Erdoğan’ın İBB yönetimi (1994-1998) kent yoksullarına yönelik popülizm siyaseti ile geçti. Onların da zaten buna ihtiyacı vardı. Bunun en somut göstergesi sosyal tesislerdir. 1994’te Refah Partisi'nin yerel seçimlerden başarı ile çıkması ümmetçi sağın merkeze tutunma yolundaki ikinci büyük hamlesi oldu. Birincisi MSP idi.
Refah Partisi, 1995 milletvekili genel seçimlerinden de birinci parti olarak çıktı. Necmettin Erbakan Yüce Divan şantajıyla Tansu Çiller’i koalisyona razı etti. Erdoğan’ın belediye başkanlığını, Erbakan’ın başbakanlığından Refah Partisi’nin kapatıldığı tarihe kadar olan genel siyaset içinde değerlendirmek doğru olur. Erdoğan’ın belediye başkanlığı TCK 312’den mahkum olması nedeniyle Danıştay tarafından düşürüldü. O andan itibaren karşısına çıkarılan her hukuk engeli siyaset alanında onun işini kolaylaştırdı, güç kazandırdı.
1994’ten Kadir Topbaş’ın İBB başkanı seçildiği 2004 tarihine kadar İslamcılık şehirde gerçek anlamda iktidar olamamıştı. Refah’ın iktidara yerleşme hamlesi 28 Şubat ile engellenmiş, Erdoğan, Pınarhisar’da fiilen 2.5 ay olarak infaz edilecek bir hapis cezasına çarptırılmış, belediye başkanlığı düşürülmüştü. Belediye Meclisi, Refah Partisi Grup Başkanvekili Ali Müfit Gürtuna’yı boşalan belediye başkanlığına-dönemi tamamlamak üzere- seçti. Bu durum, Refah Partisi’nin belediye başkanlığını elinde tutma durumunu değiştirmiyor gibi görünse de, siyasi iktidarın , 2002’ye kadar İslamcılık karşısında hizalanmış partilerin elinde olması temel belirleyiciydi.
ALİ MÜFİT GÜRTUNA’NIN 1999’DA SEÇİLME NEDENİ
Ali Müfit Gürtuna, siyasete ANAP’tan girmiş, Refahın yükselişi ile İslamcı çevrelere dahil olmuş, belediye meclisi üyeliğine seçilmişti. Erdoğan’ın belediye başkanlığından düşürülmesi üzerine belediye meclisi tarafından başkanlığa getirilmişti.
Gürtuna’nın Refah’ın yerine kurulan Fazilet Partisi’nin adayı olarak İBB başkanlığına seçilmesi 1994’ün tekrarıdır. Bu defa da Fazilet Partisi karşısındaki partiler aşırı bölünmüş, dağılmış durumdaydılar. Temel neden budur. Bu seçimde de (1999) İslamcı parti (RP/FP) aşağı yukarı aynı oranda oy aldı. Ali Talip Özdemir ile ANAP yine ikinci sıradaydı. Bu sonuç, ANAP’ın hala kentli merkez siyasetin İstanbul’da gücünü koruduğunu gösteriyordu. ANAP, 1999’da İstanbul’da DYP’nin çok önünde bir oy almıştı: %23’e karşı %4.
Gürtuna’nın kazanmasının asıl nedeni ise iki sol partinin birbirine rakip olmasıydı. 1995 seçimlerinden itibaren CHP karşısında yükselişe geçen Ecevit’in DSP’si seçimi üçüncü bitirdi. DSP adayı Zekeriye Temizel, %20, CHP’nin adayı işadamı Adnan Polat %13 oyla seçimi 4. sırada bitirebildi. Belediye başkanlığı seçimlerinin talihsiz adayı Ahmet Vefik Alp hocayı, bu seçimde-bir kez daha- MHP’nin, 2004’te DYP’nin, 2009’da DSP’nin adayı olarak göreceğiz.
İslamcı hareket, Fazilet Partisinin kapatılması ve Erbakan ve yakın çevresine siyasi yasak getirilmesi ile ikiye bölündü. Hareketin önderine sadık kanat Saadet Partisi’ni, yenilikçi kanat Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu. Yenilikçilik herhalde siyasi alanda “milli görüş gömleğini çıkardık” takiyesi, iktisadi alanda Özal’ın başlattığı vahşi kapitalizm olmalıydı. Daha açık bir ifadeyle, İslamcı yenilikçilik, globalleşme hegemonyası altında., uluslararası finans kapitale, özelleştirmelerle eklemlenme ve yeşil sermayeyi iyice semirtme siyasetinin adıydı. Yenilikçilikte aslında yeni bir şey yoktu. Sermaye sınıfı yine vardı. Sömürü vardı. Kapitalizm en azgın versiyonu ile ortalıkta geziniyordu. Yeni olan sermayedarın taşra islamında somutlaşan kültürüydü.
KADİR TOPBAŞ’IN BELEDİYE BAŞKANLIĞI (2004-2017)
1999- 2002 arasında sistemin merkez partilerinin çöküşü ve ABD’nin desteği ile AKP iktidara geldi. Daha doğrusu getirildi. Şehrin İslamcılık siyaseti tarafından yönetilmeye başlanması asıl bundan sonradır. AKP, iktidara geldiğinde İBB başkanı Ali Müfit Gürtuna, Beyoğlu belediye başkanı Kadir Topbaş idi.
Kadir Topbaş, kent tarihinde mimarlık öğrenimi görmüş tek belediye başkanıdır. Topbaş’ın sadece profil bilgilerine göz atmak bile, İstanbul’da cumhuriyet döneminde yaşanan toplumsal dönüşümü anlamak için yeterli ipucu sağlar. Topbaş ailesi, Artvin/Arhavi’den erken cumhuriyet döneminde göç ederek kentin Levanten Pera’sının eteklerinde bir semtte tutunarak muhallebicilik işi yapmaya başladılar. Bir sonraki merhale Saray Sineması yakınlarında Saray Muhallebicisi olacaktı. Kadir Topbaş’ın önce seküler Feyziye Mektepleri Vakfı okullarında okutulurken, İstanbul İmam Hatip Okuluna verilmesi anlamlıdır. Bu okuldan sonra, Bağlarbaşı'ndaki Yüksek İslam Enstitüsü ile eğitimine devam etmesinin sınıf ve kültür temeli vardır.
Topbaş’ın, Enstitü’de yüksek öğrenim gördüğü yıllarda Saray Muhallebicisinin hatırı sayılır bir şehir markası haline geldiği anlaşılıyor. Bu durum, İslamcı sermayenin iyice güçlendiği 80’lerden sonra iyice pekişecektir. Bu arada Topbaş’ın özel yetenek sınavı ile girilen Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Mimarlık bölümüne kabul edildiğini görüyoruz. Biyografisinden İslam Ensitüsünden 1972’de, Akademiden 1974’te mezun olduğunu anlıyoruz. Burada aydınlatılmaya muhtaç bir nokta var bence. Bugün de yüksek öğretim mevzuatımızda var olan bir düzenleme o zaman da vardı. Aynı anda iki lisans programında öğrenim görülemez kuralı. Ama Topbaş her nasılsa hem Bağlarbaşı Yüksek İslam Enstitüsü'nde hem de Akademinin yüksek mimarlık şubesinde öğrenim görmeye devam etmeyi başarmış, peşpeşe mezun olmuştur. Bunun belki de İslamcı profillerin diploma, sertifika, uçuş brövesi, kaptanlık belgesi toplama eğilimleri ile bir ilgisi vardır. Buna bir de üniversite doçentlik belgesi alma eklendi son zamanlarda. Hem de akademide hiç bulunmadan.
Topbaş’ın Güzel Sanatlar Akademisinden alınmış Yüksek Mimarlık diploması Erdoğan’ın 1994’te belediye başkanı olmasından sonra, röleve ve restorasyon işlerinde başkan danışmanlığına getirilmesini kolaylaştırdı. Burada akademinin 5 yıllık eğitim ile yüksek mimar diploması verdiği hatırlanmalıdır. Topbaş’ın bundan sonraki dikkat çeken başarısı, Belediye Başkanı Erdoğan’ın danışmanlığını sürdürürken, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden şaşırtıcı sayılabilecek bir sürede (1997) Doktora derecesi almasıdır.
Bu birikimiyle Dr. Yüksek Mimar Kadir Topbaş’ın 1999 mahalli idareler seçimlerinde -Nusret Bayraktarın yerine- Beyoğlu İlçe Belediye başkanı seçildiğini görüyoruz. Bu sonuç, sınıfsal ve kültürel açıdan son derece anlamlıydı. Beyoğlu İstanbul’un herhangi bir ilçesi değildi. Pera idi.
Topbaş, şehir tarihinde üç kez büyük şehir belediye başkanlığına seçilen tek isimdir. 2004, 2009, 2014. Bu nedenle AKP iktidarının İstanbul belediyeciliği, büyük ölçüde Dr. Topbaş devri olarak tanımlanabilir.
AKP iktidarı her krizi bir seçim başarısına dönüştürdükçe, yerel düzeyde daha da güçlendi. Seçmen tabanıyla bağlarını kopmaz bir şekilde pekiştirdi. Bu bağ aslında çok basit bir denkleme dayanıyordu. Kent yoksulluğunu çözecek sosyal devlet tedbirleri almak yerine, yoksulluğu sürekli kılmaya dayanıyordu. Fak-fun fon (genel idare) ve mahalli idareler eliyle sağlanan (ayni ve nakdi yardımlarla) bir bağımlılık ilişkisi yaratma politikasıydı bu. AKP bu yöntemle son derece başarılı oldu. Sadakanın oy ile yeniden üretim modeliydi bu. Yerel seçimlerin her birinden AKP’nin başarı ile çıkmasının başlıca nedeni buydu.
SEÇİM HARİTALARININ ANLAMI
1994-2019 arasında yapılan seçimlerde ilçe düzeyindeki sonuçlar anlamlıdır. Boyama ile yapılan grafiklerde kentin eski yerleşiklerinin oturduğu CHP’ye oy veren semtler AKP’nin oy deposu çevre ilçeler tarafından adeta ablukaya alınmış, boğulmuştur. Özellikle, 2004’ten bu yana haritada anlamlı hiçbir değişiklik görülmemektedir.
13 yıllık Dr. Yüksek Mimar Topbaş’ın belediye başkanlığı döneminde, imar değişiklikleri ile, orman arazileri dahil pek çok bölge lüks konut ve ticaret alanına dönüştürülmüştür. Sadece Ali Sami Yen Stadı ve Tekel Likör Fabrikası alanında yaratılan rant (lüks rezidans ve ofislerle) dikilen kulelerin boyutlarıyla mütenasip olmalıdır.
Galataport ve Haliçport projeleri, Kuzey Marmara otoyolu, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, cumhuriyet havacılığının simgesi olan Yeşilköy Atatürk Havalimanı’nın berhava edilmesi, şehrin kuzeyinde yeni rant alanları yaratmayı sağlayacak İstanbul havaalanı projesi, AKP iktidarının AKP belediyeciliği ile ele ele yürüttüğü projeler olmuştur. Topbaş’ın yönetimi altında, şehrin eski yerleşiklerini mülksüzleştirme, kentin çeperlerine sürme, kapitalist tahakküm, hukuk-yasa tanımama politikaları pervasızca uygulanmıştır.
AKP iktidara iyice yerleşince, kentin kaynakları, yandaş dernek ve vakıflarca adeta yağmalanmaya başlandı. Bu vakıflar kent çeperlerinde “İlme Hizmet vakıfları" görüntüsü altında medrese benzeri mekanlar üretmeye başladılar. Sayısız , dernek ve vakıf, bağış, tahsis edilmiş araziler, vergi bağışıklığı, nakdi yardımlarla adeta semirtildi. Bunun doğal çıktısı, AKP belediyesi tahkimatı ile, sıkı sıkıya pekiştirilmiş sağlam bir oy tabanı olacaktır.
Sistem şöyle çalışıyordu: AKP’li belediye, varoş semtlerinde tarikat, vakıf ve dernekler aracılığıyla “bağış, yardım, sadaka döngüsünü” garanti altına alıyor; seçmen tabanının -ne olursa olsun- dağılmamasını sağlıyordu. Bu şartlar altında, klasörlere sığmayacak kadar çok sahtekarlığı belgelerle kanıtlamanızın oya dönüşmesinin pratik olarak imkanı yoktu. Öyle de oldu. 2004, 2009 ve 2014’te AKP tekrar tekrar seçimi aldı.
Bu başarılar, merkezdeki iktidarın daha da güçlenmesini, genel seçimlerde daha fazla milletvekili kazanmasının yolunu açtı. Böylece, iktidarın oligarşik bir yapıya evrilmesinin altyapısı kurulmuş oldu.
Bu bakımdan bütün büyükşehir belediyeleri önemliydi. Ama İstanbul iktidarın kilit taşıydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Topbaşlı yıllarda, Ankara’yı iktisadi ve mali bakımdan besleyen, aynı şekilde siyasi merkez tarafından geri beslenen bir yapıya büründü.
Bu durum bir takım iç çelişkilerin gelişmesine yol açacaktı. Kentte yavaş yavaş AKP önderliğinden göreli bağımsız -yeşil sermaye içi- alternatif iktidar odakları tebellür etmeye başlamıştı. 2017’de Topbaş’ın istifaya icbar edilmesi ve damadının malum örgütle iltisakı gerekçesiyle tutuklanmasının anlamı bence budur.
Yaratılan kaynakların büyüklüğü, biriken sermayenin hacmi, uygun koşulların doğması halinde, önderlikten kopma eğilimleri olan kişiler, çağdaş siyaseten katl ve müsadere usulüyle tasfiye edildiler. Osmanlı tabiriyle, defterleri dürüldü.
Erdoğan, 2017’den sonra artık sadakatinden tamamen emin olduğu adamlarıyla yoluna devam etme kararı aldı. Hem belediyelerde hem de merkezi yönetimde. Fakat bunun sonucu genel bir profil düşüklüğü olacaktı. 2019 da eski başbakan Binali Yıldırım’ın İBB için aday gösterilmesinin nedeni budur. Bir başka ifade ile, Erdoğan’ın devşirebileceği insan kaynağı daraldı ve kalite düştü.
CHP’NİN TOPBAŞ’IN KARŞISINA ÇIKARDIĞI ADAYLAR
CHP -2004’te- Sefa Sirmen’i İstanbul’dan aday gösterdi. Bu seçimde AKP artık iktidardaydı. Bu büyük bir avantajdı. Sefa Sirmen’in Kocaeli’den getirilip İstanbul’da aday gösterilmesi tuhaftı. Bunu açıklayabilecek tek şey Baykal’a yakınlık olmalıdır.
DSP, seçimlerde hezimete uğrayıp bir “Ecevit’i Sevenler Derneğine” dönüşünce, Baykal soldaki boş alanın mirasçısı oldu. Seçmen tabanında karşılığı olmayan Anadolu solu gibi birtakım ideolojik arayışlara girişti. Bunlar içeriksiz beyhude işlerdi. Baykal’ın Anadoluculuk söylemi bana Ecevit’in demokratik solunu çağrıştırıyor. İçeriği muğlak bir çeşit yerli orientalizm.
Baykal Anadolu’da solu ararken, AKP, Anadoluyu ve kent varoşlarını çoktan ele geçirmiş bulunmaktaydı. Bu dönem “atı alan Üsküdar’ı geçti” oyununun ilk perdesi oldu. Sefa Sirmen’in Topbaş’ın neredeyse %20 puan gerisinde kalmasının nedeni budur. 2004 Türkiye'sinde AKP artık her yerde her anlamda iktidardadır. Bunun en somut kanıtı İstanbul belediyesidir. Baykal CHP’sinin, Sirmen’i İstanbul adayı olarak göstermesi de siyaseten ayaklarının yere basmadığını gösterir.
KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN İBB ADAYLIĞI
Kemal Kılıçdaroğlu, başarısız bir DSP’ye girme teşebbüsünden sonra, 2002’den itibaren CHP İstanbul milletvekili oldu. Baykal’ın güvenini kazanarak TBMM grup başkanvekilliğine yükseldi.
Bu dönemde AKP artık iktidardı. Ve suyun başını tutan parti kodamanları her yerde yeni rant alanları yaratma peşindeydiler. Kamu bankalarından sağlanan “bedavaya getirilen krediler”, vergi bağışıklıklıkları, tahsisler, yeni iktidar blokunun açıkgözlerine bir altın çağ yaşatıyordu. Mevzuat müsait değilse, yıldırım hızıyla kanun, tüzük, yönetmelik akşamdan sabaha hazırdı.
Kılıçdaroğlu’nun devlet tecrübesi, evrakları takip yeteneği, AKP baronlarının pervasızlığı, bir çok suiistimali kolayca ortaya çıkarmasını sağladı. Şaban Dişli, Melih Gökçek, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi o zamanın AKP baronları Kılıçdaroğlu karşısında TV programlarında perişan edildiler. İlginç olan, bahse konu isimlerin kalın klasörlerle yüzlerine vurulan gerçekler karşısında standant bir ifadeleri vardı: “pişkin şark politikacısı”
Ben Kılıçdaroğlu’nu bu programlarda tanıdım ve sevindim doğrusu. Demokrat, kamu malını yedirmeme konusunda kararlı, sinirlerine son derece hakim bir profil çiziyordu. “Piro”nun kamuoyu önünde verdiği ilk imaj böyleydi.
Bu nitelikleri, CHP önderliğinin, iktidarı İstanbul’da Kılıçdaroğlu ile vurma hayaline kapılmasına yol açtı. Umutlar, Kılıçdaroğlu’nun TV performansları ile çok yükseldi. Onda Ecevit halkçılığı, Gandi sabrı görülüyordu. Ancak “Bay Kemalin” iyi ders çalışma yeteneği ve suiistimal dosyalarına hakimiyeti kent çeperlerindeki AKP yığınlarına hiçbir şey ifade etmeyecekti. Onlar ramazan kumanyasının nereden geldiğine bakıyorlardı. Böylece, AKP hegemonyasını Kılıçdaroğlu ile devirme hayali suya düştü. Kılıçdaroğlu CHP oylarını arttırabilmeyi başarmıştı. Ama iktidar gene öndeydi.
2014’TE ADAY MUSTAFA SARIGÜL
Mustafa Sarıgül bir fenomendir. 18. Dönemde TBMM’ne en genç parlamenter olarak girmeyi başarmıştı. Erdal İnönü’nün SHP’de başkan olduğu zamanlarda. 1999 ve 2004’te Şişli Belediye başkanı seçildi. Buradan elde ettiği popülist karizma ile Baykal’ı yerinden edebileceği gibi bir hayale kapıldı. Arbedeli geçen 2005 Kurultayından sonra Baykal tarafından tasfiye edildi. DSP ile gel-gitli bir ilişkisi oldu.
Baykal’ın CHP başkanlığından istifa etmek zorunda kalması, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçilmesi, Sarıgül’ü yuvaya döndürdü. Partinin - Kemalistler hariç - herkesi kucaklayan yeni genel başkanı Kılıçdaroğlu bu kez İstanbul’da Sarıgül’ün popülist karizmasından ve teşkilatlanma yeteneğinden yararlanmayı denedi iktidar karşısında. Sarıgül de CHP’nin oylarını bir miktar yukarı çekse de AKP’nin şehirde 1994’ten beri kurduğu güç bariyerini aşamadı. Bu Topbaş’ın üçüncü ve sonuncu defa İBB başkanı seçilmesi demekti.
SİYASAL REJİMİN DEĞİŞMESİ
Türkiye 2014 mahalli idareler seçiminden sonra -2007 anayasa değişikliği gereği- genel oyla cumhurbaşkanlığı seçimi yaptı. Bu seçimde -kendisinden başlangıçta çok umutlandığımız- CHP’nin yeni genel başkanı, siyasi tarihimize tam bir fiyasko olarak geçen “çatı adayı” formülünü ortaya attı. Bu seçimden aklımızın bir köşesinde “ekmek için Ekmeleddin, tıpış tıpış gideceksiniz, neymiş profesörmüş, dil biliyormuş, ben tercüman kullanıyorum” gibi veciz sözler kaldı. Çatı adayı Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu formülünün siyasette karşılığı yoktu. İhsanoğlu, modern görünümlü bir İslamcıydı. Kılıçdaroğlu, bir İslamcıyı başka bir İslamcı ile yeneceğini sandı. Dr. Devlet Bahçeli’nin telkinleriyle. CHP seçmeni-kerhen- MHP ile birlikte adayı destekledi. Sonuç tam bir hüsrandı.
Genel oyla yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan seçim mevzuatının ve siyaset etiğinin hiçbir ilkesine uymadı. Muhalefet açısından bu seçim dersine hiç çalışmadan sahneye çıkmış bir aktörün peşinden gitmekten başka bir anlam taşımıyordu. Bu mizansen sona erdikten sonra Erdoğan, yürütmeyi tek adam rejimine dönüştürmenin ilk adımını atmış oldu. 2017’de gerçekleştirilen, mühürsüz oyların geçerli sayıldığı, “atı alan Üsküdar’ı geçti” oylaması rejimin nereye gittiğini gösteriyordu. 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ile bütün devlet erklerinin fiilen yürütmede toplandığı tek adam rejimine geçiş tamamlanmış oldu. 2019’a kadar, Türkiyeyi uçuracağı söylenen yeni rejimin, başkandan başka kimsenin yetkili olmadığı, hükümetsiz tek kişilik bir yürütme olduğunu idrak etmenin sıkıntılarıyla geçti.
EKREM İMAMOĞLU’NUN 2019 SEÇİMLERİNİ KAZANMASININ ANLAMI
Bu arada, AKP iktisadiyatının “satılacak her şeyi tüketmesi nedeniyle” tökezlemeye başlaması, Gezi direnişinden sonra iktidarın otoriterleşme eğilimlerinin gittikçe dozunun artması, bazı muhalif milletvekilllerinin dokunulmazlıklarının -anayasaya aykırı bir şekilde ve topluca- kaldırılması gibi olaylar nedeniyle AKP önderliğine karşı biriken öfkenin yarattığı dayanışma duygusuyla seçimler yapıldı. 2019 mahalli idareler seçimlerine böyle bir siyasi ortamda girildi. Erdoğan muhalifleri kendiliğinden bir birliktelik psikolojisi ile oylarını kullandılar. Ekrem İmamoğlu’nun 2019 seçimini kazanmasının temel nedeni budur.
İmamoğlu’nun seçilmesini -bir kez mazbatasının iptal edilmesine rağmen- AKP karşıtı cephenin bir araya gelmesi sağlamıştır. İmamoğlu’nu ikinci kez belediye başkanlığına ezici bir çoğunlukla getiren oylar tepki oylarıydı. Bunun içinde HDP ve İYİP oylarının oranı konusunda bir tahminde bulunmak zordur.
İmamoğlu, İstanbullular nazarında belediye başkanı seçilmesine rağmen mazbatası elinden alınmış, buna rağmen yine kazanmış bir siyaset adamıdır. Yönetimine iktidar tarafından inanılmaz boyutlarda müdahale edilmiş, hatta vesayet denetimi görüntüsü altında teftiş kumpasları kurulmuştur. Merkezi idareden transfer edilmesi gereken kaynaklar alabildiğince kısıtlanmıştır. Bütün bunlara rağmen İmamoğlu, samimiyetle çalışan bir belediye başkanı profili vermektedir. Bu arada cumhurbaşkanı adayı olma ihtimaline karşı, absürt bir dava ile yargılanmış ve mahkum edilmiştir. Karar temyizde bulunmaktadır.
SONUÇ NE OLABİLİR?
Günümüz itibariyle, siyasete baktığımızda iktidar ekonomiyi yönetemez duruma düşmüştür. Ülke hiper-enflasyon sınırlarında yaşamaktadır. Rejim fiilen anayasasız bir rejimdir. Türkiye’de seçimler iktidarın meşruiyetini sürdürme işlevi gören plebisit oylamalarına dönüşmüş bulunmaktadır. Mahalli idareler seçimlerinin bu koşullar altında yapılacağı unutulmamalıdır.
Erdoğan, İstanbul’da bir kez daha en sadık adamını sahaya sürdü: Murat Kurum. Kurum’un bakanlığı döneminden bir çok handikaplı işleri vardı. Buna bir de Erzincan’daki büyük çevre felaketi eklendi. Rakibi İmamoğlu karşısında destekçileri malum: tutucu güçler koalisyonu.
Erdoğan, elindeki kamu gücünü sonuna kadar kullanarak, İstanbul’u İmamoğlu’nun elinden almaya kararlı görünüyor. İmamoğlu aslında bir sembol, bütün engellemelere rağmen İstanbul’u elinden almış, kumpaslara, ayak oyunlarına rağmen elindeki kıt imkanlarla şehri yönetmeyi başarmış bir isim. Bu yetenekleriyle Erdoğan açısından ciddi bir endişe kaynağı teşkil ediyor. Erdoğan’ın gücüne meydan okuyor. İYİP ve DEM’in kendi adayları ile sahaya çıkması, AKP adayının şansını arttırmış gibi görünüyorsa da son sözü seçmen söyleyecek. Parti yönetimleri değil.
Seçimde önemli bir faktör: seçmen kütükleri ve sandık güvenliğidir. Başta İstanbul olmak üzere, milyonlarca mülteci ve kaçak ülkemizde bulunmaktadır. Belirsiz sayıda mülteci vatandaşlık verilerek seçmen yapılmış durumdadır. Seçim yargısının en son seçimlerde verdiği kararlar ortada iken seçim sonucuna yönelik yapılabilecek projeksiyon ne olabilir?
Unutulmamalıdır ki seçmenlerin büyük bir ekseriyeti açısından İmamoğlu mağdurdur. Ve iktidar her alanda başarısızdır. Cepheleştirme siyaseti dışında barutu kalmamıştır. AKP’nin çıkardığı aday- Binali Yıldırım örneğinde görüldüğü gibi- hiç de parlak bir aday değildir.
Baskı altındaki seçim yargısına, elinin altındaki bütün kamu gücüne ve yandaş medyaya rağmen AKP’nin adayı , İmamoğlu karşısında yenilirse, bu mevcut iktidarı devirebilecek yeni bir önder doğuyor demektir. 1994’te olduğu gibi yine İstanbul’dan.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza