Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,7146
Dolar
Arrow
34,8403
İngiliz Sterlini
Arrow
44,5397
Altın
Arrow
3015,0000
BIST
Arrow
10.062

12 Eylül'den önce MHP'nin işlevi

MHP   HANGİ   ORTAMDA  DOĞDU ?

MHP, 14’ler grubunun içinden doğmuş bir harekettir. 14'ler  radikal eğilimleri  nedeniyle  Milli Birlik Komitesinden çıkarılan gruptu. İçlerinde Alpraslan Türkeş de  vardı. 14’lerin  yurt dışı görevlendirmeyle sürgüne gönderilmeleri 27 Mayıs İhtilalinin evrilebileceği  bir seçeneği devre dışı bırakmış  oldu. 

Bu seçenek nasıl  tanımlanmalıdır?

Genel oya ve demokratik yarışmacı siyasete güvenmeyen otoriter milliyetçi bir devlet düzeni kurmak.

Bunun ipuçlarını Türkeş'in Başbakanlık Müsteşarlığı yaptığı dönemde verdiği konferanslarda bulmak mümkündür.  Bu konuşmalar Türkeş'in  düşünce yapısını epey berrak bir şekilde ortaya koyar. 

Bu konferanslarda Türkeş Kurucu Meclis fikrine karşı çıkıyor korporatif  bir  “Milli Şura” öneriyordu

Son derece önemli bir başka bulguyu da, Türkeş’in  arkasında olduğu   bir kanun  tasarında görürüz: Ülkü ve Kültür Birliği Kanun Tasarısı”.  Bu  kanun tasarısının   amacı “Türk milletini en küçük  ünitesine kadar aynı fikir ve imanda toplamak. Milli şuuru çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak”  olarak  ifade edilmiştir. 

Bu düşünceler otoriter (belki de totaliter) bir  devlet   tasarımından başka bir şey değildir. Bu milliyetçi-otoriter söylem, Tanıl Bora tarafından (Cereyanlar  kitabında) 30'ların Halkevleri faaliyetleri ile yaratılmaya çalışan ülkü birliği ile özdeşleştirilmiştir. Ben bu görüşe katılmıyorum. 

Kemalizmin   Türk  halkını, en küçük ünitesine kadar bir düşünce birliği etrafında  örgütleme planı yoktur.  Eğer öyle olsaydı Celal Bayar, Ahmet Ağaoğlu, Mahmut Esat Bozkurt ve Şevket Süreyya Aydemir  aynı  partide bir araya gelemezdi. Kemalizmde ülkü birliğinin  ne anlama geldiğini  “Medeni Bilgiler” den öğrenmemiz mümkündür. 

TÜRKEŞ’İN BİYOGRAFİSİNE DAİR NOTLAR 

Alparslan Türkeş  Kıbrıs  kökenlidir.  1917 Lefkoşa doğumludur. Ülkücü  çevrelerde Kayseri kökenli bir  aileden geldiği özellikle vurgulanır. Rumeli Türklerinin “atalarımız  Anadolu’dan Balkanlara  sürgün olarak  gönderilmişler”  ifadesindeki  meşruiyet arayışı gibi. 

Ailenin  Kıbrıs'tan Türkiye'ye gelişi, bir çeşit milliyetçi kalkışma olarak  takdim edilir. İngiliz işgali  altında (Crown Colony)  duyulan  yurt ve hürriyet özlemi   bu  kararı aldırmıştır. 

Kuleli Askeri Lisesi mezunu. Türk vatandaşlığına kabul  edilmeden askeri liseye öğrenci  olarak  kaydedilmiş. Daha sonra ailesi ile birlikte Türk vatandaşlığını kabul edilmişler. İlginç bir nokta bu. 

Türkeş ikonografisinde bu temaların önemi vardır. Olağanüstü mahir bir kurmay subay olarak tarif edilir çoğunlukla  ülkücü çevrelerde. 

Alparslan Türkeş,1944 Irkçılık-Turancılık davasınının zanlılarından  biriydi. Zeki Velidi Togan, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Dr. Hasan Ferit Cansever  ve  Fethi Tevetoğlu ile birlikte  yargılandı.  Hakkında   9 ay 10 gün mahkumiyet kararı verildi.  1945'te Askeri Yargıtay  kararı bozunca, ordu'ya geri  döndü. 

Türkeş, tutukluluğu  süresince,Toptaşı Askeri Cezaevinde kalmış. İlginç olan, 1955'te harp akademisinden mezun olması. Bunun Demokrat  Parti  iktidarı döneminde ve Türkiye  NATO’ya kabul  edildikten  sonra gerçekleşmesi üzerinde durulmaya değer bir ayrıntı.

İkinci Dünya Savaşı   devam ederken açılan bir davada hüküm giyip;  karar bozulduktan epey sonra Kurmay okuluna alınması  ve mezuniyetinden hemen sonra Amerika'ya gönderilmesi  bir başka ilginç nokta. 

Türkeş, Amerikan Harp Akademisini ve Piyade Okulunu bitirmiş. Ben başka bir yerde  Süvari okulunda eğitim aldığını okumuştum. Bir taraftan da 1957’ye   kadar Washington'da NATO Daimi Komitesinde Türk genelkurmayını temsil etmiş, 1959'da Almanya'da nükleer okula staja gönderilmiştir. 

Bu aşamalardan sonra  Albaylığa  terfi  etmiş;  Kara Kuvvetlerinde NATO şube müdürlüğü görevine  getirilmiş, Genelkurmay ve NATO görevleri onun bazı bağlantılara vakıf olduğuna karinedir  kanımca. 

Türkeş, 1995'te yapılan bir mülakatta ABD'de Güney Amerika'lı subaylarla beraber özel eğitim gördüğünü açıklamakta bir sakınca görmüyor. NATO bünyesindeki bazı  gizli örgütlerle ilişkisini tahmin etmek  güç değil. 

 27 Mayıs'tan  sonra- sürgüne gönderilene kadar- Komitede epey etkili olan Türkeş, İçişleri Bakanlığı'ndaki odalardaMenderes döneminden kalma CIA gruplarından söz ediyor.  Bunlara  karşı olmadığını ama başka bir yerde çalışmalarına devam etmelerini  istediğini  söylüyor.   Yani 27 Mayıs gerçekleştiğinde Demokrat Parti yönetimi sırasında   kurulmuş, İçişleri Bakanlığı içinde ofisleri olan antikomünist   bir örgüt var. Türkeş’in sözlerinden  DP devrinde İçişleri Bakanlığında  ABD  ajanlarının olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

(Türkeş  ailesi  ile birlikte Erdek’te 1943 yazı)

Türkeş’in kurmay  eğitiminden  sonra ABD’ye gönderilmesi, Batıyı biliyor olması ülkücü kesimlerde çok yüceltilir. İngilizce bilmesi de. Orta üstü bir İngilizce  ile konuştuğu bazı  kayıtları  dinledim. 

Bence Türkeş'in  Amerikalılarla  antikomünist  mücadele kapsamında  ilişkisi kurmay okulundan  önce  başlamış olmalı. ABD’nin onun Pantürkist  kimliğinden  yararlanmak istemiş olduğunu sanıyorum. 

Türkeş 50’lerden  başlayarak  55’e kadar Türkiye radyolarında kahramanlık, Türk milletinin savaşkanlığı, fetih ruhu gibi konularda konuşmalar yapmış. Bu gerçeği  bu yazıyı  yazmak için  yaptığım  araştırma  sırasında  öğrendim. 

Bu bir subayın radyoda konuşturulması demek. Hem de Demokrat Parti döneminde. Bunun  gerçekleşebilmesi için bu subayın NATO (ABD)  destekli özel  bir misyonunun olması gerekir. 

TÜRKEŞ’İN MİLLİ  BİRLİK KOMİTESİNDEN ÇIKARILMA NEDENİ 

Türkeş'in 27 Mayıs'ı  belirsiz  bir süreyle uzatarak   otoriter-milliyetçi   bir rejime (isterseniz sağ Nasırcılık) dönüştürme planı, sadece  iktidarı deviren komitenin  çoğunluğunu  değil sermaye  çevrelerini  ve politik seçkinleri de rahatsız etmişti. Bu nedenle Madanoğlu- Gürsel ikilisinin  yönettiği  bir  iç   darbe ile diğer radikal  üyelerle  birlikte komiteden  çıkarıldılar.  Komite, Cemal Gürsel’in Devlet Başkanı ve Başkomutan  sıfatıyla imzaladığı bir bildiri ile feshedildi ve geri  kalan üyelerle  yeniden kuruldu.  Kararlar  Resmi Gazete’de  yayınlandı. 

TÜRKEŞ’İN   SÜRGÜNDEN  DÖNÜŞÜ 

Türkeş’i 27 Mayıs'ta  ihtilalinin  radyodaki  davudi sesi olarak  tanıyoruz . 27 Mayıs'ın kudretli albayı komiteden  çıkarıldıktan sonra  Türkiye’nin Yeni Delhi Büyükelçiliği müşaviri olarak Hindistan'da bulundu.  25 ay sonra 23 Şubat 1963'te Yunanistan üzerinden Türkiye'ye döndü.  Yanında kendisine  yakın Milli Birlikçiler vardı. 

Türkeş 1963 Şubat'ında Avrupa   üzerinden (Yunan sınırından)  Türkiye'ye giriş yaptı.Bu  tarihlerde Türkiye’de siyasi ortam   epey  karışıktı. Bir süre sonra Talat Aydemir'in  ikinci baş kaldırısı gerçekleşecek ve başarısızlığa uğrayacaktır. Bence Türkeş  bu  işin  içinde  olmak  istemişti. Aydemir ile teması onun darbede ön alma istekliliğinden kaynaklanıyordu. İlkelerde  anlaşamadılar. Söylentilere göre Türkeş Aydemir’i ihbar etmişti.   O da darbeye iştirakten yargılandı. Beraat etti. 

 Türkeş'in Aydemir’i  ihbar ettiğini bilemeyiz.  Ama -yeni döndüğü  sıralarda- bir parti yoluyla siyasi mücadeleye  girmek düşüncesinde olduğunu sanmıyorum.  Daha  köktenci  işlerin  peşinde olma ihtimali daha yüksektir. 

TÜRKEŞ’İN CKMP  GENEL BAŞKANLIĞI  

(İnönü, CKMP Genel Başkanı Türkeş, MP Genel Başkanı Bölükbaşı, TİP Genel başkanı Mehmet Ali Aybar) 

Türkeş  ve arkadaşları Türkiye’ye   döndüklerinde en istikrarsız parti CKMP  idi.  Osman Bölükbaşı  1962 başında CKMP’yi terk etmiş. 50’lerde kapatılan partisini  (Millet Partisi) yeniden kurmuştu.

 CKMP   tabanı  arayış içindeydi. TBMM’deki temsilcileri (milletvekileri ve senatörler)   siyasi  kararsızlık  içindeydiler. İnönü’nün  İkinci koalisyonuna  ve Suat Hayri Ürgüplü’nün  seçim  hükümetine  katıldılar. Parti Hasan Dinçer ve Ahmet Oğuz'un genel başkanlıkları  yönetiminde daha istikrarsızlaştı.

31 Mart 1965'te Türkeş, Dündar Taşer, Ahmet Er,  Muzaffer Özdağ,  Rıfat Baykal ve Mustafa Kaplan ile birlikte Cumhuriyeti Köylü Millet Partisine girdi. 1 Ağustos 1965 Kongresinde  bu  partiye  genel  başkan  seçildi. Parti, Türkeş’in  ekibi tarafından ele geçirilmiş oldu.   Böylece CKMP, 14'lerin   sağ kanadının partisi oldu. Bu  arada,   Türkeş’in “ya bir parti kuracağız ya da mevcut partilerden birini ele geçireceğiz” dediği  söylenir. 

1965  seçimleri yaklaşırken,  Adalet Partisi ticaret ve sanayi sermayesinin  temsilcisi  olarak iktidara en yakın  partiydi.   Yüksek  inşaat  mühendisi  yeni genel başkanları Süleyman Demirel’in  sağladığı  dinamizm  ile yükselişteydi. Bu seçimlerde AP-milli  bakiye  sistemine rağmen-tek  başına  iktidara  gelecekti.  Cumhuriyetçi  Köylü Millet Partisi  ise, kapitalizmin tehdidi altındaki taşra küçük sermayesine dayanıyordu. Tutucu-sünniler olarak tanımlayabileceğimiz iktidar dışı kasaba milliyetçiliğine hitap ediyordu.  Alparslan Türkeş, 1965 Temmuz kongresinde tabanı böyle olan bir partinin  genel başkanlığına   seçilmişti.  O Kurultay sonrasında “Başbuğ”  olarak anılmaya başladı

Bu ifade Orta Asya Türk  hakanlığı ile izah edilmeye çalışılıyorsa da sembolik anlamı başkaydı. Siyaset  bilimi  literatürü ve tarihi  gerçekler,  başbuğ  sembolünün  Caudille  veya İl Duçe’ye tekabül  ettiğini göstermektedir. 

 CKMP,  1965 seçimlerinde %3 oy  ile  11 milletvekilli çıkardı. Bu  seçimlerde Türkiye İşçi Partisi de yakın  bir oy oranı ile 15 milletvekili çıkaracaktı. Her  iki  partinin de  meclise  girmesini sağlayan  milli bakiye seçim sistemiydi.

1965-1969 arasında Türkeş'le  ilgili hatırlamamız gereken önemli bir olay1966 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cevdet Sunay'a karşı partisinin gösterdiği adayı olmasıdır. Türkeş,  AP ve CHP’nin  ortak adayı  eski genelkurmay başkanı, kontenjan senatörü Cevdet Sunay’a karşı bütün CKMP milletvekillerinin oyunu aldı:  11 oy. 

1969’da  milli bakiye sistemi kaldırıldığı için bütün küçük partiler gibi  MHP’de değişiklikten olumsuz etkilendi.  Yeni sistem   AYM  kararı   sayesinde fiilen   barajsız D’hondt  olacaktı. Demirel küçük partileri meclise sokmamak için    barajlı D’hondt sistemini yasalaştırmıştı. 

Başbuğ’un Partisi  yeni seçim sisteminin mağduru oldu. MHP, Genel Başkan Türkeş dışında milletvekili çıkaramadı. Türkeş  Adana milletvekili  seçilmişti.  Aynı  seçimde Türkiye İşçi Partisi  de iki milletvekilliğe  düşecekti. 

Seçimlerde önce CKMP Adana Kogresinde MHP'ye   dönüşmüştü.  Partinin amblemi  kırmızı  zemin üzerine  üç hilal  olmuştu. 

CKMP’DEN MHP’YE İDEOLOJİK SÖYLEM DEĞİŞİKLİĞİ 

Osman Bölükbaşı’nın genel başkanlığı  döneminde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi sosyal ekonomik söylemini Anadolu insanının tevekkülünü romantize etmeye dayandırıyordu. 

Bu romantizm içinde  çile vardı. İstanbul'un ve diğer büyük şehirlerin tuzu kuruluğuna karşı meydan okuma vardı.  CKMP,  Türkeş ve  taraftarlarının eline geçince romantik  kimlik değiştirdi. MHP oldu. 

 MHP,  Orta ve Doğu Anadolu'nun  alt-orta sınıflarının  kent  burjuvazisi ve tekelci kapitalizm sürecinde mülksüzleşme kaygısına hitap etmekteydi.  Türkeş açıkça,  hürriyetin garantisinin  mülkiyet olduğunu söylemişti. 

Bu   küçük  sermayeyi  himayeci bir söylemdi. MHP, sınıf çelişkilerinden kaynaklanan gerilimlerin günahını zenginlere, aydınların gayrı milli kültürel yozlaşmalarına   fatura ediyordu.  Çelişkileri  otoriter  bir popülizmle  hallettmeyi  vaat eden bir  söylem  benimsiyordu. 

Bu  temalar  antikomünist alarmizm ile birleştirildi. Bu dönüşüme, AP’den siyasete girmiş olan  Anadolu’nun   takva, çile ve  müminliği   söyleminin  sözcüsü Osman Yüksel Serdengeçti’nin MHP’ye  transferi eşlik etti. MHP uzun süre bu kavramlarla  kendi kitlesini arkasından  sürüklemeyi başardı. 

ÜLKÜCÜ ÇEVREDE BAŞBUĞ İMGESİ

Türkeş,  CKMP  1967 kongresinden itibaren  Başbuğ sıfatıyla  anılmaya  başlandı. Parti önderine eski Türk topluluklarının şeflerini tanımlayan tarihsel mistik bir ifadeyle hitap edilecekti. 

Gitgide geliştirilen Başbuğ kültü ve Türkeş imgesi MHP ve  ülkücü hareketin alameti farikasına dönüşecek,   bu çevre Türkeşciler olarak anılacaktır.  70’ler  Türkiyesinde  Türkeş,  düşüncelerinden ziyade imgesi ile mutlak bir liderdir. 

TÜRKEŞ DÜŞÜNCESİ 

Türkeş’in 27 Mayısçı olması tesadüf değildir. Komitede yer alması da. Türkiye'nin Nasır’ı yakıştırması yapılması da.  Ama sağcı bir Nasır  demek  daha doğru olur. 27 Mayıs'ın muğlak Atatürkçülüğünü korporatif otoriter bir milliyetçilik temelinde programlaştırmaya çalışıyordu.  Kemalizmin  kendince    restorasyonu peşindeydi.  Türkeş  düşüncesini kısaca  böyle  özetlemek  mümkündür. 

DOKUZ IŞIK NEYDİ?  NEDEN ÜÇ HİLAL 

 Türkeş’in 1965’te  %100 yerli ve milli  bir yönetim sistemi  olarak  önerdiği  görüşleri ( doktrin  diye anılıyor) Dokuz Işık  adı altında  yayınlandı. Bu  risale boyutlarında bir kitapçıktı. CHP'nin  Altı Okuna alternatif  olarak  öne sürülüyordu. Dokuz  Işık, sınıflı   bir toplum yerine korporatif  bir   devlet ve  birbiriyle uyumlu altı sosyal katmandan  oluşan toplumsal bir kurgu öngörüyordu.  

Neticede Dokuz Işık, kapitalizmin giderek derinleştirdiği sınıfsal çelişkiler  nedeniyle mülksüzleşme ve statü  kaybına uğrama kaygısı içindeki alt orta sınıfların  istikrar arayışına hitap ediyordu. Dokuz Işığın  hayata geçirildiği  düzende  herkesin mevkiini bileceği düzenli disiplini güvenceli bir toplum tasarımı vardı. CKMP, 9 Şubat 1969'dan  isim ve amblem değişikliği geçirerek  MHP oldu. CKMP’nin  terazili  logosu terkedildi.   Partinin Üç  Hilalli amblemi aslında güçlü Osmanlı asırlarına  özlemi sembolize eder.  

MHP’NİN  TÜRKÇÜLÜKTEN MUHAFAZAKARLIĞA KAYMASI 

MHP 70lerde gittikçe daha fazla muhafazakar tabana seslenmeye başladı. Sağ kesiminin ideoloğu  Necip Fazıl Kısakürek Erbakan'dan uzaklaşarak MHP'ye yakınlaştı. Kısakürek’in “İdeolocya Örgüsü”  kitabında öngördüğü   siyasal düzen  Türkeş’le yakınlaşmasının ideolojik   temelini gösterir. 

Türkeş’in  1976'da Hacca  gittiğini  de hatırlatalım. Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı  kadar  Müslüman söylemi buradan kaynaklanıyor.  

70’lerde Türkçülük, Türk-İslam sentezine dönüştü. Türkeş, MHP’yi Atsız’ın pagan Türkçülüğünden uzaklaştırdı. 

Bu görüş zaten Aydınlar Ocağı’nda işlenmiş-olgunlaştırılmış bir  tezdi.  Aydınlar Ocağı, sola  karşı akademik  cephenin  karargahı oldu.  Bu çevre 12 Eylül’den sonra  daha etkili  olacak ve cuntanın  sivil ayağını oluşturacaktır. Kendisi  zindanda “fikirleri  iktidarda”  diye tanımlanan şey buydu. 

(Türkeş hac ziyaretinde) 

MHP MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETLERİNDE 

1973 seçim sonuçları, 1960'larda kurulmuş olan toplumsal siyasal statükosunun  değiştiğini  gösteriyordu.  CHP,  yeni genel başkan Bülent Ecevit ile, yükselişe geçmiş; geçmişte Adalet Partisi çatısı altında  birleşen sağ, fraksiyonlara bölünmüştü: Milli Selamet Partisi, Demokratik Parti gibi. 

MHP’nin, Adalet  Partisi ile tarihi veya siyasi  bir  kesişim alanın  yoktu.  Parti, üç  milletvekili ile TBMM’ne girmişti. Ama siyasetin marjında bir parti olarak  algılanıyordu.  

MHP’nin değerini arttıran Demirel ve Feyzioğlu'nun tutumu oldu: bu sola karşı  sağ bir  cephe kurma  düşüncesiydi. Asıl amaç, Ecevit'in önünü kesmekti. Milliyetçi Cephe fikri ilk ortaya atan Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu olmuştur. 

Sadi Irmak hükümetinin güvensizlik oyu almasından sonra hükümet krizi aylarca sürdü. Feyzioğlu  ve Celal Bayar'ın sol karşıtı cephe çağrılarına Demokratik  Parti’den kopan Dokuzlar Hareketinin olumlu yanıt vermesiyle Milliyetçi Cephe hükümeti  kuruldu. AP’nin  öncülüğünde,  Demirel’in  başkanlığında,  Milli Selamet Partisi,  Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin katılımı  ve müstafi DP’lilerin dışardan desteği  ile  siyasi tarihimizde Birinci Milliyetçi Cephe  hükümeti  olarak  andığımız  hükümet kurulmuş oldu.  Türkiye 1975  yılına  sağ bir koalisyonla girmiş oldu. 

Bu koalisyonun kurulmasını sağlayan Feyzioğlu'nun Ecevit nefreti ve Demirel'in iktidarı CHP’ye  kaptırmama düşüncesiydi.  Temel belirleyiciler bunlardır.  MSP ve MHP açısından hükümete girmek   önemliydi. Bu iki parti açısından hükümette yer almak, devlet aygıtına yerleşmek   demekti. Bu sonuç, Demirel ve Feyzioğlu’dan bağımsız olarak  MSP ve MHP açısından  başarıydı. Koalisyondan azami yaralanan partiler de onlar oldular.

Feyzioğlu, Ecevit'in önünü keserken dinci ve   totaliter  sağla bir araya geldiğini bir süre sonra idrak etti. Önemle belirtmek  gerekir ki MC’ye katılmak CGP’ye  yarar  sağlamadı. 1977 seçimlerinde  neredeyse siyaset sahnesinden  silinecek kadar  geriledi. 

MHP’nin güvenoylamasında ne kadar  kritik bir sayıya sahip  olduğunu hatırlatmak için  oylama sonucunu  not düşüyorum:  Kabul:222, red: 218.   Açıkça  görüldüğü üzere MHP olmasaydı hükümet güvenoyu alamazdı. 

(Milliyetçi Cephe hükümeti) 

MC HÜKÜMETLERİNDE MHP’Lİ  BAKANLAR KİMLERDİ? 

MHP, birinci MC ile hükümeti ile girdi. İktidara ulaştı. Türkeş’in Başbakan Yardımcılığı  dışında, Mustafa Kemal  Erkovan,  (1929, Niğde)  Devlet Bakanlığına  getirilmişti. Erkovan, 2024’de vefat etmiş.  Ankara Hukuk mezunu; 12, 15 ve  16 dönemde Ankara milletvekilliği yapmıştı.  

İkinci MC Hükümetinde  parti önderi Türkeş yerini  koruyordu. Diğer önemli  simaların  başında Agah  Oktay Güner gelir. Güner, 1937 Bayburt  doğumlu. Ankara Hukuk mezunu. Amme İdaresi Enstitüsünde  yüksek lisans,  Fransa’da ekonomi doktorası yapmış. MC hükümetinde  Ticaret Bakanlığına getirilmişti. 12 Eylül öncesi MHP'nin önemli isimlerinden biriydi. 

Cengiz Gökçek 1934 Antep  doğumlu,  hukuk mezunu.  Melih Gökçek'in amcası olduğunu yeni öğrendim bu yazıyı  yazarken. İkinci MC’de Sağlık Bakanlığı yapmıştı. Gün Sazak, Birinci  Mecliste  Eskişehir  milletvekili olan Emin Sazak’ın oğludur. Gümrük ve Tekel Bakanı idi.  Amerika'da Ziraat eğitimi görmüştü.  27 Mayıs 1980'de öldürüldü. Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu Ülkü Ocaklarının  örgütlenmesinde etkili olan bir isimdir. Niğde’den  milletvekili  seçilmiş, kendisini 2000 cumhurbaşkanlığı  seçiminde töreye aykırı cumhurbaşkanlığı adaylığı ile hatırlıyoruz.  

1977’DE MHP MİLLETVEKİLLERİ KİMLERDİ? 

MHP'nin 1977'deki milletvekilleri  şu isimlerden  oluşuyor:Alparslan Türkeş (Adana) İhsan Karaçam ve Necati Gültekin (Ankara) Mehmet Irmak (Çorum) Mehmet Tahir Şaşmaz (Elazığ)   Nevzat Köseoğlu (Erzurum) Turan Koçal (İstanbul milletvekili, MHP İstanbul'a güçlü bir parti değildir) Mehmet Doğan (Kayseri) MHP, bu seçimlerde  Konya'dan  iki milletvekili çıkarmış:  İhsan Kabadayı ve  Agah  Oktay Güner.  Sadi Somuncuoğlu Niğde’den seçilmiş;  Ali Gürbüz Sivas’tan, Ali Fuat Eyüboğlu Yozgat’tan seçilmişlerdi.

1980 ÖNCESİ MHP’YE DAİR  DEĞERLENDİRMELER 

MHP Soğuk Savaş koşullarında Sovyetlere karşı örgütlenen Gladyo (Gladio) tarafından desteklenen bir partiydi.  Gladyo  NATO’nun  gizli  bir örgütü idi.  Muhtemel bir savaşta, Sovyetlere  karşı  kont-gerilla olarak savaş verecekti.   Silahlandırılmış yerli  sağ  milis güçleri olarak  tasarlanmıştı. Türkiye’nin gayri nizami harp örgütü  Gladyo ile birlikte çalışıyordu. Kadrolaları tam olarak deşifre edilmesi  elbette olanaksızdır. Ama  kontrgerilla ile  MHP  örgütleri arasında geçişlilik  söz konusu olduğu kesindir. 

Bunun  dışında  MHP,  Ülkü Ocakları, ÜGD, Emniyet, Milli Eğitim Bakanlığı ve orduda  kadroları ile devlet içindeki gücünü pekiştirdi.1 Nisan 1975 sonrasında MHP,  cephenin adeta örtülü vurucu gücü işlevini üstlendi.

Adalet Partisi bu konuda çoğunlukla  sessizdi. Demirel’in hamasi “bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz”  sözünü  burada hatırlatmak  isterim. MHP, Başbakan Demirel'in faydacı-oportünist yaklaşımı neticesinde sözde anti- komünist  özde her çeşit sol düşünceye karşı taşra milliyetçiliğinin baskı aparatı işlevi gördü. 

Türkiye burjuvazisi, bu işlevden-belli sınırlar içinde kalmak şartıyla- memnundu. Ama MHP  sınırın ötesinde bir eylemlilik  halini devam  ettirmekte  kararlı göründüğü  anlaşıldı, 

Ortada sanki bir Proxy Wars(vekalet savaşı)  vardı. Radikal sol gruplarla MHP ve yan kuruluşları çatışıyorlardı.  Bu aslında gittikçe büyüme  eğilimi  gösteren bir iç savaştı.  1982  Anayasasının özgün  halinin  “dibacesinde”  buna atıf  vardır. Bu  süreci,  ülkenin dörtte üçünü oluşturan partiler ve yurttaşlar sanki sahnenin dışından izliyorlardı. MHP'nin öngörülen işlev ötesinde bir misyonla davrandığını gören büyük sermaye (hakim sınıflar ittifakı) Türkeş ve çevresi ile çok yakın  temas  kurmadı. 

1979  sonbahar  ara seçimleri  Adalet Partisine  Demirel   başkanlığında bir azınlık hükümeti kurma  imkanını  sağlayacaktı. Bir Üçüncü MC hükümetini değil. 

Bu hükümet, Türkiye hakim sınıflarının sondan bir önceki seçeneğiydi.  Sonuncusu ise, tam askeri diktatörlük  rejimi  olacaktır. 

MHP, 1975’ten sonra   devlet aygıtındaki yerini pekiştirdi. Sağda gücünü daha da arttırdı. Yan  kuruluşlarıyla birlikte- anti komünist  vatan  savunması  yapıyor imajı vermeye çalışıyordu. Bu sayede, 1977'de %6,5 oyla 16 milletvekilliğine ulaştı.

Her iki MC hükümetinde yer almak, en çok MHP'ye yaradı.  Hem kadrolaşma hem de ideolojik etkinlik anlamında.  MHP,  İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinde en önemli aktörlerini öne sürdü.  Bu kişiler hükümette bakanlık görevine getirildiler.

Türkeş,   bir “Roma yürüyüşü” yapamadı.  Ama bunu deneyebilecek bir siyasi aktördü.  Siyasal gelişmelere  dikkatli  bir  bakış beni bu konuda destekleyecektir.

Sonuçta MHP Türkiye kapitalizminin ağır bunalıma düştüğü, sınıf mücadelesinin keskinleştiği bir konjonktürde “emniyet güçlerine yardımcı oluyoruz”  söylemi ile  sol karşıtı (paramiliter)  bir  hizmet   verdi  egemen sınıflara.  Bu olgu soğuk savaşın başat  aktörlerinin  karşılıklı  hamlelerinin olduğu bir ortamda geçerliliği olabilirdi.  Komando kamplarının kuruluşundan itibaren Sovyetlere  uygulanan jeo-stratejik ablukanın tahkimine yarayan taşeron   bir işlev gördü. 

Bu süreçler birbirine eklemlenirken, Anadolu'nun  küçük  kasabalarında  vatanseverlik duyguları şiddet eşiğinde bekleyen ülkücü gençler (MHP’liler)  vatan ve bayrağı savunduklarını düşünürken, Fransa’da partili  bir senatör baz morfin  kaçakçılığından  yakalanabiliyordu. 

Bu  kadrolar, MHP'ye  (davaya)  atfettikleri  anlamın  sandıkları gibi olmadığını 12 Eylül'den sonra açılan  MHP ve ülkücü kuruluşlar davalarında anladılar.