4 Ekim Cuma akşamı Hollanda Başkonsolosluğunda düzenlenen bir toplantıya davet edildim. Toplantı bir kitap tanıtım paneliydi. Etkinlik Türkiye Spinoza çevresinin duayeni Cemal Bali Akal hocanın yayınladığı son kitabın tanıtımı münasebetiyle düzenlenmişti. Kitabı Zoe yayınları çıkarmış. Künyesi şöyle: Cemal Bali Akal, Sonsuzluğun Portresi: Spinoza ve 17. Yüzyıl Hollanda Resmi.
Toplantının düzenlendiği yer çok anlamlı. Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosluğunun bahçesindeki Union Church of İstanbul. Bu kilise bir şapel. Epey zaman önce inşa edilmiş ve ibadete açık. Düzenli olarak Pazar ayinleri yapılıyor. Oturduğumuz sıralarda Türkçe ve İngilizce inciller vardı ibadete gelenler için.
Başkonsolos bir açış konuşması yaptı. İngilizcesi bana uzun süre ABD’de kalmış olabileceğini düşündürdü.
Cemal Bali Hoca en son konuştu. Biraz rahatsızdı. İlginç bir misafir Arjantin’den gelmişti: Diego Tatian. Tatian, Cordoba Üniversitesinde öğretim üyesi. Ataları Adana Kozan’dan oralara göç etmişler; anlayacağınız Tatian’ın kökeni Kilikya Krallığına dayanıyor bile olabilir. Cordoba Spinoza Çalışmaları Grubununun da kurucusu. Cemal Bali hocayla hukukunun epey eski olduğu anlaşılıyor. Diego’nin davet edilmiş olması, hoş bir hava kattı toplantıya.
Panelde resim sanatı üzerine bazı şeyler de öğrendim: Resimde enstalasyon ve ışık gibi.
BAŞKONSOLOSLUK BAHÇESİNDEKİ ŞAPEL
Union Church Şapel’i 1667’de Hollanda elçisi olarak İstanbul’a gelen Justinus Colyer’in satın aldığı arazinin içindedir. Kilisenin 1866’dan beri kullandığı sıfat şöyle: “The Evangelical Union Church of Pera” cemaatin şu anda 141 üyesi bulunuyor.
Turan Akıncı’nın Hollanda Elçilik Sarayı yazısından öğrendiğime göre, Saray, Mimar Giovanni Berbarini tarafından 1859’da yapılmış. Elçilik 1944’te Ankara’ya taşınınca İstanbul’daki saray başkonsolosluğa dönüştürülmüş.
Şapel’in Hollanda Sefaretinin bahçesinde olması Katolik dünyaya karşı Dersaadet’te dinsel bir sığınak işlevi görmesi ile ilgisi var. Ortodoksluk zaten Doğu Hristiyanlığı. Bu nedenle Batılılar açısından ayrı bir Dünya. Onlar dinde feform ve Papalığın bir otorite olarak gücünü azaltmanın peşindeler.
Şapel, Papanın otoritesini değil, Havalilerin sözlerine önem verenlerin toplandığı küçük bir ibaret mekanı.
(Konsolosluk bahçesindeki Şapel)
HOLLANDALILAR İSTANBUL’DA
Artık gücünün sınırına geldiğini anlayan Osmanlı yönetici sınıfı Batı’da geleneksel düşmanlarına karşı (Habsburg monarşisi, Kutsal Roma -Cermen imparatorluğu) ittifak yapabileceği ülkeler arayışına girmiştir. Hollanda ve İngiltere gibi. Hollanda o tarihlerde bir konfederasyon.
17. yüzyıl Hollandası, İspanya, Fransa ve Habsburg monarşisi karşısında İngiltere’nin durumuna benzer. Deniz aşırı ticaret ve servet birikimi çabası ilk göze çarpan şeydir. Katolik kurumlara karşı güvensizlik ve onlardan özerk yapılar oluşturma, alternatif kilise cemaatleri kurma girişimleri dikkat çeker.
Hollandalıların ilk diplomatik misyonunun ülkemize gelişi bu Altın Çağa tesadüf eder. Bu anlamlıdır. Onlar da , Venedikliler, Fransızlar gibi Pera’da kalıcı bir mekan edinmek istemiş, kendilerine bir yer bulmuşlar ve zaman içinde günümüzde Hollanda Sarayı diye bilinen binayı inşa etmişlerdir.
HOLLANDA SEFARETİNİN KURULUŞU
Hollandalılar’ın ülkemize gönderdikleri ilk misyon Cornelius Haga başkanlığında gelmişti. 1612 yılında. Sultan I. Ahmet’in saltanatı devrine tesadüf ediyor bu ziyaret. Dönemi anlamak açısından birkaç hatırlatma yapalım dilerseniz: Sultanahmet Camii’ni yaptıran ve Fatih Kanunnamesindeki nizamı alem için “kardeş katline” cevaz veren hükmü kaldırıp “ekber ve erşed evlat” kuralını getiren ve genç yaşta ölen sultan. Hollandalıların Osmanlı mülküne gelişinden Venedik ve Fransız elçileri rahatsız olmuşlar; Avrupa’daki siyasi ve dini statükoyu bozma ihtimallerinden dolayı.
Sadrazam Halil Paşa, Hollandalıları, İspanya ve Habsburg Avusturyasına karşı potansiyel müttefik olarak görmüş olmalı ki heyete yakın davranmış, yerleşik bir sefarete dönüşmesine imkan sağlamış. “irade-i seniye” nin çıkması için elinden geleni yapmış. Misyon erken döneminde daha ziyade ticaretin arttırılması, korsanların eline düşerek İstanbul esir pazarlarında satılmış Hollandalıları kurtarmak ile ilgilenmiş.
HOLLANDA’NIN ALTIN ÇAĞI NEDİR?
Düşünce ve sanat alanında bir dönemi tanımlamak için kullanılan Hollanda Altın Çağı ifadesi Avrupa tarihinde yaşanan önemli bir dönüşüm süreci ile örtüşür. Bu dönüşüm salt toplumsal, ekonomik değil aynı zamanda siyasi ve dinsel düşünce alanında gerçekleşmiştir. Demografik, siyasi, iktisadi ve fikri altyapısı vardır.
Bu noktada, bütün bu gelişmeleri tetikleyici birkaç etmenden söz etmek doğru olur: Anvers’in İspanya’nın eline geçmesi ile, zengin Protestan tüccarlar Kuzey Hollanda’ya göç etmeye başladılar. Temel neden din idi. Bununla eş zamanlı olarak Engizisyondan kaçan Sefarad Yahudileri ile Fransa’dan kaçan Protestan Huguenotlerin de sığındığı bir ülke oldu Hollanda.
Hollandalılar 17. yüzyıl boyunca, Kuzey Amerika ve Doğu Hindistan’da koloniler kurdular. Köle ticaretinden muazzam servet sahibi olan tüccarlar oldu.
O dönemde, Amsterdam limanına kayıtlı binlerce ticaret gemisinin var olduğuna burada değinmek gerekir. Hollanda Altın Çağının demografik, maddi ve manevi altyapısını böyle tanımlamak mümkündür.
AMSTERDAM’DA BİR DÜŞÜNÜR: SPİNOZA
Rembrandt “Gece Bekçisi” tablosunu tamamladığında Baruch Spinoza (1632-1677) Amsterdam’da 10 yaşında bir çocuktu. Belki de resmin yapıldığı atölyenin önünde geçmişti.
Ressamların günlük hayatı tasvir eden tabloları Felemenk burjuvazisinin beğenilerini toplarken, aynı yıllarda Amsterdam’da Portekiz Yahudi cemaatinde büyümüş olan Spinoza, cemaatinden farklı şeyler düşünüyordu. Tanrı, yaratılış ve insan üzerine.
Spinoza Tanrı’nın dinler tarafından ödül ve ceza veren (insani özellikleri olan) bir varlık olarak tasarlandığını düşünüyordu. Ona göre böyle bir Tanrı olamazdı.
Bu nedenle, bölünme ve siyasi dönüşümlerin ortasında, egemen din ve düşünce paradigmaları ile çatışmaya düştü. Daha doğrusu, söyledikleri ve yazdıkları ile hem Yahudilerin hem de Hristiyanların tepkisini çekti.
Spinoza’nın babası Amsterdam Sinagogu ve Yahudi okulunun yöneticisi olan bir tüccardı.
Zaman, mekan ve varoluşun Tanrının kendini belli etme biçimleri (sıfatı) olduğunu düşünen Spinoza, 1655’te cemaati tarafından Tanrıyı inkar etmek ve Tevratı küçük düşürmekle suçlandı. Kalvinist Kilise Konseyi ve Amsterdam Yahudi cemaati tarafından dışlandı. Aforoz edildi.
(Samuel Hirszenberg, Spinoza’nın Yahudi cemaatinden kovuluşu, 1907)
Spinoza düşünceleri nedeniyle Amsterdam’da dışlanırken, Rembrandt, Johannes Vermeer gibi ressamlar yaşanan hayatın renklerini, ışık ve gölgeyi ustalıkla kullanarak yansıtıyorlardı.
1652’den itibaren mercek yontma işiyle meşgul olarak hayatını kazanmaya başladı. Amsterdam’dan uzaklaştı. (1661) Rijnsburg da yaşadı. Etika’yı yazdı. Günümüzde yaşadığı ev bir müzedir.
Bütün bu olgular-bana göre- 17. Yüzyılda artık iyice belirginleşen Aydınlanmanın doğuş ve yükseliş sancılarıydı.
RESİM SANATINDA BAĞLAM DEĞİŞİKLİĞİ
Bu aynı zamanda resim sanatında büyük bir patlamanın yaşandığı bir çağdır. Bu döneme kadar Avrupa’da resim ve heykel, Tevrat ve İncil’de anılan kişi ve olayları ele almaktaydı.
17. yüzyıldan itibaren, günlük hayat ressamların tablolarında en ince ayrıntılarıyla yer almaya başladı. Bu tablolar herkesin teslim edeceği üzere muhteşem sanat eserleridir. Yaşanan sıradan, basit hayat, ressamların fırçalarında görkemli sanat ürünlerine dönüştü.
Rembrandt ve Vermeer’ir resimlerinde Hollanda şehirlerinin günlük hayatı sanki resim şu anda yaşanıyormuş gibi hissedilir. Gece Devriyesi, Anatomi Dersi, Pencerenin Önünde Mektup Okuyan Kadın gibi.
ALTIN ÇAĞIN BİR RESSAMI : JOHANNES VERMEER
Hayatını Delft’de yaşamış olan Johannes Vermeer (1632-1675) Kuzey’in Mona Lisa’sı diye bilinen (inci küpeli kız) tablonun ressamıdır. Vermeer’in su döken, süt boşaltan, mektup okuyan, klavsenin yanında oturan kadınları vardır resimlerinde.
(Bir Vermeer tablosu: dikiş diken kız)
Vermeer, 43 yıllık kısa ömründe geçim sıkıntıları içinde yaşadı. Cinnet geçirerek hayata veda ettiğinde arkasında 11 çocuk, dul bir eş ve epey borç bırakmıştı. 17. Yüzyılın en büyük ressamlarından biri olduğu sonradan anlaşılacaktı.
BAHÇEDE KOKTEYL
Toplantı sonrasında Konsolosluğun arka bahçesinde bir resepsiyon verildi. Herhalde Konsolosluğun desteği ile. Servis ve içerik itibariyle fevkalade not verdiğim bir kokteyl oldu. Bahçenin aydınlatılması da güzeldi. Lezzet ustası bir firma ile çalıştıkları dolaştırılan minik sunuşların tadından belliydi. Epeydir böyle bir etkinliğe katılma fırsatı bulamamıştım. İyi de oldu.
GECEDEN KALAN
Toplantı boyunca, Spinoza’nın atölyesinde perdahladığı merceklerden yansıyan ışığın, Vermeer’in kadınlarının yüzüne vurduğunu gördüm. Union Şapelinde farkettiğim bu ışık Spinoza’nın Tanrısının sonsuzluk ışığıydı.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
22 Kasım 2024 Cuma yayın akışı: Bugün TV'de neler var?
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Ankara'nın en beğenilen milletvekilleri belli oldu