Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Aile kutsal bir tapınak mı yoksa duvarları kafamızın içinde olan bir hapishane mi?

Kadın cinayetlerinin, şüpheli intiharların, çocuk tacizleri ve cinayetlerinin büyük çoğunluğu yakın aile üyeleri tarafından gerçekleştiriliyor. Dehşet verici rakamlarla, dünya ülkeleri arasındaki sıralamada en üstlerde yer alan ülkemizde, ailenin kutsal ve dokunulmaz olduğu fikrini sorgulamanın zamanı gelmedi mi? 

Aile gerçekten kutsal mı yoksa bu kurum, ataerkil, kadın düşmanı toplulukların kabahatlerini görünmez kılmak için, sürekli kurban vererek kutsadıkları bir sunak mı? Öyle ki, bu kutsal tapınağın adı kullanılarak perdelenen olaylar ya hiç duyulmuyor, ya da namus kalıbının içerisine dökülerek aklanıyor.

BM verilerine göre 2022 yılında, dünya çapında 'Femisid' başlığı altında rapor edilen 89 bin kadın ve kız çocuğu cinayeti var. Modernleştiğini ve sivilize olmaya her gün biraz daha yaklaştığını düşündüğümüz dünyada, bu cinayetlerin son yirmi yıl içerisindeki en yüksek rakamlara ulaşmış olması dehşet verici. Dünyada yükselen totaliter sağcı rejimlere paralel olarak yükselen, kadın düşmanı ataerkil eğilimlerin bu rakamlar üzerindeki etkisi sanırım yadsınamaz. 

Verilen rakamlara göre, kurbanların %55'i, yani 48 bin 800'ü, aile içerisinde katledilmiş.

Yani her gün 133'ten fazla kadın ve ya kız çocuğu kendi evinde öldürülüyor. Erkek çocuklarının durumu da, daha farklı değil. 2022 yılında öldürülen erkek çocuklarının ise %12'si kendi aile evlerinde, aile üyeleri tarafından katledilmişler. Yani, kendilerini en çok güvende hissetmek için sığındıkları yerde, gidecek daha başka hiçbir yerleri olmadığı için hayatlarını kaybetmişler.

Bütün bunları biliyor olmamıza rağmen aile kavramını, kurulduğu kutsal tahttan indirip, eleştiriye açamıyor, içerisine müdahale edip zor durumda olan kadınları, kız ve erkek çocuklarını kurtaramıyoruz.

Aile kavramının dokunulmazlığı, bu yapının içerisinde yaşananları da dokunulmaz kılıyor. İçeride yaşanan şiddete, civardaki insanlar şahit olsalar bile, aile içi meseleler oldukları için hiç kimse müdahale etmiyor. Aynı tavır, güvenlik güçlerinde ve adalet sisteminde de olunca, aile içi şiddete maruz kalan birini, bırakın kurtarmayı, o insana ulaşmak bile mümkün olmuyor.

Fakat hakimlerin de, polislerin de bu ülkenin geleneksel yapısı içerisinde yetiştiklerini ve davranışlarının aynı geleneksel yapı tarafından şekillendirildiğini unutmamak gerekir. Her ne kadar bireysel bir kararla, bir insanın hayatını kurtarmaları mümkün olsa da, kahraman olmak fikri, bu vazifelerde çalışan insanların, memuriyet prensiplerinin gelenekçi duvarlarını her zaman aşamıyor. Esasen bu vazife, kanun uygulayıcılardan çok, kanun koyucu ile ilgilidir.

Böylesi şiddetli olayların yaşandığı durumlarda, aile, duvarları ve tel örgüleri olmayan bir hapishaneye dönüşüyor. Kişi bu hapishanenin içerisinde doğduğu için, kaçıp kurtulmak fikri oluşmuyor. Oluşsa bile, dış dünyadaki zorluklar ve imkânsızlıklar, onu içeride kalmaya mecbur bırakıyor.

Bu kişiye, özgürlük fikrinin, hayatta kalabilme fırsatının, dış dünyadan iletilmesi gerekir. Bunu verebilecek kuvvette olan tek kurum ise devlettir.

Yani bu bir devlet meselesidir. Devlet her ne kadar "baba" lakabı ile anılsa da, geleneksel, gerçek bir aile babası gibi davranmamalıdır. 

'DEVLET BABA' İLE 'VATANDAŞ BABA' ARASINDAKİ FARK ŞUDUR

Devlet öngörülüdür. Devletin eğilimi, atadan dededen kalma geleneksel aile yapısını hatalarına rağmen korumak değil, modern gelişmiş medeniyetleri model alarak aileyi, yani ülkeyi tamir etmek ve geliştirmek yönündedir.

Devlet, hedefine ulaşmak için elindeki enstrümanları kullanır. Üniversiteler bu enstrümanların en başında gelir. Hem kendi ülkesindeki akademisyenleri hem de örnek aldığı yüksek medeniyetlerdeki akademisyenleri bir araya toplar. İstatistik kurumları, araştırma kurumları, proje oluşturucular, akademisyenler bir araya getirilir. Pilot projeler oluşturulur, deneyler yapılır. Projelerin başarıları ve zayıf yönleri değerlendirilir, hazırlanan raporlar devlet kurumlarına teslim edilir.

Sonuç olarak ne mi olur? Kadınlar ve çocuklar, modern dünyaya uyum sağlayabilsinler, özgür bireyler olarak ayakta durabilsinler ve hapsedildikleri geleneksel aile yapısının içerisinde çaresizlikle kıvranıp öldürülmesinler diye, inisiyatif disfonksiyonal ailenin elinden alınır.

İnisiyatif devlet eliyle, kadının ve genç kızın kendisine, hatta kontrollü olarak çocuğa teslim edilir. Devlet, geleneklerine bağlı, değişimi reddeden halka rağmen, onları koruyan ve gözeten yeni yasalar ve medeni bir düzen oluşturur.

Bu minvalde, devletin reel bir aile babasının değerleri ile davranmak gibi bir lüksü yoktur. Aile babası şahıstır, şahıslar suçtan münezzeh değildir. Katil olabilir, hırsız olabilir, suç işleme özelliği vardır. Ancak devlet, ülke sınırları içerisinde doğan her yeni birey için, bütün bu noksan sıfatlardan münezzeh olarak, tüzel bir aile vazifesi görmekle mesuldür.

Devlet baba, reel bir aile babası gibi davranarak, geleneklerin yanlış kalıplarını, ailenin abartılmış kutsallığını, modern devlet kriterlerinin üzerinde tuttuğu ve kabile usulü arkaik değerleri, modernitenin bireyselliğin ve akılcılığın önüne engel olarak bıraktığı sürece, ne kadın cinayetlerinin ne çocuk cinayetlerinin önüne geçmek kat’i suretle mümkün olmayacaktır.

Kadınların ve çocukların akıllarında, ölüm tehlikesi ile karşılaşmadan önce, aileden çıkarak kendi başına bir hayat kurabilmek gibi bir fikir olabilmeli. Çünkü rahatsız, hastalıklı, yanlış yani disfonksiyonal bir ailenin içerisinde ne yaşadığını, o ailenin içerisinde yaşayan kişiden daha iyi hiç kimse bilemez. Bunu dışarıdan anlamak mümkün olmadığı gibi, herhangi bir ihbar olmadan ve ya kişinin kendi isteği olmadan müdahale etmek de mümkün değildir. Bu sebeple korunup kutsanması gereken şey aile gelenekleri değil, bireyin gelecek hayalleri ve hayat hakkıdır.

İyi aile olma özelliği taşıyan bir yapının içerisindeki kız çocuğunun, kadının ya da erkek çocuğunun evden erken ayrılmak gibi bir talebi yoktur zaten. Ancak böyle bir aciliyet oluşmuşsa, bu insanın aklında ilk çocukluk yıllarından itibaren, okulda aldığı eğitimin bir parçası olarak, şöyle bir fikir olmalı, ‘bu evden ayrılırsam aç kalmayacağım, bana ait bir evim ya da bir odam olacak, eğitim hayatıma devam edebileceğim, bir meslek edinecek kadar zamanım olacak. Bu süre içerisinde hem psikolojik olarak, hem maddi olarak, hem de eğitim olanakları ile destekleneceğim.’

Böylece ne genç kız, ne genç delikanlı, ne de kadın, kendini işkencecisine mecbur hissetmeyecek ve bu işkencenin adına, aile bağı demeyecek.