Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Can Atalay milletvekili mi? Değil mi?

YAZIMIN İÇERİĞİ HAKKINDA

Can  Atalay’ın  milletvekilliği  ile ilgili bu   yazımı  yazarken,  Müzeyyen Gözden Atasayan, Tolga   Şirin,  Korkut Kanadoğlu, Kemal Gözler, Sibel  İnceoğlu ve İbrahim Kaboğlu hocaların   makalelerinden yararlandım.  

Öncelikle belirtmeliyim ki,  Anayasa Mahkemesi, Can Atalay  kararlarında, bir süper temyiz mercii  gibi davranmamış, yerindelik denetimi de yapmamıştır. Temel hak  ihlalinden kaynaklanan  Anayasaya  aykırılığın giderilmesini sağlayacak  kararlar  vermiştir. 

AYM   ilgili kararlarında  vurgulandığı üzere Anayasanın 14.maddesi ile 83.  maddesinin norm alanları  farklıdır. 14. maddenin amacı  yasama dokunulmazlığına   istisna  teşkil eden suçları  belirlemek değildir. 

Bana göre 83. maddede tanımlanan yasama dokunulmazlığı sadece “ağır cezayı gerektiren suçüstü halinde” öne sürülemez. Örneğin: Bir milletvekilin genel kurulda bir başka milletvekilini öldürmesi gibi. (Türkiye’de   yaşandı bu   hatırlayınız) 

CAN ATALAY KİMLİĞİNİN  İKTİDAR  AÇISINDAN  ANLAMI 

Can Atalay,  iktidarın  doğrudan sorumlu olduğu  bir çok felaketin  mağdurlarının avukatlığını  yapmıştır. Bu başlı başına iktidar sahiplerinin  epey sinirlerine dokunan  bir şeydi. 

Bu olaylardan  bazılarını ifade etmek gerekirse Soma Faciası, Ermenek Maden Kazası, Adana Öğrenci Yurdu Yangını, Çorlu Tren  Kazası. 

Bunların yanısıra Atalay,  Taksim Dayanışmasının yanında tavır aldı. Bu platform, 40’lardan  beri şehirde özel bir  yeni olan Taksim Gezisini  yok etme planına karşı  örgütlenen insanlardı. Bu sivil, demokratik, hukuka uygun meşru bir durumdu. Demokratik, anayasal  bir haktı. İktidar  yurttaşların  “toplanma ve gösteri yürüyüşü hürriyetini”  korumak yerine   kriminalize etmeyi   tercih etti. Kendi siyasi planları gereği. 

Yeri gelmişken bazı hatırlatmalar yapmak isterim. Gezi Parkı eylemleri başladığında MHP muhalefetteydi.  Devlet Bahçeli   eylemleri  haklı buluyordu. AKP  hükümetine demediğini  bırakmıyordu. 2013’ün MHP’sine göre insanlar  anayasal haklarını    kullanıyorlardı. İki kişiyi daha size hatırlatmak isterim. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu da Millet İttifakına katıldıktan  sonra müşteki sıfatıyla Gezi Davasında imzası olanlar  arasında olmadıklarını, hatta  zamanın başbakanını  uyarmaya  çalıştıklarını söylediler. 

Meselenin zıvanadan  çıkması iktidarın şiddet  dozunu arttırması  nedeniyle oldu. İktidar  gösterilere suhuletle yaklaşmak yerine platformu ezme yoluna gitti. Kanımca olayın özü şudur: Dönemin  başbakanı bu olayları “şahsi iktidarına  yönelik” ciddi bir tehdit olarak  gördü. 

Bir not daha düşmek isterim. Siyasi tarihimiz  şunu  gösteriyor ki  1 Mayıs 1977   felaketi dahil olmak üzere bir çok  olayda yurttaşların toplantı ve ifade hürriyetlerini kriminalize eden provakatif  gruplar hemen devreye girmiştir. 

Gezi Parkı eylemleri  sırasında da benzer  bir senaryo yaşandığını  söyleyebilirim. Protestoculara  aşırı sol örgütler dahil oldu. Bence denetimli bir şekilde. Buna yol  verenlerin   “derin bazı işlerle”  alakalı  olduklarından eminim.  1 Mayıs 1977’de olduğu üzere. 

 Böylece İktidar olayları  ayaklanma  girişimi, hükümeti  devirmeye kalkışma suçu olarak  kriminalize etme olanağına  kavuştu. Sonrası   malum. 

İKTİDARIN GEZİ  PARKI’NI  ORTADAN KALDIRMA DÜŞÜNCESİNDE GERÇEK AMACI  NEYDİ? 

AKP  iktidarının (o tarihte 61. Hükümet)  Taksim’in  laik cumhuriyet  kimliğini silmek gibi bir gündemi  olduğu malumunuzdur. Bunun yolu Osmanlıcılığı meydan üzerinden  hakim kılmaktı. Günümüzde Taksim’e gittiğinizde bunu apaçık görürsünüz. Cumhuriyetin ortadan kaldırdığı “Ecdat yadigarı Topçu kışlası” söylemi  sadece bir paravan işlevi görüyordu. 

AKP  iktidarı, Taksim Gezi Parkına,  Kışlayı  güya ihya etmek görüntüsü altında bir AVM dikmek  niyetindeydi.   Bu niyetin iki  yönlü işlevi olacaktı. Birincisi, Gezi Parkı, İnönü’nün cumhurbaşkanlığı  döneminde yapılmıştı. Hatta belediye tarafından  verilen  resmi adı : İnönü Gezisi idi. Bu proje ile iktidar  İsmet Paşa’nın ismini  bir yerden daha silmiş  olacaktı.  İkinci yön ise yandaş sermayeye   yeni bir rant alanı  açmaktı. 

Meselenin  bir de  fiziki yönü vardı. Taksim Cumhuriyet  Anıtını  fiziki olarak ezen  karşı devrim hamlesinin ivmesini arttırmak. Cumhuriyetin İstanbul  halkına kazandırdığı Gezi  Parkını  yok ederek alanda  iktidar  ideolojisini egemen   kılmak.  Cumhuriyet Devrimini simgeleyen  anıtı cüceleştirmek. (Pietro Canonica, 1928) 

GEZİ PARKINI KİM YAPMIŞTI?

Gezi Parkını  büyük bir gayretle  İstanbul halkına  kazandıran  Dr. Lütfi Kırdardır. Kırdar, tek parti döneminin  başarılı  bir bürokratı idi. Atatürk ve İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu yıllarda İstanbul valiliği  yapmıştı.  Kırdar kanun gereği aynı zamanda belediye başkanı idi.  CHP’den milletvekilliği de yapmıştı. Tutucu çevreler onun 1957’den sonraki DP’li kimliğini önemserler. Dr. Kırdar, öncelikle İttihatçıdır.   Sonra cumhuriyetin vali, milletvekili ve bakanı olmuştur. 

 Kırdar, şimdi Maçka Parkında gözlerden uzak bir köşede duran “Atlı İnönü”  heykelinin fikir  babasıdır. Heykeli   Akademi’den Prof. Rudolf Belling  yapmıştı. Dr. Kırdar, o heykeli Gezi Parkı girişine koymayı düşünüyordu. Kaidesi de yapılmıştı.  

Kırdar’ın  mümeyyiz özelliği  başarılı bir tek parti bürokratı olmasıdır. Onda  “dinci sağın sahiplenebileceği” hiçbir  şey yoktur. Dr. Kırdar,  yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Hayata  talihsiz vedası bununla ilgilidir.  Yassıada’da duruşma sırasında  ölümü iktidar partisi tarafından   istismar edilmektedir  o kadar. 

CAN ATALAY’IN GEZİ PARKI DAVASINA DAHİL EDİLMESİ 

Öyle sanıyorum ki bu davada  yargılanan Osman Kavala, Can Dündar ve Can Atalay  iktidar çevrelerinin en çok husumetini  çeken isimlerdir. Kavala  ve Dündar  malum nedenlerle. Can Atalay ise    iktidara  şiddetli mukavemeti nedeniyle. 

Can Atalay, Gezi Parkı platformu  savunucusu  konumunda iken   Gezi Parkı Davası sanıklarından  oluvermiştir. Aynı İmamoğlu’nun avukatının birden bire  sanık olup tutuklanması  gibi. Atalay,   bu davada tutuklanmış, yargılanmış, milletvekili  seçilmeden  kısa bir süre önce  ilk derece  mahkemesinde mahkum edilmişti.  

Netice itibariyle, Can Atalay,  bir avukat olarak iktidarın sorumlu olduğu  her felakette mağdurların yanında yer almış,  savunmalarını üstlenmişti. Sonunda  kendisi de  iktidara  en büyük kitlesel meydan okuma  olan Gezi Parkı olaylarını  kriminalize eden  davanın  içine atıldı. TCK 312  torbasına atılanlardan biri de o oldu.   Açılan davada mahkum edildi. 

KARARDA DİKKAT ÇEKEN  BİR MUHALEFET ŞERHİ 

İstanbul 13. Ağır Ceza  Mahkemesi 25 Nisan 2022’de TCK 312’den Kavala’yı müebbet hapis cezası verdi.  İçlerinde Atalay’ın da  bulunduğu  diğer sanıkları örgütlü suça  iştirak (fer’an zimethal)  suçundan  18 yıla mahkum  etti.    Kavala  ve diğer sanıkların   mahkumiyetleri  başka bir yazının konudur. Burada sadece Atalay’ın  durumu ele alınmıştır. Beni Atalay’ın  Türkiye İşçi Partili olma  kimliği  ilgilendirmiyor. Seçilmiş milletvekili olması ilgilendiriyor.  Seçilmişin  hukuku ona vekalet veren milletin  hukukudur. 

Bu kararda   dikkat  çekici  bir nokta, yargılama  heyetinden bir yargıç,  karara muhalefet etmişti. Bahse konu  yargıç, dosyada dinleme kayıtlarından başka  bir delil olmadığını  ve 18 Haziran 2013’te verilen dinleme kararının “hükümeti  devirme suçuna”  dayanmadığını, örgüt kurma isnadıyla  “dinleme  kararı verildiğini, “dinleme  izni  ile isnat edilen suçun   bir ilgisinin  olmadığını ” ileri sürdü. Bu  gerekçelerle  zanlıların  beraat ve tahliyeleri yönünde  oy verdi. Karşı oy gerekçesini muhalefet şerhine yazdı. 

13. Ağır Ceza’nın verdiği mahkumiyet kararları, Temyiz  Mahkemesinde  onaylandı.  (28 Eylül 2023) Bu tarih  itibariyle  Can Atalay milletvekili seçilmişti. Ama yargılandığı   davada tutukluydu. Bu   bahiste  en önemli  nokta burasıdır. 

 TBMM’İN  28. DÖNEMİNDE  SEÇİLEN  HATAY MİLLETVEKİLLERİ 

14 Mayıs 2023  seçimleriyle teşekkül eden  28. Dönem TBMM’inde Hatay vilayeti 11 milletvekili  ile temsil edilmektedir:  milletvekilerinin   partilere  göre sandalye  dağılımı  şöyledir. AKP 4, CHP 3, İYİP 1,  MHP 1, SP 1, TİP 1.

Hatırlatayım: Saadet Partisi Hatay  milletvekili Necmettin Çalışkan CHP listesinden Meclis’e  girmişti. Kılıçdaroğlu’nun    ikram ettiği milletvekilliklerin biri  de Hatay’dan oldu. 

Biraz  daha geriye gidersek, 27. Dönemde Barış Atay Mengüllüoğlu, HDP listesinden 24 Haziran 2018’de Hatay milletvekili  seçilmişti. 11 Ekim’de TİP saflarına katıldı. 

Barış Atay,  Hatay’da  TİP’in  TBMM’ne  milletvekili  gönderme şansı yüksek olduğundan  yerini Gezi davasında yargılanmakta olan Can Atalay’a bıraktı. Kendisi Antalya’dan  aday oldu.  Seçilemedi.  Atalay Hatay’dan seçildi.   O tarih itibariyle tutukluydu. Henüz hakkında  kesin hüküm  yoktu. 

SEÇİM  SONUÇLARININ  İLANI VE ATALAY’IN DURUMU 

Seçim sonuçlarının  Resmi Gazetede  ilanı le birlikte Can Atalay,  yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığını  kuşanmıştır. Hakkında  yargılamanın   durması ve  tahliye edilmesi  gerekirdi. Akabinde de TBMM’de ant içerek görevine başlaması beklenirdi.  Ama öyle olmadı. 

Bana  göre  dokunulmazlığın başlama anı seçim sonuçlarının resmen  ilanı anıdır.  Bu görüş TBMM Başkanlarından Refik Koraltan’ın  da (DP) görüşüdür.  1957  seçimlerinde Osman Bölükbaşı tutuklu iken  yeniden Kırşehir milletvekili  seçilmişti. Bölükbaşı hakkında verilen   yasama dokunulmazlığının  kaldırılması kararının   önceki yasama  dönemine ait olduğunu 11.  Dönemde   milletvekili  seçilen Bölükbaşı’nın  yeniden dokunulmazlık kazanması nedeniyle hakkında  yargılamanın durdurulması ve Meclis’e iltihakı  gerektiğini söylemişti. Öyle de oldu.  2023  seçimlerinden sonra da Atalay  için aynı  usulün uygulanması gerekirdi. Üç  çeyrek asır sonra TBMM  başkanı  bunu yapmak şöyle dursun. Tam tersini yaptı.  Mehmet Haberal, Mustafa Balbay,  Enis  Berberoğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu vakalarında olduğu gibi    Meclis başkanlığa makamında  oturan kişi  muhalif  partiden seçilmiş  bir milletvekilinin TBMM’ne katılımını  engelleyen bir tutum takınmıştır. 

Gelişmeleri  hatırlayalım: Anayasa Mahkemesi tutuklu milletvekili Atalay’ın “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma ve  kişi  hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği   gerekçesiyle  aldığı   kararı  “gereği için” ilk derece mahkemesine  gönderdi. Bundan sonraki gelişmeleri kronolojik olarak izlediğimizde    yargıda   siyasallaşmanın   ne boyutlarda olduğunu  anlarız.  Bir de atama ve yükseltilmelere bakmanızı öneririm.  

TBMM BAŞKANLIĞI’NIN  YASAMA  MECLİSİ   ÜYESİNİN   HUKUKUNU KORUMA ÖDEVİ VARDIR 

Türkiye Büyük Millet  Meclisi, devleti ve cumhuriyeti kuran   üstün  iradenin adıdır. 

Yargıtay’ın  ilgili ceza dairesinin, Can Atalay’ın  yasama  dokunulmazlığından yararlanmaması gerektiğine mesnet  olarak gösterdiği  “Anayasanın 14. maddesi  temel hak  ve hürriyetlerin   kötüye  kullanılmaması”   ile ilgilidir. Bu nedenle  norm alanı farklıdır. Madde  hiçbir şekilde Atalay’ın  tutukluluk  halinin  devamını  gerektirecek bir anlam taşımaz. 

Ayrıca  bu maddede,  “bu hükümlere  aykırı  faaliyetlerde   bulunanlar hakkında  uygulanacak müeyyideler  kanunla  düzenlenir “    demektedir. Bu  nedenlerle temyiz merciinin “seçilmiş yasama meclisi  üyesi” hakkında verdiği kararı hukuk devleti ilkesine aykırı  buluyorum. Hakkında  kesin  hüküm kararı verilmeden   seçilmiş  milletvekilinin   tahliye edilmemesi kabul edilemez. 

TBMM  üyeliği  Birinci Meclisten itibaren çok önemsenen  bir statüdür. TBMM, 1920’den başlayarak,  kendi üyesini korurken aslında  kendi hükmi  şahsiyetini korumaktadır. 

Milletvekilliği, Meclis Başkanlığı ve genel kurul  tarafından  hassasiyetle korunmuştur.  İstisnası sadece “vatana ihanet ve  düşmana  iltihaktır”. 

1950’de Demokratlar  iktidara  geçinceye kadar, dokunulmazlık dosyaları  tamamiyle   adli  mülahazalarla ele alınmıştır. Dosyalar çoğunlukla yasama  döneminin  sonuna ertelenmiştir. 

Milli mücadele, erken cumhuriyet ve tek parti dönemlerinde meclislerin uygulaması genel de bu yönde olmuştur. 

1961’DEN  GÜNÜMÜZE  TBMM BAŞKANLIĞI 

TBMM  başkanlığı  partizanlığa  yer olmayan  bir makamdır. Elbette bu makamda  oturan kişi bir partilidir. Büyük bir ihtimalle bu kişi çoğunluk partisine mensuptur. 

1961’den 2002’ye kadar TBMM  başkanları  muhalefetin  de kabul edebileceği  saygın isimler arasından  seçilirdi. Seçilen isimler de anayasa ve parlamento teamülleri gereği  tarafsızlık konumlarına özen  göstermeye çalışırlardı. 

Size bu konuda iki   örnek isim  gösterebilirim:  Ferruh Bozbeyli ve Cahit Karakaş. 

Meclis başkanlığına  seçilen  milletvekilleri  kendi  partisiyle ilişkilerini, anayasa, içtüzük ve teamüller gereği asgariye indirir. Siyaset üstü davranmaya özen gösterirlerdi. 

AKP iktidarı  bu konuda da cumhuriyet meclislerinin yerleşik  uygulamalarından gittikçe uzaklaştı. Bülent Arınç’la başlayan partizan  başkanlık tutumu, İsmail Kahraman ve Mustafa Şentop döneminde iyice belirginleşti.  Numan Kurtulmuş döneminde  zirveye  taşındı. 

AKP’li başkanların bazı   tutum ve davranışları  tarafsızlık anlayışlarını anlamak  bakımından yeterince anlamlıdır. Hatırlarsanız Arınç “dindar bir cumhurbaşkanı  seçeceğiz”   demişti. Seçildi de. İsmail Kahraman’a gelince,   kendisinin  çeşitli  vesilelerle belirttiği üzere Kahraman “açıkça”   laikliğe  karşıdır. Bu cumhuriyetin kurucu ilkelerinden birine  karşıyım demektir. Kahraman’ın cumhuriyeti  olsa olsa “teokratik  cumhuriyettir”. İdeolojisi böyle olan bir isim cumhuriyeti kuran meclisimize  başkanlık mevkiine getirilmiştir.   Mustafa Şentop,  yazdığı makale ile “anayasada  gösterilen  iki dönemden fazla cumhurbaşkanı seçilemez”   hükmünü üç  veya belki daha fazla”  biçiminde yorumlama başarısını  göstermiştir. Şentop makalesinde çok ilginç bir  kavram da üretti: “görev  süresini sıfırlama”  

Görevdeki başkan Kurtulmuş’un oraya nasıl  geldiğini anlamak için  siyasi kariyerine  kısa bir göz atmak yeterlidir. 2012’ye kadar Kurtulmuş  şiddetli bir AKP muhalif idi. Muhalif Kurtulmuş ile,  partisini kapatıp, iktidara  iltihak  etmiş  Kurtulmuş arasındaki farkı  görmek için videolara kronolojik  olarak  bir göz atmanızı  tavsiye ederim. Bizim  pek anlamadığımız siyaset  belki de bu olsa gerek.  

Kurtulmuş’un TBMM  başkanlığı,   yürütme ile mesafenin şeklen bile korunmadığı bir  dönem oldu. Kurtulmuş’u  TBMM  başkanı kimliği  ile tanımlamakta zorlanıyorum. Daha   ziyade  AKP’li  bir başkanvekili  gibi  bir izlenim  bırakıyor. 

Can Atalay’ın TBMM üyeliği ile  ilgili Anayasa Mahkemesi  kararları TBMM   başkanı olarak  onu da bağlar.   Kararların gereğini  “hemen yerine getirmesi”  gerekirdi. Onun yerine,  yürütme ve  iktidar yargısı cephesine  katıldı. Bu durumu hukuken izah etmek zor. Tümünün  nedenlerini  siyasi hayatının evrelerinden anlamak  mümkün diye düşünüyorum. 

 Kurtulmuş, TBMM üyesinin  Anayasa Mahkemesi  kararı gereği korunması  gereken  hukukunu korumak yerine onu  Meclisten ıskat etme  cephesine katılmıştır. 

Bu konuda  bir tek kişi iktidarın  ne yaptıklarının  çok farkındaydı: AKP’li başkanvekili Bekir Bozdağ.   Başkanlık Divanının önünde anayasaya, içtüzüğe,  parlamenter usullere aykırı bir yolla  gelmiş bir yazı vardı. Onun bu yazıyı  okuturken yüzünü  kaplayan  ifade  tedirginliğin ötesinde korkuydu. Çünkü  şunu  çok  iyi biliyordu ki yaptıkları  iş anayasaya  aykırı idi. 

GERÇEKTEN BİR ANAYASA  KRİZİ OLDU MU? 

AYM ile Yargıtay  arasında çıktığı söylenilen  “Anayasa krizinin” sorumlusu Anayasa Mahkemesi değildir.  Eğer varsa böyle bir kriz sorumlusu siyasi iktidardır. İktidar, Yargıtay’ın arkasına  mevzilerek  sanki iki  yüksek mahkeme  arasında  yetki tartışması varmış gibi bir hava  yaratmaya çalışmıştır. AYM yetkisi  dairesinde kararlar vermiş.  Temyiz  mercii ise yetki  aşımında bulunmuştur. 

CAN ATALAY’IN  YASAMA   DOKUNULMAZLIĞI VAR MI?  YOK MU? 

Can Atalay, 14 Mayıs 2023   tarihinde yapılan seçimlerde   Hatay milletvekili seçilmiştir. Seçim sonuçlarının  YSK tarafından resmen ilanından  itibaren  milletvekili  dokunulmazlığını kazanmıştır. Hangi andan itibaren milletvekilliği   statüsünün kazanıldığı  konusunda kamu  hukukunda  bazı farklı düşünceler  var.  Benim yakın olduğum görüş: seçim mazbatasının oluşturulması anı  değildir. Meclise katılma, yemin  etme  de değildir. Bunlar  tamamlayıcı işlemlerdir. Adayın seçildiğinin resmen ilanı “seçilmiş milletvekilinin  yasama dokunulmazlığını” iktisap etme anıdır. Ben böyle  düşünüyorum.  

Netice itibariyle,  28. Dönemde milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliye edilmemesi, “milli iradenin  tecelli etmesi” ilkesine aykırı düşer. Bugün için  hukuki durum şudur:   Hatay milletvekili Can Atalay, Anayasamıza ve parlamento  hukukuna  aykırı bir şekilde yürütmenin elindedir. Bu  fiili   bir durumdur. Hukuki  dayanağı yoktur. 

ANAYASA  MAHKEMESİ  KARARININ  OKUTULMASI 

30 Ocak 2024’te  Bekir Bozdağ’ın   okuttuğu milletvekilliğinin düşürülmesi kararı, TİP, CHP ve Atalay’ın avukatları tarafından AYM’ye götürüldü.  22 Şubat 2024’te Anayasa Mahkemesi 10’a karşı 4  oyla şu kararı  verdi.  “hak ihlaline rağmen milletvekilliğinin düşürülmesi  yok hükmündedir” 

AKP’li Meclis Başkanı, AKP’li meclis başkanvekilleri, AYM kararının  TBMM  Başkanlık Divanından okutulmaması  için   sonuna kadar direndiler. 

Numan Kurtulmuş, CHP’nin Can Atalay’ın  milletvekilliği  gündemli toplantı çağrılarını  dikkate almadı. Ancak   TBMM’de “güzel tarihi  anlar”  da olur. Muhalefet partileri de içtüzük gereği başkanvekili  sıfatıyla  TBMM’ye başkanlık ederler. Bu sayede iktidarın Kurtulmuş ve Bozdağ üzerinden yürüttüğü kararı okutmama  politikası CHP’li  başkanvekili tarafından  aşıldı.  CHP’li  başkanvekili Gülizar Biçer Karaca 16 Nisan 2025 tarihinde  AYM’nin Can Atalay   hakkında verdiği kararı  TBMM  Başkanlık Divanından  okuttu.   Genel Kurul’da bu kararın okutulması ile  birlikte Atalay’ın  milletvekilliği hiçbir kuşkuya  yer bırakmayacak bir şekilde  tescil edilmiş oldu.  

BENCE TÜRKİYE  NE  KADAR GERİLEDİ? 

Bana göre AYM’nin  kararını  uygulamamak için “dosya gezdirilmiştir” Oysa  ki AYM  kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Anayasa Mahkemesi kararlarına “uymuyorum. Saygı da  duymuyorum” denemez. İş bununla da kalmadı.  Cumhuriyet tarihimizde   bir ilk yaşandı.  Dosyanın  en son  gittiği   Daire  Anayasa Mahkemesi  kararına  olumlu  oy veren üyeler   hakkında   suç duyurusunda  bulundu.  Olayın  böyle bir veçheye  bürünmesi Türkiye’de  yargının  “Cumhuriyetin 102. Yılında nereye geldiğini gösterir. 

Türk Anayasa Mahkemesi  rejim yargısı yapan “Supreme Court”tur. Anayasallık denetiminin  anlamı  bana göre budur.  AYM,  herhangi bir yargı yeri yerine geçerek karar vermez. Kararlar  hakkında  karar verir. O kararın gereği ne ise ilgili makam ve merciler yerine getirir. 

Bu olayda  kararın muhatapları, TBMM Başkanlığı, Yürütme, ilk derece mahkemesi ve temyiz  mahkemesidir.  

Ben epey bir  süredir Türkiye’de hukuk güvenliğinin olmadığını düşünüyorum. İlk zamanlar Türkiye’nin   siyasal  rejimindeki dönüşümü “yasama meclisinin yetkileri budandığı için”  1876’ya kadar geriledik diye düşünüyordum.  Keyfi  tutuklamalar arttıkça  herhalde  durumumuz  “kanunilik ilkesinden de geriye”  gitti  diye düşünmeye başladım. Bu “Tanzimat Öncesi”   demektir.  

Maalesef ulaştığım son nokta  ise şudur:  2007’den bu yana ise siyasi iktidar, “millletin seçilmiş vekillerinin” anayasadan kaynaklanan haklarını adeta işlevsiz kılma çabası içinde görünüyor. “1689 Bill of Rights”ın kabulünden bu yana, parlamento üyesinin en önemli hakları, “söz hürriyeti ve tevkiften masuniyet” olup aynı zamanda bu haklar liberal demokrasinin  temel  ilkelerindendir. Hür dünyanın bütün parlamentolarında hassasiyetle korunan bu ilkeler son 20 yıldır gittikçe önemsizleştirilmiş, 2017 Anayasa değişikliğinden sonra da muhalif kesim için adeta yok düzeyine  indirilmiştir. TBMM’nin  kendi hukukuna sahip çıkması  temennisiyle.