TAKSİM MEYDANI DENİLİNCE AKLIMA GELENLER
İnsan zihninde çocukluk ve gençlik dönemi imgeleri önemlidir. Benim için Taksim, Cumhuriyet Anıtı dışında, Kültür Sarayı (Günümüzde AKM) ve hemen önünde 27 Mayıs ihtilalini sembolize eden zeytin yapraklarıyla sarılmış süngü heykeli ve ilk zamanlar bir anlam veremediğim İnönü heykeli kaidesi idi.
ATLI İNÖNÜ HEYKELİNİ KEŞFETMEM
70’lerin ortalarında henüz bir lise öğrencisi iken Gezi Parkı’nın merdivenlerinin başında cephelerinde yazılar olan bir heykel kaidesi ile karşılaştım. Uzun süre tam mahiyetini kavrayamadım.
Üzerinde ne büyük kavgalar verildiğinden haberdar değildim. Eskiden bir şey öğrenmek çok kolay değildi. Doğru bağlantılar üzerinden yürüseniz bile epey zaman alırdı. Şimdi arama motoruna Taksim heykel kaidesi diye yazdığınız an merak ettiğiniz şeyi anında öğrenebiliyorsunuz.
KIRDAR’IN VALİ-BELEDİYE BAŞKANLIĞI
Atatürk döneminin İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ idi. Belediyeler kanunu gereği aynı zamanda İstanbul belediye başkanlığı da uhdesinde bulunuyordu. Üstündağ uzun süre İstanbul’u yönetti.
Atatürk’ün ölümünden sonra görevden alındı. Yerine Dr. Lütfi Kırdar getirildi. Dr. Kırdar daha önce Manisa Valiliği yapmış, son derece becerikli bir idareci idi. Aile kökenleri Kerkük’e dayanıyordu.İhsan Doğramacı ile kuzen olduklarına dair bazı yazılar okuduğumu söyleyeyim.
İttihat ve Terakki yıllarından beri idarecilik yönleriyle tanınan bir hekimdi. Almanya’da göz ihtisası yapmış,1936’da Kütahya’dan milletvekili seçilmişti.
Atatürk devrinde İstanbul’u modern bir şehir yapmak üzere davet edilen HenriProst’un planını uygulama kararı aldı.
Plan, şehrin iki merkezi bölgesinde büyük park alanları düşünmüştü.
Bunlardan biri Suriçinde, ikincisi Taksim’den başlayarak günümüzdeki Maçka Parkına kadar kademeli geçişlerle birleştirilen parklar olacaktı. Başlangıç alanı Taksim Gezisiydi.
Bugün Gezi Parkı diye anılan yerde XIX. yüzyılda yapılmış eklektik tarzda (soğan kubbeli) bir Topçu Kışlası vardı.
Yarı metruk halde cumhuriyete intikal etmişti. Bkz. Burhan Felek’in yazdıkları. Stadyumu olmayan Türkiye’nin en büyük şehrinde (eski payitaht) stadyum işlevi görüyordu.
Yurtdışından getirilen ünlü boksörlerin yaptığı karşılaşmalar dahil bütün seyirlik sporlar için başka bir mekan yoktu. Dr. Kırdar yeni bir İstanbul için kolları sıvadı. Dolmabahçe Stadyumunu da yaptırdığını hatırlayalım bu arada.
Dr. Kırdar, vali belediye başkanlığı döneminde yıkıcı-yapıcılığın örneğini verdi. Hem yıktı. Hem yaptı. Menderes de bu yolu devam ettirdi. Adnan Bey merhum İstanbul’u bir Ortaçağ kenti gibi görüyor, asfalt bulvarlarla örmek istiyordu. Bunu yaptı da.
Kırdar’ın görevde olduğu yıllar İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Kaynaklar kısıtlı olmakla birlikte çok becerikli bir şekilde imar faaliyetlerine devam etti. Taksim’den Harbiye’ye kadar (Ermeni mezarlıkları dahil) kamulaştırdı. Gümüşsuyuna kadar olan Müslüman mezarlıkları da yeni imar alanları açmak için istimlak edildi.
Dr. Kırdar, yüzyıllar boyunca üst üste yığılmış katmanlara dönüşen İstanbul’un bir çok yerini kamulaştırdı. Yıktı.Plana göre yeniden yaptı.
HEYKEL DR.KIRDAR’IN DÜŞÜNCESİ İDİ
Taksim Gezisine bir İnönü heykeli yapma fikri Dr.Lütfi Kırdar’a aitti. Heykel’in Güzel Sanatlar Akademisi Heykel bölümü başkanı Rudolf Belling’e yaptırılması kararına varıldı. Belling, daha önce Ankara’da Ziraat Fakültesi bahçesine bir İnönü heykeli yapmıştı.
Belling ve asistanları Anıtkabirrölyeflerini de birlikte yapacaklar 50’lerde.
40’ların mali koşullarında HenriProst’un İstanbul planının hayata geçirilmesi gerçekten çok büyük bir adımdı.
Bu nedenle Dr. Kırdar ve Menderes’in imar hareketleri günümüz İstanbulunun merkezi bölgelerinin alt yapısını kurmuştur.
Kırdar’ın Rudolf Belling’e bir İnönü heykeli yaptırma teşebbüsünde şaşırtıcı bir yön yoktur. Şaşırtıcı olan heykelin boyutları ve konulması düşünülen yerdir.
Heykelin yapım sürecinde Milli Şef İnönü atölyeyi ziyaret etti. Günün fotoğraflarından heykelinin yapılmasından gayet hoşnut olduğu anlaşılıyor.
Heykelin kaidesi ile ilgili başka bir proje yapıldı. Bitirildi. Neticede heykel 1944’te tamamlanmıştı ve öngörüldüğü yere konulabilirdi.
Ama artık koşullar tamamen değişmişti. Bence heykelin devasa boyutlarda oluşu ve konulacak yer İnönü’nün de baştaki hevesini kaçırmış olmalı.
O arada, 1946’da çok partili siyasi hayata geçildi. Demokrat Parti hızla güçlendi. Muhalefet partisi olarak etkinliğini arttırdı. İnönü 12 Temmuz beyannamesinden sonra partili cumhurbaşkanından ziyade “bitaraflık” konumunu benimsedi.
1949’da Dr. Lütfi Kırdar’ın yerine İstanbul valiliğine Ord. Prof.Dr. Fahrettin Kerim Gökay getirildi. Gökay, Menderes hükümetleri döneminde de uzun süre görevini devam ettirdi.
Heykelin boyutları ve konulmak istenilen yer konusundaki görüşüm müspet değildir. Taksim Cumhuriyet Anıtını gölgede bırakacak büyüklükte bir heykel fikrini doğru bulmuyorum. Seçilen yer de doğru değildi. Bu seçimin nedeni bence “zamanın ruhu” idi. Bu ruhu belirleyen de İkinci Dünya Savaşı ve Milli Şef kavramının egemen oluşuydu.
Heykel için, Gezi Parkı içinde makul bir yer daha doğru olurdu. Mesela Taşkışla’ya veya Halaskar Gazi Caddesi’ne doğru konulsa fena olmazdı. Boyut olarak da Cumhuriyet Anıtından küçük olmalıydı.
(İnönü Belling ile birlikte)
HEYKELİ YAPAN RUDOLF BELLİNG NASIL TÜRKİYE’YE GELDİ?
RudolfBelling’in Türkiye’ye gelme nedeni diğer Alman hocalardan farklıdır.
Diğer isimler yahudi asıllı oldukları için işlerinden çıkarılmışlardı. Alman faşizmi karşısında can güvenliği nedeniyle kendilerine başka ülkelerde iş arıyorlardı. Hatta bununla ilgili bir komite kurdular. Ülkelerinden kovulan yahudi profesörler örgütlü bir şekilde iş aradılar. Bunlardan önemli bir kısmı Türkiye’ye geleceklerdir. Türkiye’nin böyle yüksek nitelikli bilim adamlarına ihtiyacı vardı. Gelenler için de Türkiye güvenli bir ada idi. Hele savaş şiddetini arttırdıktan sonra Avrupa’dan ayrılan bilim adamları için Türkiye en güvenli yerlerden biri oldu.
Belling, yahudi değildi. Bir yahudi sanatçı ile evlenmişti. Bir süre önce çift boşanmıştı. Fakat bir erkek çocukları vardı: Thomas.
Belling’in görüşleri yükselen yeni rejime aykırı düşüyordu. Nasyonal Sosyalizme ya da Alman faşizmine karşı. Weimar Cumhuriyeti kurulduktan sonra (1919) Almanya’da toplumsal, siyasal her alanda çatışma ve çekişmeler yaşanmaya zaten başlamıştı. Edebiyat ve sanat alanı da buna dahildi. Naziler kendileri dışında her kesimi ihanet ve yozlaşma ile suçluyorlardı. Başta komünistler olmak üzere.
Belling,30’lara kadar resim, heykel ve mimarlığı birlikte ele alan Kasım Grubu içinde yer almıştı. 1919’da ilk non-figüratif eseri (soyut heykel demek) Üçlü Uyumu yapmıştı.
Nazilere göre bu yaklaşım sanatta yozlaşma idi. Faşizm kendi yerli ve milli sanat anlayışını egemen kılmak için gerekli bütün tedbirleri almaya başladı. Bu kendi saflarında olmayan bütün sanat adamlarının tasfiyesi demekti.
Belling, görevlerinden azledildi. Bir süre ABD’de kaldı. Ama asıl mesele eski eşinin yahudi olması nedeniyle oğlu Thomas’ın can güvenliği idi.
Bu arada Güzel Sanatlar Akademisinin kurucu müdürü Namık İsmail’in kalp krizinden (Kadıköy vapurunda) ani ölümü üzerine Akademi yönetimine Burhan Toprak getirilmişti. Toprak, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde reform yapmak istiyordu.
Temaslar neticesinde, Rudolf Belling heykel;BrunoTautmimarlık, Leopold Leviresim şubesine davet edildiler ve başkan olarak atandılar.
Hatırlatmış olayım: Belling, Mari Gerekmezyan’ın hocası oldu. Aynı yıllarda İvi Stangali de Leopold Levi’nin başkanı olduğu resim bölümünde Bedri Rahmi atölyesinde öğrenciydi.
Güzel Sanatlar Akademisinde bu atılım dönemi yaşanırken ülkemizin etrafında savaş cehennemi yaşanıyordu.
İNÖNÜ’NÜN TUTUMU
Milli Şef İnönü, başlangıçta heykelinin dikilmesinden epey hoşnut görünmekle birlikte tepkiler nedeniyle zamanla ilgisini kaybetmiş, hiçbir inisiyatif kullanmamıştır. Heykel olayından haberi yokmuş gibi davranmaya başlamıştır. Neticede çok partili siyasi hayatın başlamasıyla birlikte heykel ortada kalmıştır.
DEMOKRAT PARTİ VE İNÖNÜ HEYKELİ
1950 sonrasında heykelin Taksim’deki kaidesinin üzerine konulamayacağı artık kesinleşmişti. Demokratlar iktidardan düşmüş İnönü’nün heykelini elbette oraya koymazlardı. Bunu kendi seçmenlerine izah edemezlerdi.
Bunun da ötesinde, kaidenin üzerindeki İnönü’yü övücü yazılar parti elitini, DP’li seçmenleri, standart İnönü düşmanlarını rahatsız ediyordu.
Aynı “Savarona çok masraflı, tek parti saltanatını hatırlatıyor. Bu gemiyi batıralım” diyenler olduğu gibi, heykel kaidesinin havaya uçurulmasını isteyenler de oldu. Bu düşünce bana İttihatçıların Ayastefonas Rus Abidesini havaya uçurmalarını hatırlatmıştır her zaman.
Bayar-Menderes ikilisi o kadarının ayıp olacağını düşünmüş olmalılar ki heykel kaidesi bir tahta perde ile kapatıldı.
Anlayacağınız Türk demokrasisine geçişle birlikte İnönü heykel kaidesinin üzeri “Demokratların şalı” ile örtülmüş oldu. Şal aslında Demokrasiyi kuran adamın üzerine örtülmüştü. Böylece meydandan İsmet Paşa silinmiş oldu.
Demokratlar, yine Dr. Kırdar zamanında yapılan ve İnönü Stadyumu adı verilen Dolmabahçe Stadyumunun adını da değiştirdiler. Mithat Paşa Stadı yaptılar. Ben bu adın kullanıldığı zamana yetiştim.
Mithat Paşa’nın istibdata karşı verdiği mücadele ile kendi siyasi mücadeleleri arasında bir bağ kurdukları için. Hatta Bayar Mithat Paşa’nın mezarını 1951’deTaif’ten İstanbul’a getirtti. Hürriyet Tepesindeki şimdiki yerine defnedildi.
Benim bu konuda bir yazım var. Bir göz atmak isterseniz künyesi şöyle: “Yıldız Çadır Mahkemesinde yargılanan Mithat Paşa mıydı? Kanun-ı Esasi mi?”
İSTANBUL’UN HEYKELLERİ
Dr. Kırdar, çalışma tarzı itibariyle tek parti elitinin tipik bir örneği idi. İmza attığı eserlere baktığımızda oldukça başarılı bir örneği.
CHP’nin Birinci Olağanüstü Kurultayında (1938) Milli Şef ünvanı verilen cumhurbaşkanı İnönü’nü bir heykelinin İstanbul’a dikilmesi düşüncesinde idi. İnşa faaliyetleri devam etmekte olan Gezi Parkı en uygun yer olarak düşünüldü. Bence de doğru bir düşünce.
1940’lar İstanbul’unda sınırlı sayıda heykel vardı. 1926’da Heinrich Krippeltarafından yapılan Sarayburnundaki Atatürk heykeli dışında cumhuriyet devrimini simgeleyen Pietro Canonica’nın ürünü Taksim Cumhuriyet anıtı vardı. (1928)
İki anıt da Türk bağımsızlık savaşını, devrimi ve yeni rejimi vurguluyordu. Bağımsızlık savaşı ve cumhuriyetin kurucu önderi öne çıkarılıyordu. Ama artık Atatürk yoktu.
Ülkeyi etrafı ateş çemberi altında yöneten İsmet Paşa vardı. Gerçi Atatürk için Anıtkabir proje yarışması yapılmış ve uygulamaya başlanmıştı ama ülkeyi Milli Şef yönetiyordu.
Prost planı kentleşme açısından çok devrimci bir düşünceydi. 40’lar Türkiye’sinde bunu başarmak Dr. Kırdar’ın becerikli idareciliği ile açıklanabilir.
Heykel fikrinde bir yanlışlık görmüyorum. Ama heykelin boyutlarının dönemin siyasi ruhu ile alakası var: Atın üzerinde pelerinli Milli Şef imgesini yansıtıyor heykel. Eğer yerine konulmuş olsaydı. Çok partili siyasi hayata geçişin arefesinde Taksim’de Cumhuriyet Anıtına hakim yükseltide ondan daha büyük bir anıt-heykel olurdu. Meydanın baskın unsuru bu heykel olurdu. Şimdi bambaşka bir Taksim Meydanı var.
DR KIRDAR’IN YASSIADA’DA ÖLÜMÜ
Bana göre Dr.Lütfi Kırdar, parti angajmanıolan bir kimlik değildi. Onun için önemli olan kamuya hizmetti.
Meşrutiyette İttihat veTerakki, erken cumhuriyet döneminde Atatürk ve Milli Şef ile birlikte çalıştı. Gündelik anlamda siyaset ile ilgili değildi.Her dönemde yaptığı işlerle övülmüştü.
CHP’denmilletvekilliği yaptı. Daha sonra Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili oldu. Halide Edip, Ali Fuat Cebesoy gibi.
1957 seçimlerinden sonra Menderes Hükümetinde Sağlık Bakanlığına getirildi.
Dr. Kırdar, 27 Mayıs’tan sonra devrik hükümetin bütün bakanlarıyla birlikte tutuklandı. Yasssıada’da yargılandı. 1961 Şubatında Yüksek Adalet Divanı yargıçlarının kötü muamelesine dayanamadı. Savunmasını yaparken kalp krizi geçirerek vefat etti.
Bu ölüm benim için Türkiye’de “siyasete bulaşmanın” nasıl riskleri göze almak anlamına geldiğini gösteren önemli bir olaydır. Ve çok acıdır.
Yüksek Soruşturma Kuruluna verdiği ifadelerde olduğu gibi daha iyi hizmet edebilmek için iktidar partisinin milletvekilliği ve bakanlık teklifini kabul etmişti.
VALİ DR. LUTFİ KIRDAR ALGISINA DAİR BİR KAÇ NOT
İdare-i hazıra erken döneminde kurucu önderler ile ilgili sessizlik siyaseti izliyordu. 2007’den sonra ise devrimin simgelerine yönelik bir taarruz harekatı başlattı. Ön safta Fethullahçılar veİkinci Cumhuriyetçiler vardı.
Bu taarruz harekatının semboller üzerinden yürütülen bir boyutu da vardı. Örneğin, Gülhane Askeri Hastanesi “Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi” yapıldı. Pek çok kurumdan Atatürk adı inşaat-tadilat bahanesi ile kaldırıldı. Yeşilköy Atatürk Havalimanı yok edildi.
Dr. Lütfi Kırdar’ın adı da AKP politikalarına alet edildi.Dr. Lütfi Kırdar adı bazı yerlere verildi. Örneğin Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine.
DrKırdar bu ülkeye hizmet etmiş önemli bir simadır. Adı elbette bazı kurumlara verilebilirdi. Verilmeliydi de. Ama maksat başkaydı. Bunun nedeni Dr. Kırdar’ın Yassıada yargılamaları sırasında ölümü idi. Onu kendi cephelerinde görüyorlardı.
Oysa ki Dr. Kırdar’ın biyografisini biraz inceleyen bir kişi onun Atatürk ve İnönü devrinin yöneticisi olduğunu görür. Kırdar’ın birinci kimliği tek parti devrinin başarılı bir yöneticisi olduğudur.
O siyaseten Demokrat Partili değildi. Düşünce ve inançları itibariyle de mevcut iktidara yakın biri hiç değildi. İktidarın hala gündeminde olan Gezi Parkı’nı yaptıran Dr. Kırdar’dır. Topçu Kışlasını yıktıran ve yerine Gezi Parkını yapan İstanbul valisi odur.
Kırdar,Spor Sergi Sarayını, Açık Hava Tiyatrosunu, Dolmabahçe Stadını da yaptırmıştır. Kırdar icraatları şehrimizin siluetini modernleşme yönünde ciddi manada değiştirmiştir. Bu çizgiyi kendi tarzında Menderes de devam ettirmiştir.
Kırdar’ın İnönü ile özel bir hukuku olduğu anlaşılıyor. Demem o ki, Dr. Kırdar tarihi olarak İsmet Paşacıdır. Onu İstanbul’a vali ve belediye başkanı yapan İnönü’dür.
50’lerdeki şartlar onun DP’ye girmesine neden oldu. Başına gelen de büyük bir talihsizlik idi. Makuskaderini belirleyen 27Mayıs 1960’a, DP’li bir bakan olarak yakalanmış olmasıydı. İhtilal günü bulunduğu yer yanlıştı.
Demem o ki, iktidarın Kırdar kurgusu yanlıştır. Herhalde iktidar danışmanları siyasi tarihimize ilişkin yeterli bilgi toplamadan yüzeysel genellemeler yapmakta bir sakınca görmüyorlar.
HEYKEL MAÇKA PARKINA NASIL VE NEDEN GETİRİLDİ?
Benim Taksim Meydanını keşfettiğim yaşlarda Anıt kaidesini kapatan tahta perde kaldırılmıştı. 27 Mayıs ihtilalcileri bir DP tasarruf saydıklarından dolayı tahta perdeyi kaldırdılar.
Heykel, 1973’de belediyenin depolarından birinde çürümeye terk edilmiş halde bulundu. Herhalde Ahmet İsvan’ın belediye başkanlığı dönemi olmalı.
Nihayet 40 yıl sonra bugün bulunduğu yere, Maçka’daki İnönü evinin önündeki parka yerleştirildi. 24 Temmuz 1982. 12 Eylül idaresi devam ediyordu. Açılışın videosunda Danışma Meclisi Başkanı Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak (Acul Sadi) ve Mevhibe Hanım görülüyor.
Heykelin askeri rejim devrinde gözlerden uzak bir park alanına konulması şu bakımlardan anlamlıdır. Bir kere anıtın kaidesi Taksim Meydanından kaldırılıyor, İnönü Heykeli tartışması böyle bir formülle bitirilmiş oluyordu.
Heykel adeta gözlerden saklanmak için buraya getirilmiş gibidir. Gerçekten de dolaylı amaç bu idi. Günümüzde Maçka Parkı’na gidenler bunu hissederler.
Heykeli buraya getiren 12 Eylül yönetiminin bir taraftan “Atatürkçülük vaazları” verirken, öte yandan Atatürk’ün partisini kapatmış olduğunu hatırlatırım.
Bu arada Erdal İnönü’nün genel başkanlığına seçildiği SODEP’in seçimi kazanabilir diye veto edildiğini de unutmayalım. Erdal Bey, sıkıyönetim yasaklarına uymadı gerekçesiyle Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yargılandı. Açılan davadan beraat etti. Ama seçimler yapılıp her şey olup bittikten sonra. (1983)
27 Mayısçılar İnönü ile çok fazla yakın görüntü vermek istememişlerdi. Milli Birlik Komitesi içindeki radikal grup zaten İnönü’ye karşıydı. MBK, İnönü’ye, Garp Cephesi komutanı, Lozan’da baş delege, İkinci Adam’dan ziyade siyasi parti genel başkanlarından biri muamelesi yapmaya özen gösterdi. Hürmette kusur etmeden. Hatta Cemal Gürsel, CHP’nin seçimi kazanması halinde İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilme ihtimalinden de pek hoşnut değildi. Adalet Partisi genel başkanı emekli orgeneral Ragıp Gümüşpala ile mesafe eşitliği sağlamaya çalışıyordu.
12 Eylülcüler ise zaten CHP’yi kapatmışlardı. “Milli Güvenlik Konseyi Atatürkçülüğü” diye bir şeyi empoze ediyorlardı. İnönü’nün aleyhinde elbette olamazlardı. Ama lehinde de değillerdi.
İnönü heykelinin onarılması bittikten sonra Lozan Antlaşmasının yıldönümünde resmi ve kısıtlı bir törenle açılışının sebebi buydu.
Çok Okunanlar
Santorini Yanardağı patlarsa ne olur? En son ne zaman patladı?
Teğmenler 'Poz' vermedi!..
Devlet yetkilileriyle yapılan görüşmenin detaylarını anlattı...
Anket sonuçlarında dikkat çeken sonuç!
BEDAŞ 5 Şubat'ta İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Meteoroloji ve AKOM'dan peş peşe uyarı! İkinci kar ne zaman yağacak?
Çetenin kilit isimlerinden Turan Yıldırım nasıl kaçırıldı? Film gibi operasyon..
Skandala imza atan Kanye West ve Bianca'nın konuşmaları deşifre edildi
İşte O Komutan!..
Mansur Yavaş ile ilgili dikkat çeken ön seçim iddiası