Bu yazı neden yazıldı?
Bir süredir dikkatimi çeken bir olgu beni bu başlık altında yazmaya teşvik etti. Gerçekte yarım asırdan fazla bir süreyle Atatürk ve İnönü dönemini “muaheze eden” sağ popüler bir tarih anlatıcısını -Cemal Kutay’ı- resmi Atatürkçülüğün sözcüsü ilan eden pek çok yazıya tesadüf ettim. Bu yazımda Cemal Kutay külliyatının içerik ve işlevini biraz irdelemek niyetindeyim.
CEMAL KUTAY’I NE ZAMAN/ NASIL GÖRDÜM?
Gizli tarih anlatısının güzel bir örneği Cemal Kutay’dır. Akademik literatürde gizli tarih anlatısı meta tarih olarak da ifade ediliyor son zamanlarda. Merhum Kutay'ı iki kez gördüm. 1990’lı yıllarda. İlki evinde ikincisi Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta. İlk görüşüm Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü müdürü Mim Kemal Öke'nin Halit Refiğ ile birlikte çekmek istediği bir filmle ilgili olarak kendisini ziyaretimiz münasebetiyle olmuştu.
Benim bu ziyarette bulunmamın sebebi Mim Kemal Hoca’nın ısrarla filmin akademik arka planında benim de yer almamı istemesiydi. Halit Refiğ bir 12 Eylül tasarrufu olarak yakılarak imha edilen Kemal Tahir’den uyarlama “Yorgun Savaşçı” filminin yönetmeni olarak tanınıyordu. Tanrıya şükürler olsun ki filmin bir kopyasının kurtarıldığı-daha sonra- tespit edildi. Ve Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı devrinde TRT'de gösterime sunulduğunu hatırlatmak isterim. Bahsettiğim tarihte Halit Refiğ'in filminin kurtulduğu henüz bilinmiyordu. Atatürk'ün doktoru Mim Kemal Öke’nin torunu profesör Mim Kemal Öke, alternatif sinemacılığın ünlü yönetmeni Halit Refiğ ile tarihi bir film yapmak istiyordu. Konu benim için de heyecan vericiydi Malta sürgünleri.
Cemal Kutay'ın Kadıköy Bahariye'deki evine (üçümüz) bu nedenle gitmiştik. Ziyaretin benim için ne kadar heyecan verici olduğunu tahmin edebilirsiniz. Her taraftan kitap, dergi, belge adeta fışkırıyordu. O tarihlerde büyükelçi Bilal Şimşir'in Malta Sürgünleri kitabı dışında bir de Cemal Kutay'ın kitabı vardı sürgünleri ele alan.
Mim Kemal Hoca’nın planına göre Cemal Kutay filmin tarih danışmanlığını yapacak, kendisi senaryoyu yazacak Halit Refiğ filmi çekecek ben de asistanlık yapacaktım. Bu suretle “çaylak” olarak alemi yavaş yavaş öğrenecektim.
Kutay, keyifli sohbetinde, tarihimizi adeta delik deşik etti. Arada bazı belge ve eşyaları da göstermeyi ihmal etmedi. Rauf Bey’in Mondros Mütarekesini imza ettiği kalemi de bir kutsal emanet olarak bizlere gösterdi. Kalemi gördüğüm zamanki şaşkınlığımı tahmin edebilirsiniz.
Senaryoda bir Maltalı kız olacak ve rolü Enstitü arkadaşlarımızdan biri oynayacaktı. Proje, benim gibi meraklı genç bir asistan için epey heyecan vericiydi. Tahmin edeceğiniz üzere. Sonra proje hızla gündemden düştü.
Kutay'ı ikinci kez Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği bir Atatürk Konferansı'nda gördüm. Konuşmadan aklımda kalan birkaç sözü aktarmak isterim. Ağlamaklı bir ses tonu ile “O kahraman Kemalettin Sami… Sabaha kadar çadırda Kur’an okuyan Fevzi Paşa….” Bu ifadeler Sakarya Meydan Muharebesi ile ilgiliydi. Bu arada konuşmadan aşırı duygulanan Halkla ilişkiler Müdiresinin ağlamaya başlaması zihnimde hoş bir hatıra olarak yerini korumaktadır
Coşkulu Milli Mücadele ve Atatürk konuşmalarıyla insanları ağlatabilen Cemal Kutay kimdi?
Zaman içinde epey şey öğrendim tabii. Bu mütebahhir tarih yazıcısı hakkında. Onunla ilgili beni şok eden ilk bilgi Sabahattin Ali’yi Konya’da (1932) ihbar eden kişi olduğu öğrenmem oldu. İkincisi, baba tarafından soyu ünlü Bedirhani aşiretine dayanıyor olmasıydı. Doğrusu ben onu Çerkes sanmıştım. Rauf Bey, Ethem, Kuşçubaşı Eşref gibi simalarla meşgul olduğu için.
Cemal Kutay, gizli tarih, örtülü tarih, sisler ardındaki tarih edebiyatının önemli simalarından biridir. Ancak onun tarih anlatısında Atatürk - söylemsel düzeyde- kutsallığını korur. Eleştirilen etrafında zaman içinde oluşmuş tek parti oligarşidir. İsmet Paşadır. Kutay, bu tipolojide Ziya Şakir (Soku) ve Feridun Kandemir arasında bir yerde konumlandırılabilir.
Kutay'ın geniş ilgi alanı ve yayınları
Cemal Kutay asırlık ömrüne (1909-2006) epey geniş bir ilgi alanı sığdırmıştır. Hakimiyet-i Milliye muhabirliği döneminden itibaren pek çok olaya şahitlik ettiği de anlaşılıyor. Seyit Rıza’dan Said Nursi’ye kadar birçok kişiyle görüşmüştür. İlgi alanı casusluk hikayelerinden Atatürk'ün dini inançlarına kadar geniş bir spektrumu kapsıyor. Siyasi konjonktürde önemli öne çıkardığı konular açısından .
Bilindiği gibi en dikkat çeken yayını Demokrat Parti devrine tesadüf ediyor. 1952-1957 arasında. 20 ciltlik Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi. Bu ciltler aylık fasiküller halinde yayınlanmış dergilerden oluşuyor aslında. Sekiz ciltlik Tarih konuşuyor serisi 1964-1968 arasında yayınlanmış. Dört ciltlik Celal Bayar, dört ciltlik Rauf Orbay kitapları da var. Bilinmeyen Tarihimiz, Sisli Tarihimiz, Örtülü tarihimiz gibi başka seriler de mevcut Kutay’ın yayınları arasında.
Hatırlatılması gereken bir nokta var: Bu kitapların pek çoğunun, belge ve hatırat şerleri olduğu görülür biraz dikkatli incelendiğinde. Bazıları da mükerrerdir. Yani daha önce başka başlıklar altında yayınladıklarını düzelme ve eklemelerle yeniden yayınlamış Cemal Kutay.
Öncekiler Sonrakiler meselesi
Kutay'ın özel ilgisine mazhar olanlarla ilgili en önemli mesele Milli Kurtuluş Savaşı'nda “öncekiler sonrakiler” meselesidir. Burada Fevzi Paşa hep atlanarak İsmet Paşa'nın Ankara’ya geç iltihakı daima ateş altında tutulur. Milli kurtuluşa inançsızlık olarak yorumlanır. Öncekiler , Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Refet Bele’dir. Bu isimler, CHP oligarşisi tarafından haksız bir şekilde ezilmişlerdir. Kutay, bu tasfiye olayında Atatürk'ten bağımsız bir irade varmış gibi yazar. Cebesoy ve Bele Atatürk'ün sağlığında gönlü alınarak mebus ve bakan yapılırken, eski yol arkadaşları, Rauf Bey ve Karabekir’i aynı bağlamda mütalaa emek mümkün değildir.
Kazım Karabekir Paşa’nın ele alınma biçimi
1933'te İş bankası kurucusu ve Milliyet Gazetesi imtiyaz sahibi Mahmut Soydan'ın “Ankaralı'nın Not Defteri başlığıyla” yayınladığı hatıralarına Karabekir Paşa’nın Erenköy’de münzevi ve fiili gözetim altında yaşadığı köşkünden verdiği yanıtla gelişen olaylar Karabekir literatüründe anahtar rol oynar. Kazım Karabekir'in gazeteye peşpeşe gönderdiği birkaç mektupla başlayan milli mücadele hesaplaşması çatışmaya döner. Karabekir'in mektuplarla başlayan öndere meydan okumasının, bir karşı Nutuk ile devam edeceği anlaşılınca durum değişir. İçinde eski İstiklal Mahkemesi üyelerinin, idare ve Adliye’nin bulunduğu baskı aygıtı Karabekir’in İstiklal Harbi hatıralarına el koyar. Kutay'ın anlatımıyla hatıralardan haberdar olan CHP oligarşisi İnönü'nün müdahalesine rağmen Karabekir’in hatıralarını imha eder. Özetle Karabekir’in milli Kurtuluş Savaşı'nın önderliğinde neredeyse Atatürk'ün üstünde pay isteme hamlesi püskürtülmüş olur.
Hatıraların orijinalinin kurtarıldığı, sadece basılmış olanların imha edildiği daha sonradan anlaşılacaktır. Hataraların bu versiyonu 1952’de Sinan Matbaası tarafından basılmıştır. Bir sonraki versiyon ise, 1960 yılında Türkiye Yayınevi tarafından 1141sayfa olarak yayınlanacaktır.
Kazım Karabekir Atatürk'ün vefatından sonra İnönü tarafından gönlü alınarak Milli Şef’in liderliğindeki yeni yapıya entegre edilmiştir. Ama ben Karabekir’in sadece sustuğunu, iddiasını devam ettirdiğini düşünüyorum. Her ne kadar 1948’de vefat ettiğinde CHP milletvekili ve TBMM Başkanı olsa da.
İşte ümmetçi sağın Kazım Karabekir Paşa'ya açtığı büyük kredinin nedeni-islamcılıkla hiçbir alakası olmamasına rağmen-öndere meydan okuyan karşı Nutuk yazarı olmasıdır. Kutay'ın ilgisinin nedeni ise, Erenköy köşkü muhasarasına karşı verdiği mücadeledir. Bu vakada Kutay İnönü'nün himayesi ile Karabekir'in “devlete dönüşünü” görmezden gelerek milli Kurtuluş önderliğinde onu gerçek ikinci adam mevkiine yerleştirir. Tek adamla kavga alanı ihmal edilerek fatura gene İnönü'ye çıkarılır.
Kutay’ın Rauf Bey anlatısı
Kutay’ı özel ilgi gösterdiği tarihi bir kimlik Rauf Bey’dir. Orbay kimliği üzerinde biraz durmak gerekirse, İzmir suikasti davasında (1926 ) gıyabında 10 yılda mahkum olduktan sonra çoğunlukla İngiltere’de yaşamıştır. Atatürk'ün vefatından sonra iade itibar edilmiş, milletvekili seçilmiştir. CHP’ye girmeden bağımsız aday olarak. Dünya Savaşı çıkınca, İnönü O’nu Londra Büyükelçiliği’ne atadmıştır.
Orbay, çok partili hayata geçilirken, Cebesoy ve diğerlerinin tersine, politikaya girmek için iştiyak göstermedi. Tersine siyasete bir isteksizlik hali vardı Rauf Bey’de. Rauf Bey’in anlatmadıkları veya anlatamadıkları hem Feridun Kandemir hem de Cemal Kutay'ın fikri takip içinde oldukları ana konular oldu. 50’lerin ortasından itibaren başlattıkları bildiklerini anlattırma baskısına yaşamının sonuna doğru olumlu yanıt veren Orbay, Kandemir ve Kutay’a uzun mülakatlar verdi.
Bu mülakatlar Kandemir'in Yakın Tarihimiz mecmuasında uzun tefrikalar halinde yayınlandı. Kütüphanelerde Kandemir’in bu yayınlarını 4 cilt halinde bulmamız mümkündür. Cemal Kutay’ın Rauf Bey dört ciltlik Rauf Bey kitabı da bu mülakatlara ve kendisinden temin ettiği belgelere belgelere dayanmaktadır. Böylece Kandemir'in Karabekir, ile açtığı cephe, İstiklal Mahkemesinin “bi-günah mahkum ettiği Rauf Bey” teması ile sürdürüldü.
Ali Fethi Okyar’ın durumu
Cemal Kutay edebiyatında en kolay sima Ali Fethi Okyar’dır. Onda tashihi, eğilip bükülmesi gereken bir yön zaten yoktur. Atatürk'ün gerçek anlamda muhalifi değildir Fethi Bey. İnönü karşısında devreye sokabileceği Bir siyasal seçenektir Okyar çoğu zaman.
O hiçbir zaman önderden kopmadan yeri geldiğinde bir akil uyaran rolü oynamıştır. Partinin ara akım çizgisinin yanında yedekte tutulan bir seçenek olarak varlığını sürdürmüştür. Kutay’ın Fethi Bey ile ilgili yayınlarının 50'lerin başındaki ilk demokratlaşma dalgasında değil, 61 demokrasisi devrinde yapıldığını hatırlatmak isterim.
Kutay, Fethi Bey'in hatıralarını hacimli bir kitaba dönüştürürken Fethi Bey'den ziyade kendisi konuşmaktadır. Fethi Bey'in Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlıkları, Paris ve Londra büyükelçiliklerine gidiş gelişleri devletin ali menfaatleri ve önderin takdiri çerçevesinde yorumlanır, Özetle Kutay külliyatında Fethi Okyar’a ilişkin halledilmesi gereken ciddi problemli bir alan yoktur
Kutay ve Kandemir’in Kuşçubaşı Eşref’i aklaması
Kutay'ın Feridun Kandemir ile birlikte akladığı ilginç bir sima Eşref Kuşçubaşıdır. Çerkes Ethem çevresindeki 9 kişiyle birlikte 150'likler listesinde yer alan Kuşçubaşı Eşref “Atatürk'e suikastler" serisinde adı sıklıkla geçen simalardan biridir. Edindiğim intiba Ethem Kuvvetleri 1921'de dağıtıldıktan sonra Ona bağlı veya ondan bağımsız hareket eden Teşkilat-ı Mahsusa hücreleri (büyük bir ekseriyetle Çerkesler) Yunan adaları üzerinden Atatürk'e suikast planlamışlar. Eyleme geçmişler. Başarısız olmuşlardır.
Benzer bir plan İnönü için de söz konusu olmuştur. Bir kısım sabık Teşkilat-ı Mahsusa elemanının Avrupa’da bulunduğu, Lozan’da Türk delegasyonuna-özellikle İnönü’ye- bir suikast yapılabileceğine dair telgraflar vardır. Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın suikast işlerinin içinde bulunmadığına dair iddialar Kutay külliyatının özünü oluşturmaktadır.
Benim kanaatim ise, Kuşçubaşı Eşref'in bu teşebbüslerin içinde bulunma ihtimali yüksektir. Kuşçubaşı 27 yıl sonra ülkeye döndükten sonra- Demokrat Parti iktidara geldikten sonra- Menderes hükümetlerinin İnönü'ye karşı cephe stratejisi çerçevesinde yanlış anlaşılanlar grubuna dahil edildi. Kuşçubaşı, başaktörün kendisi olduğu bir dizi risale-kitap sonucunda Kutay tarafından aklandı. Kuşçubaşı, Hayber'de, Necd Çöllerinde, Basra'da vatan için elinden geleni yapmıştı. Dahası, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk eylem sahası olan Trablusgarp'ta Atatürk'ü kurtarmıştı. Böylece Kuşçubaşı Eşref Atatürk'e suikast yapan konumundan Atatürk'ü Trablusgarp'ta kurtaran vatansever konumuna yükseltilmiş, hakkındaki yanlış anlaşılma düzeltilerek tarihi açıdan aklanmıştır. Kutaya göre Kuşçubaşı'nın yayınlanmayan hatıratının el yazmaları Celal Bayar tarafından ayıklanarak kendi hatıratında kullanılmıştı. Sonuçta, bu örnek olayda da vatanperver birinin uzun mağduriyeti söz konusudur ve önder'in bu işte doğrudan bir dahili yoktur
Kutay’ın Muhalif Karşı Tarih Anlatısının Kökeni
Cemal Kutay'ın karşı tarih anlatısı kaynağında Hakimiyet-i Milliye'nin Ulus’a dönüştürülmesi sırasında Falih Rıfkı Atay tarafından işten çıkarılması ile ilgisi olabilir. Necip Fazıl’ın CHP'den milletvekili adaylığı reddedildikten sonra İnönü ve CHP düşmanı kesilmesi örneğinde olduğu gibi. Bundan sonra, ilki Bayar’ın büyük oğlu Refii ile birlikte olmak üzere birkaç gazete çıkarma teşebbüsü olmuştur.
Onun karşı tarihi anlatısı ( popüler sağ gizli tarihçilik) bence 1945’te Millet Dergisini çıkarması ile başlatılabilir. 1945 anlamlı bir tarihtir. Bir kırılma noktasıdır. Türk siyasal hayatında bir eşik teşkil eder.
Bundan sonra hep Demokrat Parti çevresinde görülür. Hacimli ciltlerin aşağı yukarı hepsi dergi formunda tefrika edilmiş tarihte spekülasyonlar olarak yayınlanmıştır önce. Anlaşılacağı üzere, ilgi uyandıran, ticari yanı ağır basan yayınlardır bunlar. Yazılarda hep yazar tarafından kaldırılan bir sis perdesi vardır. Yazar tarihte gerçekleşmiş bir olayı içinde bizim anlayamadığımız göremediğimiz bir bağlantıyla çözümleyen kişidir. Cemal Kutay'ın satırlarında birden bambaşka bir hakikat ile aydınlanırsınız.
Burada atlanmaması gereken önemli bir nokta var: Jön Türklerden Demokrat Parti'ye kadar gelen siyasal gelişim çizgisinde temel itibariyle bir sorun yoktur. Sorun ya Atatürk’ü istismar eden CHP oligarklarında ya da bütün din düşmanı batı hayranlarını partide ve ülke yönetiminde söz sahibi yapan inönü’dedir. Kutay'ın 50’ler boyunca Kandemir ile birlikte yan yana kulvarlarda Milli Mücadele'nin asıl kahramanlarını takdim etme uğraşısının temeli budur. Bunlar aynı zamanda erken Cumhuriyet döneminin “Demokrat” mağdurlarıdırlar.
Karşı Devrim literatürü gizli tarih anlatısından kaynak devşiriyor
1961 demokrasisinin yarattığı serbesti ortamından en çok yararlanan bir kesim “sağcı” Türkiye’dir. Bu dönemde basın yayın hürriyetinden en geniş manada yararlanan bir karşı devrim yayıncılığı ortaya çıkmıştır. 30'lardaki kulaktan kulağa yayılan cami-muvakkithane odaklı şifahi muhalefet yazılı- matbu muhalefete dönüşmüştür. Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu , Mustafa Müftüoğlu gibi yazarlar görünür olmuşlardır. Artık özgüvenli bir şekilde, totaliter bir devlet düzeni talep eden “İdeolocya örgüsünden”, Lozan'ın aslında bir hezimet olduğundan, veya “Yalan Söyleyen Tarih” ten bahseden hacimli ciltlerden oluşan bir literatür gelişmiştir.
Aslında buna yakın bir hamle 50’lerin hemen başında DP Samsun milletvekili Fehmi Ustaoğlu tarafından gerçekleştirilmişti. Ustaoğlu, “milletimizin Kemalizm inkılabına medyun-ı şükran olduğu asla doğru değildir” makalesi ile bir cephe açma teşebbüsünde bulunmuştu. İşin nereye gidebileceğini kestiren Bayar bu başkaldırıyı bastırmış, partinin kırmızı çizgilerini aşan milletvekillerini tasfiye etmişti. Bundan sonra karşı devrim literatürü “ihsas sınırlarına” gerilemek zorunda kalmıştı.
İşte bu dönemde, Kutay’ın devrimin “demokrat mağdurları” edebiyatının hemen yanı başında, ondan güç ve kaynak devşiren bir “karşı devrim literatürü serpilmeye, gelişmeye imkan buldu. Ara rejim dönemlerini “tam siper” pozisyonda atlatarak.
Kutay hakkında nihai söz ne olmalı ?
12 Mart ve 12 Eylül, Atatürk devrimlerini “Halkçılık-Devletçilik-Laiklik” temelinde yorumlayan yazarları alan dışına attı. Hatta yargıladı. Uğur Mumcu örneğinde olduğu gibi. Böyle olunca Atatürk devrimlerini makbul yorumlama imtiyazı siyaset alanında CGP gibi temsil tabanı olmayan partilere kalırken, cihet-i askeriyenin elinde de içeriği boşaltılmış “Gardrop Atatürkçülüğü” kaldı.
İşte Cemal Kutay'ın 12 Eylül’den sonra makbul Atatürkçülüğün temsilcisi sayılarak, Lions ve Rotary kulüplerinden, askeri liselere, Harp Akademilerine, üniversitelere kadar sürekli davet edilmesinin, fahri doktora payeleri tevcihinin sebebi budur.
Akademinin laik cumhuriyetçi hocaları Kutay’ın bir tarihçi olmadığını, tarihle ilgili formel bir öğrenim görmediğini, yarım asra yayılan yayınlarının bir şekilde elde ettiği evraklar üzerinde yaptığı spekülasyonlara dayandığını söylerler. Buna yer yer, Kutay’ın yorumladığı evraklarda gerçeği tahrif eden tutucu bir yazar olduğu iddiaları da eklenir. Ben de aşağı yukarı bu yorumlara katıldığımı ifade etmeliyim.
İlk kez, bir film projesi münasebetiyle evine götürüldüğümde beni hayretler içinde bırakan bir evrakı metruke hazinesi içinde otururken gördüğüm Cemal Kutay’ın kendisine intikal etmiş, dolaplardan taşan bilgi yığınlarını bazan iktidarda bulunanların ihtiyaçlarına göre yorumladığını zaman içinde anladım.
Genel olarak yayınlarının müşterisi Türk devriminden müşteki olan kesimdir. Bu hemen farkedilir. Karşı devrim literatürü de kendisini bir mehaz olarak sık sık kullanır. Örnek: Vahdettin’in Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’un onda birini alabilecek kadar bir para ile Anadolu’ya gönderdiğini söylemesi gibi. 50'lerden 80'lere kadar okuyucu tabanı böyle bir görünüm arz ederken, özellikle Marksist sol açısından resmi Atatürkçülüğün temsilcisi sayılabilmesi doğrusu şayanı hayrettir. Böyle bir algının yaratılmış olması da -herhalde- 12 Eylül Atatürkçülüğünün tarihimize bıraktığı ironik bir miras olarak yorumlanabilir.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza