12 Eylül'e dair ilk gözlemler
12 Eylül 1980 bir Cuma gününe tesadüf etmişti. Üniversite’de öğrenciydim. O gün sabaha karşı, Milli Güvenlik Kurulu’nun askeri kanadı Milli Güvenlik Konseyi adıyla yönetime el koymuştu.
Konsey, darbeyi, TSK İç Hizmet Kanunundaki “cumhuriyeti koruma ve kollama ödevi” ile meşrulaştırmıştı. Sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu. Konsey Başkanı Orgeneral Kenan Evren öğleden sonra siyah beyaz televizyonlarımızda “amaçlarının rayından çıkmış demokrasiyi sağlam esaslarla yerine oturtmak olduğunu” açıklamış, rejimin restorasyonundan sonra belli bir takvim içinde demokrasiye çok partili siyasal hayata dönüleceğini taahhüt etmişti. Annem ve babam darbeyi anarşi ve terörün sona erdirilmesi düşüncesiyle sevinçle karşılarken; ben ise açıkça telaffuz etmesem de olayı faşist bir darbe olarak yorumluyordum. O günleri yaşayanlar sürecin nasıl geliştiğini hatırlayacaklardır.
Darbeyi takip eden hafta sonundan aklımda kalanlar şöyle, hava yazdan kalma güneşli idi. TV'de yurttaşlarımızın bu güzel havada Arnavutköy Akıntı Burnundan balık tuttuklarını hatırlıyorum. Röportajlarda ordunun yönetime el koymakta geç bile kaldığını belirten görüşler ağırlıklıklıydı. Ortalıkta belirgin bir şekilde hissedilen duygu huzur ve güvendi. Bu huzurlu ortamın arka planında nelerin gelişmekte olduğu henüz belli değildi.
Şiddetin sona ermesi, can güvenliği dışında -ne olabileceği- sıradan yurttaşın umurunda da değildi tahmin edileceği üzere. Birkaç gün içinde yeni rejimin anayasal temelleri belirginleşti. Resmi Gazete’de yayınlandı. Münfesih parlamento yerine yasama görevini beş kişilik MGK, yürütme görevini ise Konseyin onaylayacağı bir Bakanlar Kurulu yerine getirecekti. Rahmetli hocam Bülent Tanör’ün “Siyasi Tarih 1980-1995” makalesinde değindiği gibi Konsey törenselliğe özen gösterdi. Devlet usul ve erkanına yeni yönetime hitap biçimlerine kadar ayrıntılı düzenlemeler yapıldı. Örneğin, 11 Eylül gününün genelkurmay başkanına, artık “Sayın Devlet Başkanım” şeklinde hitap edileceği resmen ilan edildi. Yasama yetkisini ele almış bulunan MGK üyeleri TBMM tören salonunda ant içtiler. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren Devlet Başkanı sıfatını da kuşandı.
BÜLENT ULUSU NASIL BAŞBAKAN OLDU ?
12 Eylül yönetiminin başlangıçta 12 Mart ara rejimi mantığıyla düşündüğüne dair işaretler vardır. Merkez sağ AP ve merkez sol CHP'den bakanların bulunduğu bir hükümet kurmak düşüncesindeydiler evvelemirde. Bu yolla idareyi meşrulaştırmak istiyorlardı. Bir başka ifade ile, cihet-i askeriyenin hakemliğinde bir AP-CHP hükümeti. Bu tuhaf düşünce o tarih itibariyle generallerin siyaseti nasıl algıladıklarını gösteriyordu. Devrik Başbakan Süleyman Demirel ve ana muhalefet partisi başkanı Bülent Ecevit Hamzakoy TSK tesislerinde zorunlu ikamete alınmışlardı. Ve bu uygulama- kamuoyuna-Silahlı Kuvvetlerin güvencesi altında oldukları biçiminde duyurulmuştu.
Bu koşullar altında siyasetin iki ana aktörünün cuntanın meşrulaştırılması anlamına gelecek böyle bir teklifi kabul etmeleri siyasetin mantığına aykırıydı. Ancak Kenan Evren’in hatıralarından böyle bir fikri etüt ettikleri anlaşılıyor.
Başbakanlık meselesine gelince, Konseyin bulduğu ilk formül tuhaftı. Askerlerin pek sevdiği Atatürkçülük tarzının malum temsilcisi Prof.Dr. Turhan Feyzioğlu'nun başbakanlığa getirilmesi öncelikle.
Feyzioğlu 1977 seçimlerinde %1,9 oyla 3 milletvekilliği kazananabilmişti. Halkımızın pek rağbet etmediği bir siyasi partinin genel başkanıydı: Cumhuriyetçi Güven Partisi. Bu temsil oranına rağmen Profesör Feyzioğlu isminin ciddi olarak düşünüldüğü-hatta Feyzioğlu'nun kabul etmek niyetinde olduğu-anlaşılıyor. Feyzioğlu seçeneğinin devre dışı kalmasını sağlayan Turgut Özal’dır.
MGK’nın başbakanlık için düşündüğü bir başka isim Emin Paksüt olacaktır. Bir “sağ Atatürkçülük” örneği olarak Paksüt, 1961 Kurucu Meclis üyeliğinde bulunmuştu. 1961 demokrasisi devrinde CHP’den üç dönem milletvekilliği yapmıştı. Ecevit'in genel başkan seçilmesinden sonra “CHP sol bir parti olamaz” infialiyle, Feyzioğlu'nun saflarına katılmıştı.
Paksüt, düşünce tarzı itibariyle, MGK beklentilerine fevkalade uyan bir isimdi. Fakat Evren’e “her an emrinizdeyim" demiş olsa da başbakanlığı kaldıracak sıhhatte olmadığını söyleyerek, mazeret beyan etti. Affını diledi. Görünen şuydu ki MGK Nihat Erim, Ferit Melen tarzı Atatürkçü bir başbakan arayışı içindeydi. 12 Mart günlerinde olduğu gibi. Oysa ki, şartlar bambaşkaydı. Parlamento ve hükümet dağıtılmıştı. Parti önderleri-şimdilik- gözetim altındaydılar. Askerlerin beğendiği Atatürkçü siviller kenarda duruyor ve sorumluluk almak istemiyorlardı.
Bu arada MGK Başkanı Kenan Evren pekala hükümet başkanlığını da üstlenebilirdi. 27 Mayıs'tan sonra Cemal Gürsel Paşa'nın yaptığı gibi. Bu seçeneğe uzak duruldu. Konseyin dışında ona karşı sorumlu bir yürütme aygıtı fikri ağır bastı. Baştan itibaren düşündükleri adaylardan hiçbirinin başbakanlığa getirilemeyeceği anlaşılınca, MGK genişletilmiş bir Askeri Yüksek Danışma Kurulu toplantısı çağrısı yaptı. Konsey üyeleri, ordu komutanları, sıkıyönetim komutanları ve belli bir rütbeye kadar generallerden oluşan heyet, 30 Ağustos'ta emekliye ayrılmış olan Oramiral Bülent Ulusu ismi üzerinde karar kıldı. Devlet Başkanı Evren, Ulusu’ya başsakanlık görevini tevcih etti. Yeni hükümete ilişkin hafızamda-hatırladıkca tebessüm ettiğim- bazı kayıtlar var.
Sahneler şöyle; Başbakan Ulusu hükümet programını yasama meclisi üyeleri önünde okuyor (MGK) riyasette Kenan Evren oturuyor. Mekan sanırım Cumhuriyet Senatosu Salonu. Ulusu, programı okuduktan sonra güvenoylamasına geçiliyor. Türkiye'nin 44. hükümeti oy birliği ile güvenoyu alıyor. Sanki parlamenter bir hükümet için güven oylaması yapılıyormuş gibi.
TURGUT ÖZAL'IN 12 EYLÜL HÜKÜMETİNDEKİ YERİ
12 Eylül harekatı gerçekleştirildiğinde Adalet Partisi azınlık hükümeti görevde bulunuyordu. Başbakan Süleyman Demirel’di. Turgut Özal’ başbakanlık müsteşarıydı.
Özal, ağır bir bunalımla karşı karşıya bulunan Türkiye kapitalizmini kurtarabilmek için bir dizi karar almak üzere yetkilendirilmişti. Bunlar kararlar tarihimizde 24 Ocak Kararları diye anılır. Özal, darbeyi izleyen saatlerde MGK tarafından davet edilerek, vazifesine devam etmesi istendi.
Bunun anlamı şuydu: Cunta hükümeti devirmişti ama politikalarını aynen uygulanmaya devam edecekti. Kısaca MGK’nın devirdiği hükümetin ekonomik politikalarına itirazı yoktu. Demek ki başka işlerle meşgul olunacaktı.
Bu noktada Özal kimliğinin biraz irdelenmeye ihtiyacı var. Bilindiği gibi 12 Eylül kendisini terör eylemleri, aşırı akımlar ve iç savaş tehlikesi temelinde meşrulaştırıyordu. Aşırı akımlardan kasıt sadece Marksist sol değildi. İslamcılık, Pantürkizm de aşırı akımlara dahildi. MHP ve MSP fikriyatı aşırı akımlar kapsamındaydı. Hatırlanacağı üzere, bu partiler hakkında davalar açıldı. Liderleri uzun süre tutuklu yargılandılar.
12 Eylül öncesindeki hafta sonunda Konya'da MSP Örgütü tarafından Kudüs'ü kurtarma mitingi yapılmıştı. Bu sayısız Kudüs’ü kurtarma mitinglerinin erken örneklerinden biriydi. Bu miting askerlerin gözünde tam bir irticai gösteriye dönüşmüştü. Miting, 12 Eylül literatüründe gericiliğin standart lanetlenme ögelerinden biri olarak uzun süre kullanıldı.
Fakat ne ilginçtir ki Turgut Özal da bu partiden 1977'de İzmir'den aday olmuş, seçilememişti. Eğer seçilseydi, MSP davası sanıkları arasında yer alabilirdi. Küçük biraderi Korkut Özal gibi. Fakat 12 Eylül sabahı Demirel’in ekonomiden anlayan adamı profili belirleyiciydi. Erbakan’dan ziyade, Demirel kimliğine yakındı. 50’lerin ortasından itibaren ona yakın olmuştu. Bir bursla ABD'de ekonomi eğitimi almıştı
Demirel 1965’te başbakan olunca onu Devlet Planlama Teşkilatının başına getirmişti. DPT’den 12 Mart'ta azledilince, uzunca bir süre Dünya Bankasında çalıştı. Türkiye danışmanlığı yaptı. Dönüşünde büyük sermaye kuruluşlarında yöneticilik görevleri aldı. Madeni Eşya Sanayicileri Sendikasında (MESS) yöneticilik yaptı. Özal’ın Nakşibendi tarikatına yakınlığı MGK’ya ters gelse de kapitalist ekonomi politiği iyi bilen biri olma özelliği onu vazgeçilmez aktör yapıyordu.
Bu nedenlerle Özal Feyzioğlu’nu veto edebilecek kadar güce sahipti “yeni devletliler” karşısında. Henüz hiçbir resmi göreve getirilmemişken bile. Sonuçta, Ulusu başkanlığında 21 Eylül 1980'de kurulan 44. Hükümet, 13 Aralık 1983'te Turgut Özal'a başbakanlığı devredene kadar görevde kalacaktı.
Hükümette dikkat çeken ilk özellikler bakanların birkaç kategoride ele alınabileceğidir. Birinci grupta MGK yönetimine yakın emekli generaller vardı. Bunların atandığı bakanlıklar güvenlik politikaları ile ilgili olanlardır. Örrneğin İçişleri Bakanlığı gibi. General Selahattin Çetiner İçişleri Bakanlığını dönemin sonuna kadar sürdürmüştür. Bu tercih önemlidir. İç güvenlik konusunda askerler sorumluluğu kimseye bırakmamışlardır.
Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlığına getirilen kişiler de MGK nezdinde saygın hariciyecilerden seçilmişlerdi.
Dışişleri Bakanlığına getirilen İlter Türkmen mesleki kariyeri boyunca Batı ile ilişkilerde tecrübesi olan saygın bir diplomattı. ABD-NATO-Avrupa ilişkileri açısından Türkmen çok ehliyetli bir isim olarak öne çıktı. 12 Eylül rejiminin sonuna kadar Dışişleri Bakanlığı görevinde kaldı. Ayrıca MGK nezdinde başka bir kredisi daha vardı. Kendisi, erken cumhuriyet döneminde İstihbarat teşkilatını (MAH/MİT) kuran Behçet Türkmen'in (kurmay yüzbaşı) oğluydu.
Türkmen Washington'da, Moskova'da diplomatik görevlerde bulunmuş Birleşmiş Milletler nezdinde daimi temsilcilik yapmıştı. Türkmen, Dışişleri Bakanlığı genel sekreterliği görevinde bulunmaktaydı. Yani 12 Eylül yönetimi Türk hariciyesinin en yüksek bürokratını Dışişleri Bakanlığı görevine getirdi.
Savunma Bakanlığına getirilen Ümit Haluk Bayülken için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Savunma Bakanlığına hariciyenin en tecrübeli diplomatlarından biri getirilmiş oldu. Bayülken, Londra Büyükelçiliği ve Birleşik Milletler nezdinde daimi delegelik; 12 Mart ara rejimi döneminde (Erim ,Melen ve Talu kabinelerinde) Dışişleri Bakanlığı yapmıştı. Bu atama ile, Batı nezdinde kredisi yüksek bir hariciyeci Savunma Bakanlığına getirilmiş oldu.
1983 seçimlerinde Evren’den torpilli Milliyetçi Demokrasi Partisinden ( XVII. dönem) bağımsız aday gösterildi ve milletvekili seçildi. Bir sonraki dönemde de Demirel’in DYP’sinden İstanbul milletvekili adayı gösterilecektir.
MGK yönetimi, Dışişleri ve Savunma bakanlıklarına, Türkmen ve Bayülken’i atayarak Türkiye'nin ittifak sistemi içerisindeki yerini sağlama almış oldu. İktidar değişmiş devlet politikası değişmemişti
Bülent Ulusu kabinesinde emek sermaye ilişkileri açısında iki kişi dikkat çekiyor. Tercihler ilginç doğrusu. Sosyal Güvenlik Bakanlığına Türk-iş Genel Sekreteri Sadık Şide getirilirken, Çalışma Bakanlığına yapılan atama Profesör Turhan Esener olmuştu. Burada hatırlanması gereken çok önemli bir husus, 12 Eylül’ün bütün işçi konfederasyonlarını kapatmış olduğudur. Geniş bir sendikacı tutuklama dalgası oldu. Hiç kuşku yok ki en büyük hedef Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) idi.
MSP’ye yakın Hak- iş, ve MHP’ye yakın MİSK, DİSK yöneticileri ile karşılaştırıldığında fazla bir zulme uğramadılar. Askeri rejim tarafından biraz azarlandılar. Takbih edildiler. DİSK ise, “kızıl düşman” muamelesi gördü. Türk-iş’e gelince, kapatılmayan tek işçi konfederasyonu oydu. 1952'den beri sarı sendikacıların bir araya geldiği işçi Konfederasyonu olarak görülüyordu. ABD'li sendikacıların yol göstericiliğinde Demokrat Parti devrinde kurulmuştu MGK yönetimi, Sosyal Güvenlik Bakanlığına Sadık Şide'yi getirerek işçi sınıfına küçük bir jest yapmış oldu.
Buna karşın, Çalışma Bakanlığına işveren çevrelerinin yakından tanıdığı İş Hukuku Profesörü Turhan Esener atandı. Bu iki tercih, 12 Eylül'ün emek sermaye ilişkilerinde hangi güçlerin yanında durduğunun güzel bir kanıtıdır.
Hükümetteki iki teknik bakanlığa yapılan atamalar, 12 Eylül'ün hangi sınıf temeline dayandığını tereddüte yer bırakmayacak şekilde açıklar niteliktedir. Örneğin Enerji Bakanlığı. Bakanlığa önce Serbülent Bingöl getirilmişti. Bingöl, 12 Mart ara rejimi döneminde (Nihat Erim hükümeti) aynı görevde bulunmuştu. 23 Aralık 1981’de bakanlığa Fahir İlkel getirildi. İlkel, Koç Holding'de üst düzey yöneticiydi. Robert Kolej mühendislik şubesinden mezun olduktan sonra ABD'de lisansüstü eğitim almıştı. Bakanlık görevine getirilmeden önce Koç Holding icra komitesi üyesiydi.
Sanayi Bakanlığı'na Mehmet Turgut'un getirilmesi de anlamlıdır Turgut, İTÜ kökenli bir mühendisti. 1961’den 1980’e kadar Adalet Partisi milletvekiliydi. 1965’ten sonra kurulan Demirel hükümetlerinde sanayi ve ticaret bakanıydı. Bülent Ulusu hükümetinde sanayi bakanlığı görevine getirildi.
1981 yılında Danışma Meclisi kuruldu. Milli Güvenlik Konseyi kendi kontenjanından Mehmet Turgut'u doğrudan Danışma Meclisi üyeliğine getirdi. Bu seçim anlamlıdır. Adalet Partisi’nin en güçlü temsilcilerinden biri 12 Eylül yönetimi tarafından Sanayi Bakanlığı görevine getirildiği gibi sonrasında Danışma Meclisi üyesi seçilmiştir. Bu tercihi şöyle yorumlamak mümkündür Konsey yönetimi Adalet Partisi önderliğine mesafe koyarken-onun kadrosu içinden birini- çok önemli bir bakanlığa atamış arkasından da yeni anayasayı yapacak olan Danışma Meclisi üyeliğine getirmiştir.
12 Eylül rejminin ekonomi politiğini anlamak için ekonomi ve maliye yönetimine dikkatle bakmak gerekir. Bir kere, Turgut Özal'ın ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak atanması son derece anlamlıdır. Buradan Türkiye'yi içine düştüğü ekonomik bunalımdan çıkaracak ana aktörün Özal olarak görüldüğü anlaşılıyor. Özal’ın MGK yönetimine ters gelen bazı hususiyetleri olmakla birlikte, muhtemelen “geminin dümeni nasılsa bizde “ diye düşünüyorlardı. Oysa ki hakikat tam tersiydi. Geminin dümeninde egemen sınıflar ittifakı vardı. Asıl onlar MGK’dan azami yararlanıyorlardı.
Neticede Özal “Bankerler Krizine” kadar görevde kaldı. Halk oylamasına yakın hükümetten ayrılarak ara rejim ile alakasını kesti. Verdiği mesaj şuydu, ülkem için elimden geleni yaptım. Konsey ile anlaşamadım, ayrılıyorum. Zamanlama ustaca olmuştu. Siyasette ortaya çıkacak boşluğu doldurma hazırlıkları yapmak üzere ABD'ye gitti. Oysa ki, iki yıl boyunca askeri diktatörlük dışında bir seçenekle uygulanması mümkün olmayan bir “sınıf politikasını” uygulamış, tarihi görevini yerine getirmişti.
Özal'ın uyguladığı sistem aslında çok basitti. Ekonomideki bütün koruma alanlarını kaldırmak ithal ikamesi modeline son vermek. Emeğin milli gelirden aldığı payı alabildiğince azaltmak, harcamaları kısmak. Yüksek faiz politikası ile tasarrufları arttırmak, bankalarda toplanan mevduatı bir can suyu olarak sermaye sınıfına kredi olarak aktarmaktı. Adına neoliberalizm denen model böyle uygulanıyordu. ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher bu politikaların temsilcisiydi.
Modelde Özal'a özgü bir yenilik yoktu. Model, Türkiye gibi göreli bağımsız kalabilmiş ülkeleri uluslararası sermayenin merkez ülkelerine bağımlı yapmanın yolu olarak önerilmiş, uygulanmıştı. Özal'ın çağ atlamak, statükoyu tasfiye etmek dediği olay bundan ibaretti.
1983'te başbakan olarak bütün dizginleri ele aldıktan sonra eğitim, sağlık gibi bütün alanları daha köktenci politikalarla özelleştirdi. Kamu alanlarını gittikçe daralttı. 1994 yılında Çiller tarafından, 2001'de Kemal Derviş tarafından uygulanan politikalar aslında aynıydı. Kapitalizm devrevi olarak her bunalıma girdiğinde fatura emeğe çıkarılıyordu.
Bir başka önemli bakanlık elbette Maliye Bakanlığıydı. Kaya Erdem çok anlamlı bir seçimdi. Ara rejim sonrasında XVII. dönemden XX. döneme kadar hep ANAP’tan milletvekili seçildi. 1989- 91 arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığı yaptı. Kaya Erdem, Özal gibi 1982 temmuzunda bakanlıktan ayrıldıktan sonra Maliye’nin başına getiriler kişi de anlamlıdır: Adnan Başer Kafaoğlu. Kafaoğlu, Kurucu Meclis Millî Birlik Komitesi Temsilciliği (6 Ocak 1961 - 15 Ekim 1961) yapmış, 1966'da Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğüne atanmıştı. 1972’de GATT Ticaret müzakerelerinde Türk Müzakere Heyeti'ne başkanlık (1974-1978) yapmıştı. 1978’de Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Kontenjan Senatörü seçilmişti. 12 Eylül 1980 günü Devlet Başkanlığı Ekonomi ve Maliye Müşavirliğine tayin edilmiş, Bu görevde iken Kaya Erdem’in istifası üzerine 1982 Temmuzunda Maliye Bakanı olmuştur. Adnan Başer Kafaoğlu, 1980 yazında Kilyos’ta Tercüman gazetesinin düzenlediği Anayasa “beyin fırtınası toplantısına ” Coşkun Kırca ve Prof.Aldıkaçtı ile birlikte katılmış, ekonomik istikrarın ancak yönetimde istikrar ile mümkün olacağını belirtmişti. Birkaç ay sonra istikrar sağlandı. Anayasanın yapılması da çok gecikmeyecekti.
Ulusu kabinesindeki diğer bakanlara kısaca bir göz atmak gerekirse, ilginç bir profil, eski Milli Birlik Komitesi üyesi ve tabii senatör Mehmet Özgüneş’tir. Özgüneş -20 yıl sonra- devlet bakanlığına atanmıştı. 27 Mayısçıların bakan yaptığı bir başka isim Şahap Kocatopçu, 12 Eylül döneminde de bakan oldu. Kocatopçu, Cemal Gürsel’in başkanlığında kurulan hükümetlerde ve Ulusu kabinesinde Sanayi Bakanlığına atanmıştır.
Kocatopçu’nun her iki ara rejim döneminde neyi temsil ettiğini anlamak bakımından biyografisini incelemek yararlı olacaktır. Kocatopçu, MIT’ten (ABD) 50’lerde seramik mühendisliği doktorası alarak dönmüştü. Demokrat Parti devrinden itibaren kamu ve özel sektörde yöneticilik yapmıştır. Türk Çimento, Şişe-cam, Türk-Fransız Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Odası Başkanlığı, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı, TÜSİAD Başkanlığı, Marmara grubu başkanlığını yürütmüş, Türk burjuvazisinin son derece itimat ettiği, temsili bir portre idi . Şahap Kocatopçu Ulusu hükümetinde Mehmet Turgut’tan önce Sanayi ve Ticaret Bakanlığı görevinde bulunmuştu.
Zikredilmesi gereken diğer bakanlar ise yönetici seçkinler kategorisindedirler. Örneğin, Zeyyat Baykara, İlhan Öztrak, Ali Bozer, Cafer Tayyar Sadıklar, İlhan Evliyaoğlu ve Cihat Baban gibi temayüz etmiş isimler Ulusu kabinesinde yer aldılar. Ali Bozer’in, 12 Eylül Hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı yaptıktan sonra, MDP’nin kurucu kadrosuna katılması dikkat çekicidir. Bozer, MDP’nin dağılmasından sonra ANAP’a geçti. Dışişleri Bakanlığı yaptı. Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyelik müracaatının Bozer tarafından yapıldığı malumdur.
ULUSU HÜKÜMETİNE DAİR GENEL DEĞERLENDİRME
Bülent Ulusu hükümeti Türkiye'nin her anlamda bunalımda olduğu bir dönemde kurulmuştur. Bu hükümet, toplumsal ve siyasal bölünmüşlüğün, ekonomik darboğazın yaşandığı bir konjonktürden otoriter bir rejimle çıkma girişimidir.
Daha sonraki yıllarda, her ne kadar 12 Eylül’ün faturası darbeyi yapan kadrolara çıkarılmışsa da 12 Eylül bilançosundan en karlı çıkan kesim Türkiye'nin hakim sınıflarıdır. MGK yönetimi, açık rejim koşullarında gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bütün siyasi, iktisadi tedbirleri alarak, “hakim sınıflar” yararına yürürlüğe koymuştu.
Vurgulanması gereken çok önemli bir nokta, 1983 sonrasındaki siyasi aktörlerin pek çoğu 12 Eylül rejiminin içinden çıktığı gerçeğidir. Başta Turgut Özal olmak üzere. Özal kapalı rejim döneminde önemli bakanlıkları elinde tutan ekiple birlikte 1983'te iktidara gelmiştir. ANAP’ın kurucu kadroları, 12 Eylül rejiminde aktif olarak görev almış simalardır. Örneğin Kaya Erdem.
Benzer bir teşhis Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) için de geçerlidir. MGK, MDP’yi iktidar için uygun görmüş, Özal'ı yedekte bırakmıştı. MDP’nin kurucu kadrosu içinde MGK kontenjanından Danışma Meclisi üyeliği yapmış birçok simanın varlığı unutulmamalıdır. Başta Bülent Ulusu ve Savunma Bakanı Haluk Bayülgen olmak üzere MDP listesinden seçilen bakan ve Danışma Meclisi üyeleri vardı.
MDP başkanı Emekli Orgeneral Turgut Sunal'ın olağanüstü performans düşüklüğü Özal'ın Şark kurnazlığı karşısında kolayca yenildi. 1987 seçimlerine kadar parti çözüldü. Kadroları DYP ve ANAP arasında dağıldı. Parti tarihe karıştı.
Sonuç itibariyle, Türkiye’nin hakim sınıflarının temsilcileri, bir kısmı hükümetten bir kısmı danışma meclisinden çıkarak çok partili siyasal hayata geçişle birlikte kendi partilerini kurdular.
Askeri rejim altında kurulan fiili koalisyonda otoriteyi temsil eden fraksiyon (MDP) geri itildi. ANAP, serbest girişimcilik-liberallik görünümü altında iktidara gelmiş oldu.12 Eylül hükümetinin otoriteyi temsil eden kanadının kurduğu parti, ilk serbest seçimde hayal kırıklığına uğradı. Kısa süre içinde tasfiye oldu
ANAP, 1980 öncesi sıkıntıya düşmüş olan Türkiye kapitalizmine kaynak ve enerji şarjını tamamlayarak daha coşkulu bir kapitalizme öncülük etmiş oldu. Özal bu birikimi MGK rejimi döneminde sağlamıştı. O rejimin antagonisti değil müttefiki idi. Ama bir yere kadar.
Son bir nokta, 1983 seçimlerinde %30 oy alan ana muhalefet partisi Halkçı Parti içinde 12 Eylül'ün kadrolarından-neredeyse- hiç kimsenin yer almaması son derece anlamlıdır. 12 Eylül MDP ve ANAP’ı yaratmıştır. Bu da ara rejim hükümetinin hakim sınıfların sola karşı ittifakı olarak tanımlanması için yeterlidir.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza