Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,3818
Dolar
Arrow
34,6450
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5963
Altın
Arrow
2931,0000
BIST
Arrow
9.636

Galiçya Cephesinden Adalet Partisi Genel Başkanlığına: Ragıp Gümüşpala

İKİ  RESİM: GENÇ ZABİT  VE  POLİTİKACI GÜMÜŞPALA 

(genç mülazım Ragıp Efendi, Galiçya’da)   

Ragıp Gümüşpala’nın  hayatını iki  çarpıcı resimle okuyucuya  tanıtmak  mümkündür.  İlkinde,  bir  askeri  lise (idadi)  öğrencisini   talimgah eğitiminden sonra  sevkedildiği Galiçya Cephesinde  görüyoruz.  Burada zabitlik  gururu (karizması) farkedilir. İkincisi ise 60’larda  siyaset adamı olarak omuzlara  alınmış bir  parti  lideri vardır.  Herhalde  bir  kongre sırasında  çekilmiş  olmalı bu  resim. Ragıp Paşa’nın  yüzündeki tebessüm olaydan rahatsız  olmadığını  gösteriyor. Hatta  hoşnut olduğunu  bile söylemek mümkün. 

İşte, bu yazımda, Gümüşpala’nın  bu iki resim arasındaki hayatını ele aldım. 

(Emekli orgeneral Adalet Partisi Genel Başkanı)  

RAGIP  PAŞA’NIN  ASKERİ  KARİYERİ 

Osmanlı Devleti’nin   mihver cephesinden savaşa  girmesi  askeri okul öğrencilerinin  eğitim  sürecini  kesintiye uğrattı. İdadi  öğrencilerinin bile. Bunlar  henüz lise  öğrencisi idi. 

Gümüşpala,  1916'da askeri öğrenci olarak talimgaha gönderilmişti.  Bir çeşit  hızlandırılmış eğitim almış olmalılar. Sonra da  15. Kolordunun  savaştığı Avrupa Cephesine (Galiçya)  gönderildi. Bu sıralarda Cevdet Sunay ve Cemal Gürsel de silah altına anılan genç askeri öğrencilerdi. Bu kuşak cephede savaştıktan sonra eğitimlerini tamamladılar.  Gümüşpala, Galiçya ve Filistin'de savaşmıştı.  1918'de mütareke ilan edilince,  1920'ye kadar İskenderiye’de (Seyit Beşir esir kampında)  kalmıştır. Savaş esirlerinin mübadele  edilmesi anlaşmasından  sonra, 13 Aralık 1920'de Milli Ordu’ya katılmış,  1934'te  Harp Akademisini bitirmiş, kurmay subay olmuştur. 1948'de tuğgeneral, 1959'da da orgeneralliğe yükseltilmiştir.

İSTİHBARAT  BİNBAŞISI GÜMÜŞPALA’NIN  TUNCELİ   RAPORU 

 Hatırlanacağı üzere- 30’lar Türkiyesinde- Celal Bayar, Sahir Devres,  Dr. İbrahim Tali  Öngören dahil olmak üzere bir çok siyasetçi ve idarecinin yazmış  olduğu Şark Raporları vardır.

Bunlardan  bir kısmı da özellikle Tunceli (Dersim)  vilayeti  ile ilgilidir.  Binbaşı Gümüşpala, 1935 Aralık ayında çıkarılan Tunceli Teşkilat Kanunu çerçevesinde istihbarat subayı olarak 1936-1938 yılları arasında bölgede bulunmuştur.  Yazdığı rapor, “Tunceli Vilayetinin 1931 Şubatından 1937 senesi Kanun-u Evveli nihayetine kadar 1936 ve 1937 senelerine ait  iki  senelik umumi ahvali raporudur”  başlığını taşımaktadır.Rapor  yedi   başlık altında bölge halkının ırk, dil, din, mezhep,  emlak, iskan ve geçim kaynaklarını ele almıştır. 

GÜMÜŞPALA-GÜRSEL-ÖZDİLEK-MADANOĞLU : ORDUNUN VE SİYASETİN  YENİDEN KURULMASI 

Kanımca, İhtilalden  sonra, Milli Birlik Komitesi ile  Ragıp Paşa  arasında tamamen askeri hiyerarşiden kaynaklanan sorunlar  yaşanmıştı. Neticede  o bir  orgeneraldi. Eğer zamanında  III. Ordu  komutanı olarak tatmin edilmiş olsaydı, Milli Birlik Komitesi ile ilişkisi farklı olabilirdi.   Genelkurmay Başkanlığına getirilmesine rağmen Eminsu  listesine dahil edilmiş, (Emekli İnkılap Subayları)  o da  emekliye sevk edilmişti.  İhtilalin  genelkurmay   başkanlığı  konumundan  uzaklaştırılarak,  ordudan çıkarılan subaylarla  aynı çizgiye gelmişti. 

Artık  III. Ordu  komutanı değildi.  Genelkurmay  başkanı  değildi. Korutürk gibi   diplomatik bir görev de verilmemişti. Yani  Milli Birlik Komitesinin mağdur ettiği çok sayıda generalden biri   konumundaydı. 

Ama, bütün bu kırgınlıklara rağmen yine de  Milli Birlik Komitesi   başkanı  ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel onun Ekrem Alican'ın Yeni Türkiye Partisi'nde yer almasını isteyecekti. Bunun  yerinde olacağını  telkin edecekti. 

Sonuçta   eski III. Ordu komutanı,  eski  genelkurmay başkanı, emekli  orgeneral Ragıp Gümüşpala , Adalet Partisinin önder konumuna geldi. Parti büyük ölçüde Demokrat Parti   kadrolarına ve  tabanına   dayanıyordu. Bu   nedenle Ragıp Paşa, 27 Mayıs kadrolarına karşı bir paratoner işlevi görüyordu.    Cemal Gürsel ile zaman zaman   müfrit Adalet Partililer  nedeniyle ilişkilerinde gerginleşmeler yaşamış olsalar da;  onun Adalet Partisi'nin lideri olmasından memnundu.

RAGIP PAŞA İSMET PAŞA’NIN  YANINDA  YER ALMAK  İSTEMİŞ 

İlginç bir şekilde yakınlarda okuduğum bir yazıda, siyasi parti faaliyetlerinin serbest bırakılması aşamasında kendisi ile  mülakat  yapmaya gelenlere “siyasete girmesi söz konusu olursa herhalde İsmet Paşa'nın yanında olurum”  dediğini okudum.  Bu bana çok şaşırtıcı gelmedi   doğrusu.  

Nedenini  şöyle açıklayabilirim:  Gümüşpala tek parti rejimi ordusunda yetişmiş bir generaldi. Galiçya'da Filistin'de savaşmıştı. İki yıllık bir esaretten sonra milli mücadeleye katılmıştı. Mesleki kariyerininin  önemli bir   kısmı cumhuriyetin kurumsallaşma süreci ile örtüşmüştü. 

Biyografisinden  anlaşılacağı üzere, devlet anlayışının Cemal Gürsel,  Fahri Özdilek ve Cevdet Sunay'dan çok büyük bir farkı olamazdı.   

(İnönü ve Gümüşpala) 

ORDUDA  GERİLİM HATLARI VE TASFİYELER 

Gümüşpala, 27 Mayıs ihtilali  vuku  bulduğunda  üç ordu komutanından biriydi.  Kanımca, gayri hiyerarşik bir ihtilal hareketi  sonunda Gümüşpala’nın komitenin  düşük rütbeli  üyeleri ile çatışması  kaçınılmazdı.  Daha sonra komite kendi içinde de çatışmalar yaşadı. Bu nedenle 27 Mayıs’tan sonra orduda iki tasfiye hareketi yaşandı. 

50’li yıllar boyunca, Ordu'da  üç  gerilim hattının  varlığından söz etmek doğru olur. Birincisi Demokrat Partiye iyice angaje  olmuş,  içlerinde generallerin de   bulunduğu kadrolar vardı.  Bu durum, zaman içinde  derin  bir bölünmeye yol açtı. Örtülü  partizan  subaylar  diyebileceğimiz  bu  kesimden bazıları Demokrat Partiden milletvekili   seçildiler. İkinci  fay hattını ise  iktidarın devrilmesi sürecinde   bitaraf görünen fiilen komitenin yanında yer almamış olanlar  yaratıyordu.  Bu kesime   iktidarı   desteklemeyen  ama  ihtilalcilerin  yanında da yer almayan ,  “seyirciler” adını  verebiliriz. 

Üçüncü gerilim  hattı ise   komitenin içinde ortaya  çıkmıştı.   Komitede Albay ve altı  rütbede uzun süreli askeri idare yanlısı radikaller vardı.  Radikaller İsmet Paşa’ya karşıydılar. Otoriter bir  rejim kurarak   bir  dizi reform  yapmayı planlıyorlardı.  Seçimlerin  hemen yapılmasına ve iktidarın  devredilmesini istemiyorlardı. 

Bu  grup,  bir iç darbe ile iktidarı alabilirdi. Ama  bir darbeyle uzaklaştırılabilirlerdi de. Öyle de oldu. Gürsel-Madanoğlu ittifakıyla  komiteden çıkarıldılar. Siyasi tarihimizde 14’ler olarak anılan radikal grup bu suretle devre dışı kaldı.  Ilımlı kanat   bütün  gerilimlere rağmen  anayasal  düzene ve çok partili siyasal  hayata  dönüş programını  uyguladı. 

Anlaşıldığı gibi, ihtilali yapan kadroların örgütlenme biçimi,  rütbeler arası  farklar, komitenin ordunun geri kalan kısmıyla olan ilişkilerini bozuyordu.  Bu nedenle   halledilmesi gereken pek çok mesele  vardı. 

Bu nedenle, Ordu'da büyük bir tensikata gidildi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk dahil  geniş bir  emekliye sevk  operasyonu  kararı alındı.  Komiteye sadakat sorunu çıkarmayacak yeni ve genç bir askeri hiyerarşi kuruldu. Başına da Cevdet Sunay getirildi. Benzer bir  tensikat İttihat ve Terakki tarafından 1909'da gerçekleştirilmişti. 

Gümüşpala  1960 Ağustosunda  tasfiye edilmek yerine komiteye entegre edilebilirdi.  Bunun neden gerçekleşemeyeceği   hususunda spekülatif bir yazı yazmak mümkündür.  Birinci Ordu komutanı Org. Fahri Özdilek ihtilale katılmıştı.   İkinci Ordu komutanı Org. Suat Kuyaş bir süre tutuklu  kaldıktan sonra tasfiye edilmişti.  Üçüncü Ordu komutanı Org. Ragıp Gümüşpala ise,  Cemal Gürsel faktörü  devreye girdikten sonra ihtilale katıldı.  Milli Birlik Komitesi  yönetimine biat etti. 

 Gümüşpala’nın-kanımca- emekliye sevk edilmesinin asıl nedeni  askeri  yönetimin siyasi kadrosunun (Milli Birlik Komitesi) genişleme riskiydi.   

ADALET PARTİSİNİ KİMLER KURDU?   

Adalet Partisi’nin  kurucular kadrosunda  hemen fark edilen  karma bir yapı vardır. Devrik ve kapatılmış Demokrat Parti ile  ilgisi  olmayan  bir siyasi parti görüntüsü  vermek için.  Adalet Partisi'nin kurucu  genel başkanı Gümüşpaladır.  Diğer önemli  kurucu simalar, Mehmet Yorgancıoğlu,  Doçent Cevdet Perin, emekli Kurmay Albay Kamuran Evliyaoğlu, Profesör Ethem Menemencioğlu’dur.  Adalet Partisi içinde  müfrit partizanlar barındırmasına rağmen partinin seçimi kazanması halinde onu başbakanlığa ataması gayet normaldi. 

GÜMÜŞPALA’NIN ÖNEMLİ ROLÜ 

Gümüşpala emekliye sevk edildikten sonra  kırgın  bir şekilde   İzmir'e gitti.  Paşa, köşesine çekilince devrik demokratların  arka plan kadrosu  ondan yararlanmak istediler.  Tıpkı 12 Eylül’den sonra münfesih Adalet Partisinin 80 öncesi   kadrolarının  Ali Fethi Esener Paşa'dan yararlanmak istemeleri gibi.  Yasaklı sabık başbakan Demirel’in kadroları Büyük Türkiye Partisi olayında Ali Fethi Esener  Paşa’yı   parti   genel başkanlığına seçmişlerdi. 

Kenan Evren  bunu  bir aldatmaca olarak  görmüş, “bir arkadaşımızı başlarına  geçirerek bizi kandırdıklarını  sanıyorlar”  demişti.  Bu tavrı MGK  üyeleriyle birlikte yaptığı  bir açık hava  toplantısında kınamıştı.  Kısa  bir süre sonra Büyük Türkiye Partisi Milli Güvenlik Konseyi  tarafından kapatıldı. MGK’nın 76 sayılı  kararı ile. 

 Gümüşpala’nın Adalet Partisi ise kapatılma sınırından döndü.  1961’de.  MBK  yöneticilerinin sinirlerine dokunan AP’li müfritler  Ragıp Paşa'nın denetimine   bırakıldı.  Zaman zaman gerilimler yaşanmasına rağmen, Adalet Partisi’nin kurulacak olan yeni demokrasinin ana direklerinden biri olması açısından varlığını sürdürmesi gerekiyordu.

 Adalet  Partisinin  1961’de    kapatılmama sebebi  budur. 1983'te ise koşullar farklıydı.  Kenan Evren ve arkadaşları çok partili siyasi hayatı yeni  aktörlerle kurmak istiyorlardı. Sınırlı  sayıda  mutemet  parti  ve siyasetçi  ile  süreci başlatmak  niyetindeydiler. BTP   bu nedenle kapatıldı.  SODEP  ve DYP   bu nedenle  veto edildi. Üç partili ve adayları  veto sürecinden  geçirilmiş  bir seçim oldu  

1983’deki  seçim.   1961’de koşullar   başkaydı.  Gümüşpala ile Cemal Gürsel arasında zaman zaman gerilimler olmasına rağmen Adalet  Partisinin yaşamasına  ihtiyaç vardı. Gelecekti düzen  açısından. Parti sınırda varlığını sürdürdü.Seçimlere girdi. İkinci parti olarak  Meclis’e girdi.  Ragıp  Paşa,  Partinin önderi olarak    yeni demokrasinin kuruluş pazarlıklarında hep vardı. Yuvarlak Masa  toplantılarında vardı. Gümüşpala  AP adına  konuşuyordu. İsmet Paşa CHP.  Ekrem Alican YTP,  Ahmet Oğuz CKMP  adına.  Bir  tarafta Milli Birlik Komitesi ve Devlet Başkanı Gürsel, öbür tarafta siyasi partiler vardı. Gümüşpala,  5 Eylül ve 24 Ekim görüşmelerinde Adalet Partisi'ni temsil etti ve protokolleri  imzaladı.  Bu önemlidir. 

 TBMM  açılıp, anayasal kurumlar çalışmaya  başladıktan sonra  Ragıp Paşa, Türkiye tarihinin ilk koalisyon hükümetinde şahsen  bulunmadı.     CHP-AP   koalisyonunda yerine partinin kurmaylarını görevlendirdi.  Adalet Partisinden  nnlar bakan oldular. Gümüşpala hükümetin dışında kaldı.

Zaten bu koalisyon hükümeti çok uzun ömürlü de olamadı.  Talat Aydemir başkaldırısı ve demokratların affı meselesi  yüzünden koalisyon dağıldı. Bence Gümüşpala'nın   hükümette görev almama nedeni   sadece siyasi  değil  kişisel çekinceleri olmasından dolayıdır.

1963 MAHALLİ İDARELER SEÇİMLERİNİN GETİRDİĞİ  DEĞİŞİKLİKLER 

1963 yerel seçimlerinden sonra  çok açık bir şekilde  şu belli olmuştu: CHP  güç kaybetmeye  devam ediyordu. Karşısındaki  partilerden sadece Adalet  Partisi  güçleniyordu. Yeni Türkiye Partisi  ve  Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi seçmen  nezdinde pek iltifat  görmüyordu. İlk genel  seçimde iktidara gelebilecek parti Adalet Partisi gibi  görünüyordu.

Adalet Partisi’nin  CKMP,  MP ve YTP aleyhine büyümesi,  bu iki partinin milletvekili ve senatörlerinde yeni arayışlara neden olacaktır.  Bu   partilerden CHP ve  Adalet Partisine  geçişler oluyordu. 1961’in olağan üstü  koşullarında   kurulan siyasal partiler düzeni,  mahalli   idareler  seçimleri,   milletvekili  ara seçimleri  ve  senato üçte  bir yerileme seçimleri  neticesinde  yeni bir   düzleme  girmiş  bulunmaktaydı. Siyaset adamları  ve partiler  taşları yeniden dizmek zorundaydılar.  Siyasette yeni  dinamikler  söz konusu olmuştu. 

1964 YILI  SİYASETE  YENİ  NELER  GETİRMİŞTİ? 

1964 yılı  başından Ragıp Gümüşpala’nın ölümüne kadar  olan   süreçte Türkiye’nin siyasal gelişmelerini  kısaca gözden geçirmek  gerekirse,   Ocak başında,  İsmet Paşa’nın  kurduğu üçüncü koalisyon hükümeti 2225 oyla güven oyu alabilmişti.  Bu oldukça  zayıf   bir çoğunluk  demekti.  

 İnönü hükümetini bu kez  bağımsız milletvekillerinin  desteği   ile kurabilmişti.  Meclis’te  siyasal   dalgalanmalar nedeniyle epey  geniş bir  bağımsızlar  topluluğu  oluşmuştu. 

Bu   hükümet, İnönü’nün   cumhuriyetin başından   itibaren  kurduğu 10. Hükümetti. 1965’de   Suat Hayri Ürgüplü  hükümeti  kurulanan kadar  İnönü’nün bu zayıf destekli  hükümeti  görevde kaldı.  

7 HAZİRAN 1964: SENATO  1/3 YENİLEME SEÇİMİ 

Senato 1/3  yenileme seçimleri  yapılmadan   seçim kanunu  değiştirildi.  1961 demokrasisi  kurulurken Millet Meclisi için nispi  temsil,  Cumhuriyet Senatosu  seçimleri için çoğunluk sistemi uygulanması kararı alınmıştı. Seçim kanunları  1961 Kurucu Meclisinden  böyle  çıkmıştı. Ancak bu düzenleme, bir vilayette seçimi  önde bitiren partinin bütün senatörlükleri kazanması anlamına geliyordu. Kanun  değiştirildi.  1966’da bir kez daha  değiştirilecek. 

1964 ilk üçte bir yenileme seçimlerinde nispi temsil,  1966 senato yenileme seçimlerindeyse milli bakiye sistemi uygulandı.  Bu sayede Fatma Hikmet İşmen  TİP’ten Kocaeli senatörü seçilebildi.  Senato seçimleri 26 ilde 7 Haziran  tarihinde  yapıldı.  Gümüşpala’nın  vefatından hemen  sonra.  Bu seçimler  sonucunda Adalet Partisi 31, Cumhuriyet Halk Partisi 19 senatörlük kazandı.  Bir aday da bağımsız Senatör olarak senatoya girmeyi  başardı. 


KIBRIS MESELESİ   İNÖNÜ’YÜ VAZGEÇİLMEZ  BAŞBAKAN  KONUMUNA GETİRİYOR 

Kıbrıs meselesi dolayısıyla ABD-Türkiye  ilişkileri  gerginleşmişti.  İnönü'nün meşhur demeci ABD’de  Türkiye’nin   Batı  ittifakına sadakati konusunda   tedirginlik yarattı. Başkan Johnson İnönü'yü   aslında 1962'den beri tanıyordu. 1962 yazında  Başkan Yardımcısı  olarak Türkiye’ye gelmişti.  İnönü başbakandı.  Johnson sadece Ankara'yı ziyaret etmemiş,  başka Ortadoğu  ve Doğu  Akdeniz  ülkelerine de gitmişti.  Başkan John F. Kennedy   22 Kasım 1963’te Dallas’ta öldürüldü. Hala  tam manasıyla  çözülememiş   bir  suikast  neticesinde.  Türkiye'yi Kennedy’nin   cenazesinde Başbakan İsmet İnönü temsil etti. 

Cumhurbaşkanının  gitmesi  daha  uygun olurdu  ama Cemal Gürsel'in sağlığı epeydir   hiç iyi değildi. Kurucu Meclisin  açıldığı  günlerden  beri rahatsızdı.  Kısmi felç geçirmişti. 

İnönü daha önce hiç Amerika'ya gitmemişti.  Kennedy’nin cenazesi ilk ABD ziyaretinin   nedeni  oldu.  Johnson   başkanlık     mevkiine  geçtikten sonra bu ilk   görüşmeleri  olacaktı.  Bu  görüşmenin  bir taziye görüşmesi ötesinde bir mahiyeti olduğunu tahmin etmiyorum.

 Bu arada, ABD Türkiye'nin  Kuzey Atlantik  İttifakından  özerk bir  Kıbrıs politikası  belirlemesinden   hiç hoşnut değildi. 

Kıbrıs Türklerinin  EOKA    tarafından   katledilmesi  ABD’yi  pek ilgilendirmemişti.  O sıralarda Kanlı Noel olayı   gerçekleşmişti.  ABD açısından  olay,  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin  bir iç güvenlik   meselesi idi. Türkiye bu   işe  müdahil olmamalı idi. 

İSMET  PAŞA’NIN  DEMECİ – BAŞKAN JOHNSON’UN MEKTUBU 

 Neticede, İnönü’nün 5 Nisan 1964  demeci olayı patladı. Başbakan İnönü Time dergisine verdiği demeçte  şöyle diyordu: “müttefiklerimiz tutumlarını değiştirmezlerse Batı ittifakı yıkılabilir yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye'de bu dünyada yerini bulur.” Bu açıklama, ABD  politikalarına  bir meydan okumaydı. Daha açık bir ifade  ile,  Türkiye gerekirse NATO’dan  çıkabilir anlamına geliyordu.  Gerçi daha sonraki aylarda İsmet Paşa, ABD politikasını iyice yumuşatmış olsa da bu çok ciddi bir çıkıştı.   

Bu demeç yayınladığı  anda,  ABD ‘de iktidar çevreleri  Böylesine  milliyetçi bir başbakanın  sorunlar yaratacağını  anlamış  ve alternatif birilerini aramaya başlamış olmalıdırlar.

Bu alternatif, 27  Mayıs  kırgınlıkları nedeniyle liberal görülen yaşlı emekli bir  orgeneral olamazdı.  Yeni  isim, ABD politikaları ile uyumlu genç dinamik bir aktör olmalıydı. Bunun kim olduğunu  biliyoruz:  Yüksek İnşaat Mühendisi Süleyman Demirel.

Bir süre  sonra Johnson Mektubu  olayı kamuoyunun  gündemine bomba gibi  düştü. Mektubun tam içeriği yıllar sonra açıklanacaktı. Hürriyet gazetesinde.  Başkan Johnson   mektupta  özetle Türkiye'nin NATO ittifakının bir üyesi olarak kendisine verilen silahlarla Kıbrıs'a müdahalede bulunamayacağından söz ediyordu.

Mektup,  1946'da İstanbul Limanında büyük bir hayranlıkla karşılanan  Missouri Uçak Gemisinden ve Kore'deki anti komünist ittifaktan sonra biz Türkler açısından epey şok edici oldu. ABD’nin  tutumu büyük  hayal   kırıklığı  yarattı  Demokrat Parti  iktidarı  boyunca  devam eden Türkiye övgüsü sona ermiş, ülkemiz ABD başkanı tarafından azarlanmıştı.  Türkiye ABD ilişkilerinde  bir daha  50’lerin  başındaki gibi yakınlaşma mümkün olmayacaktı. ABD’nin Türkiye’yi dize getirmek için 1974'ten sonra  uyguladığı  silah ambargosu  ilişkilerin  büsbütün soğumasına   neden olacaktı. 

 Johnson mektubu, Türk kamuoyunda tepki ile karşılandı. İnönü’nün  tutumu karşısında Başkan Johnson  durumu    düzeltmek ihtiyacı  duydu.  Bir çeşit  “maksadımı aşan  bir şekilde  anlaşıldım”  tavrı idi  bu. Türkiye başbakanını ABD'ye davet etti. Başkanlık özel uçağını  göndererek    misafirini aldırdı.  Tarih.  22 Haziran 1964.

GÜMÜŞPALA NEDEN  BAŞBAKAN OLMADI 

Gümüşpala’nın  AP  başkanı olduğu dönemde İsmet  Paşa hep  başbakanlık korumunda olmuştur.  İnönü, biri Adalet Partisi ile olmak üzere üç koalisyon hükümeti kurmuştu.

 1963 sonunda, İnönü   Kennedy’nin cenazesine  katılmaya gittiğinde  koalisyon  ortakları  hükümetten çekilmişlerdi. 1964 başında CHP dışındaki partiler Ragıp Gümüşpala başkanlığında bir araya gelerek bir hükümet kurabilirlerdi. 

Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hükümeti kurma görevini Gümüşpala’ya  verdi  de.   Ancak Gümüşpala görüşmelerden sonra görevi  iade etti.  Oysa ki AP mahalli idareler seçimlerinden başarı  ile çıkmıştı. 

CHP  dışındaki partilerin hükümet kurmak konusunda çekingenliğinin nedeni Kıbrıs sorununda  geriliminin artmasıydı.  Kanımca uluslararası konjonktürün gergin olduğu bir ortamda Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasi partiler sorumluluk almak istememişler, Türkiye'yi yönetme görevi gene İsmet Paşa'nın  omuzlarında kalmıştı.

İKİ ÖNEMLİ  KONU: TALAT  AYDEMİR BAŞKALDIRILARI  VE DEMOKRATLARIN  AFFI   MESELESİ 

 İnönü'nün başbakanlığı döneminde iki Talat Aydemir başkaldırısı oldu:  1962-1963.  Diğer   önemli  konu Yassıada Yüksek Adalet Divanı mahkumlarının affı meselesiydi.   Suiistimalci sağ tarih yorumlarının iddialarının tersine İnönü   mahkumlarının affı konusunda daima samimi girişimlerde bulunmuştur.  Ancak konjonktür müsait değildi.  Af  karşıtı güçlü bir cephe vardı. Demokrat Parti'nin yeniden canlanması anlamına gelecek her türlü girişime karşı idiler. Demirel’in  tek başına  iktidara geldikten sonra  bile yapamadığını İnönü  zayıf koalisyonlarla  hiç  yapamazdı. 

Celal Bayar'ın sağlık gerekçesiyle tahliye edilmesi girişimi bile tepkiyle karşılanmış, şiddet olaylarına neden olmuştu. 1965'te parlamentoya giren Türkiye İşçi Partisi bile siyasi hakların iadesi kanun teklifine olumsuz oy vermişti.  Demokrat Parti iktidarının bıraktığı tepki mirasını anlamak bakımından  TİP’in tutumu  anlamlıdır.  

BENİ KUŞKUYA DÜŞÜREN NOKTA: JOHNSON MEKTUBU  GÜMÜŞPALA’NIN  ÖLÜMÜNE TESADÜF ETMİŞTİ 

1961 Şubat'ından beri Adalet Partisi'nin genel başkanı olan Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala,  Ortaköy Lido Otelinde-6 Haziran 1964 günü-vefat etti.  Lido Oteli 60’lar İstanbulunda önemli  bir  dinlenme ve konaklama  mekanıydı.   Reina’nın olduğu  yerdeydi. 

AP Genel  başkanı   İstanbul’a,  seçim  gezilerinin  son durağı olarak gelmişti.  Gümüşpala’nın hayata  veda ettiği gün, Başkan Johnson’un  mektubunun  iletildiği gündü. 


(Ortaköy Lido Reina’nın olduğu  yerde idi. Resimdeki havuzlu Otel)  

Bu zamansal  örtüşme, benim yakın zamanlara kadar Gümüşpala’nın  ölümüyle Amerikan istihbarat örgütünün Dünya ölçeğinde uyguladığı senaryolardan birinin Türkiye  siyasetinde  devreye sokulduğu gibi bir intiba edinmeme  yol açmıştır. Kafamda  iki olay  arasındaki  şöyle bir bağlantı   kuruyordum.   ABD'nin bu işte kesin dahli var diye düşünüyordum.   

Müsaadenizle   niye böyle düşündüğümü  açıklamak  isterim. 

 1950'de Ordu'da  İnönü devrinden  kalma  kadrolardan  memnun olmayan ABD'nin,  DP iktidarı ile birlikte,  Abdurrahman Nafiz Gürman  ekibine  yönelik  bir tasfiye operasyonu yaptığını düşünüyordum. Bu defa da iktidara gelmesi muhtemel partinin yönetimine ilişkin bir operasyon yapıldığından   kuşkuluydum.  1950’de Gürman gitmiş,  yerine Yamut’un Amerikancı ekibi getirilmişti. Orduda   tek parti devri erkanı harbiyesi  tasfiye edilmiş,  yerine NATO’cu bir ekip getirilmişti. 

 Gümüşpala’nın  ani  ölümünü  de  benzer bir operasyon olarak  yorumluyordum. Malum ABD böyle  şeyler yapabilir.  Mahalli  idareler seçim sonuçları   yakın gelecekte iktidar  değişikliğini zaten   gösteriyordu. İnönü’ye alternatif sağ bir partinin iktidara geleceği aşağı yukarı kesin  görünüyordu.  Bu parti  Adalet Partisi idi.  Ama, parti önderliği aynı   kalacak mıydı?   Sorun burada  idi. 

ABD'ye göre. partinin önderi yaşlı bir  emekli  orgeneral  olamazdı. Gümüşpala,  siyasi profil olarak ABD beklentilerini karşılayabilecek biri değildi.  Bu nedenle kalp krizi süsü verilmiş bir CIA  operasyonu kuşkusunu hep  duymuşumdur. Ama bu yazıyı  yazarken  başvurduğum kaynaklar böyle olmadığını -yanıldığımı-gösteriyor. 

GÜMÜŞPALA’NIN ÖLÜMÜ ÜZERİNE  YANLIŞ DÜŞÜNCELERİM 

Gümüşpala 1897 doğumluydu. Emekli bir general olarak 1963 Kasımında  yapılan mahalli idareler seçimlerinde epey yorulmuştu. Parti  seçimlerden başarı  ile çıkmıştı.  1964  üçte bir Senato yenileme seçimlerinden parti lideri olarak çok seyahat etmişti. Ülkeyi neredeyse baştan başa seçim  faaliyetleri nedeniyle turlamıştı. 

Epey yorucu bir programı olmuştu. Seçim yapılacak illerde toplantılara bizzat katılmış konuşmalar yapmıştı.

 1963 Kasımında yapılan mahalli idareler seçimlerinde  partinin başarılı olması onu daha büyük bir heyecanla Senato ara seçimlerinde şevkle çalışmaya  sevk etmişti.

Mahalli idareler seçimleri sonrasında  kalp krizi geçirmiş ve tedavi edilmişti. Daha önce de kalp  spazmları geçirmiş.   Senato üçte bir yenileme seçimleri nedeniyle,  16 Mayıs'tan itibaren Artvin'den başlayarak seçim yapılacak bütün vilayetleri dolaşmıştı. Tabii ki böyle bir tempo, kalp krizi geçirmiş biri açısından büyük risk almaktı. En son durak İstanbuldu. 95 yaşındaki annesini ziyaret etmişti ölümünden bir gün önce. 

 Gümüşpala’nın  ölümünün safahatını şöyle özetlemek mümkün:  Ragıp Paşa, 6 Haziran günü 01.30'da doktorlar  yanında iken  vefat etmiş. Ben  ölü bulundu  sanıyordum doğrusu.  Seçim seyahatleri sırasında kendisine refakat eden bir doktor varmış:  Ankara Senatörü Prof.Dr.  Celal Ertuğ.  Ertuğ’un evi zaten  Bebek’te  imiş. 

Ragıp Paşa fenalaşınca Celal  Ertuğ ve  arkadan Ekrem Şerif Egeli de  çağrılmış. İki doktor Ragıp Paşa'ya müdahale etmişler.  Eski yaveri-belki de  adaylardan biri -Sabit Ünsal'ın verdiği bilgilere göre,  Gümüşpala annesini ziyaretinin ertesi gün fenalaşmış;  doktorlar yetişmişler. saat 11.00'den itibaren Şifa Yurdundan oksijen çadırı  getirilmiş.  Şifa Yurdu, şimdilerde Alarko  Holding’in kullandığı Zekiye Sultan’dan kalma arazi üzerine yapılmış Dr. Asım Onur ailesine ait ünlü bir özel hastane idi.  Gümüşpala’ya  müdahaleye devam edilmiş; sonuç  alınamamış.   Müdahalelere  rağmen Paşa  hayatını  kaybetmiş. Yani olay sandığım gibi cereyan etmemiş.   Paşa, siyaset heyecanı ile, konuşmalar yaparak Diyarbakır'dan  İstanbul'a kadar uzun bir araba seyahati  ile gelmiş.

Daha önce geçirmiş olduğu kalp krizleri ve  uzun seyahatlerin  verdiği   bedeni yorgunluk bence olayı açıklıyor. Yaşlı  bedeni bu yorgunluğa dayanamıyor. 

Paşa’nın vefatını, ABD’nin Ortadoğu Planlarında  daha rahat çalışabileceği bir politikacıyı öne çıkarmak için yapmış olduğu bir operasyon olarak düşünmüştüm.  Doğru değilmiş. 

GÜMÜŞPALA  SİYASETİ  BAŞGİL’DEN DAHA İYİ  OKUMUŞTU

Gümüşpala, çok partili siyasi  hayata geçişin   koşullarını gayet gerçekçi bir şekilde okumuştu. Benim düşüncem budur.   Mesela  Ord. Prof . Ali Fuat Başgil Hoca ile karşılaştırıldığında.  Önderi  olduğu parti  Kurucu Mecliste yoktu. Parti anayasal  düzenin  kurulmasına katkıda bulunmamıştı. 

Yaşadığı asıl sıkıntılı dönem, elbette   Yuvarlak Masa Toplantılarının yapıldığı  dönemdir. (Temmuz-Ekim 1961) Parti  içinden ve dışından gelen baskılara  rağmen (Başgil-Yorgancıoğlu  çevresi)  24 Ekim protokolüne  sadık  kalarak  yeni rejimin önünü açmıştır.  

Gümüşpala,  yeni rejime yönelik  provokasyonlara  karşı İsmet Paşa  faktörünün  ne denli önemli olduğunu  biliyordu. Ragıp  Paşa,  Adalet Partisi’nin  genel başkanı  olarak elbette İnönü’nün siyasi   hasmı idi.  Ama onun    kimliğinde bir muhalefetin varlığı  siyasi çatışmanın varabileceği çizginin  daima  biraz gerisinde  kalmasına  imkan sağlıyordu. Yeni rejimin ikili  sigortası onlardı: İnönü ve Gümüşpala. 

BİR SİYASET   ADAMI OLARAK  GÜMÜŞPALA 

60’ların Akis Dergisinde, Gümüşpala’yı siyasete giren diğer generallerle karşılaştıran bir yazı  gördüm. Yazı   küçümseyici  bir dille  kaleme  alınmış, Ragıp Paşa’nın  siyasete girişi Mareşal Fevzi Çakmak’ın  Demokrat Parti çevresi tarafından siyasete çekilmesine benzetilmiş.  Ben aynı kanaatta değilim. Kanımca ancak şekli bir benzerlik  kurabilir  bu iki  olay arasında.  Mareşal’in  muhalefet saflarına katılması,  Demirel-Sunay ikilisi tarafından Genelkurmay başkanlığından alınan Cemal Tural'ın Millet Partisi macerasına benzetilebilir. 

Siyasete  atılmış diğer   generallerle karşılaştırmak   gerekirse,  1983’de Kenan Evren ve MGK  tarafından iktidara mahkumiyet planı çerçevesinde desteklenen Org.  Turgut Sunalp’in MDP’si  tam bir  fiyasko ile  sonuçlanmıştı. Ondan önce, başka benzer başka bir olay da Emekli Orgeneral Ali Fethi Esener'in büyük Türkiye Partisi genel başkanlığıdır.   BTP,  40 gün siyasi faaliyette bulunmuş ve Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kapatılmıştır.

Esener’in BTP  liderliğini- siyasi işlev açısından  değerlendirildiğinde- Gümüşpala’nın Adalet Partisi liderliğine   daha fazla yaklaştırabiliriz.  Bu örnekler topluca değerlendirildiğinde başlangıçtaki tecrübesizliğine  rağmen parti önderliği performansı açısından en başarılı emekli  general siyasetçi Ragıp Gümüşpala’dır diyebilirim.

Emekliye sevk edildikten sonra, İnönü'nün yanında siyasete girmeyi düşünen Ragıp Gümüşpala,  Adalet Partisine genel başkan olduktan sonra İnönü'nün en ciddi rakibi olmuştur.

 Eğer ömrü vefa etseydi 1965 seçimlerini yine Adalet Partisi kazanabilirdi.  En azından birinci parti olarak CHP karşıtı  bir koalisyonun başında başbakan olarak Gümüşpala’yı  görebilirdik. 

Eğer böyle olsaydı; 1961 demokrasisi,  seçim kazanmış bir emekli Orgeneral Parti önderi görmüş olurdu.1965 seçimleri sonrasında  başbakan Demirel değil  Gümüşpala olabilirdi.