Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

80 Milyonluk Bir Kabile Olabilir Miyiz?

Bizler Artık, Değişen Değil, Değişmiş Bir Topluluğun Üyeleriyiz

Gelişmiş bir toplum, içerisinde yaşayan üyelerine ne vaat eder? Detaylı bir tanımlamaya girmeden, aklımıza gelen ilk birkaç maddeyi sıraladığımızda bile, zihin dünyamızda bir resim oluştururuz ve bu tabloyu gayri ihtiyari yaşadığımız topluluğun imkanları ile kıyaslarız. Birlikte düşünelim, kelimelerimiz birebir aynı olmasa bile, bir noksan bir fazla aynı şeyleri sıralayacak olmamız kuvvetle muhtemel: hayat hakkının korunması, barınma güvencesi, beslenme endişesinin olmaması, güvenli ve hukuki koşullarda çalışma olanakları, adaletinden emin olunan bir hukuk sisteminin ve kolluk kuvvetlerinin varlığı.

Ayrıca, hayatı sadece kendi açımızdan değerlendirmediğimiz için, bir diğer doğal beklentimiz ise gelecek nesillerimizin güvence altında olduğunu bilme ihtiyacıdır. İlk düşünüşte aklımıza gelen ve neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyen bu ön koşullar, içerisinde yaşadığımız topluluğun yaşanılabiliğ için olmazsa olmazlarımızdır.

Bu sıralama, gündelik dilde talebi aşikar ve de duymaya aşina olduğumuz ifadeler olmasa bile, noksanlıkları halinde, topluluk olarak gösterilen ortak reaksiyonlara sebebiyet verir. Aktüel durumda, halkı yansıtan bütün haber kaynaklarında, acil siren sesleri duyuyor olmamız, hiç şüphesiz bu tepkinin bir neticesidir.

Topluluğun Yeniden Tanımlanması

Artık bir masanın etrafına toplanıp içerisinde bulunduğumuz durumu tanımlamanın vakti gelmiş olabilir mi? Yaşadığımız topluluğu yeniden tanımlamak gerekiyor. Tanımlamadığımız, dolayısıyla da tanımadığımız bir toplum üzerine envai çeşit yorumlarla, sürekli şaşkınlık göstererek, ‘bu durum böyle devam edemez’, diyoruz. Bu tepki, dikkatleri gidişata çekmek açısından elbette ki gerekli; ancak efektif olmayan, sonsuz tekrardan ibaret bir sarmalın içerisine çekildiğimizi de içtenlikle kabul etmeliyiz. Çünkü, üçüncü sayfaya düşen, haberlerini yaptığımız, üzüldüğümüz, kızdığımız, hatta öfke duyduğumuz topluluk ile birlikte sürükleniyoruz. Bizler artık değişen değil, değişmiş bir topluluğun üyeleriyiz ve yeni karakteristik özelliklerimiz maalesef sivilize bir topluluğa işaret etmiyor.

Peki, yerleşik düzene geçmiş bir ülkede, parlamento varsa, bir sürü kravatlı takım elbiseli adam oradan oraya dolaşıyorsa, üniversiteler, profesörler, hastaneler, bilimum kurumlar, hukuk sistemi, basın organları bulunuyorsa, bu ülkeye kabile demek biraz garip olmaz mı? Mucibi acaibesi kendinden menkul bir durum. Bütün sistem komponentleri mevcut olmasına ve işliyor görünmesine  rağmen, aslında çarklar geriye doğru dönüyor olabilir mi? Ve biz medeni bir toplum olmak yerine, ilkel bir kabileye dönüşüyor olabilir miyiz?

İlkel Ve Modern Toplumlar Arasındaki Farklar

Durkheim, The Division of Labor in Society adlı eserinde, ilkel ve modern toplumlar arasındaki farkları analiz ederken, ilkel toplumlarda mekanik dayanışmanın baskınlığına işaret eder. Durkheim'a göre, mekanik dayanışma, bireylerin benzer işlevlere sahip olduğu ve ortak değerlerin egemen olduğu bir dayanışma türüdür. Bu tür toplumlarda hukuk, cezalandırıcıdır ve toplumsal normların ihlalini sert bir şekilde cezalandırır. Modern toplumlarda ise organik dayanışma hakimdir ve hukuk daha çok tazmin edici bir nitelik taşır.

Dolayısıyla, hukukun cezalandırıcı bir rol üstlenmek durumunda kaldığı toplumlarda, topluluğun suç, ahlak ve etik ile olan ilişkileri de modern toplumlarda olduğundan çok daha farklı bir seviyededir. Suçların cezaları, cezaların suçları tetiklediği bir toplulukta dejenerasyonların ve tahribatların oluşmamasından söz edilebilir mi?

Peki biz nasıl bir ülkeyiz? Nasıl bir topluluğun üyeleriyiz? Kimiz biz?

Dışına medeniyet elbisesi giydirilmiş, çağdaş görünümlü, ancak içerisine bakıldığında katletmekten çekinmeyen, şiddeti normalleştiren, biilimsel metotlardan, bilimsel düşünce şeklinden her geçen gün biraz daha uzaklaşan, geriye ket vuran bir kabile olabilir miyiz?

İnsan ne olduğunu bilmeden, neleri düzeltmesi gerektiğini kestirebilir mi? Dolayısıyla öncelikle kim olduğumuzu ve medeniyet cetvelinin neresinde olduğumuzu en gerçekçi analizler ile tespit etmemiz gerekiyor. Öyle ya, değişkenlerin doğru ölçülmesi, önceden belirlenmiş sabit değerlere bağlıdır. Medeniyet cetveli ise zannettiğimiz kadar soyut bir ölçü birimi değil.

Şöyle ki, hiçbir topluluk, ilkel bir kabile olmanın sancılı süreçlerini aşmadan, modern topluluğa dönüşmemiştir. Dolayısıyla dünya insanlığının elinde, modern topluluğun nasıl olması gerektiği ile ilgili sabitler mevcuttur. Aklımıza ilk gelen isimlere baktığımızda bile, karşılaşacağımız tespitlerin birebir uygunluğu hayrete muciptir.

Bu hususta çalışmalar yapmış, ilkel toplulukları, modern toplulukları ve bunlar arasındaki farkları analiz etmiş bilim insanlarının analizleri sonucunda oluşturdukları şablonlarda, içerisinde yaşadığımız toplumun özelliklerini açık bir şekilde görmek bile esasen şaşkınlık vericidir.

Medeniyet Cetveli

Örneğin, Freud, ilkel kabilelerde hukuk sisteminden söz ederken, hukuk, kolektif bilinç ve ortak değerler üzerine kuruludur der. Toplumsal normlar, kabile üyeleri tarafından paylaşılan inanç ve değerler aracılığıyla sürdürülür. Bu nedenle, yazılı yasalar yerine, herkesin bildiği ve uyduğu ortak kurallar olan sosyal baskı ve dışlama önemli bir rol oynar. Toplumsal kurallara uymayan bireyler, kabile tarafından dışlanabilir veya ritüel cezalarla karşılaşabilir. Dolayısıyla bu tür sosyal mekanizmalar, bireylerin toplumsal normlara uygun davranması için zorlar.

Max Weber, modern toplumların temel özelliği olarak rasyonelleşmenin önemini derinlemesine vurgular. Rasyonelleşmeyi, toplumsal yaşamın ve kurumların akılcı ve sistematik bir şekilde düzenlenmesi süreci olarak tanımlar. Bu süreç, geleneksel ve karizmatik otoritelerin yerini bürokratik ve hukuki otoritelere bırakması ile karakterize edilir. Weber'e göre, modern toplumlarda kararlar ve işlemler, kişisel ve keyfi değerlendirmeler yerine, rasyonel ve hukuki kurallar çerçevesinde alınır. Çünkü uzmanlaşmış ve profesyonel yöneticilerin, belirli kurallar ve prosedürler çerçevesinde işlerini yürüttüğü bir yönetim sistemi olan bürokrasi, modern toplumların en belirgin özelliğidir. Etkinlik ve hesap verilebilirlik sağlayan bürokrasi, modern toplumların karmaşık ihtiyaçlarını ve fonksiyonlarını düzenlemenin tek yoludur. Ayrıca Weber, hukukun, Modern toplumlarda hukukun, rasyonelleşme sürecinin temelini oluşturduğunu belirtir.

Bu bahise devam ederken, Claude Lévi-Strauss’un The Savage Mind kitabını atlamak olmaz tabi. Lévi-Strauss, Yaban Düşünce adlı eserinde kabile özelliği gösteren topluluklar ile modern topluluklar arasındaki özellikleri anlatırken, medeniyet cetvelinin en belirgin ölçü birimlerinden söz eder. Lévi-Strauss'a göre; ilkel toplumlar, çevrelerini anlamlandırmak için daha çok 'brikolaj' davranırlar. Yani, mevcut malzeme ve kaynakları kullanırlar. Modern toplumlar ise içerisinde yaşadıkları çevreyi anlamlandırmak için 'bilimsel' ve sistematik yöntemler kullanırlar. Modern toplumlarda sosyal sistemler, bürokratik ve kurumsal organizasyon yapılarına dayanırken, ilkel toplumların sosyal sistemleri, genellikle akrabalık bağlarına ve ritüellere dayalıdır.

Mitoloji ve ritüeller, ilkel toplumların dünyayı anlama ve açıklama yöntemidir. Öyle ki, mitler, doğal olayları ve toplumsal normları anlamlandırmak için bile kullanılırken, modern toplumların kendilerini açıklama yöntemleri bilimsel ve rasyonel çerçevenin dışına çıkmaz.

Nancy Fraser ise modern bir toplumun gerçekleştirilebilmesi ön koşulunu ekonomik, kültürel ve sosyal reformların birlikte yürütülmesi gerekliliğine bağlar. Fraser'a göre toplumdaki sosyal adalet, ekonomik eşitlik ve tanınma dinamikleri, toplumdaki cinsiyet eşitliği ile direkt bağlantılıdır. Cinsiyet eşitliği, modern bir toplum için gerekli olan çok yönlü reformların mihenk taşıdır.

Bu ve benzeri duayenlerin çalışmaları ışığında eriştiğimiz sivilize toplum şablonları, çağlar üzeri araştırmaların neticesinde oluşmuş deneyimlerin sonucudur. Dolayısıyla bu bilgiyi bir ulusa, bir sınıfa, yahut taraflı bir çerçeveye atamak mümkün değildir.

Dolayısıyla bu deneyim, tespit ve bilgi birikimleri şablonunda kendi pozisyonumuza baktığımızda, ağır bir hakaret gibi karşıladığımız gerçek şu oluyor: " İlkel  bir kabile gibi davranarak erişilecek tek sonuç, ilkel bir kabile olmaktır."

İçerisinde yaşadığımız toplulukta, kabilenin sesleri, ‘kültürel özelliklerimiz’ adı altında her gün biraz daha özgüvenle yükseliyorsa. Ve bu sesler bize pedofil bir suç eylemini; 13 yaşında bir kız çocuğu, annesi ve babası izin verirse imam nikahı ile evlendirilebilir olarak aktariyorsa. Ayni ses, namus cinayetlerini gelenek örtüsü altında kavramlaştırarak, katili toplumun vicdanında haklı bir yerde pozisyonlandıracak kadar güçlüyse. Kültür dediğimiz, geleneksel çukurdan yükselen seslerin, modern bir toplumdan mı yoksa ilkel bir kabileden mi yükseldiğini tespit etmek sanıyorum çok karmaşık bir süreç değil. Üstelik bu sesler, tatbik edildikleri ayan beyan ortada olan pratikler olarak, dogmatik sabitlerin sahnesinde gerçek hayatlara servis ediliyorsa, sahiden durup düşünmemiz gerekmiyor mu:

Biz 80 milyonluk ilkel bir kabile miyiz? Bir Kabilenin sivilize bir toplum olmak için ıhtiyaç duyduğu en temel reformlar nelerdir. Gerekli reformları, bu günün toplumuna ulaştırmanın yolları nelerdir?