Bakır hâreli gri nehir, sabahın en erken saatlerinde uyanmıştı. Mavi kubbenin martıları ile dillenen sessizliğini omuzlarına alıp, gün yanığı bulutları izlemeye koyulmuştu çoktan. Birazdan dizilirdi kıyısına rengârenk kayıklar, ağızları dua mırıltılı insanlar, kızıl, al, sarı, yeşil, mavi, toprak ve kül rengi kumaşlar. Genç, yaşlı, kadın erkek, günahlarını nehrin serin sularında arındırmak isteyen insanlar.
Sakin nehir, gökyüzünü saçlarına takınmış, derin uğultusuyla salınıyordu uzakların ufkuna.
Efsâneye göre gökyüzü krallığında yaşayan nehir tanrıçası Ganj, insanları bağışlamak ve onları sonsuz kurtuluşa kavuşturmak için yeryüzüne inmek istemişti.
Ancak nehir tanrıçası o kadar güçlüydü ki, yeryüzüne bir anda inerse, dünya tamamıyla yok olabilirdi. Şiva ona, önce sadece saçlarını bulutlardan aşağı, yeryüzüne doğru sarkıtmasını söyledi. Nehir tanrıçası, dalgalı saçlarıyla, sonsuz ufka doğru ihtişamla kıvrılan Ganj Nehri'ne dönüştü. Tanrıça Ganj, insanları affetmek ve onları kurtuluşa ulaştırmak için yeryüzünü süsleyen bir nehirdi artık.
Bu manzaraya binlerce yıldır her gündoğumunda uyanıp da, nehri, güzel bir genç kadına hatta bir tanrıçaya benzetmemek, adına efsâneler oluşturup, şiirler yazmamak elbette mümkün değildi. Kendi yarattığı hikâyelerin etrafında, medeniyetler oluşturmayı başaran insan oğlunun, Ganj Nehri kıyısında yaptığı tam olarak buydu.
GANJ’IN TEHLİKELİ SULARINDA ARINMA RİTÜELLERİ
Sanskritçede orijinal adı Ganga olan, Türkçe'de ise Ganj olarak bildiğimiz 2.704 km uzunluğundaki nehir, Hindistan'ın kuzey topraklarındaki Varanasi şehrinden ve Bangladeş'ten geçiyor. Milyonlarca Hindu için kutsal olan Varanasi şehri, efsâneye göre tanrı Şiva'nın yuvası, Ganj Nehri ise hikâyede anlatıldığı üzere tanrıçanın kendisi olarak kabul ediliyor.
Tanrıça ile özdeşleşmiş olan nehir, Hindu inancında ibadetin bir parçası olarak görülüyor. İnançlı kişiler, güneşin doğuşu ile birlikte tanrıça Ganj ile buluşmak üzere nehrin kıyısına gidiyorlar. Ritüele göre, günahlardan arınmak için altı defa nehre dalıp çıkmak gerekiyor, ritüelin sonunda ise Ganj'ın sularından içilen iki yudum su ile bütün hastalıkların iyileşeceğine inanılıyor.
Dini uygulamalar, kimi zaman hayâti tehlike ihtiva ediyor olsa da, insanlar, kutsal addedilen ritüellerini, rasyonel yöntemler ile sorgulamak yerine, inançları uğruna hayatlarını tehlikeye atmaktan çekinmiyorlar. Dogma ile rasyonalite arasındaki çatışmanın derinleştiği nokta ise tam olarak şurada göze çarpıyor: İbadet eden kitle, sadece eğitimsiz ve inançlı halk değil, nehirde yıkanıp su içenler arasında doktorlar, mühendisler, profesörler hatta kimyagerler var.
DÜNYANIN EN KİRLİ NEHİRLERİNDEN BİRİ OLAN GANJ'IN BİLİMSEL HİKÂYESİ
Hindistan nüfûsunun yaklaşık yüzde 40'ının su ihtiyacını karşılayan Ganj Nehri, dünyanın en kirli nehirlerinden biri olarak biliniyor. Sadece Varanasi şehrindeki 22 ayrı bölgenin atık suları filtrelenmeden Ganj'a karışıyor.
Bilim insanları, nehrin bazı bölgelerinde, kurşun ve cıva gibi ağır metallerin son derece yüksek miktarlarda bulunduğunu, ayrıca ciddi sağlık sorunlarına yol açabilecek olan çok sayıda bakteri, virüs ve parazitler de saptandığını söylüyorlar. Pestisitler, çözücüler ve yağlar gibi çeşitli kimyasallar ise Ganj'ın su kalitesine kalıcı olarak zarar veriyor.
Bütün bulgulara rağmen, Ganj'ın gücüne iman eden halk, nehri tamamıyla saf ve temiz akan bir su olarak kabul ediyor. Onlara göre tanrıçanın kendisiyle özdeşleşen nehrin kirlenmesi hiçbir surette mümkün değil.
SİGMUND FREUD VE C.G. JUNG BU DURUMA NE DİYOR ?
Dogmatik ritüellerini hayatı pahasına tekrarlayan insan karşısında, rasyonalite ve mantık çaresiz kalınca, Freud'a, Jung'a kulak vermek bir nebze de olsa rahatlatıyor insanı.
Freud, dini inançları ve ritüelleri, bireysel ve kolektif nevrotik davranışların bir yansıması olarak görüyor. Ona göre, dini inançlar bireyin psikoseksüel gelişimindeki çözülmemiş çatışmaların bir dışavurumudur. Dini inançların temelinde yatan psikolojik dinamikleri inceleyen Freud, insanların, inançları uğruna hayatlarını tehlikeye atma eğilimini, bireyin bilinçaltında yatan suçluluk duyguları, ödipal çatışmalar ve cezalandırılma korkuları ile ilişkilendirir. Freud'a göre bu tür eylemler, bireyin içsel çatışmalarını telafi etme ve özdeşleşme arayışının bir parçası olabilir.
Carl Gustav Jung ise Freud'dan farklı olarak, dini inanç ve ritüelleri insan psikolojisinin temel bir parçası olarak değerlendiriyordu. Jung'a göre, dini inançlar ve semboller, insanın kolektif bilinçaltındaki arketipleri yansıtır ve bireyin kendini ve evreni anlamlandırma çabasının bir parçasıdır.
İnsanların inançları uğruna risk almasını, bireyin kendini bütünleştirme (individuation) süreci ve kişisel gelişimi ile ilişkilendirir. Jung'a göre, bu tür eylemler, bireyin daha derin, manevi bir gerçeklikle bağlantı kurma ve kişisel anlam bulma çabasının bir yansıması olabilir.
BİLİM OKUR-YAZARLIĞI İLE BİLİM OKUR-ANLARLIĞI ARASINDAKİ FARK
Rasyonalite ve bilimsel metodların, üniversite eğitiminin bir parçası olduğunu düşününce, sadece okul eğitiminin, akılcı bireyler yetiştirmeye yetmediği açmazı ile karşılaşıyoruz. Bilim okur yazarlığı olan bir insanın, laboratuvar testinin sonuçlarında, Ganj Nehri'nin, kurşun, civa, bakteriler, virüsler, ve türlü kimyasallar ile zehirlenmiş olduğunu görerek, yine de sabahın altısında nehrin sularına dalmasını ve bu sulardan ağız dolusu içebiliyor olmasını, bir fenomen olarak mimleyip, anlamaya çalışmak gerekir.
Bu üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir vaziyettir. Öncelikle bilim okur yazarlığı ile bilim okur anlarlığı'nın aynı olmadığını idrak etmek gerekir. İlkel insanın nesilden nesile aktarılagelen ritüellerinden, korkularından ve animistik davranış kalıplarından kurtulması, kendi haline bırakıldığında, bir nesilde halledilebilecek bir problem değildir. Görünen o ki ailenin hatta öğretmenlerin ikna olmadığı bir ortamda, tek başına fizik, matematik ya da kimya öğrenmek, bireyi rasyonel düşünebilen bir insana dönüştürmeye yetmemektedir.
OKUL SİSTEMİNİN İCADI VE BÜTÜNCÜL MÜFREDÂTIN GEREKLİLİĞİ
Bilim insanları ve filozoflar, binlerce yıldır, ilkel insanı, rasyonel davranabilen, us sahibi, sivilize bireye dönüştürmenin yollarını arıyorlar. Bunu sağlamak için, uzun yıllar içerisinde oluşturulmuş olan evrensel bir müfredat vardır ki, günümüz gelişmiş ülkelerinde biz bu sisteme 'okul' diyoruz.
Sivilize dünyanın sütunlarını oluşturan düşünürler ve bilim insanları, bu müfredatın muhtevasını sadece pozitif bilimlerin oluşturmadığını elbette biliyorlardı. Günümüzde de özellikle, bilimsel düşünme yöntemlerinin, öğrencinin güncel hayatına sirâyet edecek şekilde, her alandaki eğitimlerine entegre edilmesi gerekiyor. Felsefenin alt dalları olan ahlâk, estetik ve mantık bilgisi bu eğitimin vazgeçilmez birer parçası olmalıdır.
Spor, sanat, kültür, müzik ve tarih bilgisi ile bireye fiziksel ve düşünsel alanda, özgür düşüncenin ve individüel varoluşun kapıları açılmalıdır.
Aksi halde laboratuvarda analiz yapan ve nehrin zehirli olduğunu tespit eden kimyageri bile, o nehrin zehirli sularını içmekten alıkoymak mümkün değildir.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi