Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

“Kadın Olarak Dünyaya Gelinmez, Kadın Olunur”

Simone de Beauvoir Kimdir?

Ülkemiz feminist mücadelenin neresinde?

Kadının birey olma hakkı, toplumdaki yerinin tanımlanması, ülke yönetimine dahil olması, kamusal alanda varlık gösterebilmesi, üretim araçlarının yönetilmesindeki pozisyonlara eşit şekilde müdahil olması... Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile hâla en çok konuşulan konu başlıkları arasında. Sürekli konuşulmasının ve düzenlemelerin güncel tutulması gerekliliği herkesçe malum. Bu konuların ülkemizde ciddi anlamda konuşulmasına ise henüz çok var. Çünkü hâla kadının hayat hakkının korunması ile ilgili soru işaretleri var insanların kafasında. Haber programlarımızda hala, kız çocuklarının çok küçük yaşlarda, evlilik seremonisi ile pedofil canavarlara kurban verildiğini duyuyoruz. Her erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi fikrini, YouTube kanallarında savunan cahillere Anayasal bir suç işledikleri için kamu davası açmak kimsenin aklına gelmiyor.

Dar bir çerçeveye hapsedilerek yok sayılan kadının, hayattaki tek vazifesinin evlenip çocuk doğurmak, kocasına ve çocuklarına ölünceye kadar hizmet etmek olduğunu düşünen büyük bir kesim, bu düşüncelerinin, hayatın normal gidişatı ile ilgili olduğunu sanıyorlar. Evindeki eşinden, annesinden ya da kız kardeşinden hizmetçi gibi davranmasını bekleyen bu erkek gürûhunu, etkilemenin ve değiştirmenin tek yolu, devlet politikası ile paralel olarak, temel eğitimde yapılacak köklü değişiklikler.

Ülkemizde bu konular henüz açık platformlarda konuşulamıyor bile, çünkü kadının, kız çocuğunun, genç kızın toplumdaki yerini ve bireyselleşmesini konuşabilmek için öncelikle onun tecavüze uğramasını, öldürülmesini ve çocuk yaşta gelin olarak satılmasını engellemek gerekiyor. Bunun tek yolu ülkede feminist bir felsefe ve düşünce akımı oluşturmak. Bu durumla mücadele edebilen ülkelerin tarihlerine bakıp entellektüellerini incelememiz, ve kendimiz için, bize uyumlu yeni bir düşünce sistemi oluşturmamız gerek. Bu açıdan Simone de Beauvoir, okul müfredatına dahil edilmesi gereken çok çok önemli yazarlardan bir tanesi.

SİMONE DE BEAUVOİR, GENÇLİĞİ OKUL YILLARI

Simone de Beauvoir'ın doğduğu zamanların Fransası'nda durum, bugünün Türkiyesi kadar kötü olmasa da, kadınların yaşadığı problemler çok da farklılık göstermiyor. 1908 yılında, Paris'te, burjuva sınıfından zengin bir ailenin bir kızı olarak dünyaya geliyor Simone, yani günümüzden yaklaşık 116 sene kadar önce.

Hukuk eğitimi alan babası o dönemin eğitimli adamlarının birçoğu gibi Agnostik, annesi ise katı kurallara sahip, çok disiplinli bir Katolik, tabii ki kızlarının eğitimini de bu doğrultuda veriyor. Katolik kız okuluna gönderiliyor Simone. Disiplinli katolik bir anne ile agnostik bir baba arasında yetişmek ise Simone'a iki düşünce dünyasını da yakından tanıma fırsatı veriyor. 

Ailesi Simone'un geleceğini şöyle planlıyor, İyi bir eğitim almalı, hayatının geri kalanını çocuklarına ve kocasına adamalı. Ancak Simone'un kendi hayatı için yaptığı planlar, yalnız kendi hayatını değil, dünya üzerindeki milyonlarca kadının hayatını da derinden etkileyecek ve değiştirecekti.

Ailesinin planının gerçekleşebilmesi için Simone'un zengin bir aileden gelmesi gerekiyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra zenginliklerinin büyük bir kısmını kaybedince, kızları için çeyiz vermeleri olanaksız hale gelir. Durumun farkında olan babası, kızının okuyup kendi hayatını kazanması gerektiğinin farkında olarak Simone'u Sorbonne Üniversitesine gönderir. Ailesinin vermek istediği dini eğitimi reddeden Simone, sosyalist ve ateist idealleri ile ailesine iyice yabancılaşır.

Simone 1929 yılında, yani 21 yaşında, Sorbonne Üniversitesi'nde felsefe alanında Agrégation alan en genç kişi olur. Bu, lise düzeyindeki okullarda üst düzey öğretmenliğe izni veren bir durumdur. Burada yılın en iyi ikinci öğrencisi olarak, Jean-Paul Sartre'ın hemen arkasında mezun olan de Beauvoir'in Sartre ile tanışması ve ona aşık olması bu döneme denk gelir. 51 yıl süren birliktelikleri, karşılıklı olarak birbirlerine tanıdıkları özgürlüğün, hayata bakış açılarının ve savundukları doğruların tam bir yansıması gibidir, ilişkileri Sartre'ın 1980 yılında vefatı ile son bulur.

SİMON ÇOK KIZGIN BİR YAZARDI

İkinci Cinsiyet kitabının 2015 te yayımlanan baskısının ardından, Britanyalı gazeteci ve yazar Natalie Haynes, 'Simone'u sevmeyen çok fazla insan vardı,' diyor, 'Çünkü Simone çok kızgındı.' Bu öfke ise Simone'u eleştirenler tarafından bir erdem olarak görülemezdi elbette, çünkü öfke onlara göre, hanımefendiliğe hiç yakışmayan bir özellikti. Ancak öfke çok güçlü bir duygudur, haksızlığa karşı gerçek bir öfke duymadan, nasıl o haksızlığa karşı savaşmak mümkün olabilirki.

"Simone de Beauvoir, sonraki yıllarda politik olarak daha fazla etkin olmaya başlar. İkinci Dünya Savaşı'nın vahşetleri, onun bireysel ve kişisel özgürlük için olan mücadelesini iyice somutlaştırmış – fikirlerinin daha büyük sosyo-politik ve felsefi sorulara doğru genişlemesini sağlamıştır. 1945 yılında Sartre ve filozof Maurice Merleau-Ponty ile birlikte Marksist ve varoluşçu görüşleri savunan, aynı zamanda ateizmi benimseyen edebi-siyasi dergi Les Temps Modernes'i (Modern Zamanlar) kurar. Erken dönemde verdiği politik denemelerinde Beauvoir'ın varoluşçulukla ilgilendiğini görürüz. Onun Pyrrhus et Cinéas adlı denemesi, günümüzde bu akımın temeli olarak kabul edilen Sartre'ın yazılarıyla aynı zamanda yayımlanır.

Çok yönlü politik ve felsefi çalışmaları sonucunda, dünya Simone de Beauvoir'ın yazdığı çok ünlü eseriyle tanışır, İkinci Cinsiyet (Le Deuxième Sexe) 1949 yılında yazılan ve 1.000 sayfadan oluşan kitap, iki cilt halinde yayımlanır, kadının toplumdaki konumu ve rolü hakkında yazılan kitap, feminist teori ve felsefede dönüm noktası olarak kabul edilir.

ERKEK TARAFINDAN TANIMLANAN KADIN

Kitapta yer alan, 'Kadın olarak dünyaya gelinmez, kadın olunur' cümlesi, cinsiyetin, toplumsal idealler ve inançlar tarafından kadına bir rol olarak dayatıldığı fikrinin ana tema olarak yansıtır. De Beauvoir'a göre sorun zaten, kadının, erkek tarafından tanımlanmış olmasıdır.

Kısacası, erkek dominant, dünyayı tanımlayan subjekt olarak kabul edilirken, kadın ise 'Öteki' olarak var olur ve hiyerarşide erkeğin altında yer alır. 'Erkek insan olarak tanımlanırken, kadın sadece kadın olarak tanımlanır,' diye yazar de Beauvoir.

Yaşamı boyunca bireysel özgürlüğün ve varoluşçu felsefenin savunucusu olan De Beauvoir, kadınların toplumsal kısıtlamalardan kurtulmasının tek yolunun bir özgürleşme süreci olduğunu ısrarla vurgular. Kadınların eğitim ve kamusal yaşamdan nasıl uzak tutulduğunu, toplumda maruz kaldıkları ayrımcılığı ve eşitsizliği çok sert bir dille eleştirir. Eleştirisi ataerkil cemiyet tarafından bir skandal olarak algılanmış ve baskılara maruz kalmış olsa da, Fransa'daki hatta dünyanın birçok yerindeki kadınlar, Simone'un kararlılıkla yazdığı kitapların onların hayatlarında neleri değiştirdiğini çok iyi biliyorlar.

'İkinci Cinsiyet' kitabı ile elde ettiği başarının ardından de Beauvoir, 50'ler ve 60'lar boyunca anılarına ve diğer edebi denemelerine yoğunlaşır. Ayrıca, yıllar boyunca somut feminist konular için mücadelesine devam eder, bunlardan en önemlisi, liberal kürtaj yasaları için verdiği savaştır.

Simone70'li yıllarda, yayınladığı manifesto ile yeniden geniş bir kamuoyunun dikkatini çeker. 343'ün manifestosu (Le Manifeste des 343) bu belgede 343 kadın, kürtaj yaptırdıklarını açıkça ifade ederek, kendi vücutları üzerindeki en doğal haklarını erkek dünyasından zorla geri alırlar. Simone bu eylemin sembolü haline gelir. Nihayet 1975'te, Fransa'da kürtajlar yasallaşır.Simone de Beauvoir'ın 78 yaşında Paris'te hayata veda ederken, hayatı ve kitapları henüz ulaşacağı en büyük üne erişmemiştir.

Simone de Beauvoir'ın iki ciltten oluşan İkinci Cinsiyet kitabı, özellikle erkek çocuklarına okutulması gereken bir kitaptır, çünkü feminist felsefenin konusu kadınlardan daha fazla erkeklerin kafasındaki kadın tanımlaması ile ilgilidir. Erkeklerin tanımladığı ve dayattığı dar bir kalıbın içerisinde yaşamak mecburiyetinde kalan kadınların, bu durumdan kurtulmak için kendi bireysel çabaları şüphe götürmez bir şekilde gerekli olsa da, asıl mesele, eş olan, oğul olan, baba olan erkeklerin kafasındaki kadın tanımlamasını değiştirmek ile ilgilidir.