Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Ekonomi, kredibilite ve cinsellik

Uzak Köyün İnsanı ve Modern Dünya Paradoksu

Dünya düzeni değişti ve insanlık, yaşadığı zamana yeni bir ruh ile uyandı. Ancak binlerce yıllık içgüdüsel kodlamalarını sırtında taşıyan insanın, hayatta kalmak, güvende hissetmek ve bir arada yaşamak için oluşturduğu geleneksel kurallar silsilesi, modern dünyada ayağına bağ olmaya başlamıştı.

Hal böyle olsa da, bilinçaltımızdaki uzak köyün insanı, binlerce yıl içerisinde oluşturduğu dogmatik ritüellere, içgüdüsel bir dürtü ile sımsıkı sarılmaktan geri durmuyordu. Güncel hayatında modern dünyanın kıstasları ile yaşamak durumunda kalan insan için bu, baş etmesi çok zor bir çelişkiydi. Bir türlü doğru isimlendiremediği bu rahatsızlığın kökenlerine indiğinde, annesiyle, babasıyla, mahalle insanlarıyla, içerisinde büyüdüğü gelenekleriyle, ve hatta geçmişinden bugüne gelen kendisiyle karşılaşıyordu.

Belki de durumu analiz edebilmek için hikâyenin merkezine dönüp, geleneksel köy insanının hangi koşullarda yaşadığını anımsamak gerekiyor.

Geleneksel kültürde bireyin özgürlüğü söz konusu değildir. Birey istediğini yiyemez, istediği şekilde giyinemez, içerisine doğduğu sosyal sınıfı kolay kolay değiştiremez, istediği kişi ile evlenemez, atasından, dedesinden aktarılagelen gelenekleri mantıksız bulsa da değiştiremez.

İLKEL İNSANIN GELENEKLERE BAĞIMLILIĞI

Birey, feda ettiği bunca özgürlüğün karşılığında ne alır? İlkel insanın çok uzun yıllar boyunca vahşi doğa karşısında, hayatta kalmak için çaresizce çırpındığını unutmamalıyız. Açlık, yalnızlık, çaresizlik, zorlayıcı iklim koşulları, vahşi hayvanlar; bütün bunların karşısında yetersiz olan ve tek başına hayatta kalma ihtimali olmayan insanın, tek çaresi birlikte yaşamanın bir yolunu bulmaktır. Dolayısıyla bireyin özgürlüğünü feda ederek, güvende hissetmesi için topluluğun geleneklerine itaat etmesi hayâti bir zorunluluktur.

Peki İlkel insan için hayâti bir zorunluluk teşkil eden, ancak modern dünya insani için  anlamı olmayan geleneksel dayatmaları , hayatımızdan çıkarmakta neden bukadar zorlanıyoruz? Hele ki de gelenekler dogmatik emirler ile iç içe geçmişse, işler modern dünya insanı için, iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu aşamada, geçmişlerinde dogmatik-gelenekleri gelişmenin önünde engel olarak gören, günümüz gelişmiş ülkelerinin pratiklerine bakmak gerekiyor.

CİNSELLİK ÜZERİNDEN TOPLUMUN ANALİZİ VE KADININ KONUMU

Aydınlanma hareketinin öncül eylemi elbette sosyal eşitlik ve özgürlüktü. Dolayısıyla, dogmatik geleneklerin tabiatında olan sosyal sınıf ve cinsiyet ayrılıkları, ülke gelişmesinin önündeki problem olarak görülüyordu. Katoliklerin, Protestanların, Evangelistlerin birbirlerini eşit görmedikleri  ve  kadınların ikinci sınıf insan olarak görüldügü bir toplumda, istikrardan söz edilmesi mümkün değildi.

Daha da önemlisi, dogmatik geleneklerin, bireyin özgürlüğüne ve tercihlerine direkt müdahale ediyor olmasıydı. Bu şahsi müdahale toplumun karakteristik yapısını derinden sarsıyordu. Din, bireye hayatının hiçbir alanında özgürlük tanımıyor hatta cinselliğini bile kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Genç bireyin evlenmeden önce cinselligini yaşamasına izin verilmediği gibi, ne zaman ve kiminle evleneceğine de müdahale ediliyordu.

Öncelikle cinselliğin, kontrol altına alınamayan bir mefhum olduğunu kabul etmek gerekiyor. En az konuşulan konulardan biri olduğu için, toplum üzerindeki dramatik sonuçlarını tespit etmek her zaman mümkün olmasa da, cinselligin nasıl ve hangi koşullarda yaşanıyor olduğu toplumların karakterini belirliyor.

Cinselliğin baskılandığı toplumlarda kadınlar, erkekleri baştan çıkardıkları gerekçesi ile günahkâr olarak tanımlanırlar. Bu toplumlarda kadının erkek tarafından tecavüze uğraması, hatta öldürülmesi kaçınılmaz olur. Kadın en baştan günahkâr ilan edildiği için, tecavüz eden ve öldüren erkek değil, tecavüze uğrayan ve ölen kadın suçlanır. Bütün bu hastalıklı tanımlamalar ile sosyal ve kamusal hayattan alıkonulan kadın yok sayılıyordu. Aydınlanmacı felsefenin bu konudaki tespiti elbette karmaşık değildi. Topluluğun diğer yarısına bu kadar kötü davranan bir toplumun, hiçbir alanda kredibilite tesis etmesi ve başarılı olması beklenemezdi. Dolayısı ile bu çarpık anlayışın reformize edilmesi gerekiyordu.

DOGMATİK TOPLUMUN GELENEKSEL KARMAŞASI

Nasıl oluyordu da, ilkel ve şeytâni ilan edilen cinselliğin baskılanıyor olması, toplumun sosyal dinamiklerini bu kadar derinden etkileyebiliyordu? Geleneksel ve dini baskılar cinselliğin gizlenerek hatta kriminel bir çerçevede yaşanmasına sebep oluyordu. Görünürde çok iyi, dindar, saygın insanlarmış gibi davranan bireyleri, aldatan ya da evlilik öncesi cinselliğini yaşayan günahkâr ve kötü insanlara dönüştürüyordu. Etraflarındaki herkese yalan söylemek zorunda kalan, yaşadıkları yasak cinsellik yüzünden kendilerini kirli, günahkâr ve suçlu hisseden, dolayısıyla psikolojik bölünme yaşayarak, kendine ve etrafindaki herkese karşı derin bir öfke duyan bireylerin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Bu karakterlerin, başarısız, kriminel, ya da radikalize olmuş, agresif tavırları ise içerisinde yaşadıkları toplumun ana hatlarını belirliyordu.

SİVİLİZASYON VE CİNSELLİK

Gelişmiş ülkelerde cinsellik, günahkârlık ya da ahlaksızlık olarak görülmez. Bu ülkelerde 25-30 yaşlarındaki genç bir erkeği, gördüğü bütün kadınların göğüslerine bacaklarına, ilkel bir açlıkla bakarken görmek çok zordur. Çünkü ilk ergenlik yıllarından itibaren baskılanmamış olan cinsel karakteri, toplum içerisinde kabul görerek, özgürce ve sorunsuz bir şekilde gelişimini tamamlamıştır.

Dolayısıyla kadın üzerinde sahiplik iddia etme ihtiyacı yoktur, saldırganlaşması, tecavüz etmesi ya da tatmin edemediği cinsel dürtüleri ile bir kadını öldürecek kadar öfke duyması ihtimali de düşüktür.

Gelişmiş sivilize bir ülkede, erkek ve kız çocuklarının flört etmeye başlamaları sevimli bir davranış olarak görülür. 14-15 yaşlarına geldiklerinde ailenin bilgisi dahilinde dışarıda görüşmelerine izin verilir, sinemaya, kafeye gitme ya da arkadaşlarıyla vakit geçirme istekleri aileler tarafından desteklenir. Böylece çocuk aynı zamanda korunaklı bir çerçevede cinsiyetini keşfeder. Uygun yaşa gelip de kendilerini hazır hissettiklerinde ise yaşadıkları cinsellik deneyimi, aileyi ilgilendiren dramatik bir namus olayı değildir.

Yaşadığı deneyim, sadece kendisi ve partneriyle ilgili çok özel bir durumdur, kendileri dışında kimseyi ilgilendirmez. Yani bireyin cinselliği kamunun problemi değildir. Kız ve erkek, bunu yaşadıktan sonra kendini suçlu hissetmez. Ne aile büyüklerine, ne de mahallenin papazına hesap vermek akıllarının köşesinden geçmez.

Böylece ortaya, herkese yalan söylemek zorunda kalan, yaşadıkları yüzünden suçluluk duyan, mutsuz olan, agresifleşen, ahlaki çöküntüler ile iç içe büyümek zorunda kalan bireyler çıkmaz. Çünkü çocuğun aklındaki cinsiyet ve cinsellik algısı en başından sağlıklı temellere oturtulmuştur. Ancak böyle toplumlarda, güvenen ve güvenilen bireyler yetişir.

CREDİBİLİS, “CREDERE” KREDİBİLİTE

Bu aralar ekonomi haberlerinde sürekli karşımıza çıkan bir sözcük var, Kredibilite. Kelimenin Latince kökeni “Credibilis”, inanılmaya değer, güvenilmeye değer anlamına geliyor, kelimenin fiil hali ise inanmak ve güvenmek  anlamına gelen“credere”. Kelimenin ekonomideki karşılığı ise biraz daha karmaşık olmakla beraber özüne sadık kalıyor. "Kredibilite", yatırımcılar, iş ortakları ve uluslararası pazarların bir ülkenin ekonomik istikrarına ve bütünlüğüne duyduğu güveni ifade ediyor.

Yüksek kredibiliteli bir ülke, yatırımlar için güvenilir ve güvenli bir yer olarak kabul ediliyor.

Bu güven, bir ülkenin finansal taahhütlerini yerine getirme yeteneği, siyasi istikrarı sürdürme yeteneği ve ekonomik reformları başarıyla uygulama yeteneğiyle ilgili. Çünkü bir ülkenin kredibilitesinin yani güvenilirliğinin, o ülkenin sermaye çekme yeteneğini, ticaret ilişkilerini sürdürme kabiliyetini ve genel olarak sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomi geliştirme potansiyelini doğrudan etkilediği biliniyor.

Kendi içine kapalı toplumlar, dünya ülkeleri tarafından görülmedikleri ya da incelenmedikleri gibi naif bir fikre mi sahiptirler, yoksa kendileri ile ilgili gerçekçi bir tablo oluşturmaktan özellikle mi kaçınırlar bilinmez.  Ancak uluslararası camiada, bir ülkenin güvenilirliğini tespit etmek için, o ülkenin kendisi ile ilgili oluşturduğu taraflı bir tablo, veri olarak kabul edilmediği gibi, kredibilitenin tespiti için sadece ekonomik değerlere bakılmaz. Bu kriterlerden bazılarına bakmak, gelişmiş ülkelerin kredibilite sözcüğünden ne anladıklarını anlamak açısından önemli.

  • Ülkedeki sivil ve ticari kriminalite oranı
  • Kadın cinayetleri ve tecavüzlerindeki sayılar, ve bu konu ile ilgili hukuki prosedürler
  • Çalışma koşulları, gelir ve yaşam standartları dengesi
  • Düşünce ve ifade özgürlüğü
  • Çocuk işçilerin sayısı
  • Okur yazarlık ve okur anlarlık seviyesi
  • Uluslararası alanda yayımlanmış bilimsel çalışmaların sayısı ve kalitesi
  • Uluslararası ticari davaların sayısı ve nitelikleri

Bunlar, bu kriterlerden sadece bazıları. Son kertede, ünlü bir politikacı, kürsüsünden, “finans krizinden çıkmak ve yatırımları arttırmak için, kredibilite oranını yükseltmek gerekiyor” dediğinde, sanırım geriye kalan tek davranış, genel tabloyu düşünüp kederlenmek oluyor.

JOHN STUART MİLL  "ON LİBERTY"

1806-1873 yılları arasında yaşayan İngiliz filozof ve ekonomist John Stuart Mill, sosyal ve ekonomik ilerleme için bireysel özgürlüğün önemini "On Liberty" ("Özgürlük Üzerine") adlı eserinde, şöyle gerekçelendirir: Bireysel özgürlük sadece birey için değil, aynı zamanda toplumun refâhı için de değerlidir; bir toplum ancak bireyleri kendilerini ifade edebiliyor ve gerçekleştirebiliyorlarsa ilerleme kaydetmeye muktedir olur diyor mealen.

Çünkü güvenilirlik, bireysel özgürlüklerin saygı gördüğü ve korunduğu, açık ve özgür toplumun bir sonucudur. Böyle bir toplumda, insanlar birbirleriyle daha dürüst ve açık bir şekilde iletişim kurarlar; böylece, hem ülke içerisinde, hem de uluslararası düzeyde toplum güvenilir, yani kredibilitesi olan bir izlenim oluşturur.

Madem kredibilitenin yolu özgür bireyin kendiliğinden oluşturduğu toplumsal ahlaktan geçiyor, o halde özgürlükleri söz konusu olduğunda uzak bir köyün, ilkel insanı gibi muamele gören, fakat aynı zamanda modern toplumun bir parçası olarak yaşaması beklenen bireyin ikilemini çözmekten başka bir çare yoktur.

Toplumların, tek tek bireylerden oluştuğu realitesini bir kenara atmak mümkün olmadığından, ne giyineceğine, nasıl konuşacağına, cinselliğini ne zaman ve hangi koşullarda yaşayabileceğine, kendi başına karar verme yetisi olmayan bireylerden oluşan bir toplumda, güvenebilen ve güvenilirliği olan özgür bireylerin yetişmesi beklenemez.

Gelişmiş ülkeler arasında yer almanın yolu ekonomi toplantılarında kredibilite ahkâmı kesmekten değil, meseleye en başından başlamaktan geçer. Çünkü kredibilite sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyolojik bir ölçüdür. Bilinçaltındaki gerçekliğini, uzak köyün insanı olarak şematize eden bireyi, modern dünyanın özgür, yetenekli, kendine güvenen, yalan söylemek zorunda kalmayan, ahlaklı ve dürüst insanına dönüştürmek gerekir. Bunu başarabilmek için, şimdinin gelişmiş ülkelerinin geçmişlerindeki yüzlerce yıllık reformlar tarihinden örnekler almak iyi bir başlangıç olabilir.