Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Matilda Etkisi Ve Güçlü Erkek Teorisi

Rosalind Franklin - DNA'nın Çift Sarmal Yapısı

Sene 1869, Cambridge Üniversitesi'nde ilk kez üniversiteye kadınların öğrenci olarak alınmalarına izin veriliyor. Yahudilerin okula kabul edilmesine ise 1871'de karar veriliyor. Yaklaşık yarım asır sonra, zengin ve entellektüel Yahudi bir ailenin kızı olan Rosalind Franklin, her ne kadar ailesinin teşvikiyle çocukluğundan itibaren bilime ve eğitime yönlendirilmiş başarılı bir öğrenci olsa da, erkek dünyası henüz başarılı kadınlara tahammül edebilecek kadar sivilize değildir. 1938'de giriş sınavını kazandığı Cambridge Üniversitesi'nin sadece kızlara ayrılmış olan Newnham Koleji'nde eğitimini tamamlayan Rosalind, deoksiribonükleik asidin X ışını kırınım diyagramlarının matematiksel analizi alanındaki çalışması ile DNA'nın çift sarmal yapısının aydınlatılmasına öncülük etti. Nisan 1953'te doktora öğrencisi Raymond Gosling ile yayımladıkları araştırma makalesi, James Watson ve Francis Crick'in DNA'nın yapısı hakkında aynı dönemde yayımlanan makaleleri için temel oluşturmuş olsa da, Nobel Ödülü Rosalind Franklin ve Raymond Gosling'e değil, Watson ve Crick'e verildi. Watson yıllar sonra ödülün Rosalind'e verilmesini istemiş olsa da, Rosalind kimya laboratuvarındaki çalışmaları nedeniyle hastalanmış ve 37 yaşında hayatını kaybetmişti.

KADINLAR HANGİ KOŞULLARDA ÜNİVERSİTELERE KABUL EDİLDİLER?

Rosalind'in Cambridge'te okuduğu yıllarda, kadınlara akademik ünvan veriliyordu, ancak kadınlar asil öğrenci statüsünde üniversiteye ait olarak görülmüyorlardı. Kadınların derslerde öndeki sıralarda ve yan yana oturmaları bekleniyor, kadın öğretim görevlilerinin önemli üniversite törenlerine katılmalarına izin verilmiyordu. Geleneksel kutlamalarda ise erkekler, kırmızı cüppe ve siyah doktora şapkaları giyinirken, kadın öğretim görevlilerinin, eşlerinin yanında şapka ve eldiven takarak oturmaları bekleniyordu.

Royal Society'nin bile kadın bilim insanlarını ancak 1945 yılında kabul etmeye başladığı düşünülürse, erkek dünyasında, kadınların bilimsel çalışmalarının ve insanlık için hayatlarını feda etmek pahasına yaptıkları keşiflerin hangi boyutlarda görmezlikten gelindiği gerçekliğine biraz daha yaklaşmış oluruz.

LİSE MEİTNER - JOCELYN BELL BURNELL - CHİEN-SHİUNG WU - HENRİETTA LEAVİTT

Nükleer bölünmenin keşfinde önemli bir rol oynayan Avusturya-İsveç asıllı ünlü fizikçi Lise Meitner'in yaptığı çalışmalar ile ağırlıklı olarak hak ettiği Kimya alanındaki Nobel ödülünü, birlikte çalışmış olmalarına rağmen, Otto Hahn 1945 yılında tek başına aldı. Lise o sıralar aynı ülkedeydi, hayatını adadığı çalışmasının ödülünün başkasına verilmesini, sadece uzaktan izledi.

1967'de ilk radyo pulsarlarını keşfeden astrofizikçi Jocelyn Bell Burnell'in hak ettiği Nobel ödülü ise, Jocelyn yerine doktora danışmanları olan Antony Hewish ve Martin Ryle'a verilmişti.

Parite korunumunun, beta bozunmasında geçerli olmadığını göstererek bu çalışması ile fizikteki temel prensiplerden birini çürüten Chien-Shiung Wu'nun hak ettiği Nobel ödülü, iş arkadaşlarına verildi.

Değişken yıldızların parlaklıkları ile onların uzaklıkları arasındaki ilişkiyi keşfederek, evrenin genişlemesini anlamamıza yardımcı olan Henrietta Leavitt'in çalışmaları da, sadece kadın olduğu için erkek çalışma arkadaşları olan Edwin Hubble ve diğer erkek astronomların gölgesinde kalmaktan kurtulamadı.

KİTAPLARINI ERKEK İSMİ İLE ÇIKARMAK ZORUNDA KALAN KADIN YAZARLAR

Doğa bilimleri alanında işler, erkekler tarafından bu kadar yokuşa sürülürken, edebiyat alanında da daha farklı değildi. Eril kültür, kadınların, evleri dışında, hiçbir yerde varlık göstermesine tahammül edemiyordu. 

Mary Ann Evans kitaplarını, George Eliot adı altında yayımlamış. Charlotte Brontë, ünlü kitabı ‘Jane Eyre’ i Currer Bell ismi ile çıkarmış, Karen Blixen,Isak Dinesen olarak, Alice Bradley Sheldon ise kitaplarını James Tiptree Jr. ismi ile yayımlamıştı. Yaşadıkları dünyada kadın bir yazar olarak kabul görmeyeceklerini bildiklerinden, bir yazarın tanınmak, bilinmek gibi bütün arzularından vazgeçerek, fikir dünyalarındaki bütün serüvenleri, hayalet erkeklerin isimlerinin arkasına gizlemişlerdi.

KADINLARDAN SADECE GÜNLÜK HAYATTA DEĞİL, BİLİM DÜNYASINDA DA GÖRÜNMEZ OLMALARI BEKLENİYOR

Astrofizik, kimya, felsefe ya da matematik, hangi alanda olursa olsun, bilim insanlarının yaptığı çalışmalar hep kadın ve erkek ayrımına tabi tutulmuştur. Özellikle alanında tanınan erkeklerin bilimsel çalışmaları daima ön plana çıkarılırken, kadınların çalışmaları, ya geri plana atılmış, ya da görmezlikten gelinmiştir. Günümüzde bu durumun geçmişe göre daha iyi olduğunu düşünsek de, aksini ispatlayan çalışmalar da var.

GÜÇLÜ ERKEK - GREAT MAN TEORİSİ

Great Man Teorisi, 19. yüzyılda İskoç tarihçi Thomas Carlyle tarafından popüler hale getirilmiştir. Teoriye göre, dünya esas olarak güçlü ve karizmatik liderler, ya da aynı gücü gösteren bilim adamları tarafından şekillendirilmektedir. Erkeğe, kendisi dışında hiçbir şeyin önemli olmadığı fikri ile tanrısal bir güç bahşeden teori, her seviyedeki erkekler tarafından, kadının her alandaki varlığını tamamıyla görmezden gelinmesine sebep olmuştur. Bu teori erkekler tarafından memnuniyetle benimsenmiş ve geçmişten gelen bir pratikle, günümüze kadar süregelmiştir.

MATİLDA ETKİSİ

Güçlü erkek teorisine katılmadığını, "Böyle ifadeler ya kadınlar hafife alındığından ya da cehaletten yapılmaktadır. Oysa gelenekler, tarih ve tecrübelerimiz, bizlere kadınların bu yeteneklere en üst düzeyde sahip olduklarını kanıtlar," şeklinde ifade eden, Matilda Joslyn Gage, bu cümle ile, dönemin güçlü erkek timsallerine meydan okumuştur. Kadın hakları savunucusu, aktivist ve sosyolog olan Matilda Joslyn Gage, 1870 yılında, "Woman as Inventor" adında bir broşür yayınlar. Broşürün amacı, o dönemdeki bilim kadınlarının çalışmalarının, erkekler tarafından ne türlü engeller ile durdurulmaya çalışıldığını anlatmaktır.

Broşür, kadınların buluş yapabilmek için içgüdüsel bir itkiye sahip olmadıkları ve dolayısıyla da bilimsel çalışma yapma yeteneğine sahip olmadıkları fikrini çürütmektedir. Yaklaşık 100 yıl sonra, Margaret Rositter, bu broşürü temel alarak, "The Matilda Effect in Science" adlı kitabını yayımlar. Kadınların bilim dünyasında uğradıkları haksızlığı 'cinsiyete bağlı bir fenomen' olarak adlandıran Rositter, bu fenomene Matilda ismini verir.

GENDER CİTATİON GAP VE MİSOGYNİSTİC

Kadınların Bilimsel Yayınlarının Alıntılanmaması ve Kadın Düşmanlığı

Geçmişten bu yana hayli mesafe katettiğimizi düşünüyor olsak da, misogynistic bakış açısının bilimsel yayınlar üzerindeki cinsiyetçi etkisi hala ağırlıklı olarak hissedilmektedir. Philipp Aufenvenne, Christian Haase ve Max Pochadt'ın birlikte yaptıkları çalışmada, kadınların bilimsel çalışmalarda ne sıklıkla alıntılandığını inceliyorlar. Çalışmanın sonuçlarına göre, "Kadınların bilimsel yayımlarından yapılan alıntı oranları, erkeklere göre neredeyse %40 daha düşük," diyor Aufenvenne. Disiplinlerin birçoğunda benzer sonuçlara ulaşılıyor. Steinbirk ise bu görünmez ön yargının, hem kadınlarda hem erkeklerde olduğuna dikkat çekiyor.

Toplumun ve hatta bilim insanlarının bilinçaltına binlerce yıldır işlemiş olan kadın düşmanlığı ve kadının yetersiz olduğu önyargısı, kadın bilim insanlarının hala yolunu kapamaya devam ediyor. Yani Matilda Etkisi bilimin önünde tehditkar ve engelleyici bir fenomen olarak hala etkisini sürdürüyor. Nobel Ödülü kazananlar, özellikle MINT kategorilerinde, yani Matematik, Bilişim, Fen Bilimleri ve Teknoloji alanlarında, hâlâ çoğunlukla beyaz erkekler. Kadınlar MINT kategorilerinde ciddiye alınmak için ilkokuldan başlamak üzere mücadele ediyor, bu alanların erkeklere ait olduğu algısı, üniversitelerdeki kız ve erkek öğrenci sayılarında bariz bir şekilde hissediliyor. Bu durum, kadınların ve kız çocuklarının üzerinde hala şiddetli bir baskı olduğunu gösteriyor.

Kadının mecbur bırakıldığı ikincil pozisyonun esas nedeni biyolojik farklılığı değil, eril geleneklerin kadının tanımlanmasına yaptığı atamadır. Bu atamanın yanlışlığı, tarihi süreçte defalarca kanıtlanmış olmakla birlikte, bu etkiden kurtulmanın tek yolu, kız çocuklarının üzerindeki ağır geleneksel yüklerin ve yanlış yönlendirmelerin kaldırılması ile mümkündür. Kadınların medeni gelişmeye yapacakları potansiyel katkının engellenmiş olması, toplumun geleceğine yüzde elli oranında ket vurulması anlamına gelir ki, bu da toplumun özgürleşmesi ve gelişmesinin önünde büyük bir engeldir. Çünkü kadının toplumun her alanında özgürleşmesi ülke gelişmesinin mutlak koşuludur.