Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,2634
Dolar
Arrow
34,1520
İngiliz Sterlini
Arrow
45,9557
Altın
Arrow
2934,0000
BIST
Arrow
9.777

İBB Seçimlerinin 30 yıllık bilançosu neyi gösteriyor?

Erdoğan’ın İBB yönetimi (1994-1998) kent yoksullarına  yönelik  popülizm siyaseti ile  geçti. Onların da zaten buna ihtiyacı vardı. Bunun en somut göstergesi sosyal tesislerdir. 1994’te Refah Partisi'nin yerel seçimlerden başarı ile çıkması ümmetçi sağın merkeze tutunma yolundaki ikinci büyük hamlesi oldu. Birincisi MSP idi. 

Refah Partisi, 1995 milletvekili genel seçimlerinden de birinci parti olarak  çıktı. Necmettin Erbakan Yüce Divan şantajıyla Tansu Çiller’i koalisyona razı etti. Erdoğan’ın belediye başkanlığını, Erbakan’ın başbakanlığından   Refah Partisi’nin kapatıldığı tarihe kadar olan genel siyaset içinde değerlendirmek doğru olur. Erdoğan’ın belediye başkanlığı TCK 312’den mahkum olması nedeniyle Danıştay tarafından düşürüldü. O andan itibaren karşısına çıkarılan her hukuk engeli siyaset alanında onun işini kolaylaştırdı, güç kazandırdı.  

1994’ten Kadir Topbaş’ın İBB başkanı seçildiği 2004 tarihine kadar İslamcılık şehirde gerçek anlamda iktidar olamamıştı. Refah’ın iktidara yerleşme hamlesi 28 Şubat ile engellenmiş, Erdoğan, Pınarhisar’da fiilen 2.5  ay olarak infaz edilecek bir hapis cezasına çarptırılmış, belediye başkanlığı düşürülmüştü. Belediye Meclisi, Refah Partisi  Grup Başkanvekili Ali Müfit Gürtuna’yı boşalan belediye başkanlığına-dönemi tamamlamak  üzere- seçti.  Bu durum, Refah Partisi’nin belediye başkanlığını elinde tutma durumunu değiştirmiyor gibi görünse de, siyasi iktidarın ,  2002’ye kadar İslamcılık karşısında hizalanmış  partilerin elinde olması temel belirleyiciydi. 

ALİ MÜFİT GÜRTUNA’NIN 1999’DA SEÇİLME NEDENİ 

Ali Müfit Gürtuna, siyasete ANAP’tan girmiş, Refahın yükselişi ile İslamcı çevrelere dahil olmuş, belediye meclisi  üyeliğine seçilmişti. Erdoğan’ın belediye başkanlığından düşürülmesi üzerine belediye meclisi tarafından  başkanlığa  getirilmişti. 

Gürtuna’nın Refah’ın yerine kurulan Fazilet Partisi’nin adayı olarak İBB başkanlığına seçilmesi 1994’ün tekrarıdır. Bu defa da Fazilet Partisi karşısındaki partiler aşırı bölünmüş, dağılmış durumdaydılar. Temel neden budur. Bu seçimde de (1999) İslamcı parti (RP/FP) aşağı yukarı aynı oranda oy aldı. Ali Talip Özdemir ile ANAP yine ikinci sıradaydı. Bu sonuç, ANAP’ın hala kentli merkez siyasetin İstanbul’da gücünü koruduğunu gösteriyordu. ANAP, 1999’da İstanbul’da DYP’nin çok önünde bir oy almıştı: %23’e karşı %4.  

Gürtuna’nın kazanmasının asıl nedeni  ise iki sol partinin birbirine rakip olmasıydı. 1995 seçimlerinden  itibaren CHP  karşısında  yükselişe geçen Ecevit’in DSP’si  seçimi üçüncü bitirdi. DSP adayı Zekeriye Temizel, %20,  CHP’nin  adayı işadamı Adnan Polat  %13 oyla  seçimi  4. sırada bitirebildi.  Belediye başkanlığı  seçimlerinin talihsiz adayı Ahmet Vefik Alp hocayı, bu seçimde-bir kez daha- MHP’nin, 2004’te DYP’nin, 2009’da DSP’nin adayı olarak göreceğiz. 

İslamcı hareket, Fazilet Partisinin kapatılması ve Erbakan ve yakın çevresine siyasi yasak getirilmesi ile ikiye bölündü. Hareketin önderine sadık kanat Saadet Partisi’ni, yenilikçi kanat Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu. Yenilikçilik herhalde siyasi  alanda “milli  görüş gömleğini çıkardık”  takiyesi, iktisadi alanda Özal’ın  başlattığı  vahşi kapitalizm olmalıydı. Daha açık  bir ifadeyle, İslamcı yenilikçilik, globalleşme hegemonyası altında., uluslararası finans kapitale, özelleştirmelerle eklemlenme ve yeşil sermayeyi iyice semirtme siyasetinin adıydı. Yenilikçilikte aslında yeni bir şey yoktu. Sermaye sınıfı yine vardı. Sömürü vardı. Kapitalizm en azgın versiyonu ile ortalıkta  geziniyordu. Yeni olan sermayedarın taşra islamında somutlaşan kültürüydü. 

KADİR TOPBAŞ’IN BELEDİYE BAŞKANLIĞI (2004-2017)

1999- 2002 arasında sistemin merkez partilerinin çöküşü ve ABD’nin desteği ile  AKP iktidara geldi. Daha doğrusu  getirildi. Şehrin İslamcılık siyaseti tarafından yönetilmeye başlanması asıl bundan sonradır. AKP, iktidara geldiğinde İBB başkanı Ali Müfit Gürtuna, Beyoğlu belediye başkanı Kadir Topbaş idi. 

Kadir Topbaş, kent tarihinde mimarlık öğrenimi görmüş tek belediye başkanıdır. Topbaş’ın sadece profil bilgilerine  göz atmak  bile, İstanbul’da cumhuriyet döneminde yaşanan toplumsal dönüşümü anlamak için yeterli ipucu sağlar. Topbaş ailesi, Artvin/Arhavi’den erken cumhuriyet döneminde göç ederek kentin Levanten Pera’sının eteklerinde bir semtte tutunarak muhallebicilik işi yapmaya  başladılar. Bir sonraki merhale Saray Sineması  yakınlarında Saray Muhallebicisi olacaktı. Kadir Topbaş’ın önce  seküler Feyziye Mektepleri Vakfı okullarında okutulurken, İstanbul İmam Hatip Okuluna verilmesi anlamlıdır.  Bu okuldan sonra, Bağlarbaşı'ndaki Yüksek İslam Enstitüsü ile eğitimine devam etmesinin sınıf ve  kültür temeli vardır. 

Topbaş’ın, Enstitü’de yüksek öğrenim gördüğü yıllarda Saray Muhallebicisinin hatırı sayılır bir şehir markası haline geldiği anlaşılıyor. Bu durum, İslamcı sermayenin iyice güçlendiği 80’lerden sonra iyice pekişecektir. Bu arada  Topbaş’ın özel yetenek sınavı ile girilen Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Mimarlık bölümüne kabul edildiğini görüyoruz. Biyografisinden İslam Ensitüsünden 1972’de, Akademiden 1974’te mezun olduğunu anlıyoruz. Burada  aydınlatılmaya muhtaç bir nokta var bence. Bugün de yüksek öğretim mevzuatımızda var olan bir düzenleme o zaman da vardı. Aynı anda iki lisans programında öğrenim görülemez kuralı. Ama Topbaş her nasılsa hem Bağlarbaşı Yüksek İslam Enstitüsü'nde hem de Akademinin yüksek mimarlık  şubesinde öğrenim görmeye devam etmeyi başarmış, peşpeşe mezun olmuştur. Bunun belki de İslamcı profillerin diploma,  sertifika, uçuş brövesi,  kaptanlık  belgesi toplama eğilimleri ile bir ilgisi vardır. Buna bir de üniversite doçentlik belgesi alma eklendi son zamanlarda. Hem de akademide hiç bulunmadan. 

Topbaş’ın Güzel Sanatlar Akademisinden alınmış Yüksek Mimarlık diploması Erdoğan’ın 1994’te belediye  başkanı olmasından sonra, röleve ve restorasyon işlerinde başkan danışmanlığına getirilmesini kolaylaştırdı. Burada akademinin 5 yıllık eğitim ile yüksek mimar diploması verdiği hatırlanmalıdır. Topbaş’ın bundan sonraki  dikkat çeken  başarısı, Belediye Başkanı Erdoğan’ın danışmanlığını sürdürürken, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden   şaşırtıcı sayılabilecek bir sürede (1997) Doktora derecesi almasıdır. 

Bu birikimiyle Dr. Yüksek Mimar Kadir Topbaş’ın 1999 mahalli idareler seçimlerinde -Nusret Bayraktarın yerine-  Beyoğlu İlçe Belediye başkanı seçildiğini görüyoruz. Bu sonuç, sınıfsal ve kültürel açıdan son derece anlamlıydı. Beyoğlu İstanbul’un herhangi bir ilçesi değildi. Pera idi. 

Topbaş, şehir tarihinde üç kez büyük şehir belediye başkanlığına seçilen tek isimdir.  2004, 2009, 2014. Bu nedenle AKP iktidarının İstanbul belediyeciliği, büyük ölçüde Dr. Topbaş devri olarak tanımlanabilir.

AKP iktidarı her krizi bir seçim başarısına dönüştürdükçe, yerel düzeyde daha da güçlendi. Seçmen tabanıyla bağlarını kopmaz bir şekilde pekiştirdi. Bu bağ aslında çok basit bir denkleme dayanıyordu. Kent yoksulluğunu çözecek sosyal devlet tedbirleri almak yerine, yoksulluğu sürekli kılmaya dayanıyordu. Fak-fun fon (genel idare)  ve mahalli idareler eliyle sağlanan (ayni ve nakdi yardımlarla) bir bağımlılık ilişkisi yaratma  politikasıydı bu. AKP bu yöntemle son derece başarılı oldu. Sadakanın oy ile yeniden üretim modeliydi bu. Yerel seçimlerin her birinden AKP’nin başarı ile çıkmasının başlıca nedeni buydu. 

SEÇİM HARİTALARININ ANLAMI 

1994-2019  arasında yapılan seçimlerde ilçe düzeyindeki sonuçlar anlamlıdır. Boyama ile yapılan grafiklerde kentin eski yerleşiklerinin oturduğu  CHP’ye oy veren semtler AKP’nin oy deposu çevre ilçeler  tarafından adeta ablukaya alınmış, boğulmuştur. Özellikle, 2004’ten bu yana  haritada anlamlı  hiçbir değişiklik  görülmemektedir. 

13 yıllık Dr. Yüksek Mimar Topbaş’ın belediye başkanlığı döneminde, imar değişiklikleri ile, orman arazileri dahil  pek çok bölge lüks konut ve ticaret alanına dönüştürülmüştür. Sadece Ali Sami Yen Stadı  ve  Tekel Likör Fabrikası alanında  yaratılan rant (lüks rezidans ve ofislerle) dikilen kulelerin boyutlarıyla  mütenasip olmalıdır. 

Galataport ve Haliçport  projeleri, Kuzey Marmara otoyolu,  Yavuz  Sultan Selim Köprüsü, cumhuriyet havacılığının simgesi olan  Yeşilköy Atatürk Havalimanı’nın  berhava edilmesi, şehrin kuzeyinde yeni  rant alanları yaratmayı sağlayacak İstanbul havaalanı projesi, AKP iktidarının AKP belediyeciliği ile  ele ele  yürüttüğü  projeler olmuştur.  Topbaş’ın yönetimi altında, şehrin eski  yerleşiklerini  mülksüzleştirme, kentin çeperlerine sürme,  kapitalist  tahakküm, hukuk-yasa tanımama politikaları  pervasızca  uygulanmıştır. 

AKP iktidara iyice  yerleşince, kentin kaynakları, yandaş   dernek ve vakıflarca adeta yağmalanmaya  başlandı. Bu vakıflar kent çeperlerinde “İlme Hizmet vakıfları" görüntüsü altında  medrese benzeri mekanlar üretmeye başladılar.  Sayısız , dernek ve vakıf, bağış, tahsis edilmiş araziler, vergi bağışıklığı, nakdi yardımlarla  adeta semirtildi. Bunun doğal çıktısı, AKP belediyesi tahkimatı ile,  sıkı sıkıya pekiştirilmiş sağlam bir oy tabanı olacaktır.

Sistem şöyle çalışıyordu: AKP’li belediye, varoş semtlerinde tarikat, vakıf ve dernekler  aracılığıyla “bağış, yardım, sadaka döngüsünü”  garanti  altına alıyor;   seçmen tabanının  -ne olursa olsun- dağılmamasını  sağlıyordu. Bu şartlar altında, klasörlere sığmayacak kadar çok sahtekarlığı belgelerle  kanıtlamanızın  oya dönüşmesinin  pratik olarak  imkanı yoktu. Öyle de oldu. 2004, 2009 ve 2014’te AKP tekrar tekrar seçimi aldı. 

Bu başarılar, merkezdeki  iktidarın daha da güçlenmesini, genel seçimlerde daha fazla milletvekili kazanmasının  yolunu açtı.  Böylece, iktidarın oligarşik  bir yapıya  evrilmesinin altyapısı kurulmuş oldu. 

Bu bakımdan bütün büyükşehir belediyeleri önemliydi. Ama İstanbul iktidarın kilit taşıydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Topbaşlı yıllarda, Ankara’yı iktisadi ve  mali bakımdan besleyen, aynı  şekilde siyasi merkez tarafından geri beslenen bir yapıya büründü. 

Bu durum  bir takım iç çelişkilerin gelişmesine  yol açacaktı. Kentte yavaş yavaş AKP önderliğinden göreli bağımsız -yeşil sermaye içi-  alternatif iktidar odakları tebellür etmeye başlamıştı. 2017’de  Topbaş’ın istifaya icbar edilmesi ve damadının  malum örgütle  iltisakı  gerekçesiyle  tutuklanmasının anlamı bence budur. 

Yaratılan kaynakların  büyüklüğü, biriken  sermayenin hacmi, uygun koşulların  doğması halinde, önderlikten kopma eğilimleri olan  kişiler, çağdaş siyaseten  katl ve müsadere  usulüyle  tasfiye  edildiler.  Osmanlı tabiriyle, defterleri  dürüldü.  

Erdoğan, 2017’den sonra  artık  sadakatinden  tamamen emin olduğu  adamlarıyla yoluna devam  etme  kararı aldı. Hem belediyelerde  hem de merkezi  yönetimde. Fakat bunun  sonucu genel bir profil düşüklüğü olacaktı. 2019 da eski başbakan Binali Yıldırım’ın İBB  için aday gösterilmesinin nedeni budur. Bir başka ifade ile, Erdoğan’ın devşirebileceği insan kaynağı daraldı ve kalite düştü. 

CHP’NİN TOPBAŞ’IN KARŞISINA ÇIKARDIĞI ADAYLAR 

CHP -2004’te- Sefa Sirmen’i İstanbul’dan aday gösterdi. Bu seçimde AKP artık iktidardaydı. Bu  büyük bir avantajdı. Sefa Sirmen’in  Kocaeli’den getirilip  İstanbul’da aday gösterilmesi  tuhaftı. Bunu  açıklayabilecek tek şey Baykal’a yakınlık olmalıdır. 

DSP,  seçimlerde  hezimete uğrayıp  bir “Ecevit’i Sevenler Derneğine” dönüşünce, Baykal soldaki boş alanın mirasçısı oldu. Seçmen tabanında  karşılığı  olmayan Anadolu solu gibi  birtakım ideolojik arayışlara  girişti. Bunlar içeriksiz  beyhude işlerdi. Baykal’ın Anadoluculuk söylemi bana  Ecevit’in demokratik solunu çağrıştırıyor. İçeriği  muğlak bir çeşit yerli orientalizm.  

Baykal Anadolu’da solu ararken, AKP, Anadoluyu ve kent varoşlarını çoktan ele geçirmiş  bulunmaktaydı. Bu dönem “atı alan  Üsküdar’ı geçti” oyununun ilk perdesi oldu. Sefa Sirmen’in Topbaş’ın neredeyse %20 puan gerisinde kalmasının nedeni budur. 2004 Türkiye'sinde AKP artık her yerde her anlamda  iktidardadır. Bunun  en somut kanıtı İstanbul belediyesidir. Baykal CHP’sinin, Sirmen’i İstanbul  adayı olarak göstermesi de siyaseten ayaklarının yere  basmadığını  gösterir. 

KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN İBB ADAYLIĞI  

Kemal Kılıçdaroğlu, başarısız  bir DSP’ye girme teşebbüsünden sonra, 2002’den itibaren CHP İstanbul milletvekili  oldu. Baykal’ın güvenini kazanarak TBMM  grup başkanvekilliğine yükseldi. 

Bu dönemde  AKP artık  iktidardı. Ve suyun başını  tutan parti kodamanları her yerde yeni  rant alanları  yaratma peşindeydiler. Kamu  bankalarından  sağlanan “bedavaya getirilen krediler”,  vergi bağışıklıklıkları,  tahsisler, yeni iktidar  blokunun  açıkgözlerine  bir altın çağ yaşatıyordu. Mevzuat müsait değilse,  yıldırım hızıyla kanun, tüzük, yönetmelik  akşamdan sabaha hazırdı.  

Kılıçdaroğlu’nun devlet  tecrübesi,  evrakları  takip yeteneği, AKP baronlarının pervasızlığı,  bir çok suiistimali kolayca ortaya çıkarmasını sağladı. Şaban Dişli, Melih Gökçek, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi o zamanın AKP baronları Kılıçdaroğlu  karşısında TV programlarında perişan edildiler. İlginç olan,  bahse konu isimlerin  kalın klasörlerle  yüzlerine vurulan gerçekler karşısında  standant bir ifadeleri vardı: “pişkin şark politikacısı” 

Ben Kılıçdaroğlu’nu  bu programlarda  tanıdım ve  sevindim doğrusu. Demokrat, kamu malını yedirmeme  konusunda  kararlı,  sinirlerine son derece hakim bir profil çiziyordu. “Piro”nun  kamuoyu önünde verdiği  ilk imaj böyleydi.

Bu nitelikleri, CHP önderliğinin,  iktidarı İstanbul’da Kılıçdaroğlu ile vurma  hayaline  kapılmasına yol açtı. Umutlar, Kılıçdaroğlu’nun  TV performansları ile çok yükseldi. Onda  Ecevit halkçılığı, Gandi sabrı görülüyordu.  Ancak  “Bay Kemalin”  iyi ders çalışma yeteneği ve  suiistimal  dosyalarına  hakimiyeti kent çeperlerindeki AKP yığınlarına hiçbir şey ifade etmeyecekti.  Onlar ramazan kumanyasının nereden  geldiğine bakıyorlardı. Böylece, AKP hegemonyasını Kılıçdaroğlu ile devirme hayali  suya düştü. Kılıçdaroğlu  CHP oylarını  arttırabilmeyi  başarmıştı. Ama iktidar  gene öndeydi. 

2014’TE ADAY MUSTAFA SARIGÜL 

Mustafa Sarıgül bir fenomendir.  18. Dönemde TBMM’ne en genç parlamenter  olarak girmeyi başarmıştı. Erdal İnönü’nün SHP’de başkan olduğu zamanlarda. 1999 ve 2004’te Şişli Belediye başkanı seçildi. Buradan  elde ettiği popülist karizma ile Baykal’ı  yerinden edebileceği gibi bir hayale kapıldı. Arbedeli geçen 2005 Kurultayından sonra  Baykal tarafından tasfiye edildi. DSP ile gel-gitli bir ilişkisi oldu. 

Baykal’ın CHP başkanlığından istifa etmek zorunda kalması, Kılıçdaroğlu’nun   genel başkanlığa seçilmesi, Sarıgül’ü yuvaya döndürdü. Partinin - Kemalistler  hariç - herkesi kucaklayan yeni genel başkanı Kılıçdaroğlu bu kez İstanbul’da  Sarıgül’ün popülist karizmasından ve teşkilatlanma yeteneğinden yararlanmayı denedi iktidar karşısında. Sarıgül de CHP’nin oylarını bir miktar yukarı çekse de AKP’nin  şehirde 1994’ten beri kurduğu güç bariyerini aşamadı. Bu Topbaş’ın üçüncü ve sonuncu defa İBB başkanı seçilmesi demekti. 

SİYASAL REJİMİN DEĞİŞMESİ

Türkiye  2014 mahalli idareler seçiminden sonra -2007 anayasa  değişikliği gereği- genel oyla cumhurbaşkanlığı  seçimi yaptı. Bu seçimde -kendisinden başlangıçta çok umutlandığımız- CHP’nin  yeni  genel başkanı, siyasi  tarihimize tam  bir fiyasko olarak geçen  “çatı adayı” formülünü ortaya attı. Bu seçimden aklımızın bir köşesinde “ekmek için Ekmeleddin, tıpış tıpış gideceksiniz, neymiş profesörmüş, dil biliyormuş, ben tercüman kullanıyorum”  gibi veciz sözler kaldı. Çatı adayı Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu formülünün siyasette karşılığı yoktu. İhsanoğlu, modern görünümlü bir İslamcıydı. Kılıçdaroğlu, bir İslamcıyı başka bir İslamcı ile yeneceğini  sandı. Dr. Devlet Bahçeli’nin telkinleriyle. CHP seçmeni-kerhen- MHP ile birlikte adayı destekledi. Sonuç tam bir hüsrandı. 

Genel oyla yapılan ilk  cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan seçim mevzuatının ve  siyaset etiğinin hiçbir ilkesine uymadı. Muhalefet açısından bu seçim dersine hiç çalışmadan sahneye çıkmış bir aktörün peşinden gitmekten başka bir anlam taşımıyordu. Bu mizansen sona  erdikten sonra Erdoğan, yürütmeyi  tek adam rejimine  dönüştürmenin ilk adımını atmış oldu. 2017’de gerçekleştirilen, mühürsüz oyların geçerli sayıldığı, “atı alan  Üsküdar’ı geçti” oylaması rejimin nereye gittiğini  gösteriyordu. 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ile bütün devlet erklerinin fiilen yürütmede  toplandığı  tek adam  rejimine geçiş  tamamlanmış oldu.  2019’a kadar, Türkiyeyi  uçuracağı söylenen  yeni  rejimin, başkandan  başka kimsenin yetkili olmadığı, hükümetsiz tek kişilik  bir  yürütme olduğunu idrak etmenin sıkıntılarıyla geçti. 

EKREM İMAMOĞLU’NUN 2019 SEÇİMLERİNİ KAZANMASININ ANLAMI  

Bu arada,  AKP iktisadiyatının  “satılacak  her şeyi tüketmesi nedeniyle”  tökezlemeye başlaması, Gezi direnişinden sonra iktidarın otoriterleşme eğilimlerinin gittikçe dozunun artması, bazı muhalif milletvekilllerinin   dokunulmazlıklarının -anayasaya aykırı bir şekilde ve topluca- kaldırılması gibi olaylar nedeniyle AKP önderliğine karşı biriken öfkenin yarattığı dayanışma duygusuyla seçimler  yapıldı. 2019  mahalli  idareler seçimlerine böyle bir siyasi ortamda  girildi. Erdoğan muhalifleri kendiliğinden bir birliktelik psikolojisi ile oylarını kullandılar. Ekrem İmamoğlu’nun 2019 seçimini kazanmasının temel nedeni budur. 

İmamoğlu’nun seçilmesini -bir kez mazbatasının iptal edilmesine rağmen- AKP karşıtı cephenin  bir araya  gelmesi sağlamıştır. İmamoğlu’nu ikinci kez  belediye  başkanlığına  ezici bir çoğunlukla getiren oylar tepki oylarıydı. Bunun içinde HDP ve İYİP  oylarının oranı konusunda bir tahminde bulunmak zordur. 

İmamoğlu, İstanbullular  nazarında belediye başkanı seçilmesine rağmen mazbatası elinden alınmış, buna rağmen yine kazanmış bir siyaset adamıdır. Yönetimine iktidar tarafından inanılmaz boyutlarda müdahale edilmiş, hatta vesayet denetimi görüntüsü altında teftiş kumpasları kurulmuştur. Merkezi idareden transfer edilmesi gereken kaynaklar alabildiğince kısıtlanmıştır. Bütün bunlara rağmen İmamoğlu, samimiyetle çalışan bir belediye başkanı  profili vermektedir.  Bu arada cumhurbaşkanı  adayı olma ihtimaline karşı, absürt  bir dava ile yargılanmış  ve mahkum edilmiştir. Karar temyizde bulunmaktadır. 

SONUÇ NE OLABİLİR?

Günümüz itibariyle, siyasete  baktığımızda iktidar ekonomiyi yönetemez duruma düşmüştür. Ülke hiper-enflasyon sınırlarında yaşamaktadır. Rejim fiilen anayasasız bir rejimdir. Türkiye’de seçimler  iktidarın meşruiyetini sürdürme işlevi gören plebisit oylamalarına dönüşmüş bulunmaktadır. Mahalli idareler seçimlerinin bu koşullar altında   yapılacağı unutulmamalıdır. 

Erdoğan, İstanbul’da bir kez daha en sadık adamını sahaya sürdü: Murat Kurum. Kurum’un bakanlığı döneminden bir çok handikaplı işleri vardı. Buna bir de Erzincan’daki büyük çevre felaketi eklendi. Rakibi İmamoğlu karşısında destekçileri malum: tutucu güçler koalisyonu. 

Erdoğan, elindeki kamu gücünü sonuna kadar kullanarak, İstanbul’u İmamoğlu’nun elinden almaya kararlı  görünüyor.  İmamoğlu aslında bir sembol,  bütün engellemelere rağmen İstanbul’u  elinden almış,  kumpaslara, ayak oyunlarına rağmen elindeki kıt imkanlarla şehri yönetmeyi başarmış bir isim. Bu yetenekleriyle Erdoğan açısından ciddi bir endişe kaynağı teşkil ediyor. Erdoğan’ın gücüne meydan  okuyor. İYİP ve DEM’in kendi adayları ile sahaya çıkması, AKP adayının şansını arttırmış gibi görünüyorsa da son sözü seçmen söyleyecek. Parti yönetimleri  değil. 

Seçimde önemli bir faktör: seçmen kütükleri ve sandık  güvenliğidir. Başta İstanbul olmak üzere,  milyonlarca mülteci ve kaçak ülkemizde bulunmaktadır. Belirsiz sayıda mülteci vatandaşlık verilerek seçmen yapılmış durumdadır.  Seçim yargısının  en son  seçimlerde verdiği kararlar ortada iken  seçim sonucuna  yönelik  yapılabilecek projeksiyon ne olabilir? 

Unutulmamalıdır ki  seçmenlerin büyük bir ekseriyeti açısından İmamoğlu mağdurdur. Ve iktidar her alanda başarısızdır. Cepheleştirme siyaseti dışında barutu kalmamıştır. AKP’nin çıkardığı aday- Binali Yıldırım örneğinde görüldüğü gibi- hiç de parlak  bir aday değildir. 

Baskı altındaki seçim yargısına, elinin altındaki bütün kamu gücüne ve yandaş medyaya rağmen AKP’nin adayı , İmamoğlu karşısında yenilirse, bu mevcut iktidarı devirebilecek  yeni bir önder doğuyor demektir. 1994’te olduğu gibi yine İstanbul’dan.