Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Hollanda Konsolosluğu’nda bir toplantı

4  Ekim  Cuma akşamı    Hollanda Başkonsolosluğunda düzenlenen   bir toplantıya  davet edildim.   Toplantı  bir kitap tanıtım  paneliydi.  Etkinlik Türkiye Spinoza çevresinin  duayeni  Cemal  Bali Akal  hocanın yayınladığı son  kitabın tanıtımı  münasebetiyle    düzenlenmişti. Kitabı Zoe  yayınları  çıkarmış.  Künyesi şöyle: Cemal Bali Akal,  Sonsuzluğun Portresi:   Spinoza ve  17. Yüzyıl Hollanda Resmi.

Toplantının düzenlendiği yer  çok anlamlı. Hollanda’nın İstanbul  Başkonsolosluğunun  bahçesindeki Union Church of İstanbul.   Bu kilise bir şapel.  Epey   zaman önce inşa edilmiş  ve ibadete açık.  Düzenli olarak  Pazar ayinleri  yapılıyor. Oturduğumuz sıralarda  Türkçe ve İngilizce  inciller vardı ibadete   gelenler için. 

Başkonsolos  bir açış  konuşması  yaptı. İngilizcesi bana  uzun süre   ABD’de   kalmış  olabileceğini düşündürdü.   

Cemal Bali  Hoca  en son konuştu. Biraz rahatsızdı. İlginç bir  misafir Arjantin’den gelmişti: Diego Tatian. Tatian, Cordoba Üniversitesinde öğretim üyesi. Ataları  Adana Kozan’dan  oralara  göç etmişler; anlayacağınız  Tatian’ın   kökeni  Kilikya Krallığına dayanıyor bile olabilir. Cordoba Spinoza Çalışmaları Grubununun da kurucusu. Cemal Bali  hocayla hukukunun  epey eski olduğu anlaşılıyor. Diego’nin  davet edilmiş olması,  hoş  bir hava kattı toplantıya. 

Panelde  resim  sanatı üzerine  bazı  şeyler de öğrendim: Resimde enstalasyon ve ışık gibi.  

BAŞKONSOLOSLUK   BAHÇESİNDEKİ ŞAPEL

Union Church Şapel’i 1667’de  Hollanda elçisi  olarak  İstanbul’a gelen  Justinus  Colyer’in satın aldığı arazinin içindedir. Kilisenin 1866’dan beri kullandığı  sıfat  şöyle:   “The Evangelical Union Church  of Pera”  cemaatin  şu anda  141 üyesi  bulunuyor. 

Turan Akıncı’nın Hollanda Elçilik Sarayı yazısından  öğrendiğime göre, Saray,  Mimar Giovanni Berbarini  tarafından 1859’da yapılmış. Elçilik    1944’te Ankara’ya   taşınınca İstanbul’daki saray  başkonsolosluğa dönüştürülmüş. 

Şapel’in Hollanda  Sefaretinin     bahçesinde olması Katolik   dünyaya karşı  Dersaadet’te dinsel   bir sığınak işlevi  görmesi ile  ilgisi var.  Ortodoksluk zaten Doğu Hristiyanlığı. Bu nedenle Batılılar  açısından   ayrı bir Dünya.  Onlar dinde feform ve Papalığın  bir otorite olarak gücünü azaltmanın  peşindeler. 

Şapel, Papanın otoritesini değil,  Havalilerin  sözlerine önem verenlerin  toplandığı  küçük bir  ibaret mekanı. 

(Konsolosluk  bahçesindeki  Şapel) 

HOLLANDALILAR  İSTANBUL’DA 

Artık gücünün sınırına  geldiğini anlayan  Osmanlı  yönetici sınıfı Batı’da geleneksel düşmanlarına  karşı (Habsburg monarşisi, Kutsal Roma -Cermen imparatorluğu) ittifak yapabileceği   ülkeler arayışına  girmiştir. Hollanda  ve İngiltere gibi.  Hollanda o tarihlerde bir konfederasyon. 

17. yüzyıl Hollandası,  İspanya, Fransa ve Habsburg monarşisi karşısında İngiltere’nin  durumuna  benzer. Deniz aşırı  ticaret ve servet birikimi çabası ilk göze çarpan şeydir.  Katolik  kurumlara karşı  güvensizlik  ve onlardan özerk  yapılar   oluşturma, alternatif   kilise cemaatleri kurma girişimleri dikkat çeker. 

Hollandalıların ilk diplomatik misyonunun  ülkemize gelişi  bu Altın Çağa    tesadüf eder. Bu  anlamlıdır.  Onlar da , Venedikliler, Fransızlar gibi Pera’da   kalıcı   bir mekan  edinmek istemiş,  kendilerine bir yer bulmuşlar  ve zaman içinde  günümüzde Hollanda  Sarayı  diye bilinen binayı inşa etmişlerdir. 

HOLLANDA  SEFARETİNİN  KURULUŞU 

Hollandalılar’ın   ülkemize gönderdikleri  ilk  misyon Cornelius Haga başkanlığında  gelmişti.   1612 yılında.     Sultan  I. Ahmet’in saltanatı  devrine  tesadüf ediyor bu ziyaret.  Dönemi anlamak  açısından  birkaç hatırlatma yapalım dilerseniz:   Sultanahmet Camii’ni   yaptıran ve Fatih Kanunnamesindeki  nizamı  alem için   “kardeş katline”   cevaz veren  hükmü kaldırıp  “ekber ve erşed evlat”  kuralını  getiren ve genç yaşta ölen  sultan. Hollandalıların Osmanlı  mülküne gelişinden Venedik ve Fransız elçileri rahatsız olmuşlar;  Avrupa’daki siyasi ve   dini statükoyu bozma ihtimallerinden dolayı. 

Sadrazam Halil Paşa,  Hollandalıları, İspanya ve  Habsburg  Avusturyasına  karşı potansiyel   müttefik olarak  görmüş olmalı ki  heyete yakın  davranmış, yerleşik  bir sefarete  dönüşmesine imkan sağlamış.  “irade-i  seniye” nin çıkması  için elinden  geleni yapmış. Misyon erken döneminde daha ziyade  ticaretin arttırılması, korsanların eline düşerek İstanbul  esir pazarlarında satılmış Hollandalıları  kurtarmak  ile ilgilenmiş. 

HOLLANDA’NIN   ALTIN ÇAĞI  NEDİR? 

Düşünce ve sanat alanında   bir dönemi tanımlamak için kullanılan  Hollanda Altın Çağı ifadesi Avrupa tarihinde yaşanan  önemli bir  dönüşüm süreci ile örtüşür. Bu  dönüşüm  salt toplumsal,  ekonomik değil  aynı zamanda  siyasi ve dinsel  düşünce alanında gerçekleşmiştir. Demografik,   siyasi, iktisadi ve fikri  altyapısı vardır.  

Bu  noktada, bütün bu  gelişmeleri  tetikleyici  birkaç  etmenden söz etmek  doğru olur:   Anvers’in İspanya’nın eline geçmesi ile, zengin  Protestan  tüccarlar Kuzey Hollanda’ya  göç  etmeye başladılar.   Temel neden din idi.  Bununla eş zamanlı  olarak Engizisyondan kaçan  Sefarad Yahudileri  ile   Fransa’dan  kaçan Protestan Huguenotlerin  de sığındığı bir ülke oldu  Hollanda. 

Hollandalılar  17. yüzyıl boyunca, Kuzey Amerika ve Doğu Hindistan’da koloniler kurdular. Köle ticaretinden  muazzam  servet  sahibi olan tüccarlar oldu. 

O dönemde, Amsterdam limanına kayıtlı   binlerce ticaret  gemisinin var olduğuna burada  değinmek gerekir. Hollanda  Altın Çağının demografik, maddi ve manevi altyapısını böyle  tanımlamak   mümkündür. 

AMSTERDAM’DA BİR DÜŞÜNÜR: SPİNOZA 

Rembrandt   “Gece Bekçisi” tablosunu tamamladığında  Baruch Spinoza (1632-1677) Amsterdam’da 10 yaşında   bir çocuktu. Belki  de resmin  yapıldığı   atölyenin  önünde geçmişti. 

Ressamların   günlük hayatı tasvir eden tabloları Felemenk burjuvazisinin  beğenilerini toplarken,  aynı yıllarda  Amsterdam’da Portekiz Yahudi cemaatinde  büyümüş olan Spinoza, cemaatinden farklı şeyler  düşünüyordu.  Tanrı, yaratılış ve  insan üzerine. 

Spinoza   Tanrı’nın  dinler tarafından  ödül ve  ceza veren  (insani özellikleri olan)    bir  varlık olarak  tasarlandığını düşünüyordu.  Ona göre böyle bir  Tanrı olamazdı. 

Bu  nedenle,  bölünme ve siyasi dönüşümlerin ortasında,   egemen din  ve düşünce paradigmaları   ile  çatışmaya düştü.  Daha doğrusu,   söyledikleri ve  yazdıkları ile    hem  Yahudilerin  hem de Hristiyanların   tepkisini çekti. 

Spinoza’nın  babası Amsterdam  Sinagogu ve Yahudi okulunun yöneticisi  olan bir tüccardı. 

 Zaman, mekan ve varoluşun Tanrının   kendini belli etme  biçimleri  (sıfatı)  olduğunu düşünen Spinoza,  1655’te cemaati  tarafından Tanrıyı  inkar etmek  ve  Tevratı küçük düşürmekle   suçlandı. Kalvinist Kilise Konseyi  ve Amsterdam Yahudi   cemaati   tarafından  dışlandı. Aforoz edildi. 

(Samuel Hirszenberg, Spinoza’nın   Yahudi cemaatinden  kovuluşu, 1907)

Spinoza  düşünceleri nedeniyle  Amsterdam’da dışlanırken, Rembrandt, Johannes Vermeer   gibi ressamlar  yaşanan hayatın renklerini,  ışık ve gölgeyi   ustalıkla  kullanarak  yansıtıyorlardı.  

1652’den itibaren  mercek yontma  işiyle  meşgul olarak   hayatını  kazanmaya başladı. Amsterdam’dan uzaklaştı. (1661)  Rijnsburg da yaşadı. Etika’yı yazdı. Günümüzde yaşadığı ev bir  müzedir. 

Bütün  bu  olgular-bana göre-   17. Yüzyılda artık iyice belirginleşen  Aydınlanmanın   doğuş ve yükseliş   sancılarıydı. 

RESİM  SANATINDA  BAĞLAM  DEĞİŞİKLİĞİ 

Bu aynı zamanda resim sanatında  büyük bir patlamanın   yaşandığı  bir çağdır.    Bu döneme kadar   Avrupa’da resim ve  heykel, Tevrat ve İncil’de anılan    kişi ve olayları ele almaktaydı. 

17. yüzyıldan  itibaren, günlük hayat  ressamların tablolarında en ince   ayrıntılarıyla   yer almaya  başladı. Bu tablolar herkesin teslim  edeceği üzere muhteşem sanat eserleridir. Yaşanan   sıradan, basit  hayat,   ressamların fırçalarında  görkemli sanat  ürünlerine dönüştü. 

Rembrandt ve Vermeer’ir resimlerinde  Hollanda  şehirlerinin  günlük  hayatı sanki   resim  şu anda yaşanıyormuş  gibi  hissedilir.   Gece Devriyesi,  Anatomi Dersi, Pencerenin Önünde Mektup Okuyan  Kadın gibi. 

ALTIN ÇAĞIN  BİR RESSAMI : JOHANNES VERMEER 

Hayatını Delft’de   yaşamış olan Johannes  Vermeer (1632-1675) Kuzey’in  Mona Lisa’sı   diye bilinen  (inci küpeli kız)  tablonun ressamıdır. Vermeer’in  su döken,  süt boşaltan,  mektup okuyan, klavsenin  yanında  oturan  kadınları  vardır  resimlerinde. 

(Bir Vermeer tablosu: dikiş diken kız)

Vermeer,   43 yıllık kısa ömründe geçim  sıkıntıları içinde yaşadı. Cinnet geçirerek hayata  veda ettiğinde  arkasında   11 çocuk,  dul bir eş ve epey borç   bırakmıştı. 17. Yüzyılın en büyük ressamlarından  biri olduğu sonradan anlaşılacaktı.  

BAHÇEDE  KOKTEYL 

Toplantı sonrasında  Konsolosluğun arka bahçesinde  bir resepsiyon verildi.  Herhalde Konsolosluğun   desteği ile. Servis ve  içerik itibariyle   fevkalade not  verdiğim bir kokteyl  oldu. Bahçenin  aydınlatılması  da güzeldi.  Lezzet ustası bir firma ile  çalıştıkları  dolaştırılan  minik sunuşların  tadından  belliydi.   Epeydir  böyle bir etkinliğe katılma  fırsatı  bulamamıştım. İyi  de oldu.  

GECEDEN  KALAN 

Toplantı  boyunca, Spinoza’nın atölyesinde  perdahladığı merceklerden  yansıyan ışığın, Vermeer’in kadınlarının yüzüne vurduğunu gördüm.  Union Şapelinde  farkettiğim bu ışık Spinoza’nın Tanrısının  sonsuzluk ışığıydı.