Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,3535
Dolar
Arrow
35,9326
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9148
Altın
Arrow
3286,0000
BIST
Arrow
9.657

Atlı İnönü heykelinin 40 yıllık serüveni

TAKSİM  MEYDANI  DENİLİNCE AKLIMA GELENLER 

İnsan zihninde çocukluk ve gençlik dönemi imgeleri önemlidir. Benim  için Taksim,  Cumhuriyet  Anıtı  dışında, Kültür Sarayı (Günümüzde AKM) ve hemen önünde  27 Mayıs ihtilalini   sembolize eden zeytin  yapraklarıyla  sarılmış süngü  heykeli   ve  ilk  zamanlar   bir anlam veremediğim  İnönü heykeli  kaidesi idi. 

ATLI  İNÖNÜ HEYKELİNİ  KEŞFETMEM 

70’lerin ortalarında    henüz bir lise öğrencisi iken Gezi Parkı’nın merdivenlerinin başında cephelerinde yazılar olan bir heykel kaidesi ile karşılaştım. Uzun süre tam mahiyetini kavrayamadım.

Üzerinde ne büyük kavgalar verildiğinden haberdar değildim.  Eskiden bir şey öğrenmek   çok kolay değildi. Doğru bağlantılar üzerinden yürüseniz  bile  epey  zaman alırdı. Şimdi arama motoruna Taksim heykel kaidesi   diye yazdığınız an merak ettiğiniz şeyi anında öğrenebiliyorsunuz.

KIRDAR’IN VALİ-BELEDİYE BAŞKANLIĞI 

Atatürk döneminin   İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ idi. Belediyeler kanunu gereği aynı zamanda İstanbul belediye başkanlığı da uhdesinde  bulunuyordu. Üstündağ uzun süre İstanbul’u yönetti. 

Atatürk’ün ölümünden sonra görevden alındı. Yerine Dr. Lütfi Kırdar  getirildi. Dr. Kırdar daha önce Manisa Valiliği yapmış, son derece  becerikli bir idareci idi. Aile kökenleri Kerkük’e dayanıyordu.İhsan Doğramacı ile kuzen olduklarına dair  bazı yazılar  okuduğumu söyleyeyim. 

İttihat ve Terakki yıllarından beri idarecilik yönleriyle tanınan bir hekimdi. Almanya’da göz ihtisası yapmış,1936’da Kütahya’dan milletvekili  seçilmişti. 

Atatürk devrinde İstanbul’u modern  bir şehir yapmak üzere  davet edilen HenriProst’un  planını  uygulama kararı aldı. 

Plan, şehrin iki merkezi bölgesinde büyük park alanları düşünmüştü. 

Bunlardan biri Suriçinde, ikincisi  Taksim’den başlayarak günümüzdeki Maçka Parkına kadar kademeli geçişlerle birleştirilen parklar  olacaktı. Başlangıç alanı Taksim Gezisiydi.

Bugün Gezi Parkı diye  anılan yerde XIX. yüzyılda yapılmış eklektik tarzda (soğan kubbeli)  bir Topçu Kışlası  vardı. 

Yarı metruk halde cumhuriyete  intikal etmişti. Bkz. Burhan Felek’in  yazdıkları.  Stadyumu olmayan Türkiye’nin en büyük şehrinde (eski  payitaht) stadyum işlevi görüyordu. 

Yurtdışından getirilen ünlü  boksörlerin yaptığı  karşılaşmalar  dahil  bütün seyirlik sporlar için başka  bir mekan  yoktu. Dr. Kırdar yeni bir İstanbul için kolları sıvadı. Dolmabahçe Stadyumunu da yaptırdığını  hatırlayalım bu arada. 

Dr. Kırdar, vali belediye başkanlığı döneminde yıkıcı-yapıcılığın örneğini verdi.   Hem yıktı. Hem yaptı. Menderes de bu yolu devam ettirdi. Adnan Bey merhum İstanbul’u bir Ortaçağ kenti gibi görüyor, asfalt bulvarlarla örmek istiyordu. Bunu yaptı da.  

Kırdar’ın görevde olduğu yıllar İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı.  Kaynaklar kısıtlı olmakla birlikte çok becerikli bir şekilde imar faaliyetlerine devam etti. Taksim’den Harbiye’ye kadar (Ermeni mezarlıkları dahil) kamulaştırdı. Gümüşsuyuna kadar olan Müslüman mezarlıkları da yeni imar  alanları açmak  için istimlak  edildi. 

Dr. Kırdar, yüzyıllar boyunca üst üste yığılmış katmanlara dönüşen  İstanbul’un bir çok yerini  kamulaştırdı. Yıktı.Plana göre yeniden yaptı. 

HEYKEL DR.KIRDAR’IN DÜŞÜNCESİ İDİ 

Taksim Gezisine bir İnönü heykeli yapma fikri Dr.Lütfi Kırdar’a  aitti. Heykel’in Güzel  Sanatlar  Akademisi Heykel  bölümü  başkanı Rudolf Belling’e  yaptırılması  kararına varıldı.  Belling, daha önce Ankara’da Ziraat  Fakültesi bahçesine bir İnönü heykeli  yapmıştı. 

Belling  ve asistanları Anıtkabirrölyeflerini de birlikte yapacaklar 50’lerde. 

40’ların mali koşullarında HenriProst’un  İstanbul planının hayata geçirilmesi gerçekten çok büyük bir adımdı. 

Bu nedenle Dr. Kırdar  ve Menderes’in imar hareketleri  günümüz İstanbulunun merkezi  bölgelerinin  alt yapısını  kurmuştur. 

Kırdar’ın  Rudolf Belling’e   bir İnönü heykeli   yaptırma  teşebbüsünde  şaşırtıcı  bir yön yoktur. Şaşırtıcı olan heykelin boyutları ve konulması  düşünülen yerdir. 

Heykelin yapım sürecinde Milli Şef İnönü atölyeyi ziyaret etti. Günün fotoğraflarından heykelinin yapılmasından gayet hoşnut olduğu  anlaşılıyor.  

Heykelin  kaidesi  ile ilgili başka bir  proje yapıldı. Bitirildi. Neticede  heykel 1944’te tamamlanmıştı  ve  öngörüldüğü yere  konulabilirdi. 

Ama artık   koşullar   tamamen değişmişti. Bence heykelin  devasa  boyutlarda oluşu  ve  konulacak yer İnönü’nün  de baştaki  hevesini  kaçırmış olmalı. 

O arada,  1946’da  çok partili  siyasi hayata geçildi. Demokrat Parti hızla güçlendi. Muhalefet partisi olarak  etkinliğini arttırdı. İnönü 12 Temmuz  beyannamesinden  sonra  partili cumhurbaşkanından  ziyade  “bitaraflık” konumunu benimsedi. 

1949’da Dr.  Lütfi Kırdar’ın yerine İstanbul valiliğine Ord. Prof.Dr.  Fahrettin Kerim Gökay getirildi. Gökay, Menderes hükümetleri  döneminde  de uzun süre görevini devam ettirdi. 

Heykelin boyutları  ve  konulmak  istenilen yer konusundaki görüşüm  müspet değildir. Taksim Cumhuriyet Anıtını gölgede bırakacak büyüklükte bir heykel fikrini doğru bulmuyorum.  Seçilen yer de doğru değildi. Bu seçimin nedeni bence  “zamanın  ruhu”  idi. Bu ruhu belirleyen de  İkinci Dünya Savaşı  ve Milli  Şef   kavramının   egemen oluşuydu. 

Heykel için, Gezi Parkı içinde makul bir yer daha doğru olurdu. Mesela Taşkışla’ya veya Halaskar Gazi Caddesi’ne doğru konulsa fena olmazdı. Boyut olarak da Cumhuriyet Anıtından küçük olmalıydı. 

(İnönü Belling ile birlikte) 

HEYKELİ  YAPAN RUDOLF BELLİNG NASIL   TÜRKİYE’YE  GELDİ?

RudolfBelling’in   Türkiye’ye gelme nedeni diğer  Alman hocalardan farklıdır. 

Diğer isimler  yahudi asıllı  oldukları için işlerinden çıkarılmışlardı. Alman faşizmi karşısında can güvenliği nedeniyle kendilerine   başka ülkelerde  iş   arıyorlardı.  Hatta bununla ilgili bir komite kurdular. Ülkelerinden kovulan yahudi profesörler örgütlü bir şekilde iş aradılar.  Bunlardan   önemli bir kısmı Türkiye’ye  geleceklerdir.  Türkiye’nin böyle yüksek nitelikli  bilim adamlarına  ihtiyacı vardı.  Gelenler için de Türkiye güvenli  bir  ada idi. Hele savaş  şiddetini arttırdıktan sonra Avrupa’dan ayrılan   bilim adamları için Türkiye en güvenli  yerlerden biri oldu. 

Belling,  yahudi değildi. Bir yahudi  sanatçı  ile evlenmişti. Bir süre önce çift boşanmıştı. Fakat bir erkek çocukları vardı: Thomas. 

Belling’in görüşleri yükselen yeni rejime aykırı  düşüyordu. Nasyonal  Sosyalizme ya da Alman faşizmine karşı.  Weimar Cumhuriyeti kurulduktan  sonra (1919) Almanya’da   toplumsal, siyasal  her alanda  çatışma ve çekişmeler  yaşanmaya  zaten  başlamıştı.  Edebiyat ve  sanat  alanı da  buna dahildi. Naziler kendileri dışında  her kesimi ihanet ve yozlaşma ile  suçluyorlardı. Başta komünistler olmak üzere. 

Belling,30’lara  kadar resim, heykel ve mimarlığı birlikte ele alan Kasım Grubu  içinde yer almıştı. 1919’da ilk non-figüratif eseri (soyut  heykel demek) Üçlü Uyumu yapmıştı.

Nazilere göre bu yaklaşım sanatta  yozlaşma idi. Faşizm kendi yerli  ve milli sanat anlayışını egemen kılmak  için gerekli  bütün tedbirleri  almaya  başladı. Bu kendi saflarında olmayan bütün sanat adamlarının  tasfiyesi  demekti. 

Belling, görevlerinden azledildi.  Bir süre ABD’de kaldı. Ama asıl mesele  eski eşinin  yahudi olması  nedeniyle oğlu  Thomas’ın can güvenliği idi. 

Bu  arada Güzel Sanatlar Akademisinin kurucu  müdürü Namık İsmail’in kalp krizinden (Kadıköy  vapurunda)  ani ölümü üzerine Akademi  yönetimine  Burhan Toprak getirilmişti. Toprak, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde reform yapmak istiyordu. 

Temaslar   neticesinde, Rudolf Belling heykel;BrunoTautmimarlık, Leopold Leviresim  şubesine  davet edildiler ve  başkan olarak atandılar.

Hatırlatmış olayım:  Belling,  Mari Gerekmezyan’ın hocası oldu. Aynı yıllarda İvi Stangali de Leopold Levi’nin başkanı olduğu resim bölümünde Bedri Rahmi atölyesinde öğrenciydi. 

Güzel  Sanatlar Akademisinde  bu atılım  dönemi  yaşanırken ülkemizin etrafında savaş cehennemi  yaşanıyordu.

İNÖNÜ’NÜN TUTUMU 

Milli Şef İnönü, başlangıçta heykelinin dikilmesinden  epey  hoşnut görünmekle   birlikte tepkiler  nedeniyle zamanla ilgisini kaybetmiş,  hiçbir inisiyatif  kullanmamıştır.   Heykel olayından  haberi yokmuş  gibi  davranmaya başlamıştır. Neticede  çok  partili  siyasi hayatın başlamasıyla birlikte heykel   ortada kalmıştır. 

DEMOKRAT  PARTİ VE İNÖNÜ  HEYKELİ 

1950 sonrasında heykelin Taksim’deki  kaidesinin  üzerine konulamayacağı  artık kesinleşmişti. Demokratlar  iktidardan  düşmüş  İnönü’nün heykelini  elbette  oraya  koymazlardı. Bunu  kendi  seçmenlerine izah edemezlerdi. 

Bunun da ötesinde, kaidenin  üzerindeki İnönü’yü övücü yazılar parti elitini, DP’li seçmenleri, standart İnönü düşmanlarını rahatsız ediyordu. 

Aynı  “Savarona  çok  masraflı,  tek parti  saltanatını  hatırlatıyor. Bu gemiyi  batıralım” diyenler  olduğu gibi,  heykel kaidesinin  havaya uçurulmasını isteyenler de oldu. Bu düşünce bana İttihatçıların Ayastefonas  Rus Abidesini  havaya uçurmalarını  hatırlatmıştır  her zaman. 

Bayar-Menderes ikilisi  o kadarının  ayıp olacağını   düşünmüş olmalılar ki  heykel kaidesi   bir  tahta perde ile kapatıldı. 

Anlayacağınız Türk demokrasisine geçişle birlikte İnönü heykel kaidesinin üzeri  “Demokratların şalı”  ile örtülmüş oldu. Şal aslında Demokrasiyi kuran adamın üzerine örtülmüştü.  Böylece meydandan İsmet Paşa silinmiş  oldu. 

Demokratlar, yine Dr. Kırdar  zamanında yapılan ve İnönü Stadyumu adı  verilen Dolmabahçe Stadyumunun adını da  değiştirdiler. Mithat Paşa Stadı  yaptılar. Ben bu adın kullanıldığı  zamana yetiştim. 

Mithat Paşa’nın  istibdata  karşı  verdiği mücadele  ile kendi   siyasi  mücadeleleri arasında bir bağ kurdukları için. Hatta Bayar Mithat Paşa’nın mezarını  1951’deTaif’ten İstanbul’a getirtti. Hürriyet Tepesindeki   şimdiki yerine defnedildi. 

Benim bu konuda bir yazım var.  Bir göz atmak isterseniz künyesi şöyle: “Yıldız Çadır Mahkemesinde yargılanan Mithat Paşa mıydı?  Kanun-ı Esasi mi?” 

 İSTANBUL’UN HEYKELLERİ 

Dr. Kırdar, çalışma tarzı itibariyle  tek parti elitinin  tipik   bir  örneği idi. İmza attığı   eserlere baktığımızda  oldukça başarılı  bir örneği. 

CHP’nin Birinci Olağanüstü Kurultayında (1938)  Milli Şef  ünvanı verilen cumhurbaşkanı  İnönü’nü  bir heykelinin İstanbul’a dikilmesi  düşüncesinde idi. İnşa faaliyetleri  devam etmekte olan Gezi Parkı en uygun yer olarak   düşünüldü. Bence de doğru bir düşünce. 

1940’lar  İstanbul’unda  sınırlı sayıda heykel vardı.  1926’da Heinrich Krippeltarafından  yapılan Sarayburnundaki Atatürk  heykeli dışında  cumhuriyet devrimini   simgeleyen Pietro Canonica’nın ürünü Taksim Cumhuriyet  anıtı vardı. (1928) 

İki anıt da Türk bağımsızlık savaşını, devrimi ve yeni rejimi  vurguluyordu. Bağımsızlık savaşı ve   cumhuriyetin kurucu önderi   öne çıkarılıyordu. Ama artık Atatürk yoktu. 

Ülkeyi etrafı ateş çemberi altında yöneten İsmet Paşa  vardı. Gerçi Atatürk için Anıtkabir proje yarışması yapılmış ve uygulamaya  başlanmıştı   ama  ülkeyi  Milli Şef   yönetiyordu. 

Prost planı kentleşme açısından  çok devrimci  bir düşünceydi. 40’lar Türkiye’sinde bunu başarmak Dr. Kırdar’ın becerikli idareciliği ile açıklanabilir.

Heykel fikrinde  bir yanlışlık görmüyorum. Ama  heykelin boyutlarının   dönemin siyasi   ruhu  ile alakası  var: Atın üzerinde  pelerinli Milli Şef   imgesini yansıtıyor heykel. Eğer  yerine konulmuş  olsaydı. Çok  partili siyasi  hayata geçişin arefesinde Taksim’de Cumhuriyet Anıtına hakim  yükseltide ondan  daha büyük bir anıt-heykel olurdu.  Meydanın baskın unsuru bu heykel olurdu. Şimdi bambaşka  bir  Taksim  Meydanı var.  

 

DR KIRDAR’IN  YASSIADA’DA ÖLÜMÜ 

Bana göre Dr.Lütfi Kırdar, parti  angajmanıolan bir  kimlik  değildi. Onun için önemli olan kamuya hizmetti. 

Meşrutiyette İttihat veTerakki, erken cumhuriyet döneminde Atatürk   ve Milli Şef  ile birlikte çalıştı. Gündelik anlamda siyaset ile ilgili  değildi.Her dönemde  yaptığı işlerle övülmüştü. 

CHP’denmilletvekilliği  yaptı. Daha  sonra Demokrat Parti  listesinden  bağımsız milletvekili  oldu. Halide  Edip, Ali Fuat Cebesoy gibi. 

1957 seçimlerinden sonra Menderes Hükümetinde   Sağlık  Bakanlığına  getirildi. 

Dr. Kırdar, 27 Mayıs’tan sonra devrik  hükümetin bütün   bakanlarıyla birlikte tutuklandı. Yasssıada’da yargılandı.  1961 Şubatında Yüksek Adalet Divanı yargıçlarının kötü  muamelesine dayanamadı. Savunmasını  yaparken   kalp krizi  geçirerek vefat etti. 

Bu  ölüm  benim için Türkiye’de “siyasete  bulaşmanın”   nasıl riskleri göze almak anlamına geldiğini  gösteren önemli bir olaydır. Ve çok acıdır. 

Yüksek Soruşturma Kuruluna verdiği ifadelerde olduğu gibi  daha iyi hizmet  edebilmek için iktidar partisinin  milletvekilliği ve  bakanlık  teklifini kabul etmişti. 

VALİ DR. LUTFİ KIRDAR ALGISINA DAİR  BİR KAÇ NOT 

İdare-i hazıra erken döneminde  kurucu önderler  ile ilgili  sessizlik  siyaseti  izliyordu. 2007’den sonra  ise devrimin simgelerine yönelik bir taarruz  harekatı başlattı. Ön safta Fethullahçılar veİkinci Cumhuriyetçiler vardı.

Bu   taarruz harekatının semboller üzerinden yürütülen bir boyutu da vardı. Örneğin, Gülhane Askeri Hastanesi  “Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi”   yapıldı. Pek  çok kurumdan Atatürk adı inşaat-tadilat bahanesi ile kaldırıldı. Yeşilköy Atatürk Havalimanı yok edildi. 

Dr. Lütfi Kırdar’ın adı da AKP politikalarına alet edildi.Dr. Lütfi Kırdar adı bazı yerlere verildi.  Örneğin Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine. 

DrKırdar bu ülkeye hizmet etmiş önemli bir simadır. Adı elbette bazı  kurumlara  verilebilirdi.  Verilmeliydi de. Ama maksat başkaydı. Bunun  nedeni  Dr. Kırdar’ın  Yassıada  yargılamaları  sırasında  ölümü idi. Onu kendi cephelerinde görüyorlardı. 

Oysa ki Dr. Kırdar’ın biyografisini biraz inceleyen bir kişi  onun Atatürk  ve İnönü devrinin yöneticisi  olduğunu görür.  Kırdar’ın birinci  kimliği tek  parti  devrinin  başarılı bir yöneticisi  olduğudur. 

O  siyaseten Demokrat Partili değildi. Düşünce ve inançları itibariyle de  mevcut iktidara  yakın biri hiç değildi. İktidarın hala gündeminde olan Gezi Parkı’nı yaptıran Dr. Kırdar’dır. Topçu Kışlasını yıktıran ve yerine  Gezi Parkını  yapan  İstanbul  valisi  odur. 

Kırdar,Spor Sergi Sarayını, Açık Hava Tiyatrosunu, Dolmabahçe Stadını da yaptırmıştır. Kırdar  icraatları şehrimizin   siluetini  modernleşme yönünde ciddi  manada değiştirmiştir. Bu çizgiyi kendi tarzında  Menderes de devam ettirmiştir. 

Kırdar’ın İnönü ile özel bir hukuku olduğu anlaşılıyor. Demem o ki, Dr. Kırdar  tarihi olarak  İsmet Paşacıdır. Onu İstanbul’a vali ve  belediye    başkanı yapan İnönü’dür. 

50’lerdeki    şartlar onun DP’ye girmesine neden oldu. Başına gelen de büyük bir talihsizlik idi. Makuskaderini belirleyen  27Mayıs 1960’a, DP’li  bir bakan   olarak  yakalanmış olmasıydı. İhtilal günü bulunduğu  yer yanlıştı. 

Demem o ki, iktidarın Kırdar kurgusu   yanlıştır. Herhalde iktidar  danışmanları siyasi tarihimize  ilişkin  yeterli  bilgi  toplamadan yüzeysel   genellemeler  yapmakta  bir sakınca görmüyorlar. 

HEYKEL  MAÇKA PARKINA  NASIL VE  NEDEN  GETİRİLDİ? 

Benim  Taksim Meydanını keşfettiğim    yaşlarda Anıt kaidesini  kapatan   tahta perde  kaldırılmıştı. 27 Mayıs  ihtilalcileri   bir DP  tasarruf saydıklarından dolayı tahta perdeyi kaldırdılar. 

Heykel, 1973’de belediyenin  depolarından  birinde çürümeye terk edilmiş  halde bulundu. Herhalde Ahmet İsvan’ın  belediye başkanlığı  dönemi olmalı. 

Nihayet  40 yıl sonra bugün bulunduğu  yere,  Maçka’daki İnönü  evinin önündeki parka  yerleştirildi. 24 Temmuz 1982.  12 Eylül  idaresi   devam   ediyordu. Açılışın videosunda Danışma Meclisi  Başkanı Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak (Acul Sadi) ve Mevhibe Hanım görülüyor.

Heykelin  askeri  rejim devrinde gözlerden  uzak bir park  alanına  konulması şu  bakımlardan  anlamlıdır. Bir kere anıtın  kaidesi Taksim Meydanından  kaldırılıyor, İnönü Heykeli tartışması  böyle bir formülle bitirilmiş oluyordu. 

Heykel adeta   gözlerden  saklanmak için  buraya getirilmiş gibidir. Gerçekten de dolaylı amaç bu idi. Günümüzde  Maçka Parkı’na gidenler bunu  hissederler. 

Heykeli  buraya  getiren 12 Eylül yönetiminin    bir taraftan  “Atatürkçülük vaazları” verirken,  öte yandan Atatürk’ün partisini  kapatmış  olduğunu  hatırlatırım. 

Bu arada Erdal İnönü’nün  genel başkanlığına seçildiği SODEP’in   seçimi  kazanabilir diye veto edildiğini de unutmayalım. Erdal Bey, sıkıyönetim yasaklarına  uymadı  gerekçesiyle Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yargılandı. Açılan davadan  beraat etti. Ama seçimler yapılıp  her şey olup bittikten  sonra. (1983) 

27 Mayısçılar  İnönü ile çok fazla yakın  görüntü vermek istememişlerdi.  Milli  Birlik Komitesi içindeki   radikal grup  zaten İnönü’ye karşıydı. MBK, İnönü’ye, Garp Cephesi  komutanı,  Lozan’da baş delege,  İkinci Adam’dan ziyade  siyasi parti genel başkanlarından  biri   muamelesi yapmaya özen gösterdi. Hürmette  kusur  etmeden. Hatta Cemal Gürsel,  CHP’nin  seçimi  kazanması  halinde İnönü’nün  cumhurbaşkanı  seçilme ihtimalinden  de pek hoşnut değildi. Adalet Partisi  genel başkanı emekli orgeneral Ragıp Gümüşpala  ile   mesafe  eşitliği  sağlamaya çalışıyordu. 

12 Eylülcüler  ise  zaten  CHP’yi  kapatmışlardı. “Milli Güvenlik Konseyi Atatürkçülüğü”  diye bir  şeyi empoze ediyorlardı. İnönü’nün   aleyhinde   elbette olamazlardı. Ama lehinde  de değillerdi. 

İnönü heykelinin onarılması bittikten sonra Lozan Antlaşmasının  yıldönümünde resmi ve kısıtlı   bir törenle  açılışının sebebi  buydu.