Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
44,9525
Dolar
Arrow
39,2775
İngiliz Sterlini
Arrow
53,3093
Altın
Arrow
4233,0000
BIST
Arrow
9.486

Audrey Hepburn’ün sırları

AUDREY TÜRKİYE’YE  İKİ DEFA GELDİ 

Audrey Hepburn Türkiye’ye iki defa gelmişti.   İlki 1968’de. Artık tam anlamıyla zirvede  bir  hayat  yaşıyordu. 50’lerin başından beri bir çok filmde oynamış,  Mel Ferrer ile  evlenmiş  ondan  bir erkek   çocuğu olmuştu. Ferrer sadakatsizliği ile ün yapmıştı. Audrey  de kendine flört edecek bir arkadaş edinmişti. 

Bir  grup arkadaşı ile birlikte Calisto adlı bir yatla İstanbul  ve İzmir’e seyahat etti. Bergama’ya gitti. Hacı oldu.  Bu seyahat Ferrer ile  evliliğinin  sona erdiğinin ilanı  sayılır. Bir süre sonra boşandılar. 

Audrey   yıpranmış evliliğinin  sıkıntısını eğlenceli bir  Türkiye ve Yunan adaları seyahati ile  üzerinden  atmaya çalışmış herhalde. Benim yorumum  bu.   

Audrey , Türkiye seyahatinde  yanında  olan  yakışıklı  erkek arkadaşı ile birlikteliğini sürdürmedi.  Ünlü İtalyan  psikiyatr    Andrea Dotti   ile evlendi.  Bir psikiyatr ile  evlenmesi de  bence  önemsenmeli. 

60’ lar Hollywood  yıldızlarının,  Avrupa ve Ortadoğu  hanedanlarının (İngiltere,  Mısır,  İran )  magazin basınında ilgi odağı olduğu yıllardır.  Time ve Life   taklidi  magazin dergileri Türkiye’de de çıkmaya başlamış  büyük ilgi uyandırmıştı.  Bu yıllar Hayat ve Ses   mecmualarının iyice parladığı yıllardı.

Audrey, Ses Mecmuasının 27 Temmuz 1968  tarihli  sayısına kapak oldu. 

 İkinci  Türkiye seyahati 20 yıl  sonradır. Audrey  artık sinema dünyasında  yerini iyice sağlamlaştırmıştı. Kendisini hayır işlerine vermişti. UNICEF’in   iyi niyet  elçisi olmuştu. 

Hayatının  sonuna  kadar  bu  göreve  devam etti.  1988’de Türkiye’ye  çocuk bayramı etkinliklerinde bir konuşma yapmak üzere davet edildi. 

Bu  gelişine ilişkin TRT  arşivinde harika bir video kaydı  vardır. Bu videoda Haldun Dormen ile yaptığı  inanılmaz keyifli bir  sohbet göreceksiniz. Audrey’i yakından  tanımak  isteyenlere  tavsiye ederim. 

BÜYÜKBABASININ İZMİR’DE  ÇİFTLİĞİ  VARMIŞ 

Hollanda dünya tarihinin en büyük  sömürgeci devletlerinden  biridir. Hollanda’nın  “ Altın Çağında”   büyük bir deniz ticaret filosu vardı. Köle  ticaretinden  büyük  servet  yapmış  “Dutch”  burjuvazisi en parlak  çağını  yaşamıştı.

Hollandalıların ilgi alanlarından iki örnek:  Antiller ve East İndies (Güneydoğu Asya/ eskiden Hindiçini  denilirdi)  Kısaca , Hollanda, Altın Çağında   Guyana’dan (Surinam) Sumatra’ya kadar  sömürge alanları  yaratmıştı.  East Indies Company   bu konuda  bilinen en eski kurumdur. 

19. yüzyılda Osmanlı  ülkesinin de Dünya  kapitalizmi ile entegrasyonu gerçekleşti. Pamuk   plantasyonları   yaygınlaştı. Mısır, Çukurova ve  Ege bölgesinde yetişen ürünler  Avrupa piyasalarının   ilgi alanı  oldu. 

Bu arada  Surinam  genel   valiliği yapan Audrey’nin büyükbabası Aarnoud van Heemstra İzmir Cumaovasında büyük  bir  çiftlik satın almış. Çiftliğin arazisi çok genişmiş.

Çiftlik Birinci Dünya Savaşı yıllarında ünlü İttihatçı Rahmi Bey’in   eline geçmiş.  İzmir Valiliği yapan Rahmi Bey İstanbul’da iken   Ethem  bir baskınla oğlunu kaçırmış,  çocuk fidye karşılığı    serbest  bırakılmış. Bu olaylar  mütareke dönemine  girerken olmuştu;   bunu  hatırlatayım.  

Bu geniş mülk  daha sonra Caroline Koç’un dedesi Henry Giraud’nun   eline geçmiştir. Bir yazarımız  Audrey’in annesinin 1900’de  İzmir’de  doğduğunu iddia ediyor.  Bu doğru olmasa  bile çiftlik işi doğru.  Audrey  1968’de ilk defa Türkiye’ye geldiğinde   İzmir’deki bu çiftliği görmek istemiş. 

ANNE  TARAFINDAN  ARİSTOKRAT 

Audrey’in annesi Ella  van Heemstra’dır. Kökeni Ortaçağ’a kadar giden “Cermen-Dutch” soylusu  bir aileden gelir. 

Audrey’nin annesi ve babası ilginç insanlar.  İkisinin de ikinci evlilikleri.  Audrey’nin üvey erkek  kardeşleri var. Bazı  kaynaklarda  babasının zengin bir bankacı  olduğu  yazıyor, Doğru değil. Bankerlik işleriyle uğraşmış bir süre. Annesinin  Prenses  Diana  ile  kuzen olduğunu  okudum bir yerlerde. Doğru olabilir. Çünkü  Avrupa soylu sınıfının  evlilikler  yoluyla  birbiriyle akrabalıkları  biliniyor.  Bunun en meşhur  örneği Rus  Çarı II Nikola,    İngiliz Kralı V. George ve Kaiser  II. Wilhelm  birbirinin  kuzeni olurlar. 

Anne ve  babası Batavia /Java’da   evlenmişler.  (1925) Büyük babası Surinam   sömürge valisi. Surinam Hollanda Guyanası diye bilinen bir Güney  Amerika ülkesi malumunuz.  

BABASI HAKKINDA SÖYLENENLER 

Babası  Joseph  Ruston-Hepburn  MI-5   raporlarında (British Military  İntelligence)   tehlikeli bir adam olarak  tanımlanmıştı. Joseph Ruston   soyunu İskoçyalı  Jakobit  Hepburn ailesine   dayandırmayı  önemsiyordu. Yazılanları  okuduktan sonra  bu iddiayı  bir öykünme olarak yorumladığımı belirtmek isterim. 

Babası sevimsiz antipatik bir tip. 1889  Bohemya doğumlu. Eğitimi ile ilgili  bilgiler  bence gerçek değil.  Cambridge’de   hukuk  okumuş birine benzemiyor. 

FAŞİZMİN  HARARETLİ  SAVUNUCUSU  ANNE VE  BABA

Annesi  ve   babası faşizmin  yükseliş devrinde  en hararetli  savunucularından.  

Babası Joseph , İngiliz Faşist  Partisinde (BUF) çalışmış, annesinin de Hitler ile  samimi  bir yakınlığı var.  30’ların  başında. Alman Nasyonel  Sosyalistleri ve  İtalyan  Kara Gömleklileri  ile epey  ilişkisi olmuş;  Baroness  Ella de Heemstra  imzasıyla  faşizm  lehinde yazılar yazmış,   yayınlamış.  

Fakat  ne  gariptir ki Almanlar Hollandayı  işgal edince kızkardeşinin  eşi  direniş cephesi  üyesi olduğu  gerekçesiyle   kurşuna  dizilmiş. Oysa ki   eniştenin örgütle ilgili yokmuş.  Almanlar  sadece ibreti alem olsun diye “enişteyi”   kurşuna dizmişler.  Bu olay aile üzerinde  ağır bir şok yaratmış. Audrey açısından da  çok sarsıcı bir durum olmalı.  Baroness anne  bu olaydan  sonra  Almanların aleyhine dönmüş. 

KARANLIK İŞLERE KARIŞMIŞ FAŞİST BİR  BABA :  JOSEPH VICTOR RUSTON 

İngiliz  Faşist Birliği ile    bağlantıları olan  babası Joseph Victor Ruston savaş başlayınca  Audrey’i bir uçağa  bindirerek  annesinin yanına  göndermiş. (1939)   Bu tarih itibariyle Audrey 10 yaşında  bir kız   çocuğu. 

Audrey uzun savaş yıllarında babasından hiç haber alamamış.  Bağlantı  kopmuş. Babasından  bahseden bazı  kaynaklarda Joseph’in savaş yıllarında  “Isle of  Man” adasında tutuklu  kaldığını  yazıyor.   Bilindiği gibi Isle of Man,  İrlanda Denizinde  Birleşik Krallığa  bağlı ıssız  bir  adadır. 

Audrey’nin babasının öldüğü  sanılıyormuş;  İngiliz  istihbarat raporlarında bile böyle geçiyormuş. Oysa ki Joseph   İrlanda’ya geçmiş, orada evlenmiş. Orada  yaşamaya devam etmiş. 

Audrey’nin  ilk eşi  Mel Ferrer,  babasını Dublin’de bulmuş. Baba  kızı buluşturmak istemiş. Buluşma 1964’te   Dublin Bhellburn  Hotel’de gerçekleşmiş.  Fakat   karşılaşma coşkulu  bir  yeniden  bir araya  gelme  biçiminde  olamamış.  Baba  Joseph  soğuk davranmış.  Nazım’ın Münevver Andaç ile Varşova  buluşmasında   oğlu Memet’e    kayıtsız davranması  gibi. Audrey  çok üzülmüş.  Sonrasında  aralarında  gerçek bir duygusal bağ kurulamamış. Baba Joseph 1980’lerde  artık ağır  hastaymış. Audrey  babasının  bakımı için gerekli  her şeyi yapmış. Maddi  olarak  destek olmuş ama  yanına gitmemiş.  Baba Joseph  Ruston  Dublin’de ölmüş, Audrey gereken her şeyi yapmış ama  cenazeye  katılmamış. 

HİZMETÇİLİK  YAPAN BARONESS  BİR ANNE

Audrey’nin  annesi soylu bir aileden geliyor. Alman işgali sırasında epey zorlanmışlar. Yaşadıkları  yer açık savaş alanı  olması  nedeniyle mülkleri ağır hasar  görmüş,   savaş öncesi   sahip oldukları  yaşam standartının çok altında  koşullarda   yeniden başlamak  zorunda kalmışlar.  Audrey  İngiltere’de bale eğitimine devam edebilmek  için   burs  kazanmış.  Anne kız Londra’ya gitmişler. Ciddi yoksulluk koşullarında  yaşamışlar. Baroness  anne çalışmaya başlamış.  Varlıklı bir ailenin  yanında  hizmetçilik yapmış. 

Annesi,  Audrey’in    babasından  önce  bir başkası ile  evlilik yapmış ondan  iki erkek çocuğu var. Bu çocukların  hayatları ile ilgili çok   ayrıntılı bir şey  okuyamadım.  Audrey’nin  hayat  standartları  iyileşince  o da  bir partner bulmuş, 1960’larda Los Angeles’ta  yaşamaya başlamış.  1984’te  orada  vefat etmiş. 

AUDREY HEPBURN’E  DAİR ABARTILI  İKİ HİKAYE 

Audrey Hepburn ve Anne Frank    aynı  yaşlarda idiler.  İkisi de 1929  doğumluydu.    Audrey,   Amsterdam’ın dışında     günümüzde  küçük bir belde olan Arnhem’de  annesi ile birlikteydi. Bölge Alman  işgali altındaydı.  Anne Frank ve ailesi  ise gizli  bir  geçişle  ulaşılan çok dar bir mekanda  yaşıyorlardı. Komşuları dikkat  çekmeden  ihtiyaçlarını  karşılamaya  çalışıyorlardı.  

Sonunda ihbar edildiler. Anne Frank ve ablası Margot Bergen-Belsen toplama  kampında öldüler.  1945’te. Anne’nin babası Otto’nun  kızının günlüğünü kutsaması  elbette haklıdır. Ama günümüzde Anne Frank’ın Günlüğü  ve yaşadığı yer  turistik/ ticari bir metaya dönüşmüştür.    

Anne Frank  ve Audrey hiçbir zaman   karşılaşmış olmamalarına rağmen magazin literatüründe sanki temasları oldu  imajı  yaratılmaya  çalışılmıştır. 

Nazi işgalinin  mağduru   bu iki  kız çocuğunun hikayeleri aynı torbaya atılıp   metalaştırılmıştır.   Anne’nin  Yahudi olması, onun toplama kampında   ölümüne yol açarken, Audrey  küçük bir kasabada  sıkıntılar  içinde yaşadı ama  kurtulmayı başardı. 

İkinci  abartılı hikaye, işgal koşullarında,  Audrey’in  gizli  mekanlarda  bale yaparak  kazandığı paralarla Direniş Cephesine  katkıda  bulunduğu iddiasıdır. 

Savaş ortamında  bale yaparak  para kazanmak ve  bu paraları  direnişçilere  ulaştırmak  bana çok tuhaf/komik  gelmiştir. Merak  ettiğim  nokta şudur ki  bu  gizli  bale  gösterisini  kimler nasıl  izliyordu. Bence   bu  uydurulmuş  bir hikayedir. Ama bale pabuçlarında  haber  götürüp getirmesi   doğru  olabilir. 

AUDREY’NİN   AŞIRI   ZAYIFLIĞI 

Audrey’nin    ilk bakışta dikkat  çeken  özelliği   aşırı  zayıf bir bünyeye  sahip olmasıdır. Eskiler  bu yaradılışta  olan  insanlara  nahifü’l-bünye derlerdi. Babasının  güçlü kuvvetli   bir  İngiliz, annesinin “Dutch aristokratlarına  has    fiziki  özellikleri  dikkate  alındığında  Audrey’in aşırı zayıflığını şaşırtıcı  bulursunuz.   Ama bunun nedenleri vardır. 

Çocukluğundan itibaren  aldığı travmalar Audrey’nin  gelişimini olumsuz  etkilemiştir.  

1939-1945 arasında ülkesi  işgal edildi. Neredeyse tam açlık sınırında   uzun bir süre geçirdi.  Almanlar  bütün gıda kaynaklarına  el koydular.  Çalışabilecek güçte olanları  çalışma kamplarına  götürdüler. 

 Annesinin lale soğanlarından yaptığı   gıdalarla    beslenmeye çalıştılar.  Bir kız çocuğu olarak büyüme ve gelişme çağında  yetersiz beslenme  ile  karşılaştı. Ciddi   sağlık sorunları yaşadı. 

Savaş bittiğinde sarılık, kansızlık, ödem ve üst solunum  yolları  enfeksiyonları  geçirmiş   16 yaşında çelimsiz  vücutlu bir  genç kızdı. 

Avrupa’da hayat  normale döndükten sonra  beslenmesi düzeldi. Ama bütün bunları  yaşadıktan sonra  bedensel olarak  ulaşabileceği  bir sınır vardı. Olan olmuş, vücudu gelişememişti.

AUDREY NASIL  BESLENİYORDU?

Audrey, sebze meyva ağırlıklı  besleniyordu. Pek az et  tüketen biri. Ekmek  yerine patates  yiyordu.  İsviçre’de  geniş bir mülk edindikten sonra  kendi  arazisinde  yetiştirdiği  ürünleri     tüketiyordu.  Cildi  için bol su içmeyi  ihmal etmiyordu. Hidratasyon önemliydi. 

Bazılarının   sandığı gibi  fiziğinin diyet  ile ilgisi yoktu. Bol bol tatlı yemeyi de severdi. Ama bünyesi  hep zayıf kaldı.   

AUDREY   HEPBURN  İKONU NASIL  YARATILDI?

Audrey Hepburn  sempatik yüzü, dans  etme ve şarkı söyleme becerileriyle “Hür Dünya’da” savaş  sonu  ortamının  yarattığı  bir ikondur. 

 İlişkileri, evlilikleri,  giydiği kostümlerle  bir  moda fenomeniydi.  Başarılı bir oyuncu olduğundan  kuşku yok.   Ama Audrey Hepburn  fenomeni bunun   ötesinde  bir  şeydir. 

Audrey’nin elegan  görünümünü sağlayan  bir takım  ustaca teknikleri vardı.  Hafif  bir  makyaj,   güçlü kaşlar,   canlı ruj kullanma,  pixie  kesilmiş saçlar,  yoğun kirpiklerle çevrilmiş iri bakışlar.

AUDREY   STİL  İKONUDUR 

Audrey Hepburn  50’lerin  ortalarından  itibaren Hubert de Givenchy ile çok  yakın arkadaş oldu.  Dostlukları hayatı boyunca devam  etti. Filmlerinde  ve günlük hayatındaki  elbiseler  onun tarafından tasarlandı.  

Givenchy’nin parfümü L’intendit onun için   üretilmişti. Parfüm üreticisi Fabron bu markayı Audrey için özel olarak  formüle etmişti.  Parfümün ismi de    oyuncunun  ünlü “Mais je vous l’intendis”   sözlerinden  alınmıştır.   

İlk büyük başarısı olan  Roma Tatili   filminde   Gregory Peck,   Sabrina’da   William Holden ve Humprey Bogard ile  oynadı.  Roma Tatilinde kısa saçları ve   sevimli “thank you” ları,  Funny  Face filminde “ would not it be lovely?”    sözleri, şifon eşarpları hep  akılda kaldı.  Breakfast at Tiffany’deki  kolsuz  siyah elbisesi,   Moon River şarkısını söylemesi  ile sinema seyircisinin gönlünü  fethetti. 

KİMLERLE OYNADI?

Audrey’nin   bir aktrist  olarak önemli  bir üstünlüğü  bale eğitimi  almasından  kaynaklanıyordu. Roma Tatili  filminde yapımcı   Elizabeth Taylor’u  düşünürken  sempatik yüzü, şarkı söylemesi,  dans  yeteneği ile  dikkat  çekince rolü  ona verdiler. 

50’lerin  başında Londra’da Fransız asıllı  bir Amerikalı tarafından farkedildi. Gigi  Müzikalinin  kadrosuna alındı.  O  zamana kadar  Londra West End tiyatrolarında  küçük rollerde  oynuyordu. Gigi’deki rolü Hollywood’a  geçişte  önemli bir basamak oldu.  Audrey artık keşfedilmişti. 

Holywood’un  aşağı  yukarı  bütün ünlü aktörleri ile oynadı. William Holden, Gregory Peck, Cary  Grand  gibi. Audrey , Humphrey Bogart ile oynadığında ondan 30 yaş  küçüktü.  

Unutulmayan filmlerinden bazıları  şunlardır:  Roman  Holiday,  Sabrina,   War and Peace, Funny  Face, Love in the afternoon, my fair Lady ,  Breakfast at Tiffany’s. 

 JOHN F. KENNEDY’YE   DOĞUM GÜNÜ  ŞARKISI 

Audrey, 1963’te Demokrat Başkan   John F. Kennedy’ye “happy  birthday to you Mr. President” şarkısını söylemişti. Bir  önceki  yıl bu şarkıyı başkana  söyleyen  Marilyn Monroe  idi. Bu Kennedy’nin son  doğum günü kutlaması  olacaktı. 

 AUDREY’İN AŞK HAYATI  

Audrey’i  mutlu   bir evlilik  arayan bir kadın olarak görüyoruz. II. Dünya   Savaşından sonra     Londra’ya  annesi ile birlikte gittiğinde    İngiliz sanayici (sonra lord) James Hanson ile ciddi  bir ilişki yaşadı.  Evlenmeye  karar  verdiler. (1952)  Her şey  planlandığı gibi yürüyordu. Hatta  gelinlik  Zoe Fontana’da  diktirilmişti.  Fotoğrafları  bile var.  Fakat müstakbel eşi  evlilik  sonrası oyunculuk hayatına son vermesini isteyince  her şey iptal  edilmiş, ayrılmışlar. 

1954’te evlendiği Mel Ferrer, kendisinden  12 yaş büyük. İlk çocuğunun  babası.  Audrey,  Roman Holiday filminden sonra  Oscar kazanınca büyük bir şöhrete kavuşuyor. Bir anda sinema  dünyasının  gözbebeği oluyor. Mel, Holywood’da çok  etkili bir isim.  Çok geçmeden evleniyorlar. İki yıl sonra Savaş ve Barış’ta birlikte oynuyorlar. Audrey  filmde Natasha Rostova’yı oynuyor  ve çok beğeniliyor.

Audrey,  Mel Ferrer ile 14  yıl evli kaldı. Baroness  annesi Mel’den hiçbir zaman  hoşlanmadı. Onu  küçümsemek  için uzun bacaklı  kurbağa suratlı  ifadesini  kullandığı söylenir .  Mel,  bence de antipatik bir tip.

Fakat her  nasılsa   çok  meşhur biri. Nedeni film  endrüstrisinde önemli   bir   adam olmasından kaynaklanıyor olmalı. 

Audrey’nin çok flörtü olmuş. 1954’te  Billy Wilders’ın çektiği Sabrina     filminde William Holden ile   ciddi bir yakınlaşma  yaşamış.   Ferrel’den  ayrılmadan Türkiye’ye  geldiğinde  yanında yeni aşkı olduğunu  görüyoruz. 

Aşağı yukarı çektiği bütün filmlerde erkek başrol oyuncusu ile   yakınlaşma yaşadığını  söyleyebiliriz. 

1969’da   ünlü  İtalyan   psikiyatr  Andrea Dotti ile evlendi.  1970’de 41 yaşında  ikinci   çocuğunu  doğurdu.  Bu da ilginç bir karar   bence. 

Bu 48 kilo ağırlığında  narin vücutlu kadın hep evlenmek ve çocuk sahibi  olmak istemiş. Bunu gerçekleştirmiş de.   Bünyesinin  zayıf olmasından  ötürü   her iki evliliği boyunca düşükler yapmış.   İkinci  çocuğunu doğurabilmek için  uzun süre yatak istirahati ile doğuma  hazırlanmış. 

Ben Audrey’nin  ilişkilerinde temel duygusal belirleyicinin   babası tarafından  terk edilmesi olduğunu  düşünüyorum. 

Sürekli  bir arayış içinde Audrey. Birlikte  olduğu  erkeklerde  sürekli  baba figürünü aramış. William Holden  ile  flörtü ve  bir psikiyatr  ile evlenmesi  düşüncelerimi destekler nitelikte. 

O  bir Holywood starı  ama annesi Baroness  bir Avrupalı.  Bu  bence önemli. Annesi  tarafından  Hollandalı, babası  tarafından bir İngiliz . Her iki  ülkenin de pasaportunu  taşıdığını  sanırım. Buna sonradan İtalyan pasaportu da  eklenmiş olabilir. Hatta uzun süre  yaşadığı İsviçre’nin de yurttaşlığını vermiş olabilirler. 

1979’da   aktör Ben Gazzara  ile ilişkisi olmuş. 1980’den  1993’deki  ölümüne kadar Robert Wolders   ile   birlikte yaşamıştır.  

Hayatının   son dönemindeki  bu birliktelikte mutlu  olduğu söylenir.  Bir İsviçre köyünde satın aldığı geniş mülkünde sevgilisi, hayvanları ile  birlikte güzel vakit geçirmeye çalışmış. Bir geyiği var Audrey’nin. 

Audrey Hepburn’ün Mel  Ferrer ile evliliğinden Sean  Ferrer,  Dr. Andrea Dotti ile  olan evliliğinden Luca  Dotti adlarında iki erkek çocuğu vardır. 

AUDREY’NİN  SON ROMANTİK PARTNERİ 

Audrey Hepburn, İtalyan  psikiyatr  Andrea  Dotti’den  ayrıldıktan sonra tekrar evlenmedi.  Hollandalı işadamı ve oyuncu Robert Wolders ile  hayatınıın     sonuna kadar  birlikte yaşadı. (1980-1993)   Bir defasında Audrey  ilişkilerini şöyle tanımlamıştı. Evli değiliz.  Ama bizi evli  olarak  kabul edin demişti. 

TORUNU   EMMA FERRER’E GÖRE  AUDREY  MUTLU  DEĞİLDİ 

Torunu  Emma Ferrer, Audrey’in içinde  daima bir  hüzün  taşıdığını ve gerçekten mutlu olmadığını yazdı. Bunu sevgi  yoksunluğuna  ve travmalarına bağladı.  Çok küçük yaşta ailesinin dağılmış olması,  hemen sonra  kendini savaş ortamında  bulması, güvensizlik  gibi  nedenlerle  bütün  ilişkilerinde baba figürünü  aradığını  yazdı.   Baba tarafından terk edilmişti. Evliliklerinde gerçek mutluluğu  yakalayamamıştı.   Bedeni yapısı çok sayıda düşük   yapmasına neden oldu. 

Hayatı  göz kamaştırıcı görünse de  çocukluk yaşlarından itibaren yaşadığı  travmalar, babadan yoksunluk hali alttan alta ruh halini etkilemeye  devam etti. Torunu Emma’nın   “sadness”  diye  tanımladığı   şey herhalde  bu olmalı. 

 UNICEF İYİ NİYET ELÇİLİĞİ 

Audrey, sinema uğraşısını  asgariye indirdiği  ve insani yardım/hayır işlerine ağırlık verdiği dönemde  UNICEF iyi niyet  elçiliği yapmıştır.   Dünyanın her yerinde   özellikle Afrika’da çocukların, yoksulların, muhtaç herkesin  yanında olmaya büyük bir samimiyetle gayret   sarfetmiştir.  Ben böyle düşünüyorum. Bazıları  iyi niyet elçiliğini (good will  ambassador) sinema piyasasında  yerini sağlamlaştırmak için   yürütülen PR faaliyeti olarak  görse de.  Ben o düşüncede  değilim. 

AUDREY’NİN HASTALIĞI 

Audrey’nin  hastalığı   PMP  olarak tanımlanıyor.   Nadir rastlanan bir kanser   türü.  Periton  zarında ilerledikten  sonra batındaki diğer organları  tutuyor. Ve terminal aşamaya geçiyor. Tıbbi tam adı:  Pseudomyoma  peritonei.  

Son dönem videolarında (Somali- Etiyopya)   bedensel  olarak hiç  iyi görünmüyor. Yüzü gülse de. Ağır  hasta olduğu  anlaşılıyor. 

Audrey’nin   birkaç yıl içinde   durumu daha  da kötüleşti. Yatağa düştü. Elde bulunan bütün   tıbbi imkanlarla iyileştirilmeye çalışıldı. ABD’ye götürüldü. 

Kemoterapiden sonuç alınamadı.  Evine  götürülme  kararı  verildi. Givenchy’in ricasıyla  Rachel Lambert’in tahsis ettiği  özel uçakla    evine getirildi. Uykusunda hayata  veda etti. 

KİŞİSEL ÖZELLİKLERİNE  DAİR   

Audrey,   Marilyn Monroe,  Rita Hayworth,  Grace Kelly ile birlikte anılır. Cennetin Dördüncü  Atlısı olarak. Diğerlerinden  önemli  farkı şudur:   soğuk nevale olmadan  zarif,   “femme fatal” olmadan çekici.

Audrey’nin  önemli bir başka özelliği  polyglotte (çok dilli)  olmasıdır.  Böyle olmasını sağlayan  nedenler var elbette. 

Hayatını  Hollanda dışında,  İngiltere, ABD,  İtalya ve İsviçre’de geçirmiş.  Çocukluğunda İngilterede yatılı  okulda okumuştur. Fransızca  ve İngilizceyi ana   dil hakimiyeti  ile konuşuyor, İtalyanca ve İspanyolca da  biliyordu. 

Videoları izlendiğinde    İngilizceyi   “Dutch”  aksanıyla konuştuğu  farkedilir.  Halbuki hayatının  önemli bir kısmında  İngilizce konuşulan  ülkelerde  yaşamıştı. Birinci eşi  Mel Ferrer bir Amerikalıydı. 

Aldığı eğitim, insanları cezbeden zarifliği etkileyiciydi.  Çok yakın dostu olan Givenchy'nin desteği ile şöhreti gittikçe arttı. 

Filmlerde  kullanılan ve özellikle  onun ismiyle  anılan kostümler, onun adını taşıyan parfümler, şapkalar, fularlar, esarplar, kadınların  özendiği ürünlere dönüşmüştü. 

Bu yönüyle Audrey'nin bizzat kendisi Batı toplumlarına  iyi gelen psiko-terapik bir ürün haline geldi. 

Sinema endrüstrisi  yüz ifadesinden.  sevimliliğinden, zerafetinden,  filmlerine özellikle yerleştirilen söz ve  ifadelerden yararlanarak onu bir ikona dönüştürdü. Bu sonuç,  sinema sektörünün ve kapitalizmin bir başarısı olarak da yorumlanabilir. 

Audrey  devrinin  bir çok aktristinden  farklıydı. Çekiciliği zarafetindeydi.  Günümüzde bile bazı kadınlar kendilerinde  ondan bir şeyler  bulmaya  çalışır.  Hal, tavır ve tarzlarıyla  onun gibi olmak  isterler.  

 

Audrey Hepburn, yüzünü ve sesini çok iyi  kullanıyordu. İngilizce ve Fransızca konuştuğu  videoları  defalarca izledim. Çok beğendim. Audrey, dikkat çekici   burnu,  kocaman  gözleri, kısacık kesilmiş saçları, 41 numara  ayakları ve  incecik  boynuyla kuğu gibi bir kadındı.