Edirne gibi Kozan livası da işgal altında idi. Memalik-i meşgule (işgal altındaki ülke toprakları) formülüyle Karabekir, İnönü, Cafer Tayyar Edirne milletvekili seçilmişlerdi. Aynı  yöntem  Fevzi Paşa  için de kullanıldı. Mazbatası bu şekilde oluşturuldu. Onun Ankara’ya gelir gelmez milli müdafaa vekili ve sonrasında Erkanı Harp ve icra vekilleri heyeti reisliği görevlerine getirilmesini  sağlayan Kozan milletvekili seçilmesidir. Aynı formül Fethi Bey (Okyar) için Malta sürgünü dönüşünde kullanılacaktır. Sonrasında Fethi Bey, dahiliye vekilliğine getirilecek, bu sıfatla Paris ve Londra’da temaslarda bulunacaktır. 

Büyük Taarruzda cephenin güneyini Sakallı Nurettin Paşa’nın emrindeki I. Ordu, Kuzeyini  ise Yakup Şevki Paşa’nın II. Ordusu tutuyordu. İsmet Paşa cephe komutanı, Fevzi Paşa Genelkurmay başkanı idi. Hepsinin üstünde TBMM başkanı ve başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa vardı. Büyük Zaferden sonra başkomutanı Belkahve’den İzmir’e getiren araçta yanında onun olmasının nedeni budur. 

GAZİ PAŞA’YA SADAKAT MESELESİ 

Milli mücadele kadrosu içindeki pek çok simanın Atatürk’e sadakatinden söz edilemez. Önderliğini-bir süreliğine-  kabulden söz edilebilir. 

Cebesoy. Orbay, Bele, Karabekir açısından Mustafa Kemal prima enter paris (eşitler arasında birinci) olarak kabul edilmiştir. Sakallı Nurettin, Ali İhsan Sabis gibi generaller ise, hem şahsına hem de komutanlığına  karşıdırlar. Siyaseten ise hiçbir zaman yanında olmamışlardır. 

Milli mücadele askeri eliti büyük bir ekseriyetle ikinci meclise, Gazi Paşa’nın adayları kontenjanından seçildiler.  Büyük zafer ve Lozan Konferansı çekişmeleri bir süreliğine dondurmuştu. Fevzi Paşa da, Gazi’nin listesinden İstanbul milletvekili seçildi. 385 sayılı yasaya kadar askerlik ve milletvekilliği sıfatlarını birlikte taşıdı. 3-4 Mart 1924 devrim yasaları, onun hükümet içindeki konumunu, cumhurbaşkanlığına bağlı erkanı harp reisliğine dönüştürdü. Bu Fevzi Paşa açısından 1944’te yaş haddinden emekliye sevk edilene kadar cumhuriyet ordusunun komutanı olmak anlamına geliyordu.

MAREŞAL’İN ASKERLİK VE MİLLİ GÜVENLİK ANLAYIŞI 

Fevzi Paşa’nın 20 yıl süren Genelkurmay Başkanlığı anlayışının Atatürk’ün emrinde siyaset dışı ordu olduğunu  söylemek mümkündür. Bunun başlıca nedeni Mahmut Şevket Paşa’dan beri hayata geçirilmeye çalışılan ordu mensuplarının siyaset alanının dışında kalmaları tercihidir. Subayların Balkan savaşlarında İttihatçı-itilafçı tefrikasına düşmeleri, Halaskar Zabitan hareketinin hükümeti devirmeye teşebbüs etmesi gibi tecrübeler, Fevzi Paşa’yı, askeri bürokrasinin tamamen siyaset dışında kalması gereğine inandırmıştı. Anadolu hareketine çok geç iltihakının sebebi de budur. Müdafaa-ı Hukuk’u İttihatçılık siyaseti olarak algılamıştı. 

Ağır mütareke  koşulllarına  rağmen , bir çözüm bulunacaksa,  bunun  mevcut  hükümet eliyle mümkün olacağına inanmıştı. Bunun ötesindeki girişimleri  ihtilalcilik,  Mustafa Kemal Paşa’yı muhteris bir general olarak görüyordu.  

Bu nedenlerle Fevzi Paşa, subayların Harbiye eğitiminden sonra, askerlik mesleği dışında literatür takip  etmelerini hatta günlük gazete okumalarını men etmişti. Herhalde böyle şeyleri Jön Türklük olarak görüyordu. 

Cumhuriyet ordusunun saygınlığı, milli kurtuluş savaşımız ve büyük zaferden kaynaklanıyordu. Mareşal’in milli  güvenlik anlayışı da XIX. yüzyıl izleri taşıyordu. Örneğin, Faşist İtalya’nın Akdeniz sahillerimize çıkarma yaparak Anadolu’yu işgal hevesinde olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle Antalya-Mersin hattındaki vilayetlerin yeni yollarla İç Anadolu’ya bağlantısının güçlendirilmesine karşıydı. Mareşal’e göre Toroslar kolay kolay aşılmamalı idi. Mersin’de bir süre valilik yapan İstanbul’un ilk seçilmiş belediye başkanı Haşim İşçan anılarında Fevzi Paşa’nın yeni yollara  nasıl karşı çıktığını anlatır. 

Yine Rusların Karadeniz sahillerinden taarruz edebilecekleri düşüncesiyle, Demir Çelik fabrikalarını Ereğli’de, silah sanayiini ise Kırıkkale’de kurdurmuştu. Fevzi Paşa’ya göre savunma açısından en hayati yatırımlar iç Anadolu’da olmalıydı. İkinci Dünya savaşı patlayınca Trakya’da Çakmak Hattını inşa ettirmeye başlamış, kaynak yetersizliğinden hat bitirilememişti. 

TEK PARTİ DÖNEMİNDE FEVZİ PAŞA: DEVRİMLER VE KÜRT AYAKLANMALARI KARŞISINDA TUTUMU  

Fevzi Paşa, Terakkiperver haraketine öncülük eden paşalarla hiçbir yakınlık kurmadı. Oysa ki görüşleri büyük ölçüde örtüşüyordu. Cumhuriyet ordusunun başında “Gazi Paşa’nın arkasında” pozisyon aldı. Mareşali, Tek parti rejimi resimlerinde Atatürk (reisi cumhur), İnönü (başvekil) ve Kazım Özalp (TBMM başkanı) ile birlikte görürüz. 

Falih Rıfkı’nın anlatımıyla, Atatürk bir inkılap hareketini kafasına koyunca, önce Diyanet İşleri Başkanı Börekçizade Rıfat Efendi'yi ikna eder. Şimdi Fevzi Paşa’ya gidelim dermiş. Ben bu ziyaretlerde ciddi bir müzakere olabileceği kanaatinde değilim. Bu ziyaretlerin anlamı bence onay alma değil “gönül alma” olabilir. Zahiren onay alma, anayasada devletin dini maddesinin 1928’de kaldırılması ve 1937’de  laikliğin anayasaya girmesi esnasında olabilir. Bu da bir onay almadan ziyade kararı onaylatma/ikna etme biçiminde tezahür etmiştir kanısındayım. 

Cumhuriyet devrimi  bir ulus devlet projesiydi. Osmanlının Yavuz Selim’den Abdülhamit’e kadar sürdürdüğü bölge  feodallerini  hükümranlık alanlarında  serbest bırakma siyaseti  devam ettirilemezdi. Şeyh Sait’ten (1925),  Seyit Rıza’ya (1937) kadar  bütün  silahlı  başkaldırı hareketlerini tenkil eden cumhuriyet ordusunun  komutanı Fevzi Çakmak’dır. 

Fevzi Paşa’nın erken dönem askerlik kariyeri büyük ölçüde Balkan topraklarında geçmişti. Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan’da 10 yıla yakın ayrılıkçı hareketlerin bastırılması işlerine değişik düzeylerde komuta  etmişti. 

O bakımdan Fevzi Paşa’nın  feodal-ayrılıkçı hareketler karşısında hükümet  politikalarına alternatif düşünceler  içinde olması mümkün değildir.  Klasik Osmanlı asırlarından, cumhuriyete kadar yönetici  seçkinler- bürokratik elit- devleti  koruma refleksiyle davranmıştır. Fevzi Paşa’nın da böyle düşündüğünden  kuşku yoktur. 

FEVZİ PAŞA’NIN ŞİDDETLİ ANTİ-KOMÜNİSTLİĞİ 

Sovyetlerle ilişkilerimiz, 1941 Türk-Alman saldırmazlık anlaşmasına kadar fevkalade iyi gitmişti. Suritz’in uzun Ankara sefareti bunu kanıtlar niteliktedir. Rusların 10. Yıl kutlamalarına büyük bir delegasyonla gelmeleri ve bugün hala kıymetini koruyan “Türkiye’nin Kalbi Ankara” belgeselini yapmaları, ilk ağır sanayii tesislerimizin  kurulmasına  yaptıkları katkılar samimi işbirliği örnekleridir. Şevket Süreyya Aydemir, Cevat Emre, İsmail Hüsrev Tökin gibi Moskova KUTV’da eğitim görmüş bazı Marksistler 1930’larda Kemalist devletin hizmetine girdiler. Birikimleriyle Kemalizme soldan bir yorum getirmeye çalıştılar. Kadro  dergisinin -  başlangıçta- sıcak bir ilgi gördüğü bile söylenebilir. Maksizm akademik ve entelektüel düzeyde kaldığı sürece Kemalizm  açısından  bir sakınca teşkil etmiyordu. Kominterne bağlı TKP, tek parti döneminde  varlığını sürdürmekle birlikte Sovyetlerin önemsemediği bir partiydi.  

30’LARIN SONUNDA HARBİYE VE DONANMA DAVALARI  

Fevzi Paşa, mütedeyyin, muhafazakar ve şiddetli bir anti- komünistti. Komünist fikirlerin orduya sızabileceği gibi  bir vehim içindeydi. Oysa 30’ların sonunda, devletin zaten bildiği ve istihbaratın takip ettiği komünist sayısının  birkaç yüzden fazla olmadığını düşünüyorum. Nazım Hikmet’in düşünce ve sanat  hayatında “Putları yıkıyoruz”  ile başlayan parlayışı, genç  kuşaklarda ilgiyle karşılanmış, şiirleri, yazıları hatta  plaklara  okuduğu şiirleri dikkat çekmeye başlamıştı. Buna Harbiye öğrencileri de dahildi. Fevzi Paşa’nın başında bulunduğu orduda içinde sınıf  meselesi geçen herhangi bir neşriyatın- şiddetle takip edilmesi kaçınılmazdı. 

Sonuçta adliye tarihimize bir kara leke olarak geçen Harbiye  ve Donanma davaları (1938) açıldı. İddiaya göre, içlerinde Nazım Hikmet ve  yakın çevresinin ve bir kısım  askeri öğrencinin bulunduğu bir grup hükümeti devirmek  için orduyu tahrik etmişti. Böylece Nazım’ın Ankara’da başlayan yargılanma serüveni, Erkin Gemisinin güvertesinde verilen kararlarla sonuçlandığında, şairimiz toplam 38 yıla mahkum olmuştu. Bu davalarda hüküm giyen diğer isimlerden bazıları şunlardır: Kerim Korcan, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, A.Kadir.

Türk komünistlerinin ağır cezalara çaptırılmaları-  Savunma Bakanı Kazım Özalp, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın dahliyle- dışarda komünist bırakmama kastıyla- verilmiştir. Bu konuda Falih Rıfkı’nın Dünya gazetesinde 1965 yılında tefrika edilmiş yazılarına bakılmasını öneririm. 

Nazım’ın Erkin gemisinden  Dolmabahçede  hasta yatmakta olan  Atatürk’e  hitaben yazdığı “Türk inkılabına ve senin başına and ederim ki suçsuzum” diye biten mektubu kendisine ulaştırılmadı. Mektup suçsuzluğuna inanan  bir askeri yargıç tarafından postaya verilmişti. Bu kişi Nazım Hikmet “Orduyu isyana teşvik” suçlamasıyla mahkum edildikten sonra Deniz Kuvvetlerinden ayrılan Haluk Sehsuvaroğlu'dur. 

Nazım, Kemal Tahir ve Kıvılcımlı 1950’ye  kadar  çile  doldurdular. Yargılamanın iadesi ve af girişimleri, Nazım’ın  büyük dayısı  Ali Fuat Cebesoy’a rağmen Fevzi Paşa engeline çarptı. Davalarda Harbiye ve Bahriye  öğrencilerinin dolaplarında  Nazım’ın şiirlerinden başka  bir illiyet bağı kurulamamıştı. Onun  da hukuki kıymeti  yoktu. 

İsmet Paşa’nın  durumuna gelince, Nazım ve arkadaşları  mahkum olduğunda Atatürk ağır hastaydı. 1937 Eylülünden beri  başbakan Bayardı, İnönü değil. İnönü  bu sıralarda münzevi ve tedirgin  sabık  başvekildi. İnönü’nün Nazım’ı 1941’de Bursa Cezaevinde bitirdiği Kuvayı Milliye Destanının kendisine ulaştırılmasından sonra tanıdığını sanırım. Ayrıca, temyizde kesinleşmiş bir mahkumiyet için Fevzi Paşa  ile karşı karşı gelmek istemezdi.   İkinci dünya savaşı  devam ederken Fevzi Paşa’nın  “komünistleri dışarda bırakmama” kararını değiştirebilecek herhangi bir siyasinin bulunabileceği kanaatinde değilim. Buna cumhurbaşkanı İnönü de dahildir. Mareşal’in kızını  araya koyarak af tavassutlarını da öfke ile karşıladığı söylenilir.  

FEVZİ PAŞA’NIN ORDU İÇİNDEKİ KONUMU-EMEKLİLİĞİ- SİYASETE GİRİŞİ 

Hatıralar ve   diğer yayınlardan  Fevzi Paşa’nın  kaydı  hayat  sürecekmiş gibi görünen genelkurmay başkanlığının orduyu pek hoşnut etmediği anlaşılıyor. Onun  askeri  hiyerarşinin  tepesindeki sürekli  varlığı bütün kademelerde kariyer  hareketliliğini  engelliyordu. Oturduğu pozisyon dahil olmak üzere. Kanımca, emekliye sevk kararı yıllardır “terakki” bekleyen  generallerde  sevinçle  karşılanmış  bile  olabilir. Ondan sonra Kazım Orbay, Salih Omurtak, Nafiz Gürman Genelkurmay Başkanlığına getirildiler. Bu isimler hiyeraşide onun  hemen arkasından gelen komutanlardı. Hepsi de İstiklal Savaşına katılmışlardı. 

Fevzi Paşa’nın  emekliye sevkedildikten sonra hayatının  temel belirleyicisi İsmet Paşa’ya  husumet olmuştur. Bunun nedeni Türk  ordusunu kendisine ait hissetmesidir. Mareşalimiz, emekliliğinden sonra kendisini onurlandırmak için yapılan bütün teklifleri “ibadet ve istirahat ile meşgul olacağım” diyerek reddetmiştir. Emekliye  sevk  edilmesinden sonra, hususi  manada İnönü ile hiç görüşmediğini tahmin ederim.  

Buna rağmen, 1946’da Demokrat Parti’nin teklifini kabul  ederek İstanbul milletvekili seçilmiştir. Tahmin edeceğimiz gibi, eski İttihatçı, komitacı, Atatürk’ün son başbakanı Celal Bayar, İsmet Paşa karşısında ondan azami derecede yararlanmak istemiştir. 

Ondan yararlanmak isteyen  başka  bir mahfel -1946’da kurulan- İnsan Hakları Cemiyetidir. Bu cemiyetin içinde  Zekeriya  Sertel, İnönü’yü tasfiye etmek isteyip kendisi tasfiye edilen Tevfik Rüştü Aras, eski İttihatçı ve Birinci Meclis’in ilk Dahiliye Vekili Cami Bey gibi isimler vardı. Onlar da Mareşal’in karizmasından yararlanmak istediler. Kendini başkan yaparak “Recep  Peker Hükümeti" karşısında  bir koruma kalkanı yaratmak istediler. Dernek “komünistlikle” suçlanınca bu çevreden uzaklaştı.  

1946’da yapılan  ilk çok adaylı cumhurbaşkanlığı seçiminde, Demokrat Parti’nin adayı Fevzi Paşaydı. Bu seçimde 59 oy Çakmak’a, 3  oy da Yusuf Kemal Tengirşenk’e verilecekti. Demokrat Parti’nin kurucusu- kurt politikacı Mahmut Celal Bey, Mareşal’den yararlanma  düşüncesinde olmakla birlikte, ilerdeki  iktidar dönemi için “rakip” olarak  görüyordu. 

1948’de  “müfrit demokratların” partiden ayrılmalarına kadar İsmet Paşa’yı bir darbeyle ile indirmek dahil bir çok projede, “İnönü’den nefret edenler cephesinin” en merkezi figürü oydu. Kendisinin bilgi ve onayı olmasa da. 

Fevzi Paşa, daha sonra -1954’de- laiklik  karşıtı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle kapatılacak olan Millet Partisi’nin fahri başkanlığını da kabul edecekti. 1950’de bu partiden seçime girecekti. Eğer ömrü yetseydi. 

Cumhurbaşkanı İnönü’nün  12 Temmuz  1947 Beyannamesinden sonra Demokratların ılımlı kanadı  (Bayar, Menderes, Köprülü, Koraltan) uzlaşmacı geçişi  benimserken,  bu tutumu “muvazaa" olarak görenlerin partisi Millet Partisi oldu. Parti,  bir çok aşırı sağcı, anti semitik (Cevat Rıfat Atilhan gibi) faşizan ve mürtecinin uğrak yeri oldu. Bu  kesimlerin tamamı partiyi ve Fevzi Paşa’nın varlığını paratoner olarak kullanıyorlardı aslında.

Çakmak, 10 Nisan 1950’de vefat etti. Diyabet ve habis prostat  tedavisi görüyordu. İnönü, kendisini ziyarete gitti. “Uyuyor” bahanesiyle görüşmeyi kabul etmedi. Cenazesi 1950 seçimlerinin hemen öncesinde bir karşı devrim  gösterisine dönüştürüldü. Eyüp Sultan’da 1939’da genç yaşta vefat eden kızının yanına defnedildi. 

Fevzi Paşa hakkında nihai olarak neler söylenilebilir? 

Görüldüğü üzere  Fevzi Paşa, siyasete atıldıktan sonra gittikçe daha  sağ, hatta gerici unsurlar tarafından  istismar edilmiştir. Ali Fuat Başgil ve Hüseyin Nail Kubalı hocalarımızın da akıbeti bu olmuştu. Ben Atatürk’ün Yakup Şevki Paşa veya Cevat Çobanlı’yı genelkurmay başkanlığına neden getirmediğini  hep merak ederim.  Bunun üzerine spekülatif bir yazı yazmayı  düşünüyorum ilerde. 

Fevzi Paşa’nın son zamanlarını Cemal Tural’a  benzetmek mümkündür. Tural Paşa, Cevdet Sunay’ın Çankaya’ya çıkarılmasından sonra genelkurmay başkanlığına  getirilmişti. Sivil otorite karşısında korumunu iyi tayin  edemeyince  emekliye sevk edildi. O da aynı  Fevzi Paşa  gibi- öfkeyle-  siyaset  anaforuna çekildi. Başarısız bir Millet Partisi  genel başkanlığı deneyimi oldu. 

Mareşalimiz, Küçük Hüseyin Efendi ve Arvasi gibi dergah şeyhlerine hürmet etmiş, zımmi gözüyle baktığı  Türkiye Yahudilerini himaye etmişti. Ancak Kıvılcımlı gibi bir tarih kuramcısının, Kemal Tahir gibi bir romancının, Kuvayı Milliye  destanı gibi muhteşem  bir eserin yaratıcısı Nazım Hikmet’in bigünah mahkumiyetlerinin müsebbibi  olmuştur.

Baştaki soruyu şöyle yanıtlayarak bitirmek isterim: Fevzi Paşa’mızın cumhuriyet rejimi altında muhafaza ettiğini düşündüğü şey Atatürk kimliğinde somutlaşmış devletti. İçeriği konusunda telaffuz etmediği şerhleri olsa da.