Milli Birlik Komitesi 16 Aralık 1960'da yayınladığı iki yasa ile (157 ve 158 sayılı) anayasasının nasıl yapılacağını açıklık getirmiş oldu. Yeni anayasa bir Kurucu Meclis tarafından yapılacak, meclisin iki kamarası olacaktı: Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi.
Bu yazıda kendi seçimleriyle temsilcilerini gönderecek olan siyasi partiler, vilayetler, üniversiteler, yargı organları, meslek kuruluşları ve diğer kurum ve kuruluşlar ele alınmayacaktır. Yazımda Temsilciler Meclisine Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi’nin doğrudan seçip atadığı üyeler ele alınacaktır.
Temsilciler Meclisinin teşekkülünü düzenleyen 158 sayılı yasaya göre, 10 üyeyi Devlet Başkanı Gürsel, 18 üyeyi Milli Birlik Komitesi doğrudan seçip atayacaklardı. Bu yazıda bu kişilerin tercih edilmelerindeki anlamı irdelemek istedim.
Öncelikle, Cemal Gürsel'in Devlet Başkanlığı kontenjanından atadığı iki isme dikkatinizi çekmek isterim: Bunlar Kazım Orbay ve Abdurrahman Nafiz Gürman'dır. Bu kişiler Milli Kurtuluş Savaşı'ndan itibaren Türk ordusunda önemli görevlerde bulunmuş simalardı. 20 yıl süreyle genelkurmay başkanlığı yapan Fevzi Paşa'nın emekliye sevk edilmesinden sonra sırasıyla Kazım Orbay, Salih Omurtak ve Abdurrahman Nafiz Gürman Genelkurmay Başkanlığı yaptılar.
Demokrat Parti iktidarı gelir gelmez askeri bürokrasi üzerinde sarsıcı “operasyonlar” gerçekleştirdi. Ordunun tepe yönetimi 5 Haziran 1950 günü Bakanlar Kurulu kararıyla emekliye sevk edildi.
Menderes hükümeti “Demokrat Hükümete” yakın bir askeri hiyerarşi kurmak niyetindeydi. Ordunun başına Nuri Yamut Paşa getirildi. General Yamut’un genelkurmay başkanlığına getirilmesi DP iktidarına bağlı/bağımlı askeri hiyerarşinin ilk adımı oldu. Bu durum elbette bazı gerilimler yaratacaktı. Somut durum şöyle bir gelişim izledi. DP kendisine sadık generalleri hiyerarşide yükseltiyor, sonra da milletvekili yapıyordu. Örneğin Nuri Yamut, 1954 ve 1957'de DP’den milletvekili seçildi.
Buna Kore komutanları da dahildir. Tümgeneral Tahsin Yazıcı ve diğer komutanlar Demokrat Partiden milletvekili yapıldılar. Buna istisna sadece Albay Celal Dora’dır. Albay Dora, 1957’de CHP'den milletvekili seçildi.
Bu olguyu orduda İtilafçı-İttihatçı bölünmesine benzetebiliriz. Bir Jön Türk eylemi olarak yorumlayabileceğimiz 27 Mayıs sabahı ihtilalciler “iktidarcı komutanları” aşağılayarak enterne ettiler. Bunlar Yassıada’da yargılandılar. General Yamut ve Erdelhun örneklerinde olduğu gibi. Yamut Paşa- zaten sağlığı iyi değildi- kötü muamele neticesinde maalesef Yassıada’da vefat etti. Erdelhun hapis cezasına çarptırıldı.
27 Mayıs'ta ihtilalciler, işbirlikçi generalleri tasfiye ederken 1950'de tasfiye edilen İstiklal Savaşı komutanlarını anayasayı yapacak Kurucu Meclise doğrudan atadılar. Eğer yaşıyor olsaydı Salih Omurtak da Gürman ve Orbay gibi Temsilciler Meclisi’ne üye olarak seçilirdi.
Şimdi bu isimleri biraz ayrıntılı incelemekte yarar var :Örneğin Kazım Orbay Paşa, Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren orduda önemli görevler üstlenmişti. Enver Paşa'nın Kurmay başkanıydı. Başkumandan vekilinin kız kardeşiyle evlenerek bir de akrabalık ilişkisi tesis etmişti.
Mareşal Çakmak’tan sonra Genelkurmay Başkanı olmuştu. Oğlu Haşmet'in adı bir cinayet olayına karışınca Yüksek Askeri Şura üyeliğine nakledildi. Yerine Omurtak getirildi. Ordudan ayrılmadı. Bu nedenle, 27 Mayıs İhtilalinin Orbay ve Gürman'ı kurucu meclis üyesi yapması, 1950 emekliye sevk kararlarına bir tepkidir. Bu generaller MBK tarafından onurlandırılmıştır.
Kazım Orbay Paşa'nın Temsilciler Meclisi başkanlığına seçilmesi de özel önemi haizdir. Başkan vekiliklerine getirilen Lütfi Akatlı ve İbrahim Hilmi Senil de yüksek yargı listesinden meclise seçildiler. İki yargıcın Meclis’in başkanvekilliklerine seçilmesi anlamlıdır. Akatlı ve Senil’in Anayasa Mahkemesi kurulduktan sonra mahkemenin 2. ve 3. Başkanı olmaları da dikkat çekicidir. Özetle Meclis’in Başkanı İstiklal Savaşından gelen bir komutan iken başkanvekilleri ileride AYM başkanı seçilecek simalardı. Burada bir ek not daha düşmeye gerek var. Cemal Gürsel, 26 Ekim 1961'de Cumhurbaşkanı seçildikten sonra eski komutanlarını-Orbay ve Gürman- bu kez kontenjan senatörü olarak atamıştır.
Gürsel'in doğrudan atadığı isimlerin bir kısmı devrik Demokrat Parti ile yollarını ayıranlar grubu olarak tanımlanabilir. DP, 1954'te ikinci defa daha büyük bir ekseriyetle iktidara geldikten sonra “mutlakiyetçi milli irade” anlayışına dönmüştü. Mecliste tecelli eden çoğunluk iradesini millet iradesiyle eşitleyen bir tutum benimsemişti.
Bu anti demokratik tutum tepki görmüş, partinin kurucu kadrosunda yer alan bir kısım önemli isim partiden kopmuştu. Hürriyet Partisini kuran ekip bunlardır. İspat Hakkı tartışmaları ve 6-7 Eylül Olayları partide “kurucu liberal değerlerden uzaklaşma” olarak yorumlanmış, bu gelişmelerden rahatsız olanlar muhalefete geçmişlerdi. Bunlardan biri de “Partimi tanıyamaz hale geldim” diyen Profesör Fuat Köprülü’dür. Köprülü, Demokrat Parti'nin dört kurucusundan biriydi. Aslında Başbakanlık beklentisi vardı. Ancak siyaset kurdu Bayar onu Başbakan yapmadı. Görevi Menderes’e verdi. Köprülüye Dışişleri Bakanlığı görevi kaldı. DP, Köprülü’nun 1957 seçimlerinde Hürriyet Partisinden adaylığını engellemek için seçim kanununda değişiklik yaptı.
Değişikliğe göre başka bir partiden aday olabilmek için eski partisinden 6 ay önce istifa etme şartı getiriliyordu. Neticede Köprülü aday olamadı. Seçilemedi. 27 Mayısçılar bu mağdur eski Demokrat’ın yerine oğlu Profesör Orhan Köprülü’yü Kurucu Meclise aldılar.
Burada hassas bir nokta vardı. Yüksek Adalet Divanında 6-7 Eylül olayları ile ilgili davada Köprülü ve zamanın Valisi Fahrettin Kerim Gökay yargılanıyorladı. Sonunda beraat ettiler ama başlangıçta tutuklandılar. Bu nedenle Köprülü’nün “mağdur eski demokrat kontenjanından” Meclis’e alınması mümkün olamazdı. Oğlu Orhan Köprülü’nün doğrudan üye olarak seçilip atanmasının arkasında yatan neden bence budur.
Gürsel, bu atamayla belki de kurucu liberal-demokrat değerlere bağlılığını koruyan DP’li çevreye size karşı değiliz; otokratlara karşıyız mesajı vermek istemiş olabilir.
Mağdur ve makbul bir başka isim ise Mehmet Esat Çağa’dır. Çağa, DP’nin kuruluşunda aktif olarak yer almıştı. İstanbul İl Başkanlığı yapmış, tanınmış bir eğitimci ve avukattı. Gürsel onu “sabık ve sakıt” iktidara karşı durmuş kurucu Demokrat nitelikleri nedeniyle meclise seçmiş olmalıdır.
Esat Çağa 61 demokrasisi kurulurken Memleketçi Serbest Parti başkanı oldu. Çankaya yuvarlak masa toplantılarına parti başkanı sıfatıyla davet edildi. Kurucu Meclis üyeliği sona erdikten sonra Gürsel’in Çağa’yı kontenjan senatörü ataması da dikkat çekicidir. Çağa’nın 27 Mayısçılar nezdinde kredisinin epey yüksek olduğu anlaşılıyor. İlginç bir nokta daha, Niyazi Ağırnaslı ile birlikte Türkiye İşçi Partisi’ne giren iki senatörden biri Esat Çağa’dır.
Gürsel Paşa'nın doğrudan atadığı Orhan Cemal Mersinli babasının yerine oğlu kategorisine girenler arasındadır. Orhan Mersinli , Küçük Cemal Paşa’nın oğludur. Yurt dışında İnşaat Mühendisliği tahsil etmişti. Kurucu Meclise dahil edilmesinin babasının hatırası dışında siyasal bir anlamı olamaz. Mersinli Cemal Paşa-nam-ı diğer küçük Cemal- Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren Atatürk ile yolları kesişmiş bir komutandı. Mütarekede Harbiye Nazırlığı yapmıştı. Atatürk üçüncü ordu müfettişliği göreviyle Anadolu'ya gönderildiğinde o karargahı Konya'da bulunan İkinci Ordu’nun müfettişiydi.
Müdafaa-i hukuk hareketinin yanında yer aldı. 1920'de Malta'ya sürgün edilenler arasındaydı. Dönüşünde Mersin milletvekili oldu. İkinci Gruba yakın olmasına rağmen ikinci meclise seçildi. Yakup Şevki ve Cevap Çobanlı paşalar gibi Mustafa Kemal cephesinde yer almadı. Atatürk'ün vefatından sonra İnönü tekrar milletvekili seçilmesini sağladı. Tek parti dönemi Cumhuriyet ordusunda askeri kariyer yapan kuşağın komutanlarından biriydi. Bu nedenle hatırasına hürmet edilmesi gereken önceki kuşak generaller sınıfına giriyordu. Gürsel Paşa'nın Filistin Cephesinde komutanı olma ihtimali bile vardır diye düşünüyorum.
Bir başka temsil Devlet Başkanlığı kontenjanı üzerinden “gayrimüslim” vatandaşlardır. Dini azınlıktan birer kişi Temsilciler Meclisine seçilmiştir. Atatürk ve İnönü döneminde başlatılan gayrimüslimlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilmesi Demokrat Parti iktidarında devam ettirilmişti; ama, 6-7 Eylül 1955 olayları azınlıklar üzerinde ciddi bir travma yaratmıştı. Bu nedenle 27 Mayısçılar anayasa yapımı sürecine bu kesimleri katmak istediler. Musevi cemaatini Hahambaşının hukuk müşaviri Erol Dilek, Ermeni cemaatini Eseyan Lisesi matematik öğretmeni Hermine Agavni Kalutsyan, Rum cemaatini, Çanakkale savaşlarında sağ kolunu bu ülke için kaybeden ( ihtiyat zabiti olarak silah altına alanmış olmalı) avukat Kaludi Laskari temsil etmiştir.
Bu seçimler, hem eşit vatandaşlık düşüncesinin bir yansıması hem de Batı demokrasilerine bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Gayrimüslim yurttaşlarımızın kırgınlıklarını bir nebze gidermek için bu yol düşünülmüş olmalıdır. Tek parti döneminin coşkulu şairi Behçet Kemal Çağlar da Gürsel kontenjanda Kurucu Meclis’e katıldığını hatırlatalım.
Burada bir ara değerlendirme yapmak gerekirse, Devlet Başkanlığı kontenjanında ilk dikkat çeken olgu, Milli Kurtuluş Savaşında önemli görevlerde bulunmuş, DP’nin iktidara gelir gelmez tasfiye ettiği sembolik isimler Kurucu Meclis’e atanmışlardır Bunun dışında ikinci dikkat çeken özellik, Demokrat Parti'nin kuruluşuna katılmış-hatta iktidarının ilk döneminde siyasal sorumluluk üstlenmiş olmalarına rağmen- 1954'ten sonra çoğunlukçu otoriterizm anlayışının egemen olmasıyla partiden ayrılmış olan kesimin üyeliğidir. Bu kesim de Devlet Başkanı kontenjanından temsil edilmişlerdir.
Bu tercihleri yorumlamak gerekirse, 27 Mayıs İhtilali, cumhuriyetin kurucu elitinin iktidarı devrettiği Demokrat Parti’den iktidarı geri alması olarak tanımlanabilir. Ancak bu arızi bir durumdur. Nihai hedef Batı demokrasisidir. Seçimler yapılacak, iktidar devredilecektir. Bu dönemde devletin eski sahiplerinin statü ve ayrıcalıklarını gözetecek yeni bir ittifaka ihtiyaç vardır. Bu kuvvetler ayrılığı ve egemenliğin bölüşülmesi ile mümkündür.
Demokrat Parti’den boşalan bir temsil alanı olduğuna göre, burayı dolduracak “yeni demokratlara” ihtiyaç vardır. Memleketçi Serbest Parti, Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi’nden ihtilal kadrolarının beklediği budur. Özeleştirisini vermiş Demokratlar mecliste temsil edilmişlerdir diyebiliriz.
Milli Birlik Komitesi’nin yaptığı üye seçimlere gelince, gönderilen üyelerin birkaç grup olarak değerlendirilmesi mümkündür. Öncelikle anayasa komisyonunda yer alacak bazı isimler vardır. Bence bunların başında Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Hoca gelir. Velidedeoğlu, Onar ile birlikte, ihtilalin meşruiyet sorununu çözen rapora önderlik etmiştir. Bunun yanı sıra kurucu iktidar fikrinin olgunlaşmasını sağlayan akademisyendir. Önemli bir ek olarak, Velidedeoğlu, devrik iktidarın yargılanması gerektiği konusunda başı çeken bir hukuk adamı olmuştu. Bu nedenle sağ literatürde “darbe fetvacısı” tanımlamasıyla en çok kınanan hoca olduğu söylenebilir.
Büyük bir ihtimalle Cemal Gürsel ve Komite üyeleri zaman zaman kendisine danışıyorlardı. Velidedeoğlu’nun ihtilalciler nezdinde özel bir yeri olduğunu söylenebilir. Beklenildiği üzere, Velidedeoğlu Anayasa komisyonunda yer aldı, komisyonda görev yapan Tarık Zafer Tunaya İstanbul il temsilcisi, Bahri Savcı Üniversite temsilcisi, İsmet Girit Barolar temsilcisi olarak Temsilciler Meclisine girmişlerdi. Velidedeoğlu ise doğrudan MBK tarafından atanan üyeydi.
Profesör Ragıp Sarıca’ nın meclis üyeliğini farklı değerlendirmek gerekir. Velidedeoğlu aktivizmini onda göremeyiz. Sarıca Hoca idare hukuku alanında olağanüstü bir otoritedir. 60’larda Sıddık Sami Onar’dan sonra o gelmektedir. Kamu hukukunun en önemli simalarındandır. İstanbul’da Bilim Komisyonu, Ankara’da Anayasa Komisyonu çalışmalarına katılmıştır. Ragıp Hoca, komiteye siyaseten angaje bir görüntü çizmez. Duruşu sağlam, güvenilir, sözü dinlenir bir bilim otoritesidir. Bence bu özellikleri nedeniyle tereddütsüz listeye alınmıştır.
Komite kontenjanından meclise girenlerden biri de Münci Kapanidir. Kapani, genç ve saygın bir isimdir. Kapani, Ankara Hukuk Fakültesinde siyasal bilimler alanında ilk çalışmaları yapan hocalardan biri olarak tanınmaktadır. O da Anayasa komisyonunda görev yapacaktır.
MBK’nin doğrudan atadığı üyeler arasında Atatürk'ün manevi hatırasına bağlılık göstergesi olarak seçilenlerden biri Yakup Kadri Karaosmanoğludur. Karaosmanoğlu, bir yazar ve diplomat olarak her zaman dikkate alınan bir isim olmuştur.
Öndere bağlılık, Cumhuriyet devrimleri idealizmiyle yazdığı çok sayıda kitabın yanısıra, 1932'ten sonra Kemalizmin sol yorumu olarak kurulan Kadro Dergisi’nin önde gelen siması olmuştur. Derginin yayınına son vermesi ile birlikte diplomatlık hayatı başlamıştır. “Zoraki Diplomatlığı” Tiran sefirliği ile başlamış, çoğunlukla Orta Avrupa ülkelerinde görev yapmıştır. 1955'te Bern’de iken emekli olmuştu. 27 Mayıs’ta Ulus gazetesinin başyazarıydı.
60'ların başında Yakup Kadri, Atatürk devrimlerinin simge isimlerinden biriydi. Kurucu meclis üyeliğinden sonra 1961 seçimlerinde milletvekili seçildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk birleşik oturumunda (yeni rejime geçiş oturumu) başkanlık etmek gibi güç bir görevi üstlendi. Karaosmanoğlu'nun siyaseten nerede durduğunu açıklayan en önemli olay CHP'den istifasıdır. İnönü'nün başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Atatürk devrimlerinden taviz verildiği gerekçesiyle CHP'den ayrıldı. Buradan da anlaşılacağı üzere Yakup Kadri, yazdıkları, söyledikleri ve takındığı tutumla 1920-1950 arasındaki Türkiye'yi simgelemekteydi.
Bu kategoride anılması gereken iki önemli isim daha var. İkisinin de ortak yanı Bağımsızlık Savaşı ve kurucu önderle olan ilişkileridir. Birincisi Dr. Nihat Reşat Belger’dir. Dr. Belger, Atatürk'ün hastalığına doğru teşhisi koyan hekimdir. Bir Jön Türktür. Prens Sabahattin'in teşebbüsü şahsi ve adem-merkeziyetçi ekolüne daha yakın bir Jöntürktür. İttihat ve Terakki çizgisinde değildir.
Avrupa'da hekimlik yapmış dahiliye ve hidroklimatoloji uzmanıdır. 1921'de Londra konferansında, 1922-1923’de Lozan konferansında Türk heyetinde basın müşaviri olarak bulunmuştur. Lozan Konferansınının barış anlaşması ile sona ermesi akabinde, delegasyonla birlikte Türkiye'ye dönmüştü. Fakat istediği kamu görevi verilmeyince, Paris'e giderek orada hekimliğe devam etmişti.
1936'da Atatürk'ün çağrısı üzerine Yalova şifalı sularını, modern bir kaplıca tesisine dönüştürmek üzere Türkiye'ye gelmişti. Atatürk'ün çok önem verdiği bir doktordu. Hekim kadrosu içerisinde en önemli dahiliyeci Belger, en önemli cerrah Mim Kemal Öke’dir. İnönü Cumhurbaşkanı olduktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi'nde kürsü kurulmuş ve Profesör olarak atanmıştır.
Dr. Nihat Reşat Belger, 1950'de Demokrat Parti'den milletvekili seçilmiştir. Prens Sabahattin çizgisinde olduğuna göre bunda şaşırtıcı bir taraf yoktur. İlk Menderes hükümetinde Sağlık Bakanlığı'na getirilmişti. Dr. Belger, çok kısa bir süre sonra Menderes ile yolunu ayırdı. Bu nedenlerle MBK nezdinde, Dr. Belger’in iki kredisi vardı. Atatürk'ün doktoru olmak ve Menderes’ten ayrılmak. Dr. Belger’in bu özellikleri onu Temsilciler Meclisi’ne üye yapmaya yetiyordu.
Öteki isim ise Fahri Belendir. İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet ordusu ile anılan bir isimdir Fahri Belen. Büyük Taarruzda Trikopis’i teslim alan 23. Tümenin kurmay başkanıydı. 1950’de Korgeneral rütbesiyle emekli oldu. Demokrat Parti'den milletvekili seçildi. Kısa bir süre Bayındırlık Bakanlığı yapmıştı. Atatürk döneminin generali ve DP iktidarının gidişatından memnun olmayıp ayrılanlardan biriydi. Bu özellikleri ile komitenin seçtiği kişilerden biri oldu.
Değinilmesi gereken diğer isimlere gelince, enteresan bir sima, Adnan Başer Kafaoğlu’dur. Kafaoğlu’yu 12 Eylül’de Bülent Ulusu hükümetinde Maliye Bakanlığından tanıyoruz. Kafaoğlu’nun 1961 Kurucu Meclisinde doğrudan atanmış üyelerden biri olduğunu hatırlamakta yarar var.
Yeni Türkiye Partisi'nin kurucularından Raif Aybar da MBK kontenjanından üye seçilmişti. Meclisin genç üyelerinden biri Alp Kurandı. Demokrat Parti karşıtı aktivizmi ile dikkat çekmişti. İstanbul Hukuk Fakültesinde asistandı. Ünlü İttihatçılardan Ahmet Bedevi Kuran'ın oğluydu. Akis, Kim, Forum dergilerinde yazarlık yapmaktaydı.
Meclis’te Cumhuriyet Halk Partisi'nin 49, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin 25 üyesi vardı. Bunun dışında, 75 il temsilcisi, 6 Baro temsilcisi, 12 basın temsilcisi, 2 muharip gazi, 6 esnaf temsilcisi, 1 gençlik temsilcisi, 6 işçi Sendikası temsilcisi, 6 oda temsilcisi, 6 öğretmen temsilcisi, 12 üniversite, 12 yargı temsilcisi bulunuyordu. Bu üyeler kendi kurumlarınca seçilmişti. Bu arada, önemli nokta: Bakanlar Kurulu üyelerinin Temsilciler Meclisi’nin doğal üyesi olduğunu hatırlatmak isterim.
Sonuç itibariyle, seçimli üye sayısı daha fazla olmakla birlikte doğrudan atanan üyelerin kimlikleri düşünüldüğünde, Temsilciler Meclisindeki ortamın aritmetik dağılımın ötesinde bir anlam taşıdığı görülür.
Meclis’te Alev Coşkun, Hüseyin Onur, Altan Öymen, Mümtaz Soysal gibi gençler, yakın gelecekte Türkiye'nin Düzeni’ni yayınlayacak olan Doğan Avcıoğlu gibi simalar olduğu gibi Savaş meydanlarından gelen komutanlar da vardı.
Bütün bunlar dikkate alındığında “ 27 Mayısçıların” doğrudan yaptığı atamalarla Temsilciler Meclisinde bir denge kurmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bunun da ötesinde komitenin Kurucu Meclisin üst kamerası olduğu unutulmamalıdır.
Anayasa komisyonunda görev alan üyelerin profilleri, ortaya çıkan anayasanın dayandığı ideolojik çerçeve dikkate alındığında, Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesinin seçip atadığı üyeler cumhuriyetin kurucu değerlerine ve Atatürk devrimlerine bağlılık vurgusuyla dikkat çeker.
DP dönemi travması ile hırpalanan yönetici- seçkinler kadrosunun rejimin restorasyonu ve anayasal düzenin kuruluşu aşamasında bir “sınıf bilinciyle” davrandığı söylenebilir.
Bu sınıf, burjuvazi gibi gücünü ekonomik süreçlerden alan bir sınıf değildir. Tanzimattan 1922’ye kadar monarkın gücünü iyice zayıflatan bu sınıf, cumhuriyet devrimi iktidara el koymuştu. Sol jargonla söylemek gerekirse bu küçük burjuva sınıfıdır. Atipik bir kendisi için sınıftır. Başka bir ifade ile devlet aygıtının hem kadrosu hem sahibidir. Atatürk, bu sınıfın içinden çıkmış bir devrimcidir. O’nun önderliğinde bağımsızlık savaşını zafere ulaştırmış; cumhuriyeti kurmuş olan sınıftır.
Cumhuriyet Senatosu’nun teşekkül tarzı, anayasa yargısı, Milli Güvenlik Kurulu, Çankaya’nın asla terkedilemez bir mevzi olarak görülmesi, idarenin güvencelerinin artması -bu sınıfın gücünün arttığı - yeni bir statüko kurmuştur. 1961 Anayasası kuvvetler ayrılığını liberal demokrasinin temel değeri olarak benimsemiştir. Ama ben meselenin sınıf temelini böyle görüyorum.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza