Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.550

Bülent Ecevit’in 1978’de kurduğu büyük koalisyon hükümeti

Ecevit’in 1978 başında kurduğu hükümete ilişkin  kamuoyunda haklı bulmadığım değerlendirmeler vardır.  Güneş Motel Hükümeti  diye anılan   hükümettir bu. 1978  başından 1979 ara seçimlerine  kadar  22  ay görevde kalan hükümet. 

İddialara göre Ecevit siyasi etik  dışı bir iş yapmıştı. Sağ Türkiye  tarafından üretilen  ve doğru  kabul  edilen   bu hakim görüşe göre  Bülent Ecevit,  hükümetini   siyasi  rüşvetle kurmuştu. Ecevit’in  hükümeti kurma  biçimi  siyasi ahlakla  bağdaştırılamazdı. CHP genel başkanı  bir kısım milletvekilini bakanlık  ile tatmin etmek suretiyle iktidara gelebilmişti. Milletin vermediği iktidarı  bu  suretle elde edebilmişti. 

Sanal  alemdeki muazzak bilgi kirliliği ortamında  aşağı yukarı  tereddütsüz bir oydaşma var bu konuda. Bu söylemin kaynağının Süleyman Demirel olduğunu   hemen ifade etmek gerekir.  Ben bu görüşe  katılmıyorum. Nedenlerini açıklayacağım.  

Bu   sathi yargının biricil nedeni Türkiye’deki  sağ  siyaset hegemonyasıdır. Sağ  siyasetin  dinci  kimlikle iktidara  geldikten sonra bu tarzın dozu fütursuzca arttı. Bazı örnekleri hatırlayım. İnönü asker kaçağıydı.  Türkiye’yi  şimdiye kadar Yahudi-mason -dönme ittifakı yönetmişti. Laiklik dinsizliktir  örneklerinde  olduğu  gibi. Bu örnekleri  epey çoğaltabiliriz. 

Öncelikle hükümetin kompozisyonuna baktığımızda, Ecevit  hükümetinin  sadece  Adalet Partisinden  ayrılan  bağımsızlarla kurulduğu bilgisi  yanlıştır. CHP öncülüğünde kurulan  42. Cumhuriyet hükümeti,  Adalet Partisinden  ayrılan   bağımsız milletvekilleri,  Cumhuriyetçi Güven Partisi,  Demokratik Parti  ve   TBMM’ye bağımsız olarak  seçilerek  giren Şerafettin Elçi ve Ali Rıza Septioğlu’nun  desteği ile kurulmuştur. Bağımsızlar filen  bir siyasi parti grubu idi. Ortak düşünceleri   nedeniyle koalisyona  girmişlerdi.    Hükümet  görüldüğü gibi   beş bileşenden  oluşmaktaydı. 

Siyasi literatürümüzde, en çok  sözü edilen AP’den ayrılan  11 miletvekilini ele alalım.  Bu   isimler Demirel’in  ikinci  kez Milletçi Cephe hükümeti  kurmasına karşıydılar. CHP ile  hükümet kurulmasını  istiyorlardı.  Öncelikle bunun  altını çizmek gerekir. Demirel’in  Türkeş ve  Erbakan’la yola devamda ısrarlı   olması nedeniyle partilerinden  ayrıldılar. Gensoruda CHP ile aynı  yönde oy kullandılar. 

Şimdi   olayların  gelişim  seyrine bir bakalım. 1977  seçimlerinden  CHP birinci parti   olarak çıkmış, %42 oy almıştı.   Uygulanan  seçim sistemi  CHP’yi  tek başına  iktidara getirmemiş,  milletvekili sayısı  213’te  kalmıştı. CHP iktidarın kenarına  kadar gelmiş,  orada  durmuştu.  Ecevit her zamanki  hayalciliği  ile daha baştan bir çok hata yaptı. Önce seçimi kazandıklarını ilan etti. Bu fahiş bir hataydı. Arkasından  Adalet Partisinin  kendi kuracağı azınlık  hükümetini  desteklemesini istedi. Demirel,  “Milletin vermediği iktidar biz niye verelim ki?” diye yanıtladı. Şöyle tamamladı  sözlerini. Siyasette kimse kimseye bir şey ikram etmez dedi. 

Ecevit  bazı  sağduyulu AP’lilerin  kendisini   destekleyeceğini umuyordu. 1977  Temmuz başında  bu hayallerle  büyük tepkiler altında  kurduğu  azınlık hükümeti  217’ye karşı  229  güvensizlik oyuyla düşürüldü. Ecevit’in “Umut Hükümeti” suya düşmüştü.   Sıra gerçekçi Demirel’e gelmişti. İkinci Parti’nin önderi Süleyman Demirel,  Milliyetçi Cephe hükümetini Turhan Feyzioğlu’nun CGP’si  eksiği ile  bir kez daha kurdu. Bu kez yanında sadece Erbakan ve  Türkeş vardı. 

Demirel,  Ecevit’e verilen 229 olumsuz oyu,  kendi  hükümeti için olumlu  oya çevirerek  Milliyetçi Cepheyi ikinci kez kurmuş oldu Ancak siyaset sadece  sayılardar ibaret  değildir.  Bu çoğunluğun  siyaseten çürük olduğu  çok kısa  sürede görülecekti. 

Demirel hükümeti 31Aralık  1977  günü  gensoru ile düşürüldü. Ecevit yeni  hükümeti  yukarda anılan ittifakın desteği  ile  kurdu.

Şurası doğru. Bu hükümet  cumhuriyet  tarihinin  en büyük kabinesiydi. İçinde 10  devlet bakanlığı vardı. Bu  hükümet de bir cephe  hükümeti idi. Demirel-Türkeş-Erbakan cephesine karşı olanların cephesi. 

Müstafi grubun,  başlangıçta MSP ve MHP’yi dışarda bırakacak  bir  AP- CHP  hükümeti kurulmasının yolunu açmak niyetinde oldukları, bu yolun Demirel’in ketum tutumu nedeniyle  kapalı olduğu  kesinleşince Ecevit’in kuracağı hükümete destek vermeye    karar  verdikleri  anlaşılıyor. 

Bu müstafi milletvekillerin  siyasi kariyerleri, parlamenterlikleri incelendiğinde, Tuncay  Mataracı hariç  diğerlerinin tecrübeli  siyasetçiler  oldukları,  büyük bir ekseriyetinin 1965’ten beri  TBMM üyesi olduğu  görülüyor. 

Bu simaların , Adalet  Partisinden  istifaları “bakanlık  vaadi ile iğfal edilmeye”   bağlanamaz. Bu vekillerin  çoğunluğunun  yeterince tatmin edici bir  siyasi  kariyerleri  zaten olmuştur. 

Müstafi Adalet Partililere bakanlık verme fikri Ecevit’ten gelmiştir. Onların böyle bir talebi olmamıştır. Ecevit’in bu kararının nedeni, beş ay önce kurduğu azınlık hükümetinin düşürülmüş olmasıdır. 

Dışardan bağımsızlarca desteklenecek  yeni bir azınlık  hükümeti kurmak  yerine,   hükümeti sağlam bir zemine oturtmanın yolu, CGP; DP  ve bağımsızların tamamını  bakanlar kurulu üyesi yapmak olmuştur. Bu tavır  başlangıçta  abartılı görünebilir. Ama  siyaseten yanlış değildir. 

Bu bakanlıkların çoğu  devlet bakanlığı  olarak öngörülmüştü.  Genel müdürlük düzeyinde,  bazı devlet  kurumlarının  başına bir devlet  bakanı getirmişti. Yani  hükümete  giren bütün  partiler ve bağımsızlar hem sayısal olarak  destek  veriyor,   hem de bakanlık  görevi üstlenerek  siyasal sorumluluk da almış oluyorlardı. Ben burada etik bir sorun göremiyorum. 

Demirel’in Türkeş ve Erbakanla birlikte kurduğu cepheyi  yıkmanın  yolu  karşı cepheyi sağlam tutmaktı.  Ecevit, açtığı cepheyi sağlam  tutmak  ve provakosyonlara karşı  tedbirleri baştan almak  zorundaydı. 

Kendisi-ilerde-yaptığı işten pişman olduğunu ifade etse de-  1978 başında CHP’nin hükümet kurmasının başka yolu yoktu. Ülkeyi gerici ve faşist kuşatmadan  kurtarmanın yolu  bu idi. Hürriyetçi- demokrat  Demirel’in bu  konuda bir duyarlılığı yoktu. O  sadece  iktidarı  CHP’ye kaptırmama derdindeydi. 

Ecevit kontgerilla tarafından epey sabote edildikten ve 22  aylık fevkalade    başarısızlıktan sonra    hükümeti  bırakmış, istifa etmiştir. Bu başka bir şeydir.12 Eylül ara rejim döneminde  iki bakanın (Mataracı  ve İşgüzar) Yüce Divan’da   mahkum olmaları da başka bir şeydir.  Bu  sözlerimden  suçsuzdular ama  kapalı  rejim onları  mahkum ettirdi  anlamı çıkarılmamalıdır. 12 Eylül bir askeri rejimdir. Sevk kararını yasama  yetkisi elinde bulunduran Milli Güvenlik Konseyi vermiştir. Sonrasında  sevk kararı veren konsey üyelerinden bazıları  hakkında inanilmaz  yolsuzluk iddiaları ortaya atıldığını ve  ANAP iktidarının (Özal) AY geçici 15.  madde ile  onları  koruduğunu  unutmayalım. 

 İfade edilmesi  gereken  nokta şu:  Türkiye’de  aşağı  yukarı bütün dönemlerde   (Meşrutiyet, tek parti, çok parti istisnasız ) yolsuzluk nedeniyle suçlanan bakanlar olmuştur. Yüce Divan’a sevk edilme/edilmeme  kararı siyasi iktidara  bağlıdır. İktidar pek çok vakada  görüldüğü üzere  bakanını  feda etmez.  Yolsuzluk açık  olsa dahi. İşgüzar ve Mataracı hakkındaki iddiaları fersah fersah aşan  dosyalar   gördü  Türkiye zaman içinde  biliyorsunuz. 

III. Ecevit Hükümeti’nin kuruluşunda bir şaibe yoktur. Siyaseten  yanlış  da değildir.  Ecevit’in bir çok   kusuru   oldu siyasi hayatı boyunca.   Hatta bazıları anayasaya aykırılık  düzeyinde olmuştu. Örneğin, Demirel için anayasa değişikliği (5+5 formülü ile süresini uzatma)   müzakere edilirken   gizli oylama kuralını ihlal etmesi. Kendi grubunu ve  hükümet  içindeki  diğer siyasi parti gruplarını oyu göstererek oy vermeye zorlaması. 

Bir başkası, DSP genel başkanlığına   aday olmak isteyen Dr. Sema Pişkinsüt’ün adaylığını engelleme biçimi. Yine, yeni seçilmiş, mazbatasını almış   bir  milletvekilinin  yemin  etmesini engellemesi de fahiş  bir hataydı.  Bu  tutumları  yanlıştı. Ama  bu  hükümeti kurması doğruydu. Arkasında  %42 oy varken ülkeyi   MC’ye  bırakmak  kabul  edilemezdi. 

Düşüncelerimi destekleyecek bir başka kanıtım  daha var.  Ecevit 1979 ara seçimlerinden sonra  istifa ettikten sonra  Demirel yeni bir MC  teşebbüsünde bulunamamıştır. Parlamento  aritmetiği   buna müsait görünse de.  MHP ve MSP  Adalet Partisi  azınlık hükümetini dışardan desteklemek zorunda kalmışlardır. 

Şimdi size, birkaç  hükümet kurma  örneği göstereceğim  siyasi tarihimizden. Şaibe yönüne  siz karar verin. 

Sene 1995.  Genel seçimler  yapılmış.  Bu seçimlerde, birinci parti Refah Partisi (%21) olmuştu.  Mesut Yılmaz’ın ANAP’ı  (%19)  ve Çiller’in DYP si (%20), Ecevit’in DSP’si %15,  Baykal’ın CHP’si %11 oy almıştı.   MHP  ve HADEP baraj altı kalmışlardı. 

Bu  sonuçlar  bir koalisyon zorunluluğunu  gösteriyordu. . En istenmeyen parti Refahtı. Malum nedenlerle. İçinde  aynı anda  Baykal ve Ecevit’in bulunduğu bir formül de mümkün değildi. 

Türkiye  burjuvazisi, Refah Partisini dışarda bırakarak  iki merkez  sağ partinin-aralarındaki rekabeti  bir tarafa  bırakarak- hükümeti kurmaları   için bastırıyordu. Sonunda Çiller ve Yılmaz  dönüşümlü başbakanlık esasına dayalı  ANAP-DYP  koalisyonunda  anlaştılar. İlk başbakan Yılmaz oldu. Hükümet DSP’nin çekimser oyu  ile  güvenoyu aldı. 

Bir süre sonra Refah Partisi, iki yönden  taarruza geçti. Birincisi hukuki cephe idi. Anayasa Mahkemesinde hükümetin  güvenoyu alamadığı  iddiası ile  dava açtı.  Gerekçe de  şu idi: DSP’nin oturuma katılarak  verdiği  çekimser oylar nedeniyle güvenoyu  nisabı  yarıdan  bir fazlanın altında kalmıştı.  Bu nedenle Mesut Yılmaz hükümeti  güvenoyu almış sayılamazdı.  Bu  başvuru AYM’de görüşülürken, Erbakan  bir başka cephede taaruz  başlattı. ANAP’a yönelik olarak TEDAŞ  ve TOFAŞ yolsuzluk soruşturmaları idi bunlar. İlgili bakanların Yüce Divan’a sevklerini  talep eden.  Aynı  zamanda DYP’ye (Çiller)   yönelik olarak örtülü ödeneği   usulsüz kullandığı  gerekçesiyle Yüce Divan’a sevk  önergelerini gündeme getirdi. 

Tansu Çiller’in  örtülü ödeneği    keyfi olarak   partisinin seçim harcamalarında    kullandığı ifşa olmuştu. Selçuk Parsadan ve   bazı emekli paşaların Çiller’e   seçimi  kazandırmak için  bu kaynağı  kullandıkları  söyleniyordu. Basın olaydan  yüzyılın dolandırıcılığı  diye  söz etmişti.   

Serbest bırakılan ANAP grubunun  desteklemesi halinde Çiller’in Yüce Divan’da  yargılanması  ihtimali yükseliyordu. 

Erbakan’ın derdi ise   hakkında dosya tanzim ettirdiği bu iki  partiden biri ile koalisyon yaparak  iktidara  gelmekti. Bu arada  henüz  AYM  başvurusu sonuçlanmadan Mesut Yılmaz  başbakanlıktan istifa  etti. Refah Partisi,  her iki partiyi de bu dosyalarla iyice köşeye sıkıştırmış oldu.  

Bir kez daha hükümet ortada kalmıştı. Sonuçta ne  olduğunu hatırlayınız. 

Refah Partisinin   yolsuzlukla suçladığı  (Yüce Divan’a sevk eşiğinde)  Tansu  Çiller’in Partisi,  Refah Partisi  ile çok neşeli bir ortamda  koalisyon  protokolü imzalayarak Refah-Yol  hükümetine girmiş oldu. 30 yıldır başbakanlık hayali kuran Erbakan, cumhurbaşkanı  tarafından  hükümeti  kurmakla görevlendirildi.  

Yine de  bu  iki  partinin milletveki sayısı  hükümeti  kurmaya yetmiyordu. Büyük Birlik Partisi   sayıyı tamamladı. Yazıcıoğlu  desteğini  “Müslümanların  iktidarına engel  olmamak” gerekçesine  dayandıracaktı. Burada  da ciddi bir sıkıntı vardı. Siyasi  etik  noktasında. 

BBP, ANAP’ın  kendisine   sağladığı kontenjan ( 7 milletvekili)  ile meclise girmişti.   ANAP-BBP  işbirliğine öfkelenen Çiller, “katilleri  meclise sokuyorsunuz” diye  itham etmişti Mesut Yılmaz’ı. 

Erbakan hükümeti  8 Temmuz 1996 günü 278 kabul, 265 ret, 1 çekimser oy ile  güvenoyu aldı.   Eğer BBP’liler olumlu  oy vermeseydi.  Refahyol hükümeti  güvenoyu alamazdı. 

Sonucu   şöyle izah etmek  mümkün.  Yüce Divan’a sevk edilmeme karşlığında Çiller, Erbakan’ı destekledi. Katiller  diye  itham ettiği partinin verdiği    destekle hükümet kuruldu.  Buradaki olayı  etik ötesinde bir   kavramla  açıklamak  daha doğru olur sanırım. Benim  aklımdan geçen sözcük: şantaj.  Beni başbakan  yapmazsan Yüce Divan’ı boylarsın demek bu.  

Biraz daha geriye gidelim. Yıl 1975.  Birinci MC kurulurken,  3 milletvekili  olan MHP’ye  iki bakanlık  verilmişti Demirel tarafından.   Dokuz  Demokratik  Partili (Op.Dr. Bilgiç ve arkadaşları) istifa ederek hükümete güvenoyu veriyorlar.  Oylama  222/218 (kabul-ret) sonuçlanmıştı. Görüldüğü gibi  bu denge değişiklikleri olmasa Demirel hükümeti  güvenoyu alamazdı.  

İşte, Ecevit’i Güneş Motel’de kapalı  kapılar ardında  şaibeli hükümet  kurdu diyen Türk sağının  kendi karnesi  de böyledir.