Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Bir popüler tarihçiden resmi Atatürkçü yaratmak

Bu yazı neden yazıldı? 

Bir süredir  dikkatimi çeken bir olgu beni bu başlık altında yazmaya teşvik etti. Gerçekte yarım asırdan fazla bir süreyle Atatürk ve İnönü dönemini “muaheze eden” sağ popüler bir tarih anlatıcısını -Cemal Kutay’ı- resmi Atatürkçülüğün sözcüsü ilan eden pek çok yazıya tesadüf ettim. Bu yazımda Cemal Kutay külliyatının içerik ve  işlevini biraz irdelemek niyetindeyim. 

CEMAL KUTAY’I NE ZAMAN/ NASIL GÖRDÜM?

Gizli tarih anlatısının güzel bir örneği Cemal Kutay’dır. Akademik literatürde gizli  tarih anlatısı meta tarih olarak  da ifade ediliyor son zamanlarda. Merhum Kutay'ı  iki kez gördüm. 1990’lı yıllarda. İlki  evinde  ikincisi Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta. İlk görüşüm Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü müdürü Mim Kemal Öke'nin Halit Refiğ ile birlikte çekmek istediği bir filmle ilgili olarak kendisini ziyaretimiz  münasebetiyle olmuştu. 

Benim bu ziyarette bulunmamın sebebi Mim Kemal Hoca’nın ısrarla filmin akademik arka planında benim de yer almamı istemesiydi. Halit Refiğ bir 12 Eylül tasarrufu olarak yakılarak imha edilen Kemal Tahir’den uyarlama “Yorgun Savaşçı”  filminin  yönetmeni olarak  tanınıyordu.  Tanrıya şükürler olsun ki filmin bir  kopyasının kurtarıldığı-daha sonra- tespit edildi. Ve Fikri Sağlar’ın  Kültür Bakanlığı devrinde TRT'de gösterime sunulduğunu  hatırlatmak isterim. Bahsettiğim tarihte Halit Refiğ'in filminin kurtulduğu henüz bilinmiyordu. Atatürk'ün doktoru Mim Kemal Öke’nin torunu profesör Mim Kemal Öke, alternatif sinemacılığın ünlü yönetmeni Halit Refiğ ile  tarihi bir film yapmak istiyordu. Konu benim için de heyecan vericiydi Malta sürgünleri.

Cemal Kutay'ın Kadıköy Bahariye'deki evine (üçümüz) bu nedenle gitmiştik. Ziyaretin benim için ne kadar heyecan verici olduğunu tahmin edebilirsiniz. Her taraftan kitap, dergi, belge adeta fışkırıyordu. O  tarihlerde büyükelçi  Bilal  Şimşir'in Malta Sürgünleri kitabı dışında bir de Cemal Kutay'ın kitabı vardı sürgünleri ele alan. 

Mim Kemal Hoca’nın planına göre Cemal Kutay filmin tarih danışmanlığını  yapacak, kendisi senaryoyu yazacak Halit Refiğ filmi çekecek ben de asistanlık yapacaktım. Bu suretle “çaylak” olarak  alemi yavaş yavaş öğrenecektim. 

Kutay, keyifli sohbetinde, tarihimizi adeta delik deşik etti. Arada bazı belge ve eşyaları da göstermeyi ihmal etmedi.  Rauf  Bey’in Mondros Mütarekesini imza ettiği  kalemi de bir kutsal emanet olarak  bizlere gösterdi. Kalemi gördüğüm zamanki şaşkınlığımı tahmin edebilirsiniz.

Senaryoda bir Maltalı kız olacak ve rolü Enstitü arkadaşlarımızdan biri oynayacaktı. Proje, benim  gibi meraklı genç bir asistan için epey heyecan vericiydi. Tahmin edeceğiniz üzere. Sonra proje hızla gündemden düştü. 

Kutay'ı  ikinci  kez Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği bir Atatürk Konferansı'nda gördüm. Konuşmadan aklımda kalan birkaç  sözü  aktarmak isterim.  Ağlamaklı bir ses tonu ile “O kahraman Kemalettin Sami… Sabaha kadar  çadırda Kur’an okuyan Fevzi Paşa….”  Bu ifadeler  Sakarya Meydan Muharebesi ile ilgiliydi. Bu arada konuşmadan  aşırı duygulanan Halkla ilişkiler Müdiresinin ağlamaya başlaması zihnimde hoş bir hatıra olarak yerini  korumaktadır 

Coşkulu Milli Mücadele ve Atatürk konuşmalarıyla insanları ağlatabilen Cemal Kutay kimdi?

Zaman içinde epey şey öğrendim tabii. Bu mütebahhir tarih yazıcısı  hakkında.  Onunla  ilgili  beni  şok eden  ilk bilgi Sabahattin Ali’yi Konya’da  (1932) ihbar eden kişi olduğu öğrenmem oldu. İkincisi, baba tarafından soyu ünlü Bedirhani  aşiretine dayanıyor olmasıydı. Doğrusu ben onu Çerkes sanmıştım. Rauf Bey, Ethem, Kuşçubaşı Eşref gibi simalarla meşgul olduğu için.

Cemal Kutay,  gizli tarih, örtülü tarih, sisler ardındaki tarih edebiyatının önemli simalarından biridir. Ancak onun tarih anlatısında Atatürk - söylemsel düzeyde-  kutsallığını  korur. Eleştirilen etrafında zaman içinde oluşmuş tek parti oligarşidir. İsmet Paşadır.  Kutay, bu tipolojide Ziya Şakir (Soku) ve Feridun Kandemir arasında bir yerde  konumlandırılabilir.

Kutay'ın geniş ilgi alanı ve yayınları 

Cemal Kutay asırlık ömrüne (1909-2006) epey geniş bir ilgi alanı sığdırmıştır. Hakimiyet-i  Milliye muhabirliği döneminden itibaren pek çok olaya şahitlik ettiği de anlaşılıyor. Seyit Rıza’dan  Said Nursi’ye  kadar birçok kişiyle görüşmüştür.  İlgi alanı casusluk hikayelerinden Atatürk'ün dini inançlarına kadar geniş bir spektrumu  kapsıyor. Siyasi konjonktürde önemli öne çıkardığı konular açısından .

Bilindiği gibi en dikkat çeken yayını Demokrat Parti devrine tesadüf ediyor. 1952-1957 arasında. 20 ciltlik Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi.  Bu  ciltler aylık  fasiküller halinde yayınlanmış   dergilerden  oluşuyor aslında.  Sekiz ciltlik Tarih konuşuyor serisi  1964-1968 arasında yayınlanmış.  Dört ciltlik Celal Bayar, dört ciltlik Rauf Orbay  kitapları da var. Bilinmeyen Tarihimiz, Sisli Tarihimiz, Örtülü  tarihimiz  gibi  başka  seriler de  mevcut  Kutay’ın yayınları  arasında.

Hatırlatılması  gereken  bir nokta var: Bu kitapların pek çoğunun, belge ve  hatırat şerleri  olduğu görülür biraz  dikkatli  incelendiğinde. Bazıları da mükerrerdir. Yani daha önce başka başlıklar altında yayınladıklarını  düzelme ve  eklemelerle  yeniden yayınlamış Cemal Kutay. 

Öncekiler Sonrakiler meselesi 

Kutay'ın özel ilgisine  mazhar olanlarla ilgili  en önemli mesele  Milli Kurtuluş Savaşı'nda “öncekiler sonrakiler”  meselesidir. Burada Fevzi Paşa hep atlanarak İsmet Paşa'nın Ankara’ya geç iltihakı  daima ateş altında tutulur.  Milli  kurtuluşa inançsızlık olarak yorumlanır.  Öncekiler , Rauf Bey, Ali Fuat Paşa,  Kazım Karabekir Paşa, Refet Bele’dir.  Bu isimler,  CHP oligarşisi tarafından haksız bir şekilde ezilmişlerdir.  Kutay,  bu tasfiye  olayında  Atatürk'ten bağımsız bir irade varmış gibi yazar. Cebesoy ve Bele Atatürk'ün sağlığında gönlü alınarak mebus ve bakan yapılırken,   eski yol arkadaşları,  Rauf Bey ve Karabekir’i  aynı  bağlamda mütalaa emek mümkün değildir. 

Kazım Karabekir Paşa’nın ele alınma biçimi 

1933'te İş bankası kurucusu ve Milliyet  Gazetesi  imtiyaz sahibi Mahmut Soydan'ın “Ankaralı'nın Not Defteri başlığıyla” yayınladığı hatıralarına Karabekir Paşa’nın  Erenköy’de münzevi ve fiili gözetim  altında  yaşadığı  köşkünden verdiği  yanıtla  gelişen olaylar Karabekir literatüründe  anahtar  rol oynar.  Kazım Karabekir'in gazeteye peşpeşe gönderdiği  birkaç mektupla başlayan milli mücadele hesaplaşması çatışmaya   döner. Karabekir'in mektuplarla  başlayan öndere meydan okumasının,  bir karşı Nutuk ile devam edeceği anlaşılınca durum değişir. İçinde  eski İstiklal Mahkemesi üyelerinin, idare ve Adliye’nin  bulunduğu baskı aygıtı Karabekir’in İstiklal Harbi hatıralarına el koyar.  Kutay'ın anlatımıyla hatıralardan haberdar olan CHP oligarşisi İnönü'nün müdahalesine rağmen Karabekir’in  hatıralarını imha eder. Özetle Karabekir’in milli Kurtuluş Savaşı'nın önderliğinde neredeyse Atatürk'ün üstünde pay isteme hamlesi püskürtülmüş olur.

Hatıraların  orijinalinin  kurtarıldığı,  sadece basılmış olanların  imha edildiği daha sonradan anlaşılacaktır. Hataraların  bu versiyonu 1952’de Sinan Matbaası tarafından  basılmıştır. Bir sonraki versiyon ise, 1960  yılında  Türkiye Yayınevi tarafından 1141sayfa olarak yayınlanacaktır. 

Kazım Karabekir Atatürk'ün vefatından sonra İnönü tarafından gönlü  alınarak Milli  Şef’in liderliğindeki yeni  yapıya  entegre edilmiştir. Ama  ben  Karabekir’in sadece sustuğunu, iddiasını  devam ettirdiğini düşünüyorum. Her ne kadar  1948’de vefat ettiğinde CHP milletvekili ve TBMM Başkanı olsa da. 

İşte ümmetçi sağın Kazım Karabekir Paşa'ya açtığı büyük kredinin nedeni-islamcılıkla hiçbir alakası olmamasına rağmen-öndere meydan okuyan karşı Nutuk yazarı olmasıdır. Kutay'ın ilgisinin nedeni ise,  Erenköy köşkü  muhasarasına  karşı verdiği mücadeledir. Bu  vakada Kutay İnönü'nün himayesi ile Karabekir'in “devlete dönüşünü”  görmezden gelerek milli Kurtuluş önderliğinde onu gerçek ikinci adam mevkiine yerleştirir.  Tek adamla kavga alanı ihmal edilerek fatura gene  İnönü'ye çıkarılır.

Kutay’ın Rauf Bey anlatısı 

Kutay’ı  özel ilgi  gösterdiği  tarihi bir kimlik  Rauf Bey’dir.  Orbay kimliği  üzerinde biraz durmak gerekirse,  İzmir suikasti davasında (1926 ) gıyabında 10 yılda mahkum olduktan sonra çoğunlukla İngiltere’de yaşamıştır.   Atatürk'ün vefatından sonra iade itibar edilmiş, milletvekili seçilmiştir.  CHP’ye girmeden bağımsız  aday olarak. Dünya Savaşı çıkınca, İnönü O’nu Londra Büyükelçiliği’ne  atadmıştır.  

Orbay,  çok partili  hayata geçilirken, Cebesoy ve  diğerlerinin  tersine, politikaya  girmek için  iştiyak  göstermedi.  Tersine siyasete bir isteksizlik hali vardı Rauf Bey’de.  Rauf Bey’in anlatmadıkları veya  anlatamadıkları hem Feridun  Kandemir hem de Cemal Kutay'ın fikri  takip  içinde oldukları  ana konular oldu. 50’lerin ortasından itibaren başlattıkları bildiklerini anlattırma baskısına yaşamının sonuna doğru olumlu yanıt veren Orbay, Kandemir ve Kutay’a   uzun mülakatlar  verdi. 

Bu mülakatlar Kandemir'in Yakın Tarihimiz mecmuasında uzun tefrikalar  halinde  yayınlandı.  Kütüphanelerde Kandemir’in  bu yayınlarını 4 cilt halinde  bulmamız mümkündür. Cemal Kutay’ın Rauf Bey dört ciltlik Rauf Bey kitabı  da bu mülakatlara ve  kendisinden temin ettiği  belgelere belgelere dayanmaktadır. Böylece Kandemir'in Karabekir,  ile açtığı cephe, İstiklal Mahkemesinin  “bi-günah mahkum ettiği Rauf Bey” teması ile sürdürüldü.

 Ali Fethi Okyar’ın durumu 

Cemal Kutay edebiyatında en kolay sima  Ali  Fethi Okyar’dır. Onda tashihi, eğilip bükülmesi gereken bir yön zaten yoktur.  Atatürk'ün gerçek anlamda muhalifi değildir Fethi Bey. İnönü karşısında devreye sokabileceği Bir siyasal seçenektir Okyar çoğu zaman.  

O hiçbir  zaman önderden  kopmadan yeri geldiğinde bir akil uyaran  rolü oynamıştır.  Partinin  ara akım çizgisinin yanında yedekte  tutulan  bir seçenek olarak  varlığını  sürdürmüştür.   Kutay’ın Fethi  Bey ile ilgili  yayınlarının   50'lerin başındaki ilk demokratlaşma dalgasında değil,  61 demokrasisi devrinde yapıldığını  hatırlatmak  isterim. 

Kutay, Fethi Bey'in hatıralarını  hacimli bir kitaba dönüştürürken Fethi Bey'den ziyade kendisi konuşmaktadır. Fethi Bey'in Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlıkları, Paris ve Londra büyükelçiliklerine gidiş gelişleri devletin ali menfaatleri ve önderin takdiri çerçevesinde  yorumlanır, Özetle Kutay külliyatında Fethi Okyar’a ilişkin halledilmesi gereken ciddi problemli bir alan yoktur

Kutay  ve Kandemir’in Kuşçubaşı Eşref’i aklaması  

Kutay'ın Feridun Kandemir ile birlikte akladığı  ilginç bir sima Eşref Kuşçubaşıdır. Çerkes Ethem çevresindeki 9 kişiyle birlikte 150'likler listesinde yer alan Kuşçubaşı Eşref “Atatürk'e suikastler" serisinde adı sıklıkla geçen simalardan biridir.  Edindiğim intiba Ethem Kuvvetleri 1921'de dağıtıldıktan sonra Ona bağlı veya ondan bağımsız hareket eden Teşkilat-ı Mahsusa hücreleri (büyük bir ekseriyetle Çerkesler) Yunan  adaları üzerinden Atatürk'e suikast planlamışlar. Eyleme geçmişler. Başarısız olmuşlardır. 

Benzer bir plan İnönü için de  söz konusu olmuştur. Bir kısım  sabık Teşkilat-ı Mahsusa  elemanının Avrupa’da  bulunduğu, Lozan’da  Türk delegasyonuna-özellikle İnönü’ye- bir suikast yapılabileceğine dair   telgraflar  vardır. Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın suikast  işlerinin içinde  bulunmadığına dair iddialar Kutay külliyatının  özünü oluşturmaktadır. 

Benim  kanaatim ise,  Kuşçubaşı Eşref'in bu teşebbüslerin içinde bulunma ihtimali yüksektir. Kuşçubaşı 27 yıl sonra ülkeye döndükten sonra-  Demokrat Parti  iktidara geldikten sonra-  Menderes hükümetlerinin İnönü'ye karşı cephe stratejisi çerçevesinde yanlış anlaşılanlar grubuna dahil edildi.   Kuşçubaşı, başaktörün kendisi olduğu  bir dizi risale-kitap  sonucunda Kutay tarafından aklandı.  Kuşçubaşı, Hayber'de, Necd  Çöllerinde,  Basra'da vatan için elinden geleni yapmıştı.  Dahası, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk eylem sahası  olan Trablusgarp'ta Atatürk'ü kurtarmıştı.  Böylece Kuşçubaşı Eşref Atatürk'e suikast   yapan konumundan  Atatürk'ü Trablusgarp'ta kurtaran  vatansever konumuna yükseltilmiş,  hakkındaki yanlış anlaşılma düzeltilerek tarihi açıdan aklanmıştır. Kutaya göre Kuşçubaşı'nın yayınlanmayan hatıratının el yazmaları Celal Bayar tarafından ayıklanarak kendi hatıratında kullanılmıştı. Sonuçta, bu  örnek olayda da vatanperver birinin uzun mağduriyeti söz konusudur ve önder'in bu işte doğrudan bir dahili yoktur

Kutay’ın Muhalif Karşı Tarih Anlatısının Kökeni 

Cemal Kutay'ın karşı tarih anlatısı kaynağında Hakimiyet-i Milliye'nin  Ulus’a dönüştürülmesi sırasında Falih Rıfkı Atay tarafından işten çıkarılması ile ilgisi  olabilir.  Necip Fazıl’ın CHP'den milletvekili adaylığı   reddedildikten sonra  İnönü ve CHP  düşmanı  kesilmesi  örneğinde olduğu  gibi. Bundan sonra, ilki  Bayar’ın büyük oğlu Refii ile  birlikte olmak üzere birkaç  gazete çıkarma teşebbüsü olmuştur.

Onun  karşı tarihi anlatısı ( popüler sağ gizli tarihçilik) bence 1945’te Millet Dergisini  çıkarması ile başlatılabilir. 1945 anlamlı bir tarihtir. Bir kırılma noktasıdır. Türk siyasal hayatında bir eşik teşkil eder.

 Bundan sonra hep Demokrat Parti çevresinde görülür. Hacimli ciltlerin aşağı yukarı hepsi dergi formunda tefrika edilmiş tarihte spekülasyonlar olarak yayınlanmıştır önce.  Anlaşılacağı üzere, ilgi uyandıran,  ticari yanı ağır basan yayınlardır bunlar. Yazılarda hep yazar tarafından kaldırılan bir sis perdesi vardır.  Yazar tarihte gerçekleşmiş  bir olayı içinde bizim anlayamadığımız göremediğimiz bir bağlantıyla  çözümleyen kişidir. Cemal Kutay'ın satırlarında birden bambaşka bir hakikat ile aydınlanırsınız. 

Burada atlanmaması gereken önemli bir nokta var:  Jön Türklerden Demokrat Parti'ye kadar gelen siyasal gelişim çizgisinde  temel itibariyle bir sorun yoktur. Sorun ya Atatürk’ü  istismar eden CHP oligarklarında ya da bütün din düşmanı batı hayranlarını partide ve ülke yönetiminde söz sahibi yapan inönü’dedir.  Kutay'ın 50’ler boyunca Kandemir ile birlikte yan yana kulvarlarda  Milli Mücadele'nin asıl kahramanlarını  takdim etme uğraşısının  temeli  budur. Bunlar aynı  zamanda erken Cumhuriyet döneminin “Demokrat”  mağdurlarıdırlar. 

Karşı Devrim literatürü gizli tarih anlatısından kaynak devşiriyor 

1961  demokrasisinin yarattığı serbesti  ortamından en çok yararlanan  bir kesim “sağcı” Türkiye’dir. Bu dönemde basın yayın hürriyetinden en geniş manada yararlanan bir karşı devrim yayıncılığı ortaya çıkmıştır.  30'lardaki kulaktan kulağa yayılan cami-muvakkithane odaklı şifahi muhalefet yazılı- matbu muhalefete dönüşmüştür.  Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu , Mustafa Müftüoğlu gibi yazarlar görünür olmuşlardır.  Artık özgüvenli bir şekilde, totaliter bir devlet  düzeni talep eden “İdeolocya örgüsünden”, Lozan'ın aslında bir hezimet olduğundan,  veya   “Yalan Söyleyen   Tarih” ten bahseden hacimli ciltlerden  oluşan bir literatür gelişmiştir.  

Aslında buna yakın bir hamle 50’lerin  hemen başında DP Samsun milletvekili Fehmi Ustaoğlu tarafından gerçekleştirilmişti. Ustaoğlu, “milletimizin Kemalizm inkılabına medyun-ı şükran olduğu asla doğru değildir”  makalesi ile bir cephe açma teşebbüsünde bulunmuştu. İşin nereye gidebileceğini kestiren Bayar bu başkaldırıyı bastırmış,  partinin kırmızı çizgilerini  aşan milletvekillerini tasfiye  etmişti.  Bundan  sonra  karşı devrim  literatürü  “ihsas sınırlarına”  gerilemek zorunda kalmıştı. 

İşte  bu dönemde, Kutay’ın  devrimin  “demokrat  mağdurları”  edebiyatının hemen yanı başında, ondan  güç ve kaynak  devşiren bir  “karşı devrim literatürü  serpilmeye, gelişmeye imkan buldu. Ara rejim dönemlerini  “tam siper” pozisyonda  atlatarak. 

Kutay hakkında nihai söz  ne olmalı ?

12 Mart ve 12 Eylül, Atatürk devrimlerini “Halkçılık-Devletçilik-Laiklik”  temelinde yorumlayan yazarları alan dışına attı. Hatta  yargıladı. Uğur Mumcu örneğinde olduğu gibi.  Böyle olunca Atatürk  devrimlerini   makbul yorumlama imtiyazı siyaset alanında CGP gibi  temsil tabanı olmayan partilere kalırken, cihet-i  askeriyenin elinde de  içeriği boşaltılmış “Gardrop Atatürkçülüğü”  kaldı.

İşte Cemal Kutay'ın 12 Eylül’den  sonra makbul Atatürkçülüğün temsilcisi sayılarak, Lions ve   Rotary kulüplerinden,  askeri liselere, Harp Akademilerine, üniversitelere  kadar sürekli davet edilmesinin, fahri doktora   payeleri  tevcihinin    sebebi budur.

Akademinin  laik cumhuriyetçi  hocaları  Kutay’ın bir tarihçi olmadığını, tarihle ilgili formel bir  öğrenim görmediğini, yarım asra yayılan yayınlarının bir şekilde elde ettiği evraklar üzerinde yaptığı spekülasyonlara dayandığını  söylerler.  Buna  yer yer, Kutay’ın  yorumladığı evraklarda gerçeği tahrif eden tutucu bir yazar olduğu  iddiaları  da eklenir.  Ben de aşağı yukarı bu yorumlara  katıldığımı  ifade etmeliyim. 

İlk kez, bir film projesi münasebetiyle evine götürüldüğümde beni hayretler içinde bırakan  bir evrakı metruke hazinesi içinde otururken gördüğüm  Cemal Kutay’ın kendisine intikal etmiş, dolaplardan taşan bilgi yığınlarını bazan  iktidarda bulunanların  ihtiyaçlarına göre yorumladığını zaman içinde anladım. 

Genel olarak yayınlarının müşterisi Türk devriminden müşteki olan  kesimdir. Bu hemen farkedilir. Karşı devrim  literatürü de kendisini  bir mehaz olarak  sık sık kullanır. Örnek: Vahdettin’in Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’yı  İstanbul’un  onda birini alabilecek  kadar  bir para ile Anadolu’ya gönderdiğini söylemesi gibi. 50'lerden 80'lere kadar okuyucu  tabanı böyle bir görünüm arz ederken, özellikle Marksist sol açısından resmi Atatürkçülüğün temsilcisi sayılabilmesi doğrusu şayanı hayrettir. Böyle bir algının  yaratılmış  olması da -herhalde-  12 Eylül Atatürkçülüğünün tarihimize bıraktığı ironik  bir miras olarak yorumlanabilir.