Yazının gerekçe ve kapsamı
Son 20 yıldır anayasada yapılmayan değişiklik kalmamasına ve fiili başkanlık rejimine geçilmesine rağmen- iktidarın hala ilişemediği bazı şeyler var. Bunlar cumhuriyetin temel niteliklerini içeren değiştirilemez maddeler. Son zamanlarda telaffuz edilmeye başlanan “yeni anayasa yapmalıyız” dan kasıt cumhuriyet devriminin tevhid-i kuva ilkesinden yararlanarak- karşı devrimin kendi üst yapısını inşa etmek düşüncesi.
Bu nedenle- yazımda- 1921’den 1928 değişikliğine kadar Türkiye’nin anayasal- siyasal gelişmelerini ele alacağım. Bu yedi yılda üç dönem TBMM ve İki anayasa var: 1921 ve 1924 anayasaları. Bir de 9 Ekim 1923’den 20 Nisan 1924’e kadar süren- benim geçiş dönemi (interim) dediğim- dönemden söz etmek gerekir. Cumhuriyet ve hilafet kurumunun birlikte var olduğu bu alt dönemi interim dönemi olarak tanımlamamın nedeni budur.
1921 ANAYASASI İLE NASIL BİR SİYASAL REJİM KURULDU?
20 Ocak 1921 tarihli ve 85 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu ilk 9 maddesi ile rejimin niteliğini ortaya koymuş, yeterince aydınlatmıştı. İlk dikkat çeken hususlar, egemenliğin kaynağı ve ülkenin TBMM tarafından idare edildiği gerçeğiydi. Egemenliğin tecelli ve temerküz ettiği siyasal organı olarak TBMM idi. Anayasa, yasama ve yürütme eklerinin meclisin manevi şahsiyetinde mündemiç olduğuna işaret ediyordu. Bu durum Fransız konvansiyonunun da ilkeleriydi.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu üç ayrımda incelenmelidir. Birincisi rejimin temel esaslarını tanımlar. Bunlar gerçekte uygulanan ilk 9 maddedir. Anayasa, meclisi, meclis başkanlığını, üstün tartışılmaz yetkilerini ve tevhid-i kuvayı (kuvvetler birliği) tanımlar. İkinci ayrım ise uygulanmayan, geleceğe yönelik bir projeksiyondur. Bu da idare ve vilayat kısmıdır.
Bu ayrımda yerinden yönetim esası vardır. 1921’de vilayat idaresi, ne Osmanlı’nın ne de cumhuriyetin idaresi değildir. Bir yerinden yönetim birimidir. Önemli bir kavram olarak da mahalli umurda muhtariyet vardır.
Bunun sınırının ne olacağı ise çıkarılacak kanunda belirlenecektir. Böyle bir kanunun hiçbir zaman çıkmadığını hatırlatalım. Burada benim yazdığım Nevahi Kanunu layihası başlıklı makalemden bir nebze bahsetmek yerinde olur.
Nevahi kanunu layihası, birinci meclisin en uzun süre müzakere ettiği ve kadük olan bir tasarıdır. Makalemin başlığı şöyleydi: “1920’ler Anadolusunda Yerel Demokrasi Girişimi: İdare-i Kur’a ve Nevahi Kanunu Layihası (Toplumsal Tarih, Ağustos, 1996,) Makalemin özgün adı komün demokrasisi idi. Editör yerel demokrasi olarak tashis edip öyle yayınlamıştı. Halbuki ben özellikle o başlığı koymuştum. Anlamamış ne demek istediğimi.
Bu kanun layihasını değerlendirirken- bugün de- aynı şeyleri düşüyorum. Ne 1921 anayasasında ne de Nevahi Kanun layihası müzakerelerinde gündeme gelen özerklik (muhtariyet) siyasi özerklik değildir. Teşkilatı Esasiye Kanunu ve kadük Nevahi Layihasında siyasi özerklik yoktur. Özerklik vardır ama mahalli umurda muhtariyettir, müstakil idare anlamında değildir.
Eğer böyle bir şeyin varlığını kabul edersek bu kuvvetler birliği ve meclis üstünlüğü ilkesine aykırı olur. TBMM'nin egemenliğin tecelli ve temerküz ettiği en üstün siyasal kurum olarak kabul edildiği bir düzende, vilayet ve nahiye şuralarının siyasi özerkliğinden söz etmek eşyanın tabiatına aykırıdır.
1921’DE TBMM BAŞKANININ YASAMA VE YÜRÜTME AÇISINDAN KONUMU NEYDİ?
1921 Anayasası, TBMM Başkanının görev süresini bir intihap devresi olarak tespit ediyordu. Meclis Başkan vekilleri ve ikinci başkanı için her yasama devresi için yeniden seçim söz konusuydu.
Buradan çıkan sonuç, TBMM'nin irade-i milliyeyi temsil ettiği ön kabulünden hareketle. onun başkanını yasamanın başkanı olarak meclis namına vazı imzaya yetkili kılmaktı. Bunun yanısıra, 5 sayılı heyeti umumiye kararıyla icra kudreti teşekkülüne karar verildi. Bu kararla yürütme organı yaratılmış oluyordu. TBMM başkanı icra kudretinin de doğal başkanıydı. 3 sayılı İcra Vekillerinin Sureti İntihabı Hakkında kanun İcra kudretinin teşekkül usulünü belirlemiş oldu.
Kuvvetler birliği ilkesinin uygulamasına gelince, İcrai işlerin TBMM tarafından verilen bir vekaletle yürütülmesi temel ilke olarak benimsendi. Bakanlar, meşrutiyetin nazırları değil TBMM’nin vekilleriydiler. Sıhhiye Vekili, Adliye Vekili, Nafıa Vekili gibi. Hükümet de İcra vekilleri heyeti olarak tanımlanmıştı. Ordu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusuydu. Onun emir kumandası altındaydı.
BAZI REJİM ÇELİŞKİLERİNİN ASKIYA ALINMASI
1920 sonbaharında çıkarılan bir başka anayasal değeri haiz düzenleme Nisabı Müzakere Kanunudur. Bu kanunda milli hakimiyet ilkesi ile çelişen bazı hususlar vardı. Kanun, makamı hilafet ve saltanatın kurtarılması diye bir hedeften söz etmekteydi. Bu apaçık bir çelişkiydi. Kuruluşunu ulusal egemenlikle açıklayan bir meclis, amacının saltanatı kurtarmak olduğunu nasıl ifade edebilirdi? Amaç, vatanı kurtarmaktı. Gerçek amaç buydu. Milli hakimiyet ilkesine dayanarak. Hilafet ve saltanat , padişah ve onun hükümetinden bağımsız olarak bir soyutlama ile devlet ile özdeşleştiriliyordu. Oysa ki 1921 anayasasında açıkça belirtildiği üzere milli hakimiyetin tecelli ettiği yer, Türkiye Büyük Millet Meclisiydi. Devlet de Osmanlı Devleti değil Türkiye Devleti olacaktı.
Hiç kuşkusuz milli Kurtuluş Savaşı verildiği bir ortamda-bu formülasyon- ilmiyeli mebusları tedirgin etmemek için bulunmuş bir ara yoldu. Daha sonraki düzenlemelerde Kurtuluştan sonra hilafet ve saltanat kanun dairesinde yerini alır ifadesine yer verilecekti. Bu bir açık kapı bırakmaktı. Nisabı Müzakere Kanununda- bana kalırsa- Anadolu İhtilalinin devletiyle , İstanbul’daki eski rejim arasındaki çelişki askıya alınıyor, karar kurtuluştan sonraya bırakıyordu.
NİSABI MÜZAKERE KANUNU NEYE İZİN VERİYOR NEYE VERMİYORDU?
Kanun- meclisin bilgi ve onayıyla- ordu, kolordu komutanlığı, sefirlik gibi dış görevlerin milletvekilleri tarafından yürütülmesine onay veriyordu. Mülki İdare amirliğine onay vermiyordu. Vali ve aynı zamanda milletvekili olunamıyordu.
Kanunun verdiği onayla komutan milletvekillerinin kıtaya komuta etmesine izin verilmişti. Örneğin Kozan milletvekili Fevzi Paşa Milli Müdafaa Vekili, Edirne Milletvekili Mirliva İsmet Bey (sonra Paşa) genelkurmay başkanı ve Batı Cephesi komutanı olması gibi. Birinci Meclis, savaşı yöneten aynı zamanda kendi üyelerinden bazılarını Ordu'da görevlendiren bir meclisti. Kırmızı yeşil şeritli İstiklal madalyaları buna izafeten verilecekti.
BAŞKOMUTANLIK NASIL TANIMLANDI? SINIRLARI NEYDİ?
Osmanlı'da başkomutan sultanın kendisidir. Eğer orduya sadrazam komuta ediliyorsa serdar-ı ekrem odur. Birinci Meclisi döneminde -ve bugün de- Başkomutanlık TBMM'nin manevi şahsiyetinde mündemiçtir. 5 Ağustos 1921 tarihli Başkomutanlık kanuna göre 3 ayda bir yenilenme şartıyla meclisin askeri yetkilerinin başkomutan'a delege edildiği altı çizilerek ifade edilmiştir. Meclis, kendisinin üstün hukukunu ve mlletvekillerinin yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığını hatırlatarak bu yetkiyi kendi başkanına-her defasında üç ayda bir uzatmak kaydıyla- vermiştir. 1924 anayasası ise başkomutanlık kurumunu aynen muhafaza etmektedir. Yine Meclisin manevi şahsiyetini referans göstererek, cumhurbaşkanı tarafından temsil edildiğini hatırlatmaktadır. Bugün 28. dönemini idrak eden TBMM açısından da- son anayasa değişikliklerine rağmen- bu ilke hala daha geçerlidir.
BÜYÜK ZAFERDEN SONRA SALTANAT VE HİLAFET 1922-1923
1 Kasım 1922 kararlarıyla (307-308) TBMM saltanatı kaldırıldı. Hukuku hükümraninin millete geçtiği ilan etti. Bu kavramın içeriğinin tam olarak ne olduğu ise-bir buçuk yıl sonra- 3 Mart 1924’te söylenecektir.
1 Kasım 1922'de saltanat lağvedildi ama onun zahiri görüntüsü Hilafet kaldı. 29 Ekim 1923'e kadar Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti varlığını sürdürüyor ve temsilcileri barışı müzakere ederken, bir taraftan da TBMM tarafından seçilmiş halifeyi müslimin İstanbul'da bulunuyordu. Osmanlı hanedanı devam etmiş olsaydı, Veliaht II. Abdülmecit olarak tahta çıkacaktı. Saltanat kaldırıldı. Sadece hilafet kaldı.Bunun hukuki açıdan anlamı yoktu. Nezdine gönderilen bir heyet tarafından hiçbir siyasi yetkisi olmadığı -hilafetin tarihi bir emanet olarak korunduğu- kendisine hatırlatıldı. 1923’te Cumhuriyet ilan edilince, Ankara'da Türkiye Reisicumhurunun İstanbul'da ise beyaz atla Cuma selamlığına giden Abdülmecit Efendi'nin bulunduğu bir interim dönemine girildi. 3 Mart 1924 devrim kanunlarına kadar.
İKİNCİ MECLİS SEÇİMLERİNİN SONUÇLARI
Büyük Zafer TBMM başkanı ve başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı karizmatik önder konumuna yükseltmişti.O artık sadece mareşal ve Gazi Paşa değil Halaskardı. Kurtarıcıydı.
Seçimleri yenileme kararı Ankara Konvansiyonun tutucu unsurlarının tasfiyesi imkanını sağladı.Birinci meclis milli mücadele ve kurtuluşun meclisiydi. Ama milletvekili kompozisyonu Türk Devrimi diye andığımız sürecin gerçekleşmesini önünde bir engel teşkil ediyordu. Kurtuluşun Meclisi birinci meclis, Cumhuriyeti ve kuruluşu sağlayan ikinci meclistir. Konuya biraz daha açıklık getirmek isterim: Birçok tutucu milletvekili açısından TBMM, halifesi esir düşmüş, bir üçüncü meşrutiyet meclisiydi. TBMM’ni halifesiz bir icmayı ümmet meclisi olarak görüyorlardı.
Türk Devriminin vites yükseltmesi için uygun durakta makas değiştirmesi gerekiyordu. Bu değişiklik ikinci meclis seçimleriyle mümkün oldu.
Bu meclis Lozan'ı tasdik edecek, cumhuriyeti ilan edecek, hilafeti lağvedecek, 1924 Anayasasını yapacaktır. Başta Medeni Kanun ve Ceza Kanunu olmak üzere pek çok devrimci değişikliği olağan yasama yoluyla gerçekleştirmiş, bugün de Anasayasamızda bir fasıl olarak varlığını koruyan devrim kanunlarını çıkarmıştır.
1923 AĞUSTOSUNDAN CUMHURİYET'E KADAR TÜRKİYE'NİN SİYASAL REJİMİ NASIL TANIMLANABİLİR?
İkinci meclis Mustafa Kemal'in meclisidir. İçinde ileride Terakkiperver fırkayı kuracak unsurları barındırıyor olmakla birlikte, üyeleri ağırlıklı bir ekseriyetle Mustafa Kemal’in arkasındaydılar. Zafer ve barışın yarattığı özgüven ortamında, TBMM toplanınca Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti.
Yürütme alanına gelince, 1922 yazında çıkarılan 244 sayılı yasa uyarınca Malta dönüşü İcra Vekilleri Heyeti Reisliğine Rauf Bey seçilmişti. Meclis genel kurulan doğrudan yapılan oylamayla Rauf seçildikten sonra kendisine başvekil deniliyordu. TBMM başkanı karşısında-ikinci grubun desteği ile- bir siyasal güç gösterisi olarak. Ama İkinci Meclis onu seçmezdi. Devir değişmişti. Onun yerine Ali Fethi Okyar İcra Vekilleri Heyeti başkanlığına getirildi.
Rauf Bey, Malta dönüşünden (1921) Lozan’a kadar Müdafaa-i Hukuk birinci grubu içinde ikinci grubun temsilcisi gibi davranmıştı. 1921'den sonra ve Lozan sürecinde Gazi’nin önderliği ile rekabet ediyordu. Fethi Bey, başvekil seçildikten sonra (resmi adı hala İcra vekilleri Heyeti reisi) diğer vekiller de yasa gereği tek tek seçildiler. Aday gösterilmeksizin. Meclis genel kurulu tarafından doğrudan seçimle. Böylece yürütme , Mustafa Kemal Paşa'nın TBMM Başkanı ve fiili devlet başkanı Fethi Bey'in başvekili olduğu bir şekilde tanzim edilmiş oldu.
TÜRKİYE DEVLETİ'NİN ŞEKL-İ HÜKÜMETİ CUMHURİYETTİR
İkinci meclisin toplanmasından cumhuriyetin ilanına kadar sadece iki ay vardır. Hatırlanacağı üzere resmi argüman kabinede uyumsuzluktu. Yanlış da değildir bu ifade.
Çünkü Heyet-i Vekile, bir hükümet değil toplama bir heyetti. Yürütmeyi yasamadan bir adım daha özerkleştiren- gerçek hükümet olma yolunda- kanun 364 sayılıdır. “Teşkilatı Esasiye Kanununu Tavzihan Tadil Eden Kanun” başlığını taşır. Bu değişiklikle, TBMM rejiminden cumhuriyete geçilmiştir.
Mustafa Kemal ve yeni siyasal elit, Ankara iktidarının daha ilk günlerinden itibaren İcrai işlerde kullanılan istasyon binasında bu kez rejime ilişkin hukuki etütler yaptı. 1921 Anayasasında ciddi değişikliklere gidildi. 1.maddede “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti cumhuriyettir” ifadesi benimsendi. Meclisin en üstün devlet erki olduğu icranın bir işlev görünümünü koruduğu değişikliğe göre, Türkiye reisicumhuru (cumhurbaşkanı) yürütmenin ve devletin başıdır. Bir intihap devresi için (bir seçim dönemi) cumhurbaşkanı. Seçilecek kişi fiilen devlet başkanlığı yapan TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’dan başkası olamazdı. Öyle de oldu. Türkiye’nin halaskarı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu.
1923 REJİMİNİN CUMHURBAŞKANLIĞI NASIL BİR MAKAMDIR?
Burada aydınlatılması gereken önemli bir nokta var: 1961 anayasasına kadar Türkiye Cumhurbaşkanı her yasama döneminin başında seçiliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği düşmüyor. Mahfuz kalıyor, müzakereye katılamıyor ve oy veremiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı gibi. Törenli oturumlarda meclise, dilediği zaman da yürütmenin başı olarak İcra Vekilleri heyetine başkanlık edebiliyor. Bence bunun nedeni, cumhurbaşkanlığının TBMM başkanlığından doğmuş bir kurum olması. Reisicumhurun TBMM üyeliği devam ediyor, muhtemelen milletvekili maaşını da almaya devam ediyor. 1924 anayasası cumhurbaşkanının bir tahsisatı olduğunu ve bunun bir özel kanun ile (kanun-ı mahsus) belirleneceğinden bahsediyor.
1923 DEĞİŞİKLİĞİNİN HUKUKİ VE SİYASİ ANLAMI
İcra Vekilleri Heyeti açısından bakıldığında, cumhurbaşkanı bir milletvekilini başvekalete atıyor, O bir kabine oluşturuyor. Kabineyi cumhurbaşkanı onaylayınca hükümet kurulmuş oluyordu. Siyasi programını (hükümet programı) meclise sunduktan sonra güvenoylaması yapılıyordu. Bu değişikliklerle Heyeti Vekile artık ortak siyasal sorumluluğu olan bir hükümet niteliği kazanmış oluyordu.
Aynı zamanda Halk Fırkasının kurucusu ve önderi olan Mustafa Kemal, cumhurbaşkanı olarak devlet başkanlığına çıkarken en mutemet adamını başvekil atayarak, kendi kadrosu içinden milletvekillerinden oluşan bir hükümet kurmuş oldu. Bu hükümet artık bir parti hükümetiydi. Anayasa değişikliği ile 244 sayılı yasanın yarattığı muhaliflerin hükümete girme olasılığı tamamen ortadan kaldırıldı. Meclis diğer parlamenter denetim yollarını elinde bulundursa da bir iktidar bloku yaratılmış oldu. Cumhuriyetle birlikte gerçek anlamda bir Halk Fırkası hükümetinden söz edilebilir hale geldi.
364 SAYILI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDEN 3 MART 1924 YASALARINA KADAR HALİFELİ CUMHURİYET
Kabaca beş ay süren bu dönemde, 1922'de TBMM kararıyla seçilmiş bir halife İstanbul'da- gayri siyasi bir makam olarak-varlığını sürdürmektedir. Bun dikkatten kaçırılmamalıdır. Artık Türkiye Devleti değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti söz konusudur. Bununla birlikte, Birinci Meclisin seçtiği halife Abdülmecit Efendi İstanbul’dadır. Daha açık bir ifade ile, ülkede hem bir Cumhurbaşkanı hem de bir halife vardır.
Burada akıllara ister istemez saltanat kaldırıldıktan sonra eski Afyon mebusu İsmail Şükrü Çelikalay’ın yazdığı Hilafeti İslamiye ve Büyük Millet Meclisi risalesi gelmektedir. Risalenin Mukaddimesinde geçen ifade şöyle “halife meclisin meclis halifenindir” Hoca Şükrü Efendi’nin bu risalesi cumhuriyetle hilafetin aynı anda mümkün olamayacağını gösteren önemli bir belgedir. Risale, örtülü bir teokratik meşrutiyet çağrısıdır. Devlet başkanını halife olarak gören bu anlayışa karşı Kemalist seçkinler Hilafet ve Milli hakimiyet başlığı altında ortak bir derleme yazacaklardır. Neticede 3 Mart 1924 tarihinde TBMM- 429-430-431 sayılı yasalarla- eski rejimin bakiyesi hilafeti (gölge saltanat) diğer önemli değişikliklerle birlikte kaldırmıştır.
Bu yasalarla yapıla bir başka değişiklik, din kurumunun siyasi iktidar alanından- yani Heyeti Vekileden- çıkarılarak idareye dahil edilmesidir.
3 MART 1924 DEVRİM KANUNLARINDAN 1928'E KADAR DURUM
Meşrutiyette Meclis-i Vükela’nın, Birinci Mecliste İcra Vekilleri Heyetinin üyesi olan şeyhülislamlık/şeriye vekaleti artık Diyanet İşleri Başkanlığına dönüştürülmüştür. Ama gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta ahkam-ı şeriyenin tenfizinden Türkiye Büyük Millet Meclisi sorumlu olduğu unutulmamalı. 1923 değişikliklerinde Türkiye'nin resmi dininin İslam olduğunu da hatırlamakta yarar var.
1924-1928 alt döneminde Diyanet idare alanına gönderilmiş, siyasi iktidarın bir parçası olmaktan çıkarılmış; onun otoritesi altında bir devlet dairesine dönüştürülmüştür. Genelkurmay'ın İcra vekilleri Heyetinden çıkarılması gibi. Ahkam-ı şeriyenin-nasa ilişkin hususlar- uygulanmasında TBMM yetkili olacağı vurgulanıyor. Bunun anlamı şu; “dinin ne olduğuna karar verme hakkı da meclistedir”
1928'de yapılan anaya değişikliği ile, Diyanet-kamu hizmeti gören idari bir daire-olarak varlığını devam ettirmekle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ahkamı şeriyenin tenfizi görevi kaldırılıyor; cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin yemin metnindeki vallahi ifadesi çıkarılarak namus üzerine yemine dönüştürülüyor. Bunlar çok önemli değişiklikler. Bu kararlarla “ laiklik sağlanmış sayılabilir mi” sorusuna benim vereceğim yanıt “hayır” olurdu. Bu olsa olsa Türk laikliği sayılabilir.
Fransa'nın 1905'te yaptığı kilisenin devlet alanı dışına çıkarılmasına tekabül etmiyor bu atılan adımlar. Artık devletin resmi bir dini yok. Ama Diyanet devletin içinde bir kamu dairesi olarak varlığını sürdürüyor. Diyanet devletin içinde dışında değil. Bu da İslam'ı cumhuriyetin emrine vermek demek.
Diyanet, siyasi otorite emrinde gayri siyasi bir makam olarak tanımlanıyor. Cumhuriyet idaresinin anladığı anlamda islamı halka anlatmak- öğretmek ve uygulamakla mükellef. İslamı devlet içinden Diyanet yorumlayacak. Burada Atatürk'ün dinde reform projesi ile islamı Arap dini olmaktan çıkarıp bir Türk İslamı haline getirmek düşüncesine ilişkin pratiklere girmek istemiyorum. Bu ayrı bir yazının konusu olabilir.
SON DEĞERLENDİRMELER
1921 ve 1924 anayasaları Türk siyasi tarihinin iki ayrı evresine işaret eder. 1921'de temel mesele egemenliğin teokratik kaynağını işlevsiz kılmaktır. Milli Kurtuluş Savaşı'nın meşruiyeti bu yolda önemli bir kaldıraç işlevi görmüştür. 1920 baharından 1921 Teşkilat Esasiye Kanununa kadar bolşevik etkisinin giderek arttığını - Hatta Türkiye Halk iştirakinin Fırkası'nın Nazım Bey'in dahiliye vekilliği ile- iktidarı alma sınırına kadar geldiğini söyleyebilirim.
Bu anlamda 1921 Anayasası ideolojik-politik sınırı halkçılık ve millet iradesine dayalı yönetim olarak çizmiştir. Bu anayasada, Meclis yasama yetkisini fiil kullanırken (istimal etme) yürütme kudretini üyeleri arasından seçtiği İcra vekilleri eliyle kullanmıştır. Her bir vekil kendi alanında meclisin komiseri-işgüderi sayılmıştır. 1921’de kilit makam yasama ve yürütmenin başkanı olan TBMM başkanlığındadır.
1 Nisan 1923'e (Birinci dönemin sonu) kadar Mustafa Kemal'in milli Kurtuluş önderi, parti önderi ve başkomutan kimliklerinin kuşatılması bağlamında örgütlenen muhalefet zaferden sonra tasfiye edilmiştir. Karara bağlanması ertelenmiş konular zaman içerisinde konjonktüre uygun adımlarla halledilmiştir.
Lozan Barışının Kemalist çoğunluğuna dayanan İkinci Meclis tarafından tasdiki sonrasında, cumhuriyete kadar TBMM Başkanı Mustafa Kemal ve Başvekil Fethi Bey ikilisi yasama ve yürütmenin sorunsuz idamesini sağlamıştır.
364 sayılı Kanun, Anadolu İhtilali’nin devletini, “Türkiye devletinin şekli hükümeti cumhuriyettir” olarak tanımlama olanağı sağlamıştır. Cumhuriyet ile, fiili devlet başkanlığı yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı cumhurbaşkanı seçilmiştir.
1928’e kadar süren bir dizi dönüşümle , devrimin motoru olan parti önderinin gösterdiği doğrultuda şark dünyasında eşi benzeri olmayan bir siyasal kurguyu hayata geçirmeyi başardı: laik Cumhuriyet ve milli devlet.
Türkler, 1921 anayasası ile milli kurtuluş savaşını başarıya ulaştırdılar. Yeni bir devlet kurdular. 1924 Anayasası ile de cumhuriyetin kurumlarını inşa ettiler.
Rejimin otoriterliğinin nedeni ise toplumda varlığına devam ettiren Ortaçağ kalıntısı kurumlar idi. Bu yapı ve dinamikler, karşı devrim aktörlerini koruma işlevi görüyordu.
1946'da kurulan yeni rejimin bütün meşru aktörlerinin egemen parti CHP’den çıkması anlamlıdır. Çok partili siyasal hayata anayasada hiçbir değişiklik yapılmadan geçilebilmiş olması 1924 anayasasının burjuva demokratik çerçevesini kanıtlar niteliktedir.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza
22 Kasım Cuma reyting sonuçları: Zirvede hangi program yer aldı