Bizler
Artık, Değişen Değil, Değişmiş Bir Topluluğun Üyeleriyiz
Gelişmiş
bir toplum, içerisinde yaşayan üyelerine ne vaat eder? Detaylı bir tanımlamaya
girmeden, aklımıza gelen ilk birkaç maddeyi sıraladığımızda bile, zihin
dünyamızda bir resim oluştururuz ve bu tabloyu gayri ihtiyari yaşadığımız
topluluğun imkanları ile kıyaslarız. Birlikte düşünelim, kelimelerimiz
birebir aynı olmasa bile, bir noksan bir fazla aynı şeyleri sıralayacak olmamız
kuvvetle muhtemel: hayat hakkının korunması, barınma güvencesi, beslenme
endişesinin olmaması, güvenli ve hukuki koşullarda çalışma olanakları,
adaletinden emin olunan bir hukuk sisteminin ve kolluk kuvvetlerinin varlığı.
Ayrıca,
hayatı sadece kendi açımızdan değerlendirmediğimiz için, bir diğer doğal beklentimiz ise
gelecek nesillerimizin güvence altında olduğunu bilme ihtiyacıdır. İlk
düşünüşte aklımıza gelen ve neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyen bu ön
koşullar, içerisinde yaşadığımız topluluğun yaşanılabiliğ için olmazsa
olmazlarımızdır.
Bu
sıralama, gündelik dilde talebi aşikar ve de duymaya aşina olduğumuz ifadeler
olmasa bile, noksanlıkları halinde, topluluk olarak gösterilen ortak
reaksiyonlara sebebiyet verir. Aktüel durumda, halkı yansıtan bütün
haber kaynaklarında, acil siren sesleri duyuyor olmamız, hiç şüphesiz bu
tepkinin bir neticesidir.
Topluluğun Yeniden Tanımlanması
Artık
bir masanın etrafına toplanıp içerisinde bulunduğumuz durumu tanımlamanın vakti
gelmiş olabilir mi? Yaşadığımız topluluğu yeniden tanımlamak gerekiyor.
Tanımlamadığımız, dolayısıyla da tanımadığımız bir toplum üzerine envai çeşit
yorumlarla, sürekli şaşkınlık göstererek, ‘bu durum böyle devam edemez’,
diyoruz. Bu tepki, dikkatleri gidişata çekmek açısından elbette ki
gerekli; ancak efektif olmayan, sonsuz tekrardan ibaret bir sarmalın içerisine
çekildiğimizi de içtenlikle kabul etmeliyiz. Çünkü, üçüncü sayfaya düşen,
haberlerini yaptığımız, üzüldüğümüz, kızdığımız, hatta öfke duyduğumuz topluluk
ile birlikte sürükleniyoruz. Bizler artık değişen değil, değişmiş bir
topluluğun üyeleriyiz ve yeni karakteristik özelliklerimiz maalesef
sivilize bir topluluğa işaret etmiyor.
Peki,
yerleşik düzene geçmiş bir ülkede, parlamento varsa, bir sürü kravatlı takım
elbiseli adam oradan oraya dolaşıyorsa, üniversiteler, profesörler, hastaneler,
bilimum kurumlar, hukuk sistemi, basın organları bulunuyorsa, bu ülkeye kabile
demek biraz garip olmaz mı? Mucibi acaibesi kendinden menkul bir
durum. Bütün sistem komponentleri mevcut olmasına ve işliyor
görünmesine rağmen, aslında çarklar
geriye doğru dönüyor olabilir mi? Ve biz medeni bir toplum olmak yerine, ilkel
bir kabileye dönüşüyor olabilir miyiz?
İlkel
Ve Modern Toplumlar Arasındaki Farklar
Durkheim,
The Division of Labor in Society adlı eserinde, ilkel ve modern toplumlar
arasındaki farkları analiz ederken, ilkel toplumlarda mekanik dayanışmanın
baskınlığına işaret eder. Durkheim'a göre, mekanik dayanışma, bireylerin benzer işlevlere sahip
olduğu ve ortak değerlerin egemen olduğu bir dayanışma türüdür. Bu tür
toplumlarda hukuk, cezalandırıcıdır ve toplumsal normların ihlalini sert bir
şekilde cezalandırır.
Modern toplumlarda ise organik dayanışma hakimdir ve hukuk daha çok tazmin
edici bir nitelik taşır.
Dolayısıyla,
hukukun cezalandırıcı bir rol üstlenmek durumunda kaldığı toplumlarda,
topluluğun suç, ahlak ve etik ile olan ilişkileri de modern toplumlarda
olduğundan çok daha farklı bir seviyededir. Suçların cezaları, cezaların
suçları tetiklediği bir toplulukta dejenerasyonların ve tahribatların
oluşmamasından söz edilebilir mi?
Peki biz nasıl bir ülkeyiz? Nasıl bir
topluluğun üyeleriyiz? Kimiz biz?
Dışına medeniyet elbisesi giydirilmiş, çağdaş
görünümlü, ancak içerisine bakıldığında katletmekten çekinmeyen, şiddeti
normalleştiren, biilimsel metotlardan, bilimsel düşünce şeklinden her geçen gün
biraz daha uzaklaşan, geriye ket vuran bir kabile olabilir miyiz?
İnsan
ne olduğunu bilmeden, neleri düzeltmesi gerektiğini kestirebilir mi? Dolayısıyla öncelikle kim olduğumuzu ve
medeniyet cetvelinin neresinde olduğumuzu en gerçekçi analizler ile tespit
etmemiz gerekiyor. Öyle ya, değişkenlerin doğru ölçülmesi, önceden
belirlenmiş sabit değerlere bağlıdır. Medeniyet cetveli ise zannettiğimiz kadar
soyut bir ölçü birimi değil.
Şöyle ki, hiçbir topluluk, ilkel bir kabile
olmanın sancılı süreçlerini aşmadan, modern topluluğa dönüşmemiştir.
Dolayısıyla dünya insanlığının elinde, modern topluluğun nasıl olması gerektiği
ile ilgili sabitler mevcuttur. Aklımıza ilk gelen isimlere baktığımızda bile,
karşılaşacağımız tespitlerin birebir uygunluğu hayrete muciptir.
Bu hususta çalışmalar yapmış, ilkel toplulukları, modern
toplulukları ve bunlar arasındaki farkları analiz etmiş bilim insanlarının
analizleri sonucunda oluşturdukları şablonlarda, içerisinde yaşadığımız
toplumun özelliklerini açık bir şekilde görmek bile esasen şaşkınlık vericidir.
Medeniyet Cetveli
Örneğin,
Freud, ilkel kabilelerde hukuk sisteminden söz ederken, hukuk, kolektif bilinç
ve ortak değerler üzerine kuruludur der. Toplumsal normlar, kabile üyeleri
tarafından paylaşılan inanç ve değerler aracılığıyla sürdürülür. Bu nedenle,
yazılı yasalar yerine, herkesin bildiği ve uyduğu ortak kurallar olan sosyal
baskı ve dışlama önemli bir rol oynar. Toplumsal kurallara uymayan
bireyler, kabile tarafından dışlanabilir veya ritüel cezalarla karşılaşabilir.
Dolayısıyla bu tür sosyal mekanizmalar, bireylerin toplumsal normlara uygun
davranması için zorlar.
Max
Weber, modern toplumların temel özelliği olarak rasyonelleşmenin önemini
derinlemesine vurgular. Rasyonelleşmeyi, toplumsal yaşamın ve kurumların akılcı
ve sistematik bir şekilde düzenlenmesi süreci olarak tanımlar. Bu süreç, geleneksel ve karizmatik
otoritelerin yerini bürokratik ve hukuki otoritelere bırakması ile karakterize
edilir. Weber'e göre, modern toplumlarda kararlar ve işlemler, kişisel ve keyfi
değerlendirmeler yerine, rasyonel ve hukuki kurallar çerçevesinde alınır. Çünkü
uzmanlaşmış ve profesyonel yöneticilerin, belirli kurallar ve prosedürler
çerçevesinde işlerini yürüttüğü bir yönetim sistemi olan bürokrasi, modern
toplumların en belirgin özelliğidir. Etkinlik ve hesap verilebilirlik sağlayan
bürokrasi, modern toplumların karmaşık ihtiyaçlarını ve fonksiyonlarını
düzenlemenin tek yoludur. Ayrıca Weber, hukukun, Modern toplumlarda
hukukun, rasyonelleşme sürecinin temelini oluşturduğunu belirtir.
Bu
bahise devam ederken, Claude Lévi-Strauss’un The Savage Mind kitabını
atlamak olmaz tabi. Lévi-Strauss,
Yaban Düşünce adlı eserinde kabile özelliği gösteren topluluklar ile
modern topluluklar arasındaki özellikleri anlatırken, medeniyet cetvelinin en
belirgin ölçü birimlerinden söz eder. Lévi-Strauss'a göre; ilkel toplumlar,
çevrelerini anlamlandırmak için daha çok 'brikolaj' davranırlar. Yani, mevcut
malzeme ve kaynakları kullanırlar. Modern toplumlar ise içerisinde yaşadıkları
çevreyi anlamlandırmak için 'bilimsel' ve sistematik yöntemler kullanırlar.
Modern toplumlarda sosyal sistemler, bürokratik ve kurumsal organizasyon
yapılarına dayanırken, ilkel toplumların sosyal sistemleri, genellikle
akrabalık bağlarına ve ritüellere dayalıdır.
Mitoloji ve ritüeller, ilkel toplumların
dünyayı anlama ve açıklama yöntemidir. Öyle ki, mitler, doğal olayları ve
toplumsal normları anlamlandırmak için bile kullanılırken, modern toplumların
kendilerini açıklama yöntemleri bilimsel ve rasyonel çerçevenin dışına çıkmaz.
Nancy Fraser ise modern bir toplumun
gerçekleştirilebilmesi ön koşulunu ekonomik, kültürel ve sosyal reformların
birlikte yürütülmesi gerekliliğine bağlar. Fraser'a göre toplumdaki sosyal
adalet, ekonomik eşitlik ve tanınma dinamikleri, toplumdaki cinsiyet eşitliği
ile direkt bağlantılıdır. Cinsiyet eşitliği, modern bir toplum için gerekli
olan çok yönlü reformların mihenk taşıdır.
Bu ve benzeri duayenlerin çalışmaları ışığında
eriştiğimiz sivilize toplum şablonları, çağlar üzeri araştırmaların neticesinde
oluşmuş deneyimlerin sonucudur. Dolayısıyla bu bilgiyi bir ulusa, bir sınıfa,
yahut taraflı bir çerçeveye atamak mümkün değildir.
Dolayısıyla
bu deneyim, tespit ve bilgi birikimleri şablonunda kendi pozisyonumuza
baktığımızda, ağır bir hakaret gibi karşıladığımız gerçek şu oluyor: "
İlkel bir kabile gibi davranarak
erişilecek tek sonuç, ilkel bir kabile olmaktır."
İçerisinde
yaşadığımız toplulukta, kabilenin sesleri, ‘kültürel özelliklerimiz’ adı
altında her gün biraz daha özgüvenle yükseliyorsa. Ve bu sesler bize pedofil
bir suç eylemini; 13 yaşında bir kız çocuğu, annesi ve babası izin verirse imam
nikahı ile evlendirilebilir olarak aktariyorsa. Ayni ses, namus cinayetlerini
gelenek örtüsü altında kavramlaştırarak, katili toplumun vicdanında haklı bir
yerde pozisyonlandıracak kadar güçlüyse. Kültür dediğimiz, geleneksel çukurdan
yükselen seslerin, modern bir toplumdan mı yoksa ilkel bir kabileden mi
yükseldiğini tespit etmek sanıyorum çok karmaşık bir süreç değil. Üstelik bu sesler, tatbik edildikleri
ayan beyan ortada olan pratikler olarak, dogmatik sabitlerin sahnesinde gerçek
hayatlara servis ediliyorsa, sahiden durup düşünmemiz gerekmiyor mu:
Biz 80 milyonluk ilkel bir kabile miyiz? Bir Kabilenin
sivilize bir toplum olmak için ıhtiyaç duyduğu en temel reformlar nelerdir.
Gerekli reformları, bu günün toplumuna ulaştırmanın yolları nelerdir?
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi