İstanbul Nüfusunun Gelişimi
Günümüzde İstanbul, dünya ölçeğinde bir megapoldür. Osmanlı asırlarında da büyük bir şehirdi. 1885’te 673.000 olan nüfus, 1914’de 977.000’e yükselmişti. 1844-1885 yılları arasında şehrin Müslüman nüfusu %47 iken, 1914’te %62’ye ulaştı. Şehrin gayrimüslim nüfus oranındaki düşüş, kısmen Rumeli’den Türk göçleriyle kısmen de Rum ve Ermenilerin Avrupa ve Amerika’ya göç etmesiyle açıklanabilir.
1927’de yapılan ilk nüfus sayımında şehir nüfusu 710.000 olarak tespit edilmişti; bunun 373.124’ü Türk, 158.219’u Rum, 87.000’i Ermeni, 40.000’i Yahudi idi. Tek partili yıllarda nüfus artarak 1940’da 815.000’e çıktı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında muhtemel bir Alman taarruzuna karşı, İstanbul kısmen tahliye edildiğinden savaş sona erdiğinde nüfus 809.000’e gerilemişti.
Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950’de İstanbul artık milyonluk bir şehir olmuştu. Nüfus, kapitalizminin gelişimine paralel olarak göç almaya başlayarak 1960’da 1.5 milyona ulaştı. 60’lardan sonra ise katlanarak büyümeye devam etti.
DR. LÜTFİ KIRDAR’IN VALİ- BELEDİYE BAŞKANLIĞI
Demokrat Parti iktidarı öncesinde, İstanbul’un radikal kentleşme hareketlerinin öncüsü Dr. Kırdar olmuştur. Kırdar, su, aydınlatma ve kamu sağlığına kadar pek çok alanda kente batılı çözümlemeleri getiren yöneticidir. Dr. Kırdar’ın imar faaliyetleri, Henri Prost’un planları çerçevesinde olmuştur; örneğin 1940’da Taksim Topçu Kışlası yıkılarak İnönü Gezisi yapılmıştır. Spor ve Sergi Sarayı, Açık Hava Tiyatrosu, Atatürk Köprüsü, Yıldız ve Emirgan korularının park haline getirilmesi, Beşiktaş’ta metruk bir mezarlık alanı olan Abbasağa’nın park yapılması, şehrin her iki yakasında elektrik ve su şebekesinin etkin hale getirilmesi İnönü’nün göreve getirdiği Dr. Kırdar’ın eseri olmuştur.
Dr. Kırdar, kentin ilk stadyumunu inşa ettiren yöneticidir. Dolmabahçe Sarayı’nın ahırlarının bulunduğu (ıstabl-ı amire) binaları yıkarak yerine İnönü Stadyumu'nu yaptırmıştır. Stadyum inşaatı 1947’de bitirilmiştir.
Ne ilginçtir ki, İstanbul’a İnönü devri yöneticisi olarak damgasını vuran Dr. Lütfi Kırdar, “sabık ve sakıt Demokrat Parti iktidarının Sağlık Bakanı” olarak yargılanırken hayatını kaybetmiştir. Yani, günümüz siyasi iktidarının sahiplenerek, birçok kamu kurumuna adını verdiği Dr. Kırdar, Topçu Kışlası’nı yıkarak yerine İnönü Gezisini yapan İstanbul’un eski vali-belediye başkanından başkası değildir. Tarihin garip tecellisi herhalde bu olmalıdır.
HENRİ PROST’UN İMAR PLANI
Henri Prost, Paris Şehircilik Enstitüsü'nde yetişmiş bir şehir planlamacısı ve mimardı. Türkiye’yi tanımayan biri değildi. II. Abdülhamit döneminde Türkiye’ye gelmiş, Ayasofya üzerine tez hazırlamıştı. Marakeş, Kazablanka ve Rabat’ın planlanmasında çalışmış, uluslarasası üne sahip bir mimardı. Bizzat Atatürk tarafından davet edildiği 1936 yılına kadar, Almanya’dan H. Elgota, A. Anache, J. H. Lambert, Dr. I. M. Wagner gibi bir dizi şehir planlamacısı davet edilmişti. Hatta Prost’un rakibi Leon Corbusier de Atatürk’e mektup yazarak İstanbul’un imar planması işine talip olmuştu.
Prost, muhafazakar çevrelerin hışmına uğramış bir şehir planlamacısıdır. Genel olarak, kentin Osmanlı dokusunu ortadan kaldırdığı düşüncesiyle eleştirilir; hatta O’nu “Kemalizm’in Türkiye’ye attığı kazık” olarak niteleyenler de vardır. Kanımca, Prost’un 1937 imar planına ilişkin söylenecek şey şu olmalıdır;
O, İstanbul’u “ancient” imparatorluk başkentinden modern bir kente çevirmek istemiş, önerileri kısmen uygulanmıştır. Prost’un mimari ekolü modenleşme ile korumacılığı birleştirmeye dayanıyordu. Prost esas itibariyle Dr. Lütfi Kırdar’ın belediye başkanı olduğu dönemde İstanbul’u planlama ile meşgul olmuştur. Fiilen 15 yıl süreyle tarihi yarımada, Beyoğlu, Kadıköy, Üsküdar bölgelerinin imarı ile ilgilenmiştir. yaptığı plan, “Şehir Meclisince” onaylanarak yürürlüğe girmişti. Prost İstanbul’u seküler, modern bir şehir olarak düşünmüş; şehrin Bizans ve Osmanlı geçmişi buna yer yer eklemlenmiştir. Prost’un planında asli olan modern, tali olan mazidir.
Prost’un planları ancak kısmen hayata geçirilmiş, büyük ölçüde uygulanmamıştır. Örneğin, şehrin suriçi bölümünde, bugünkü Vatan Caddesi’nin olduğu yerde büyük bir zooloji-botanik parkı kurmayı düşünmüştü. Burası tamamlandığında 1 numaralı park olarak anılacaktı. 2 numaralı park ise Dolmabahçe Vadisinde “Demokrasi Parkı” adıyla planlanmıştı. Prost planının en anlamlı parçası, Taksim Gezi Parkıdır.
Prost, İstanbul’da bulunduğu süre içinde Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde dersler de vermiştir. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra, Menderes Hükümeti sözleşmesini feshetmesine rağmen, imar hareketleri, Menderes devrinde daha radikal bir şekilde devam etmiştir.
TOPÇU KIŞLASI’NIN GEZİ PARKI’NA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
Günümüzde zaman zaman alevlenen Taksim Topçu Kışlası tartışması bir şehircilik sorunu olmaktan ziyade politik bir tartışmadır. Olayın kökeninde büyük ölçüde İnönü devrinin izlerini silme düşüncesi vardır. Yıkılarak yerine İnönü Gezisi yapılan kışla, 1806 yılında inşa edilmiş, soğan kubbeli, eklektik tarzda bir bina idi. Taşkışla, Selimiye, Rami, Maçka, Kuleli kışlaları gibi erken 19. yüzyıl binasıydı. Mütarekede Senegalli askerlere tahsis edilmişti. Şehirde stadyumun olmadığı dönemde bu maksatla kullanılmıştı. 1923 Harrington Kupası maçları burada oynanmıştı.
İşlevi kalmamış kışlanın yıkılarak yerine bir park yapılması fikri Henri Prost’a aittir. Prost’un planını tereddütsüz uygulayan Dr. Lütfi Kırdar’dır. Kışlanın yıkılmasının büyük bir tarihi kayıp olarak gündeme getirilmesi, kanımca abartılı olup siyasallaşmış bir konudur.
Muhafazakar-modernleşmeci bir İstanbullu olan Çelik Gülersoy yıkımı eleştirirken, “Kışlanın müstesna bir eser olarak korunmasının, İstanbul’un sentezci havasına ve kişiliğine daha uygun olacağından” söz ederken, bir yandan da Kırdar’ı “1940’larda hiç değilse dürüst ve namuslu bir imarcı” olarak övmektedir.
Burhan Felek, yedek subay olarak görev yaptığı kışlayı, “dış duvarları ucuz sıva ile kaplanmış,çatısı delik deşik, askerlere yatacak koğuş bulmakta zorlanılan bir bina” olarak tasvir etmektedir.
Hiç kuşkusuz Taksim Topçu Kışlası kent kültürel mirasının bir parçasıydı. Erken cumhuriyet dönemi imar faaliyetleri kapsamında “kamu yararı” için yıkılmış, yerine Taksim Gezi Parkı yapılmıştır. Park, İnönü’nün “Milli Şef” olarak anıldığı dönemde yapıldığından İnönü Gezisi olarak anıldı. Demokrat Parti yönetimi tarafından engellenmemiş olsaydı, park, Prof. Rudolph Belling’in “At üstünde İnönü Heykeli” ile tamamlanmış olacaktı. Kuşkusuz heykel, II. Dünya Savaşı yıllarına hakim olan siyasal atmosferde yapılmıştı. Heykel Taksim Meydanına bakan en hakim noktaya yerleştirilecekti. 1950’den sonra Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı, Menderes’in başbakan olduğu bir dönemde, anamuhalefet lideri İnönü’nün heykelinin Gezi Parkı’na yerleştirilmesi elbette beklenemezdi.
Hatırlanacağı üzere, heykelin kaidesi, bir Dr. Kırdar dönemi icraatı olarak 12 Eylül ara rejimine kadar Taksim Meydanının bir parçası olmaya devam etti. Daha sonra, sessiz sedasız sökülerek, yarım asır depolarda bekleyen heykelle birlikte, İnönü’nün Maçka Taşlık’taki evinin yanındaki parkta gözlerden uzak bir yere dikildi.
Yani, Taksim Gezisi-Topçu Kışlası tartışması, şehircilik ile ilgili bir konu olmaktan ziyade, cumhuriyet devriminin siyasi aktörlerine duyulan derin husumetin bir yansımasıdır.
DR. LÜTFİ KIRDAR’IN DRAMATİK VEFATI
Yakın dönem siyasi tarihimizin en dramatik olaylarından biri Dr. Lütfi Kırdar’ın Yassıada yargılamaları sırasında kalp krizinden vefatıdır. Dr. Kırdar, günümüzde adı bir çok kamu binasına verilmiş olan eski vali ve belediye başkanıdır. Kırdar, son Menderes hükümetlerinde Sağlık Bakanlığı yapmış önemli bir şahsiyettir.
Dr. Kırdar, İttihat ve Terakki devrinden beri tanınan, bilinen bir göz hekimi idi. Becerikli, idareci yönü güçlü bir hekimdi. Meşrutiyetten itibaren Türkçü-Anadolucu çevrelerin içinde yer almıştı. Köycülük Cemiyeti’nin kurucularından biri olmuştu.
27 Mayıs 1960, Dr. Kırdar’ın DP kadroları içinde yer aldığı bir zamana tesadüf etti. Devrik hükümetin bakanı olduğu için tutuklandı. Yüksek Adalet Divanı yargılamaları sırasında 18 Şubat 1961 günü mahkeme salonunda hayata veda etti.
Dramatik olan şudur ki Dr. Kırdar’ın gerçek siyasi kimliği İttihat ve Terakki ve tek parti CHP’sidir. Kırdar, Atatürk tarafından başarılı yöneticiliğiyle takdir edilmiş bir vali, Milli Şef döneminin İstanbul valisi ve belediye başkanıdır. Yani, Dr. Kırdar’ı, Demokrat Partili olmaktan ziyade, İnönü’nün siyasi-idari kadrosunda mütalaa etmek daha doğrudur.
O’nun Demokrat Parti’ye intisabını, Ali Fuat Cebesoy’unkine benzetmek doğru olur. Buna, siyaseten fazla angaje olmayan bir parti mensubiyeti, şartlar gereği baskın partinin içinde yer alma zarureti diyebiliriz.
FAHRETTİN KERİM GÖKAY VE BAŞBAKAN MENDERES
Ünlü bir hekim olan Fahrettin Kerim Gökay, 1949’da, Lütfi Kırdar’ın Stockholm’e büyükelçi olarak atanması üzerine İstanbul vali- belediye başkanlığı görevine getirilmişti. Demokrat Parti yönetimi askeri ve mülki bürokrasi ve yargıda geniş çaplı değişiklikler yapmış olmasına rağmen, Ord. Prof. Dr. Gökay’ı uzun süre görevden almadı. Menderes ile birçok konuda anlaşmazlığa düşmüş olmasına rağmen Fahrettin Kerim, belediyenin vilayet yönetiminden ayrılmasına kadar görevde kaldı. Bu da DP’nin İnönü’nün İstanbul yönetiminin başına getirdiği kişiyle neredeyse iktidarın büyük bölümünde birlikte çalıştığı anlamına gelir.
Unutulmamalıdır ki Fahrettin Kerim, 1950 seçimlerinin hemen öncesinde CHP tarafından düzenlenen İstanbul mitinginde toplanan kalabalığı İnönü’ye göstererek “İşte İstanbul Paşam...” diyen idarecidir. Bayar-Menderes ikilisi buna rağmen, 1957 yılına kadar Fahrettin Kerim’i görevden almamıştır. Dr. Kırdar zamanında bir Şark başkenti olmaktan çıkarak bir cumhuriyet şehri haline gelen İstanbul, Menderes döneminde daha batılı bir kent görünümüne kavuşmuştur. Hilton Oteli bu anlamda çok ciddi bir adımdır. 1951’de başlatılan inşaat, 1955’te otelin açılması ile bitmiştir. Önemli bir nokta, İstanbul Hilton, İkinci Dünya Savaşından sonra, ABD dışında yapılan ilk üç otelden biridir. Pera Palas ve Park Oteli imparatorluk ve erken cumhuriyet dönemlerini simgelerken, İstanbul Hilton, uluslararası kapitalizme açılışı simgeler; otelin beş gün süren şenliklerle açılışı anlamlıdır.
Menderes Prost’un mukavelesini feshetmiş olsa da onun planlarını izlemiş, onun hayal edemeyeceği büyük istimlakleri, hukuku pek de dikkate almadan gerçekleştirmiştir. Menderes’i 1954 seçimlerini kazandıktan sonra bu kadar atak yapan, İstanbul’u yığma bir kent olarak görmesiydi. Bu konuda haklıydı. Yeşilköy Havalimanından şehre inen yabancıların bir Ortaçağ kentine geldikleri izlenimini silmek düşüncesindeydi. Menderes imar hareketlerinin, Havalimanı- suriçi arasında yoğunlaşmasının sebebi budur. Menderes’in eski İstanbul’u yıkım hareketlerini Saint Petersburg, Paris ve New York’taki “yaratıcı yıkıcılık” sürecine benzeten şehir planlamacıları olmuştur. Menderes, 7300 istimlak ile gerçekleştirdiği imar hareketini “İstanbul’un yeniden fethi” olarak tanımlarken, zamanın karikatürlerinde birinde bir kılıç ile “Gordium düğümünü” çözen başbakan olarak resmedilmişti.
Menderes’i Batılı yaratıcı yıkıcılıktan ayıran şey, alaturka yöneticiliği ve hukuka karşı olan duyarsızlığıydı. Fahrettin Kerim Gökay ile araları 6-7 Eylül’den sonra açıldı; büyük istimlak hareketi sırasında çatışmaya dönüştü. Nihayet Fahrettin Kerim, Bern Büyükelçiliği görevine atanarak görevinden alındı.
MENDERES’İN İSTANBUL’A YÖNELİK POLİTİKALARI
Menderes’in başbakanlığı döneminde en somut kent-içi değişiklikler açılan bulvarlar oldu. En büyük istimlak ve yıkımlar Bizans-Osmanlı bakiyesi suriçi bölgesinde gerçekleşti. Bu dönem, “çanak çömlek dinlemez basar geçeriz” anlayışının tarihimizdeki ilk uygulaması oldu.
Şurası muhakkaktır ki Menderes, şehrin siluetini ciddi manada değiştiren başbakan olmuştur. 50 metre genişliğinde Vatan ve Millet bulvarlarının Aksaray Meydanında buluşmaları, Yenikapı Rum mahallesinin istimlak edilerek, Sirkeci-Florya sahil yolunun (Kennedy Caddesi) deniz doldurularak gerçekleştirilmesi, Havaalanını şehre bağlayan Londra Asfaltı ve nihayet 1958’de açılan Barbaros Bulvarı Menderes imar hareketlerinin başlıcalarıdır.
Menderes’in imar faaliyetleri ve 6-7 Eylül 1955 olayları, İstanbul’un demografik tarihi açısından anlamlıdır. Bazı yazarlar Menderes dönemini İstanbul’un Türkleşmesi ve azınlıkların tasfiyesi olarak yorumlarlar. Bilindiği gibi Lozan Barışı ile nüfus mübadelesi dışı tutulan Rum Ortodoks ahali, şehrin “Anadolulu göçmenler tarafından fethi ile” oransal olarak adeta erimiştir.
Şehrin nüfusu 50’lerin başında 1.2 milyon iken 1960’da 1.9 milyona çıkmıştır. Türk-Yunan gerginliği, Ege Adaları, Kıbrıs sorunu gibi sorunlar, Rum azınlığın demografik olarak çöküşe geçmesini hızlandırmıştır. Bütün Osmanlı tarihi boyunca İstanbul’un kozmopolit yapısının en önemli unsuru olan Rum nüfus erimiştir. Bugün İstanbul Rum Ortodoks nüfusun sembolik olarak var olduğu bir şehirdir.
Menderes döneminde imar hareketlerine paralel olarak ulaştırma anlayışı da değişmiştir. 19. yüzyıldan itibaren şehir bir tramvaylar şehri olmuştu; atlı tramvaylarla başlayan toplu taşımacılık Silahtar Santrali’nin açılmasıyla (1914) elektrikli hatlarla devam ettirilmiş, cumhuriyet döneminde hatlar geliştirilmişti.
Erken cumhuriyet döneminden itibaren başlıca tramvay hatları şunlar olmuştur: Avrupa yakasında; Fevzipaşa-Vatan-Millet-Ordu Caddesi-Yeniçeriler-Karaköy, Dolmabahçe-Beşiktaş-Yıldız, Taksim-Elmadağ-Şişli, Fatih-Harbiye; Anadolu yakasında ise Üsküdar Meydanı-Ahmediye-Çiçekçi-Kadıköy, Kadıköy-Altıyol-Moda, Üsküdar-Kısıklı hatları. Menderes’in karayolu taşımacılığına dayalı ulaştırma anlayışı tramvay hatlarının 1960’lara kadar tamamının sökülmesi ile sonuçlandı. Bunu bir elektrikli hava hattı ile desteklenen troleybüsler izleyecektir.
Netice itibariyle, Demokrat Parti döneminde eski İstanbul, daha sonra altında ezileceği yoğun bir demografik hareketlilik yaşadı. İkinci Dünya Savaşı sonrası “hür dünyanın” yarattığı ulaştırmacılık anlayışı tarihe geçmiş oldu. Unutulmamalıdır ki Menderes’in İstanbul’da gerçekleştirdiği köklü değişiklikler, Batı kamuoyunda çok olumlu karşılanmış, Avrupa Konseyine bağlı Belediyeler Birliği 1959’da Le Prix d’La Europa ödülünü İstanbul’a vermiştir.
27 Mayıs ihtilali DP yönetimini devirirken, aynı zamanda Menderes’in göreve getirdiği -her ne kadar Belediye Meclisi tarafından seçilmiş olsa da- Kemal Aygün’ü azlederek bir devri kapatmış oldu.
İSTANBUL’UN DÖNÜŞÜMÜ : 1923-1963
Cumhuriyet yönetimi İstanbul’u devraldığında şehir, imparatorluk mirasını sinesinde barındırıyordu. Geçmişte bütün Anadolu ve Rumeli toprakları payitahta bağlı ve ona hizmet ederken, artık başkenti küçük bir Anadolu kasabası olan yeni Türkiye Devleti’nin bir vilayeti olarak gözden düşmüş bir şehirdi.
İstanbul, yaklaşık bir yıl süreyle TBMM Hükümeti’ne bağlı ama müttefik işgalinin fiilen devam ettiği bir vilayet olarak kaldı. Gerçek anlamda İstanbul’un kurtuluşu, Lozan Barışı ile gerçekleşti. Barış Anlaşması taraflarca onaylandıktan sonra müttefikler şehri tahliye ettiler.
Bununla birlikte, 1 Kasım 1922-6 Ekim 1923 arasında da İstanbul, Ankara yönetimine bir “fevkalade mümessil” aracılığıyla bağlıydı. Bu kişi önce Refet Paşa sonra Dr. Adnan Adıvar olmuştur. TBMM’nin 307 ve 308 sayılı kararları ve son sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın istifası ile mercisiz kalan İstanbul Belediye Meclisi Ankara Hükümeti’ne bağlılığını bildirmiştir. Bir süre sonra Ankara, eski payitahtı, bir vilayet olarak örgütlemiş ve Ali Haydar Bey’i (Yuluğ) vali olarak atamış, Şehremini Ziya Bey’i görevinden azlederek İstanbul Şehremaneti valiliğin uhdesine verilmiştir. Görevi devralan vali-belediye başkanı Dersaadet Belediye Kanunu ve onu tadil eden Kanun-u Muvakkat çerçevesinde belediye işlerini yürütmeye devam etti; Ali Haydar Bey’den sonra, Operatör Emin Bey ve Muhittin Bey, şehrin mülki ve mahalli idarelerinin amiri olarak görevlerini sürdürdüler.
1930 tarihli, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu bir çerçeve kanun olarak çıkarıldı. İstanbul için mahalli ve mülki idare birleştirilerek tek bir idare haline getirildi. İl Genel Meclisi “Şehir Meclisi” adıyla aynı zamanda belediye meclisi işlevini üstlendi. Bu durum esas itibariyle, 1924 Anayasasının mahalli idareler için öngördüğü tevsi-i mezuniyet ve tefrik-i vezaif (yetki genişliği ve görevler ayrımı) ilkesinden kaynaklanmakla birlikte, diğer vilayetler için söz konusu olan vesayet denetimi İstanbul için mahalli ve mülki idarenin birleştirilmesi biçiminde uygulanmıştır. İstanbul birleşik yönetimi Fahrettin Kerim Gökay döneminin sonuna kadar devam etti. Demokrat Parti, 1954 tarihli 6349 sayılı “İstanbul Birleşik İdaresinin Ayrılması Hakkında Kanun” ile İstanbul Belediyesini Vilayet yönetiminden ayırdı. Bunun için bir geçiş rejimi uygulanacaktı. Sonuç itibariyle, teşekkül eden “Belediye Meclisi, Şubat 1955 içtimaında belediye reisini intihab edecek ve reis 1 Mart 1955 günü vazifesine başlayacaktır” denilmekle birlikte geçiş ancak 1958’de tamamlanabilecektir. Bu tarihte ilk kez Belediye Meclisi, belediye başkanını seçecektir. Belediye başkanının iki dereceli seçimle göreve gelmesi, 1963 yılına kadar devam etti.
İstanbul, çok partili siyasal hayatın başladığı ve Türkiye’nin kapitalist dünyaya entegre olduğu tarihlere kadar çok büyük değişiklikler geçirmedi. Atatürk, yürekten bağlı olduğu şehrin modernleşmesi için bir imar planına gerek duyulduğunun farkındaydı. O’nun sağlığında Henri Prost’un davet edilmesinin sebebi buydu. Şehirde, yeni devleti ve cumhuriyet rejimini sembolize eden heykeller ve alanlar ile kamu hizmetlerinin kalitesinin arttırılması yönünde adımlar atıldı.
Kentin görünümdeki ilk büyük değişiklikler, Atatürk’ün vefatından sonra, Dr. Lütfi Kırdar’ın zamanında gerçekleşecektir. Ne ilginçtir ki, bütün bu yenilikler büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı yıllarına tekabül etmektedir. Dr. Kırdar’ın şehirde yaptığı değişikler, modern seküler hayatın kamusal alanlarını yaratmak yönünde olmuştur.
İstanbul’un çehresindeki en radikal değişiklikler ise Demokrat Parti devrine tesadüf eder; bunların temelinde Menderes’in “trafik su gibi akmalı” hedefi ile başlattığı, geniş cadddeler ve bulvarlar açmak düşüncesi vardır. Denilebilir ki Menderes’in öncülük ettiği imar hareketleri, günümüz İstanbul’unun altyapısını oluşturmuştur. Gerçekte Osmanlı payitahtını yıkan ve şehri Avrupai tarzda bulvarlar şehri haline getiren Adnan Menderes ve Demokrat Parti yönetimi olmuştur. İstanbul’un son vali-belediye başkanı Ethem Yetkinerdi. İstanbul birleşik yönetimin ayrılması yasası uyarınca Belediye Meclisi tarafından belediye başkanlığı görevine getirilen kişi, Ankara Valisi Kemal Aygün olacaktı.
İstanbul Belediye Başkanının, Belediye Meclisi tarafından seçilmesi usulü 1961 Anayasası yürürlüğe girinceye kadar devam etti. O tarihten günümüze kadar belediye başkanları tek turlu basit çoğunluk sistemi ile seçilmektedir. 1961 genel seçimlerinden sonra, 27 Temmuz 1963’te mahalli idareler seçimleri yapıldı. İstanbul’da yapılan ilk seçimde belediye başkanlığını CHP’nin adayı Haşim İşcan kazandı.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza