Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

1961 Kurucu Meclisi’nin bazı üyeleri üzerine bir çözümleme

Milli Birlik Komitesi 16 Aralık 1960'da yayınladığı iki yasa ile (157 ve 158 sayılı) anayasasının nasıl yapılacağını açıklık getirmiş oldu. Yeni anayasa bir Kurucu Meclis tarafından yapılacak, meclisin  iki   kamarası olacaktı:  Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi.

Bu yazıda kendi seçimleriyle temsilcilerini gönderecek olan  siyasi partiler, vilayetler, üniversiteler,  yargı organları,  meslek kuruluşları ve diğer kurum ve kuruluşlar ele alınmayacaktır. Yazımda Temsilciler Meclisine Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi’nin doğrudan seçip atadığı üyeler ele alınacaktır.

Temsilciler Meclisinin teşekkülünü düzenleyen 158 sayılı yasaya göre, 10 üyeyi Devlet Başkanı Gürsel, 18 üyeyi  Milli Birlik Komitesi doğrudan seçip atayacaklardı. Bu yazıda bu kişilerin tercih edilmelerindeki anlamı irdelemek istedim.

Öncelikle, Cemal Gürsel'in Devlet Başkanlığı kontenjanından atadığı iki isme dikkatinizi çekmek isterim: Bunlar Kazım Orbay ve Abdurrahman Nafiz Gürman'dır.  Bu  kişiler Milli Kurtuluş Savaşı'ndan itibaren Türk ordusunda önemli görevlerde bulunmuş  simalardı. 20 yıl süreyle genelkurmay başkanlığı yapan Fevzi Paşa'nın emekliye sevk edilmesinden sonra sırasıyla Kazım Orbay, Salih Omurtak ve Abdurrahman Nafiz Gürman Genelkurmay Başkanlığı yaptılar.

Demokrat Parti iktidarı gelir gelmez  askeri  bürokrasi üzerinde  sarsıcı  “operasyonlar” gerçekleştirdi.  Ordunun tepe yönetimi 5 Haziran 1950 günü Bakanlar Kurulu kararıyla emekliye sevk edildi. 

Menderes hükümeti  “Demokrat Hükümete”  yakın bir askeri hiyerarşi kurmak niyetindeydi.  Ordunun başına Nuri Yamut Paşa getirildi. General Yamut’un  genelkurmay başkanlığına getirilmesi DP iktidarına  bağlı/bağımlı  askeri hiyerarşinin ilk adımı  oldu. Bu durum elbette bazı gerilimler  yaratacaktı. Somut durum şöyle bir gelişim izledi. DP kendisine sadık  generalleri hiyerarşide yükseltiyor, sonra da milletvekili yapıyordu.  Örneğin Nuri Yamut, 1954 ve 1957'de DP’den  milletvekili seçildi. 

Buna Kore komutanları da dahildir. Tümgeneral  Tahsin  Yazıcı ve diğer komutanlar Demokrat Partiden milletvekili yapıldılar.  Buna istisna  sadece Albay Celal Dora’dır.   Albay Dora, 1957’de CHP'den milletvekili  seçildi. 

Bu olguyu  orduda İtilafçı-İttihatçı bölünmesine benzetebiliriz.  Bir Jön Türk eylemi olarak yorumlayabileceğimiz 27 Mayıs sabahı ihtilalciler “iktidarcı komutanları” aşağılayarak enterne  ettiler.  Bunlar Yassıada’da  yargılandılar.  General Yamut ve Erdelhun örneklerinde olduğu gibi. Yamut Paşa- zaten sağlığı iyi değildi-  kötü  muamele neticesinde maalesef Yassıada’da vefat etti. Erdelhun hapis cezasına çarptırıldı. 

 27 Mayıs'ta ihtilalciler,  işbirlikçi generalleri tasfiye ederken 1950'de tasfiye edilen İstiklal Savaşı komutanlarını anayasayı yapacak Kurucu Meclise doğrudan atadılar. Eğer yaşıyor olsaydı Salih Omurtak da  Gürman ve Orbay gibi Temsilciler Meclisi’ne  üye olarak seçilirdi.

 Şimdi bu isimleri  biraz ayrıntılı  incelemekte yarar var :Örneğin  Kazım  Orbay Paşa,  Birinci  Dünya Savaşı'ndan itibaren orduda önemli görevler üstlenmişti. Enver Paşa'nın Kurmay başkanıydı.  Başkumandan  vekilinin kız kardeşiyle evlenerek bir de akrabalık ilişkisi tesis etmişti.

Mareşal Çakmak’tan sonra Genelkurmay Başkanı olmuştu. Oğlu Haşmet'in adı bir cinayet olayına karışınca Yüksek Askeri Şura  üyeliğine nakledildi. Yerine Omurtak getirildi. Ordudan ayrılmadı. Bu nedenle,  27 Mayıs İhtilalinin Orbay ve Gürman'ı kurucu meclis üyesi yapması, 1950  emekliye sevk kararlarına  bir tepkidir.  Bu generaller  MBK   tarafından onurlandırılmıştır. 

Kazım Orbay Paşa'nın Temsilciler Meclisi başkanlığına seçilmesi de özel önemi haizdir. Başkan vekiliklerine   getirilen  Lütfi Akatlı ve İbrahim Hilmi Senil de  yüksek yargı  listesinden  meclise   seçildiler. İki yargıcın  Meclis’in  başkanvekilliklerine seçilmesi   anlamlıdır.  Akatlı ve Senil’in Anayasa Mahkemesi kurulduktan sonra mahkemenin  2. ve 3. Başkanı olmaları da dikkat çekicidir.  Özetle Meclis’in Başkanı İstiklal Savaşından gelen bir komutan iken başkanvekilleri ileride AYM  başkanı  seçilecek simalardı. Burada bir ek not daha düşmeye gerek var.  Cemal Gürsel,  26 Ekim 1961'de Cumhurbaşkanı seçildikten sonra eski komutanlarını-Orbay ve Gürman- bu kez kontenjan senatörü olarak atamıştır.  

Gürsel'in doğrudan atadığı  isimlerin bir kısmı  devrik Demokrat Parti ile yollarını ayıranlar grubu olarak  tanımlanabilir. DP, 1954'te  ikinci defa daha büyük  bir ekseriyetle iktidara geldikten sonra “mutlakiyetçi milli irade”  anlayışına dönmüştü.  Mecliste tecelli eden  çoğunluk iradesini millet iradesiyle eşitleyen bir tutum benimsemişti.

Bu anti demokratik tutum tepki görmüş, partinin kurucu kadrosunda yer alan bir kısım  önemli isim partiden kopmuştu.  Hürriyet Partisini kuran ekip bunlardır. İspat Hakkı tartışmaları ve 6-7 Eylül Olayları partide “kurucu liberal değerlerden uzaklaşma” olarak yorumlanmış, bu gelişmelerden rahatsız olanlar muhalefete geçmişlerdi.   Bunlardan biri de “Partimi tanıyamaz hale geldim” diyen Profesör Fuat Köprülü’dür.  Köprülü,  Demokrat Parti'nin dört kurucusundan biriydi.  Aslında Başbakanlık beklentisi vardı.  Ancak siyaset kurdu Bayar onu Başbakan yapmadı. Görevi  Menderes’e verdi. Köprülüye Dışişleri Bakanlığı görevi  kaldı. DP, Köprülü’nun 1957 seçimlerinde Hürriyet Partisinden adaylığını engellemek için  seçim kanununda değişiklik yaptı.

Değişikliğe göre başka bir partiden aday olabilmek için eski partisinden 6 ay önce istifa etme şartı getiriliyordu. Neticede Köprülü aday olamadı. Seçilemedi. 27 Mayısçılar bu  mağdur eski Demokrat’ın yerine oğlu Profesör Orhan Köprülü’yü  Kurucu Meclise aldılar. 

 Burada hassas bir nokta vardı. Yüksek Adalet Divanında 6-7 Eylül olayları ile ilgili davada  Köprülü  ve zamanın Valisi Fahrettin Kerim Gökay  yargılanıyorladı. Sonunda  beraat ettiler ama  başlangıçta tutuklandılar. Bu nedenle Köprülü’nün  “mağdur  eski demokrat kontenjanından” Meclis’e  alınması  mümkün olamazdı.  Oğlu Orhan Köprülü’nün   doğrudan  üye olarak seçilip atanmasının  arkasında yatan  neden bence budur. 

Gürsel,  bu atamayla belki de kurucu liberal-demokrat değerlere bağlılığını koruyan DP’li çevreye size karşı değiliz;  otokratlara karşıyız mesajı vermek istemiş olabilir.

Mağdur ve makbul bir başka isim ise Mehmet Esat Çağa’dır. Çağa,  DP’nin  kuruluşunda aktif olarak  yer almıştı.  İstanbul İl Başkanlığı yapmış, tanınmış bir eğitimci ve avukattı.  Gürsel  onu “sabık ve sakıt” iktidara  karşı durmuş kurucu Demokrat nitelikleri nedeniyle meclise seçmiş olmalıdır.

 Esat Çağa  61 demokrasisi kurulurken Memleketçi Serbest Parti başkanı oldu. Çankaya yuvarlak masa toplantılarına  parti başkanı sıfatıyla  davet edildi. Kurucu Meclis üyeliği  sona erdikten sonra Gürsel’in  Çağa’yı kontenjan senatörü  ataması da dikkat çekicidir. Çağa’nın  27 Mayısçılar nezdinde kredisinin  epey yüksek olduğu anlaşılıyor.  İlginç bir nokta daha, Niyazi Ağırnaslı ile birlikte Türkiye İşçi Partisi’ne giren iki senatörden biri Esat Çağa’dır. 

Gürsel Paşa'nın doğrudan atadığı Orhan Cemal Mersinli babasının yerine oğlu kategorisine girenler arasındadır. Orhan Mersinli ,  Küçük Cemal Paşa’nın oğludur.   Yurt dışında İnşaat Mühendisliği tahsil etmişti. Kurucu Meclise dahil edilmesinin babasının hatırası dışında siyasal bir anlamı olamaz. Mersinli Cemal Paşa-nam-ı diğer küçük Cemal-  Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren Atatürk ile yolları kesişmiş bir komutandı.  Mütarekede Harbiye Nazırlığı  yapmıştı. Atatürk üçüncü ordu müfettişliği göreviyle Anadolu'ya gönderildiğinde o karargahı Konya'da bulunan İkinci Ordu’nun müfettişiydi. 

Müdafaa-i hukuk hareketinin yanında yer aldı.  1920'de Malta'ya sürgün edilenler arasındaydı. Dönüşünde Mersin milletvekili oldu.  İkinci Gruba  yakın olmasına rağmen ikinci meclise seçildi. Yakup Şevki ve Cevap Çobanlı paşalar gibi Mustafa Kemal cephesinde yer almadı.  Atatürk'ün vefatından sonra İnönü tekrar milletvekili seçilmesini sağladı. Tek parti dönemi Cumhuriyet ordusunda askeri kariyer yapan kuşağın komutanlarından biriydi.  Bu nedenle hatırasına hürmet edilmesi gereken önceki kuşak generaller sınıfına giriyordu. Gürsel Paşa'nın Filistin Cephesinde komutanı olma ihtimali bile vardır diye  düşünüyorum. 

Bir başka temsil Devlet Başkanlığı kontenjanı üzerinden “gayrimüslim”  vatandaşlardır.  Dini azınlıktan birer kişi Temsilciler Meclisine seçilmiştir. Atatürk ve İnönü döneminde başlatılan gayrimüslimlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilmesi Demokrat Parti iktidarında  devam ettirilmişti; ama,  6-7 Eylül 1955 olayları azınlıklar üzerinde ciddi bir travma yaratmıştı. Bu nedenle 27 Mayısçılar  anayasa yapımı sürecine  bu kesimleri katmak istediler. Musevi cemaatini Hahambaşının hukuk müşaviri  Erol Dilek,  Ermeni cemaatini  Eseyan Lisesi matematik öğretmeni   Hermine Agavni Kalutsyan, Rum cemaatini, Çanakkale savaşlarında  sağ kolunu bu ülke için kaybeden ( ihtiyat zabiti olarak   silah altına alanmış olmalı)  avukat Kaludi Laskari temsil etmiştir.

 Bu seçimler, hem eşit vatandaşlık düşüncesinin bir yansıması hem de Batı demokrasilerine bir mesaj olarak değerlendirilebilir.  Gayrimüslim yurttaşlarımızın kırgınlıklarını bir nebze gidermek için bu  yol  düşünülmüş olmalıdır.  Tek parti döneminin  coşkulu  şairi Behçet Kemal Çağlar  da Gürsel kontenjanda Kurucu Meclis’e  katıldığını hatırlatalım.

Burada bir ara değerlendirme yapmak gerekirse,    Devlet Başkanlığı kontenjanında ilk dikkat çeken olgu,  Milli Kurtuluş Savaşında önemli görevlerde bulunmuş,  DP’nin iktidara gelir gelmez tasfiye ettiği sembolik isimler Kurucu Meclis’e atanmışlardır Bunun dışında ikinci dikkat çeken özellik, Demokrat Parti'nin kuruluşuna katılmış-hatta iktidarının ilk  döneminde siyasal sorumluluk üstlenmiş olmalarına  rağmen- 1954'ten sonra çoğunlukçu otoriterizm anlayışının egemen olmasıyla partiden ayrılmış olan kesimin üyeliğidir.   Bu kesim de Devlet Başkanı kontenjanından temsil edilmişlerdir.  

Bu tercihleri yorumlamak gerekirse,  27 Mayıs İhtilali,  cumhuriyetin kurucu elitinin iktidarı devrettiği  Demokrat Parti’den iktidarı geri alması olarak tanımlanabilir.  Ancak bu arızi bir durumdur. Nihai hedef  Batı demokrasisidir.  Seçimler yapılacak, iktidar devredilecektir.  Bu dönemde devletin eski sahiplerinin statü ve ayrıcalıklarını gözetecek yeni bir ittifaka ihtiyaç vardır. Bu kuvvetler ayrılığı ve egemenliğin bölüşülmesi ile mümkündür.

 Demokrat Parti’den boşalan bir temsil  alanı olduğuna göre, burayı dolduracak “yeni demokratlara”  ihtiyaç vardır. Memleketçi Serbest Parti, Yeni Türkiye Partisi  ve Adalet Partisi’nden ihtilal kadrolarının beklediği budur. Özeleştirisini vermiş Demokratlar mecliste temsil edilmişlerdir diyebiliriz.

Milli Birlik Komitesi’nin yaptığı üye seçimlere gelince,   gönderilen üyelerin birkaç grup olarak değerlendirilmesi mümkündür. Öncelikle anayasa komisyonunda yer alacak bazı isimler vardır. Bence bunların başında Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Hoca gelir.  Velidedeoğlu,  Onar ile birlikte, ihtilalin meşruiyet sorununu çözen  rapora önderlik etmiştir. Bunun yanı sıra kurucu iktidar fikrinin  olgunlaşmasını sağlayan akademisyendir.  Önemli  bir ek olarak, Velidedeoğlu, devrik iktidarın yargılanması gerektiği  konusunda başı çeken bir hukuk adamı olmuştu.  Bu nedenle sağ  literatürde “darbe fetvacısı” tanımlamasıyla en çok kınanan hoca olduğu  söylenebilir.

 Büyük bir ihtimalle Cemal Gürsel ve Komite üyeleri zaman zaman kendisine danışıyorlardı.  Velidedeoğlu’nun ihtilalciler nezdinde özel bir yeri olduğunu söylenebilir. Beklenildiği  üzere, Velidedeoğlu Anayasa komisyonunda yer aldı, komisyonda görev yapan Tarık Zafer Tunaya  İstanbul il temsilcisi,  Bahri  Savcı  Üniversite temsilcisi,  İsmet Girit  Barolar temsilcisi olarak Temsilciler Meclisine girmişlerdi. Velidedeoğlu ise doğrudan MBK tarafından atanan üyeydi.

Profesör Ragıp Sarıca’ nın meclis  üyeliğini farklı değerlendirmek  gerekir. Velidedeoğlu aktivizmini onda göremeyiz.  Sarıca Hoca idare hukuku alanında olağanüstü bir otoritedir.   60’larda Sıddık Sami Onar’dan  sonra o gelmektedir. Kamu  hukukunun en önemli  simalarındandır. İstanbul’da Bilim Komisyonu,  Ankara’da  Anayasa Komisyonu  çalışmalarına katılmıştır. Ragıp Hoca, komiteye siyaseten angaje bir görüntü çizmez. Duruşu sağlam, güvenilir, sözü dinlenir bir bilim otoritesidir. Bence bu  özellikleri  nedeniyle tereddütsüz listeye alınmıştır.

 Komite kontenjanından  meclise girenlerden biri de  Münci Kapanidir.  Kapani,  genç ve saygın bir isimdir. Kapani, Ankara Hukuk Fakültesinde siyasal bilimler alanında ilk çalışmaları yapan hocalardan  biri  olarak tanınmaktadır. O da Anayasa  komisyonunda  görev yapacaktır. 

MBK’nin doğrudan atadığı üyeler arasında Atatürk'ün manevi hatırasına bağlılık göstergesi olarak  seçilenlerden biri Yakup Kadri Karaosmanoğludur.  Karaosmanoğlu, bir yazar ve diplomat olarak her zaman dikkate alınan bir isim olmuştur.

 Öndere  bağlılık, Cumhuriyet devrimleri idealizmiyle yazdığı çok sayıda kitabın yanısıra, 1932'ten sonra Kemalizmin sol  yorumu olarak kurulan Kadro Dergisi’nin  önde gelen siması olmuştur. Derginin yayınına  son vermesi ile birlikte diplomatlık hayatı başlamıştır. “Zoraki Diplomatlığı”  Tiran  sefirliği  ile başlamış, çoğunlukla Orta Avrupa ülkelerinde görev yapmıştır.  1955'te  Bern’de  iken emekli olmuştu.  27 Mayıs’ta Ulus gazetesinin  başyazarıydı.

60'ların başında  Yakup Kadri, Atatürk devrimlerinin simge isimlerinden biriydi. Kurucu meclis üyeliğinden sonra 1961 seçimlerinde milletvekili seçildi.  Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk birleşik oturumunda (yeni rejime geçiş oturumu) başkanlık etmek gibi güç bir görevi üstlendi.  Karaosmanoğlu'nun siyaseten nerede durduğunu açıklayan en önemli olay CHP'den istifasıdır. İnönü'nün başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Atatürk devrimlerinden taviz verildiği gerekçesiyle CHP'den ayrıldı. Buradan da anlaşılacağı üzere Yakup Kadri, yazdıkları, söyledikleri ve takındığı  tutumla  1920-1950 arasındaki  Türkiye'yi  simgelemekteydi.

Bu kategoride anılması gereken iki önemli isim daha var.  İkisinin de ortak yanı Bağımsızlık Savaşı ve kurucu önderle  olan ilişkileridir. Birincisi Dr.  Nihat Reşat Belger’dir.  Dr. Belger,  Atatürk'ün hastalığına doğru teşhisi koyan hekimdir. Bir  Jön Türktür. Prens Sabahattin'in teşebbüsü şahsi ve adem-merkeziyetçi ekolüne daha yakın bir Jöntürktür. İttihat ve Terakki çizgisinde değildir. 

Avrupa'da hekimlik yapmış dahiliye ve hidroklimatoloji uzmanıdır.  1921'de Londra konferansında, 1922-1923’de  Lozan konferansında Türk  heyetinde basın müşaviri olarak bulunmuştur. Lozan  Konferansınının  barış anlaşması ile sona ermesi akabinde,    delegasyonla  birlikte Türkiye'ye dönmüştü.  Fakat istediği kamu görevi verilmeyince, Paris'e giderek orada hekimliğe devam etmişti. 

 1936'da Atatürk'ün çağrısı üzerine Yalova şifalı sularını, modern bir kaplıca tesisine dönüştürmek üzere Türkiye'ye gelmişti.  Atatürk'ün çok önem verdiği bir doktordu. Hekim kadrosu içerisinde en önemli dahiliyeci Belger,  en önemli cerrah  Mim Kemal Öke’dir. İnönü Cumhurbaşkanı olduktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi'nde kürsü kurulmuş ve Profesör olarak atanmıştır. 

Dr. Nihat Reşat Belger, 1950'de Demokrat Parti'den milletvekili seçilmiştir.  Prens Sabahattin çizgisinde olduğuna göre bunda  şaşırtıcı bir taraf  yoktur. İlk Menderes hükümetinde Sağlık Bakanlığı'na getirilmişti.  Dr. Belger, çok kısa bir süre sonra Menderes ile yolunu  ayırdı.  Bu nedenlerle MBK nezdinde, Dr. Belger’in  iki kredisi  vardı. Atatürk'ün doktoru olmak ve Menderes’ten ayrılmak.  Dr. Belger’in bu özellikleri onu Temsilciler Meclisi’ne  üye yapmaya  yetiyordu. 

Öteki  isim ise Fahri Belendir.  İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet ordusu ile anılan bir isimdir Fahri Belen.  Büyük Taarruzda Trikopis’i  teslim alan 23. Tümenin kurmay başkanıydı. 1950’de Korgeneral rütbesiyle  emekli oldu. Demokrat Parti'den milletvekili seçildi.  Kısa bir süre Bayındırlık Bakanlığı yapmıştı.  Atatürk döneminin generali ve DP iktidarının gidişatından memnun olmayıp ayrılanlardan biriydi.  Bu  özellikleri  ile komitenin seçtiği kişilerden biri oldu.

Değinilmesi  gereken diğer isimlere gelince, enteresan  bir sima,  Adnan Başer Kafaoğlu’dur. Kafaoğlu’yu 12 Eylül’de Bülent Ulusu hükümetinde  Maliye Bakanlığından tanıyoruz.  Kafaoğlu’nun  1961 Kurucu Meclisinde doğrudan atanmış üyelerden biri olduğunu hatırlamakta yarar var. 

Yeni Türkiye Partisi'nin kurucularından Raif Aybar da MBK  kontenjanından  üye seçilmişti. Meclisin genç üyelerinden  biri Alp Kurandı. Demokrat Parti karşıtı aktivizmi  ile dikkat çekmişti. İstanbul Hukuk Fakültesinde  asistandı. Ünlü İttihatçılardan  Ahmet Bedevi Kuran'ın oğluydu. Akis, Kim,  Forum  dergilerinde yazarlık yapmaktaydı. 

Meclis’te Cumhuriyet Halk Partisi'nin  49, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin  25 üyesi vardı.   Bunun  dışında, 75 il temsilcisi, 6 Baro temsilcisi,  12 basın temsilcisi,  2 muharip  gazi,  6 esnaf temsilcisi,  1 gençlik temsilcisi,  6 işçi Sendikası temsilcisi,  6 oda temsilcisi, 6 öğretmen   temsilcisi, 12 üniversite,  12 yargı temsilcisi  bulunuyordu. Bu üyeler  kendi kurumlarınca  seçilmişti. Bu  arada,  önemli nokta: Bakanlar Kurulu üyelerinin Temsilciler Meclisi’nin doğal üyesi olduğunu  hatırlatmak isterim. 

 Sonuç itibariyle, seçimli üye sayısı daha fazla olmakla birlikte doğrudan atanan üyelerin kimlikleri düşünüldüğünde,  Temsilciler Meclisindeki ortamın aritmetik dağılımın ötesinde bir anlam taşıdığı görülür.

Meclis’te Alev Coşkun, Hüseyin Onur, Altan Öymen, Mümtaz Soysal  gibi gençler, yakın gelecekte  Türkiye'nin Düzeni’ni  yayınlayacak olan Doğan Avcıoğlu gibi simalar olduğu gibi Savaş meydanlarından gelen komutanlar da vardı.

 Bütün bunlar dikkate alındığında “ 27 Mayısçıların” doğrudan yaptığı atamalarla Temsilciler Meclisinde bir denge kurmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bunun da ötesinde komitenin Kurucu Meclisin üst kamerası olduğu unutulmamalıdır. 

Anayasa komisyonunda görev alan üyelerin profilleri,  ortaya çıkan anayasanın  dayandığı ideolojik çerçeve dikkate alındığında,  Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesinin  seçip atadığı üyeler cumhuriyetin kurucu değerlerine ve Atatürk devrimlerine bağlılık vurgusuyla dikkat çeker.  

DP dönemi travması ile hırpalanan    yönetici- seçkinler kadrosunun rejimin restorasyonu ve anayasal düzenin  kuruluşu aşamasında bir “sınıf  bilinciyle” davrandığı söylenebilir. 

Bu sınıf, burjuvazi gibi   gücünü ekonomik   süreçlerden   alan  bir sınıf  değildir. Tanzimattan 1922’ye kadar monarkın  gücünü  iyice zayıflatan bu  sınıf, cumhuriyet devrimi iktidara el koymuştu. Sol jargonla söylemek gerekirse bu küçük burjuva sınıfıdır. Atipik bir  kendisi için  sınıftır. Başka bir ifade ile devlet aygıtının hem    kadrosu hem sahibidir.   Atatürk, bu sınıfın içinden çıkmış bir devrimcidir.  O’nun  önderliğinde bağımsızlık savaşını zafere ulaştırmış; cumhuriyeti   kurmuş olan sınıftır. 

Cumhuriyet Senatosu’nun teşekkül   tarzı, anayasa yargısı, Milli   Güvenlik Kurulu, Çankaya’nın asla terkedilemez bir mevzi  olarak görülmesi,  idarenin   güvencelerinin  artması -bu sınıfın gücünün arttığı - yeni  bir  statüko kurmuştur. 1961  Anayasası  kuvvetler ayrılığını   liberal  demokrasinin temel  değeri olarak benimsemiştir. Ama ben meselenin  sınıf temelini  böyle görüyorum.