Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Mustafa Kemal'in Hayal Ettiği Diyanet İşleri

Toplumsal Sözleşme ve Bireysel Özgürlüklerin Dengesi

İnsanlar, doğaları gereği kendilerinin de içerisinde yaşadıkları topluluğun işlevselliğini gözetirler. Bir arada yaşamak için gerekli olan sosyal sözleşmeler, bireysel özgürlüğü kısıtlıyor gibi görünse de, bireyler, özgürlüklerini tamamen kaybetmeden, topluluğun bir parçası olmanın yolunu bulurlar. Böylece, topluluğun bir parçası olarak, sürekli değişim halinde olan birey, ilkel yalnızlığın kaosundan uzaklaşır.

Topluluğun fonksiyonel olabilmesi için, herkesin etrafında buluştuğu ortak bir sosyal sözleşme ve etik çerçeve gereklidir. Sivil anayasaların henüz oluşturulmadığı dönemlerde, ihtiyaç duyulan, güçlü ve legitim olması beklenen otorite boşluğunu dinler doldurmuştur.

Fakat, geniş coğrafyalara yayılan imparatorluklar, karmaşıklaşan devlet yönetimleriyle beraber kendi sivil yasalarını oluşturmaya başlayınca, tarih, dini kontrol mekanizmaları ile, sivil yasalar arasındaki şiddetli iktidar çatışmalarına sahne olmuştur. Bu çatışmaların üst başlıkları, günümüzde de aynı meseleleri ihtiva ediyor.

Dogmatik Metinler ve Dinamik Toplumlar 

Bu çatışmalar ana hatları ile şöyledir; Öncelikle, ilahi metinlerin kesin kuralları vardır ve değişime kapalıdırlar. Ancak insan, dinamik bir varlık olduğundan, belirli bir zümreye hitap eden bu dogmatik metinler, bütün durumlara tarafsız olarak cevap veremez. Dolayısıyla, devletler vatandaşlarına karşı eşit davranma prensibinden yola çıkarak, sivil anayasalar oluşturmuşlardır. Bizim ülkemizde de, güçler ayrılığına, yani Legis lativus, İudicare ve Exequi (yasama, yargı, yürütme) prensiplerine dayanan bir anayasa vardır. Her ne kadar yargı sürecinde geleneksel hukuk ve ülkenin dini yapısı göz önünde bulunduruluyor olsa da, temelde laik ve demokratik olan Anayasa hükümleri uygulanmaktadır.

Kolluk kuvvetleri tarafından desteklenen, çok kapsamlı bir anayasamız olmasına rağmen, dini metinlerin de halkın büyük bir kesimi için, geleneksel ve gündelik hayatı düzenlediğini kabul etmek gerekir. Ki Türkiye'de son 40 yıldır halktaki dini temayüller gözle görülür bir şekilde yükselişe geçmiştir.

Hem anayasa hem de dini metinler, toplumsal hayatı düzenleme düsturu ile hareket eder. Ancak mesele gelip, kriminal boyutlardaki fikir ayrılıklarına dayandığında, bu iki sistem karşı karşıya gelir. Toplumsal yapıyı derinden etkileyen bu çatışma hali, kadın cinayetlerindeki şiddetli artış olarak karşımıza çıkar.

Mustafa Kemal'in Diyanet İşleri Vizyonu

Mustafa Kemal’in en öngörülü icraatlarından biri, Diyanet İşlerini kurumsallaştırmak ve dini bilginin dağılımının tek elde toplanmasını sağlamaktı. Mustafa Kemal, tek bir devletin, iki hukuk sistemine tabi olmasının mümkün olmadığını biliyordu.

Bu sebep iledir ki, Diyanet İşleri'nin vazifesi tam olarak bu minvalde tayin edilmişti. Dini uygulamalar ile medeni hukukun çatıştığı durumlarda, Diyanet İşleri'nin vazifesi, halkın zarar görmesini engellemek üzere, şiddet içeren fetvaların halk içerisinde yayılmasını önlemekti. Özellikle kadınlar ve gayri müslimler başta olmak üzere, ülkedeki bütün vatandaşların hayat haklarını ve özgürlüklerini güvence altına alınmasına yardımcı olmaktı.

Mustafa Kemal, savaş sonrası Anadolu’da yaşayan, eğitimden ve sağlık hizmetlerinden mahrum olan fakir halkın, mahalle arası mollalar, cinci hocalar ve tarikatler tarafından sömürülüp, cehalete sürüklenmelerini, şiddet içeren fetvalar ile kendi içlerinde kriminalleşmelerini istemediği için, Diyanet İşleri'nin görev izahını bu doğrultuda tanımlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, bu cümleleri ile halkın din hususunda tek ve sahih bir kaynağa müracatını mümkün kılmak  üzere Diyanet İşleri'nin ehemmiyetine işaret eder.

"Efendiler, tekke ve zâviyelerle türbelerin seddi ve alelumum tarîkatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilâh gibi birtakım unvanların men'i ve ilgâsı da Takrîr-i Sükûn Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tatbîkat, heyet-i içtimâîyemizin hurâfeperest iptidâî bir kavim olmadığını göstermek nokta-i nazarından ne kadar elzem idi; bu takdir olunur."

Ülkemizdeki bu temel problem hâlâ devam ettiği için, Diyanet İşleri, şiddeti teşvik eden yanlış fetvaları engellemek ve halkı cinci hocalara, fetva dağıtıcılarına karşı uyarmakla vazifelidir.

Din Görevlilerinin Fetvalar ile ilgili Sorumlulukları ve Toplumsal Etkileri

Kurumsal olan Diyanet İşleri'nin, camilere imam, müezzin, müftü atamak yetkisi vardır. Bu çalışanların vazife başındayken giydikleri cübbe ve sarık gibi, devlet tarafından karşılanan üniformaları bulunur. Bu giysiler, kişinin görev tanımını ifade eder. Ancak, din görevlisinin fetva verebiliyor olması için, sadece cübbe giyiniyor olması yetmez, belirli bir kıdemde olması gerekir. Hele ki bu fetva bütün halkı ilgilendiriyorsa, bunun halka açık bir yayın kuruluşunda bildirilmesi ya da bir gazetede yayınlanması gereklidir.

Akıl karışıklığı burada başlıyor; dini üniforma giyinme ve fetva verme yetkisi sadece Diyanet İşleri'ne aitse, piyasada dolaşan cübbeli, sarıklı, dergi çıkaran, kitap basan, YouTube kanalı olan, sadece cübbesi, sarığı olduğu için bol keseden fetva dağıtan adamlar kim? Diyanet İşleri bu konuda nasıl bir tasarrufta bulunuyor?

Örneğin, bir grup vatandaş, 'Biz ülkemizi çok seviyoruz, bu sebeple de 'el polis-ül yahsi dergahı' diye bir vakıf kurduk, yurt içindeki ve yurt dışındaki üyelerimizden, ülke güvenliği adına bağış topluyoruz' dese, tarikat üyelerine polis kıyafeti giydirerek, güvenlik davetçileri adı altında, insanlığı güvenliğe ve huzura davet ettiklerini iddia etseler. Mahalle aralarında devriye gezip, YouTube'da güvenlik ve huzur sohbetleri düzenleyerek, polisinin suç olarak ilan ettiği bazı durumların, suç olmadığını anlatsalar, Türkiye Cumhuriyeti resmi polis kurumunun bu duruma tepkisi ne olurdu?

Peki, Diyanet İşleri de resmi bir kurum değil mi? Neden her aklına esen cübbe giyinip sakallı suratıyla bir YouTube kanalından, bilmem hangi tarikat adına, yukarıda saydığım bütün eylemleri de gerçekleştirerek piyasada fetva dağıtıyor?

Kadına Şiddetti onaylayan Fetva Tuzakları 

Evlilik içerisinde, karı koca arasında zuhur eden tecavüzün, suç olduğunu bir hukuk devletinin vatandaşları olarak hepimiz bilmiyor muyuz?

Birkaç gün önce YouTube'da izlediğim, iki tane sarıklı, cübbeli ve çok sakallı adam, bir kocanın kendisiyle yatmayan karısına tecavüz etme hakkı var mıdır konusunda konuştular, çok çok kısa sohbetlerinin ardından, erkeğin karısına tecavüz etmesinin dinen caiz olduğu kanaatine vardılar.

Bu tarikatlerin daha radikallerinde ise, 'bir erkeğin hemen sonrasında nikâhına alması şartı ile, nefsinin yükseldiği bir kadına tecavüz etmek hakkı vardır' fetvası veriliyor.

Halkın içerisindeki hatırı sayılır bir kesim, bu adamların fetvaları ile günlük hayatlarını belirliyorken, ülkemizdeki tecavüz ve kadın cinayetlerindeki dehşetli artışa şaşırmamak mı gerekiyor acaba? Bu, şu demek mi oluyor; bilmem hangi tarikatın, bilmem hangi imamından, fetvalı tasdikli onayını cebinde taşıyan, bir sürü potansiyel tecavüzcü ve katil dolaşıyor piyasada.

Medeni Hukuk ile Dini Yorumların Çatışması

Türkiye Cumhuriyeti Medeni Hukuku, bu durumun tam tersini savunuyor. Peki, suç oluştuktan sonra, Medeni Hukuk ile bu fetvacılara karşı açık bir mücadele yürütmeyen, kendi resmi kıyafetinin ayrıcalığını savunmayan Diyanet İşleri kurumu, karşı karşıya gelmiyor mu? Bu iki kurum, suç unsurunu oluştuktan sonra birbirleri ile iletişime girmiyorlar mı?

Kadın dövmeyi Medeni hukuk açık bir suç olarak tanımlarken, dini metinler kadın dövmenin usullerini iştahla anlatarak, "caizdir"fetvası çıkarıyorsa, kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin bu kadar yükseldiği bir ülkede, Medeni hukuk temsilcilerinin ve Diyanet İşleri kurumunun cübbelerini önlerine bırakıp düşünmelerinin zamanı gelmiş olabilir mi?

Karısını döven ve tecavüz eden bir adam, mahkemede, 'Ben tarikatımın şeyhinden aldığım fetva ile bu fiili işledim' derse. Bu konuda medeni hukuk ile çatışan Diyanet İşleri'ne, resmi hukukun cevabı şu olur: 'Bu yasanın, prensipleri fetvalara bağlı değildir, yasal düzende, işlenilen bu suçun cezası vardır.' Bu durumda, suçun işlenmesine dolaylı yoldan sebebiyet veren Diyanet İşleri, 'Ey medeni hukuk, bu kadını dövmek kocasına helal kılınmıştır, seninle öbür dünyada hesaplaşacağız' mı diyor?

Müthiş bir akıl karışıklığı değil mi?

Dini uygulamalarda Reform İhtiyacı

Dinde Reform olmalı denildiğinde, insanlar sanki dinlerine saldırılıyormuş gibi duygusal tepkiler gösteriyorlar. Din manevi bir meseledir, özgür ve medeni bir devlet, bireyin manevi hayatını ve dini tercihlerini de savunur. Ancak söz konusu olan, bir insana tecavüz etmek, dayak atmak, eve hapsetmek, eğitim hakkını engellemek olunca durum değişir. Bireyin özgürlüğü ve yaşama hakkı, din- ve devletler üstü savunulması gereken, evrensel haklardır. Ne dine, ne de geleneklere dayandırılarak ihlal edilemez. Aksinin tatbiki ve teşviki bila istisna evrensel bir suçtur.

Gidişatındaki vehameti yeterince fark etmediğimiz bu durumun, tedbir alınmaksızın, kendiliğinden hal yoluna girmesini beklemek, rasyonel aklın doğasına aykırıdır.

Bu meselenin çözümü, kurumların karşılıklı olarak birbirlerini suçlaması değildir. Diyanet İşleri ve Medeni hukuk, evrensel insan haklarının ihlaline sebep olan durumlar ile ilgili ortak bir çözüm arayışına girmek zaruretindedir. Şayet Diyanet İşleri Başkanı, 'Ey erkek vatandaş, sizinle yatmak istemeyen karınıza tecavüz etmek gibi bir hakkınız vardır' fetvasının arkasında duruyorsa, ya da 'Emirlerinize itaat etmiyorsa karınızı dövebilirsiniz' fetvasını gönül rahatlığı ile onaylıyorsa, o zaman çok ciddi bir sorunumuz var demektir.

"Kimin cübbesi daha kara", diyerek ego yarıştırmanın, hiç hem de hiç zamanı değil. Siz yetki sahiplerinin, ayak direyip çözümden her uzaklaştığı dakikada, bir insanın hayat ışığı sönüyor, rengarenk bir sofranın etrafında hayal ettiğimiz, geleneksel Türk aile yapısı, kanlar içerisinde kalmış bir cinayet mahaline dönüşüyor.

Neşeli çocuk kahkahalarının yerini polis telsizleri ve siren sesleri alıyor. Her fırsatta, altını üstünü çizerek, kutsadığınız geleneksel aile yapısının, kaçak ve usulsüz fetvalar ile cinayet mahaline dönüşüyor olması, ne zaman vicdanınızı rahatsız edecek, ne zaman düğümleyecek gözyaşlarınız sesinizi, ne zaman dizecek boğazınıza lüks sofranızın nimetlerini, annesiz ve babasız kalan bir çocuğun yetimhaneye gönderilişi.