İVİ STANGALİ KİMDİ?
İvi Stangali 1964 Kıbrıs olayları sırasında Bakanlar Kurulu kararı ile sınırdışı edilen İstanbul Rumlarından biriydi. Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Resim bölümünden 1949’da mezun olmuştu. Bedri Rahmi Atölyesinde yetişmişti. İvi’nin ailesi Sakız Adası kökenli idi. Üç kuşaktır İstanbul’da yaşayan insanlardı. Türk tebası değildiler. Yunan vatandaşı idiler. Ailenin bir taraftan Fransa bağlantısı vardı. Enişteleri Fransız konsolosluğu kütüphanesinin müdürü idi. İvi’nin annesi sık sık Paris’e giden, Fransız modasını takip eden ve bunu Türkiye’de uygulayan tanınmış bir kadın terzisiydi. İş ortağı da Genco Erkal’ın annesi idi. Birlikte Mısır Apartmanında bir dükkanları vardı. Eşi çok genç bir yaşta ölmüştü. İki kızı vardı. İvi ve Talya. Büyük kızı İvi, 1922 doğumluydu.
RUM KIZI İVİ GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİNDE
Zapyon’da okutulmuştu ve Fransa’da tahsiline devam etmesi düşünülüyordu. Öğretmenleri edebiyat, sanat ve felsefe alanında yetenekli buluyorlardı İvi’yi. Ama o ısrarla ressam olmak istiyordu.
1942’de 20 yaşında Akademiye misafir öğrenci olarak kabul edildi. Akademi Müdürü Zeki Faik İzer onu Bedri Rahmi’ye götürdü. İlk günlerden başlayarak hocasının verdiği ödevleri titizlikle yapan, onun bütün öğütlerini dinleyen, her yerde eskizler yapan, hocasının sözlerini kutsal kitaptan pasajlar gibi defterine kaydeden İvi Stangali, öğrenci olarak sevilen , beğenilen genç bir kadındı.
Sınıf arkadaşı Fikrem Otyam’ın ifadesi ile “sınıfının meseni idi”. Sanıyorum ki, okula başladığında , Türkçesi pek iyi değildi. İstanbul rumlarının Türkçe seviyesinin gerisinde olduğu anlaşılıyor. Aile ortamında Rumca ve Fransızca konuşuluyordu.
Birkaç kız öğrenci dışında resim bölümü erkek öğrencilerden oluşuyordu. Herkesin ondan hoşlandığı, herkesin onunla vakit geçirmek istediğinden hiç kuşku yoktu. Akademinin yüksek bölümünden mezun olduktan sonra bu güzel Rum kızı, ressam olarak bazı iş imkanları buldu. Hocası Bedri Rahmi’nin de desteğiyle.
İVİ’ NİN MARİ’NİN BOŞLUĞUNU DOLDURMASI
Bilirsiniz Bedri Rahmi, akademinin heykel bölümü öğrencilerden Mari Gerekmezyan ile bir ilişki yaşamıştı. Bu ciddi bir aşk ilişkisiydi. Eşi Eren (Ernestine) ile evlliği kopma noktasına gelmişti bu yüzden. İvi nasıl talihsiz bir Rum kızı ise, Mari de öyle bir talihsiz Ermeni kızıydı. Belki Mari için daha talihsizdi bile diyebiliriz. 1913’te Kayseri Talas’ta doğmuştu, 1947’de- 34 yaşında-İstanbul’da veremden öldü. Akademinin heykel bölümünden -Rudolf Belling Atölyesi- birincilikle mezun oldu. Bedri Rahmi’nin “karadutu” aslında Türkiye’nin ilk kadın heykeltraşı idi.
Bedri Rahmi onu tedavi ettirebilmek için çok uğraştı. Resimlerini sattı. Bir taraftan ilişkinin meşruiyeti meselesi vardı. Mari Ermeni cemaaati tarafından kınandı ve dışlandı. Mari’nin ölümü hocayı derinden sarstı.
Mari’nin ölümü, Bedri Rahmi’nin eşi tarafından bağışlanması sonucunu verdi. Bütün kırgınlığına rağmen. Bir de oğulları Mehmet vardı tabii arada. İvi’nin akademiye başladığı yıllarda Bedri Rahmi’nin Mari ile ilişkisi vardı sanırım. Mari’nin ölümünden sonra İvi’nin hocasına daha fazla yaklaştığını tahmin ediyorum. Hoca da öyle. Bence bu ilişki fiziki yönü olmayan bir “romance” idi. Benim kanaatim budur.
İvi’nin hocasına bağlılığı, sevgisi, Eyüboğlu ailesinin her işine koşması, farklı bir Mari olarak kabul edilmesini sağladı. Hatta aileden biri gibi benimsendi. Vergi borç ve makbuzlarının takibinden, Lütfiye Hanım’ın (Sabahattin ve Bedri Rahmi’nin annesi) ilaçlarının temin ve tedavisine kadar her şeyin İvi tarafından takip edildiğini biliyoruz. Narmanlı’daki atölyenin idare sorumluluğu dahil.
Bence İvi de, hocasının kendisine “sınırda kalan ilgisinden hoşnuttu”. Hocası tarafından çok seviliyordu. Ve tamamen özgürdü. Birlikte bir çok yerde çalıştılar. 1958’de Brüksel Fuarında Türk pavyonu için, 1959’da NATO karargahı için mozaik pano yaptılar. Her iki eser de çok ilgi gördü. İvi hep hocasının yanındaydı.
İvi’nin ikame-karadut rolü, aile için sorun teşkil etmedi. Bu arada İvi, bir ressam olarak, akademide ve entelektüel çevrelerde tanınan bilinen biri olmuştu. İvi, Sabahattin Eyüboğlu, Cevat Şakir, Azra Erhat’ın öncülük ettiği Mavi Anadoluculuk ekibine de çok yakındı. Bu ilişkiler sayesinde, Başta Azra Erhat – A. Kadir çevirisi İliyada Destanı olmak üzere, bir çok kitabın kapak ve iç çizimlerinin tasarımını yaptı. Birkaç tane daha ekleyelim. Jack London, Ateş Yakmak, Thomas More, Ütopya, Nevzat Üstün, Cüceler Çarşısı gibi. Bütün bunlardan , 50’lerin sonunda İvi’nin tanınan biri olduğu sonucunu çıkarabiliriz .
İVİ NEDEN YUNAN UYRUKLU İDİ ?
İvi, 1964 sonbaharında kucağında henüz bir yaşında olmayan kızı Maya ile Atina’ya indiğinde Türkiye doğumlu bir Yunan vatandaşı idi. Peki Neden?
Bilindiği gibi, Lozan Barışı, İstanbul’da yerleşik Rumları (etablis) mübadele kapsamı dışında tutmuştu. Bu nedenle İstanbul Rumları Türk vatandaşlığını iktisap ettiler. Ermeniler ve Yahudiler gibi. Hatta Fener Rum Ortodoks Patriğinin bir İstanbullu olması gerekiyordu. Bununla ilgili erken bir kriz , bu koşullara uymayan Konstantin Araboğlu’nun sınırdışı edilmesi ile sonuçlandı.
Mübadele Türk ve Yunan hükümetleri tarafından sıkı bir şekilde uygulandı İstanbul’da yaşayan Yunan tabiyetindeki Rumlarla ilgili ayrıntılı bilgim yok. Onlara ne oldu? Haklarında nasıl bir rejim uygulandı? Ülkelerine dönmüş olmaları gerekirdi. Benim merak ettiğim Venizeloz’un 1930 ziyaretine kadar bu konumda olanlar nasıl bir muamele gördüler? Stangali ailesi nasıl İstanbul’da ikamet etmeye devam etti.
1930’dan sonra yakınlaşma arttı. Türkiye’deki Yunanlılar sorun olmaktan çıktı. Bence aile, Avrupa ile iş bağlantıları olduğundan Yunan uyruklu kalmayı tercih etmiş olabilirler. Bir de şu noktayı hatırlatmakta yarar var. Resmi Türk politikası Türkiye’de yaşayan Rum sayısını çoğaltmak değil asgari düzeyde tutmak düşüncesindeydi. Türk vatandaşlığı ilgili makamlara birkaç evrak ibraz ederek kazanılabilecek bir şey değildi. Bunun da ötesinde, özellikle Fransa’da Türk değil Yunanlı görünmek istemiş olabilirler.
İVİ’NİN DAYISININ YUNAN ORDUSUNDA SAVAŞMIŞ OLMA İHTİMALİ
Ege’de Yunan işgali başladıktan sonra, Adalardan iskan edilmek üzere Rumlar getirilmişti. Cemiyeti Akvama Rum sayısını fazla gösterebilmek için. 1922’de Özerk İyonya hükümeti de ilan edildi. Müttefikler aldırmasa da. Yerli Rumlardan İyonya ve Kidonya tümenleri de vardı işgal ordusunda. Amaç önce Aydın Vilayetinde (şimdiki Ege bölgesi) bir özerk cumhuriyet kurmak. Sonra Cemiyeti Akvamdan referandum isteyip, Yunanistan’a iltihak etmekti. İvi’nin aile kökeni Sakız Adalı olduğuna göre, dayısı belki de Yunan vatandaşı olarak silah altına alınıp , Anadolu’ya gönderilenler arasında olabilir. Şu ihtimal de var: Dayısı Aydın vilayetinde yaşayan Osmanlı tebasından biri de olabilir. Her iki durumda da eli silah tutan bir Rum için hiç de şaşırtıcı bir durum değil.
Çünkü hatırlanacağı üzere, Sakızlılar açısından travmatik bir olay vardır: Sakız İsyanının bastırılma biçimi. Onun için Sakızlı kimliği Osmanlı’ya direnmek demektir. Belki de bu durum, Stangali ailesinin İstanbul’da yaşamasına rağmen Yunan tabiyetinde kalmasının nedeni olabilir.
1964 SINIRDIŞI KARARININ ARKA PLANI
Türk Yunan ilişkilerinin travmatik iki temeli vardır. Birincisi, Anadolu’yu işgal planının “Büyük Felaket” ile sonuçlanması ve nüfus mübadelesi. İkincisi ise , Kıbrıs sorunudur. Türkiye adaya haklı/meşru müdahale hakkını kullandı. EOKA’nın imha etmeye çalıştığı Kıbrıs Türklerini kurtarmak maksadıyla. 1964’te de, 1974’te de.
Bununla birlikte, Türkiye ile Yunanistan arasında 1930 ‘dan 1955’e kadar (6-7 Eylül olayları) çeyrek asırlık bir balayı yaşanmıştı. Bunun nedeni Büyük Atatürk’ün, Venizelos’a uzattığı barış ve dostluk eliydi. 1930’da Yunanistan başbakanı Venizelos Türkiye’ye geldi. Hatta Yunan Başbakanını İsmet Paşa, İstanbul Haydarpaşa Limanında karşıladı. Gerici bazı sitelerde, İnönü ve Venizelos’un eşleri ile birlikte resimleri alaylı bir şekilde kınanır gördüm. Şöyle yazılmış “bunun için mi savaştık” Savaştan sadece sekiz yıl sonra Türkiye’nin barışı kurma başarısını beğenmiyorlar. Lozan’ı beğenmedikleri gibi. Ankara Anlaşması “etablis sorununu” çözdü. İki ulusun uygarca birbirine yakınlaşmasını sağladı. Ve Türk önderlerinin ne kadar ileri görüşlü olduklarını gösterdi.
İkinci Dünya Savaşında Yunanistan Alman faşizmi tarafından ezilmiş, büyük sıkıntılar çekmişti. İki ülke, Kuzey Atlantik İttifakına kabul edildikten sonra ilişkiler daha da yakınlaştı. Kral I. Paul, 1952 Haziranında Türkiye’yi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar da aynı yılın Kasım ayında Yunanistan’ı ziyaret etti.
İnönü de Venizelos’un ziyaretinden sonra, Yunanistan’ı 1931’de ziyaret etmiş ve çok sıcak karşılanmıştı. İlişkilerin bozulması 1955’ten sonradır. O zamandan beri Türk -Yunan ilişkileri zaman zaman düzelmekle birlikte, daima gerilimli bir zeminde yürür.
1930 Ankara Antlaşması, Türk-Yunan ilişkilerinde bir çok sorunu çözerken, İstanbul’da oturan Yunan tabiyetindeki Rumlara uzun süre oturma ve çalışma izni sağlamıştı. İşte İvi’nin ailesi bu izinden yararlanan, oturma ve çalışma izni olan bir aile idi.
Türk tarafının Yunanistana bu jesti ile, Türk vatandaşı etablis Rumlarla, Yunan tabiyetindeki Rumlar fiilen eşitlenmiş oluyordu. Türk hükümeti neredeyse sürekli oturma ve çalışma izni sağlamış oldu. 1950’lerde bir başka jest Patrikhane ile ilgilidir. New York Metropoliti, Lozan Antlaşmasına aykırı bir şekilde Rum Ortodoks Patriği olarak kabul edildi. Oysaki 1925’te Patrik Araboğlu, İstanbul Rumu olmadığı için sınırdışı edilmişti.
Çeyrek asır süren bu balayını bitiren Kıbrıs’ta Türklere yönelik EOKA eylemlerinin başlaması oldu. EOKA, Grivas tarafından kurulmuş, Enosis’i hedefleyen silahlı bir örgüttü. Örgüt, İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra adayı Yunanistan’a ilhak etmek için kurulmuştu. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra EOKA eylemlerini devam ettirdi. Eylemler 1963 Kasımında Kanlı Noel ile zirveye ulaştı.
Cengiz Topel’in uçağının düşürülmesi, işkence ile öldürülmesi, Türkiye’de yaşayan Rumlara yönelik infiale yol açtı. Burada asıl mağdur kuşkusuz İstanbul Rumları oldu. Onlar vatandaşımızdı. Ama sıradan insanlar açısından Rum Rumdu. Yerlisi de Yunan tabiyetinde olan da aynıydı.
TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’DA SİYASİ İSTİKRARSIZLIK
Her iki ülkede de siyasi istikrarsızlık vardı. Türkiye’de 1961 demokrasisi yeni kurulmuştu. İnönü başkanlığında farklı partilerle koalisyon hükümetleri denendi. İnönü, Kennedy’nin cenazesine gittiğinde, koalisyon ortakları YTP ve CKMP hükümetten çekildiler. Başbakanın dönüşünü bile beklemediler. İnönü’nün kurduğu üçüncü koalisyon çok daha zayıf bir hükümet oldu. Bağımsızlar ile kurulan bu hükümet aslında gerçek bir ekseriyete dayanmıyordu. Kıbrıs gerginliğinin çatışmaya dönüşmesi, karşılıklı misillemelerden sonra Türkiye’de yaşayan Yunan vatandaşlarının sınırdışı edilmelerine sıra geldi. Türkiye 1930 anlaşmasını feshetti. Hükümet sınırdışı kararlarını aldı. Bu tarihte İçişleri Bakanı CHP’li Orhan Öztrak idi. Resmi rakam 12.000 olmakla birlikte, Levanten evliliklerle birlikte sayının 30. 000’e yaklaştığı söyleniyor bazı kaynaklarda. Bu, İstanbul’da doğmuş insanların anne babalarının mezarlarını bırakmaları, kökenlerinden sökülüp atılmaları anlamına geliyordu. İvi Stangali gibi.
Yunanistandaki durum da pek iç açıcı değildi. İç savaştan sonra monarşi restore edilmiş, Kral I. Paul sürgünden dönmüş, çok partili hayata yeniden dönülmüştü. Biri muhafazakar öteki liberal iki siyasi hareket başka adlarda yine doğmuşlardı. 20’lerdeki gibi. Paul, 1964’teki ani ölümüne kadar Yunan tahtında kaldı. Ancak 60’larda Yunanistanda olağanüstü bir siyasi istikrarsızlık vardı. Yunan politikasındaki sağ-sol ayrımı Yorgo Papandreu- Konstantin Karamanlis üzerinden devam ediyordu.
Birbirlerini çok yakın oy oranları ile 1963 ve 1964’de iki erken seçim yapılmıştı. Sonunda Yunan solu iktidara geldi. Ama siyasi istikrarı sağlayacak bir çoğunluk söz konusu değildi. Baba Papandreu’nun hükümeti yeni kurduğu evrede Türk-Yunan ilişkilerindeki gerilim tırmandı. Karşılıklı misillemelere dönüştü. Yunan tabiyetindeki Rumların Türkiye’den sınır dışı edilmeleri olayını bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
İVİ’NİN DİLEKÇESİ
İvi’nin başlangıçta çevresinin kendisini kurtacağından emin olduğunu söyleyebilirim. İstanbul Valiliğine yazdığı dilekçe son derece içtendir:
“1922’de İstanbul’da doğdum. Yunan uyrukluyum. Annem babam İstanbul’da doğup İstanbul’da öldüler. Zeynep Maya adında 11 aylık bir kız çocuğum var, kocam yok. Bugüne kadar yüzde 100 Türk olan bir çevrede yaşadım. 1942’den 1949’a kadar İstanbul G. S. Akademisi Resim Bölümü’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesine devam ettim ve o tarihten bugüne kadar hocam Eyüboğlu’nun, gerek yurtiçinde gerek yurtdışında yaptığı büyük ölçüdeki tablo ve mozaik işlerinde asistan olarak çalıştım. Bu yurda bağlılığımı, takriben 10 yıl önce yurttaş olmak üzere gereken resmi müracaatı yapmış olmakla ispat ettiğim kanaatindeyim. Bütün dileğim, Türk vatandaşı olarak, doğup büyüdüğüm bu memlekette kızımla beraber kalmaktır”
Dilekçenin arkasına eklenen destek dilekçesi de küçük çaplı bir “Aydınlar Dilekçesi” olup , imzacıları yeterince açıklayıcıdır. Şadi Çalık, Emin Barın, Ahmet Kudsi Tecer, Yaşar Nabi Nayır, Arif Keskiner, Azra Erhat, Mualla Anheger, Ferzan Baydar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Turan Erol, Devrim Erbil, Bahri Savcı, Sabahattin Eyüboğlu, Yaşar Kemal, Vedat Günyol, Nurullah Berk, Utarit İzgi, Nuşin Asgari, Cevat Dereli, Namık Bayık, Nedim Günsür, Emine Günsür.
Ama tarih bize şunu gösteriyor. Karşılıklı öfkenin hakim olduğu durumlarda ince ayar yapılmaz. Yapılamaz. Bu arada bigünah insanlar arada ezilirler. İvi’nin sınırdışı edilme hikayesi tam da böyle oldu.
BEDRİ RAHMİ’NİN İVİ’Yİ KURTARMA GAYRETLERİ
Bedri Rahmi’nin İvi’yi kurtarmak için İsmet Paşa dahil epey bir kişiyle görüştüğü anlaşılıyor. İsmet Paşa’nın bu konuda tavrının, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali vakalarındaki gibi olduğunu sanırım. Olaya hissiyat dışında “devlet mantığı” ile yaklaşmıştır. Neticede İvi, 1964 Ekiminde kucağında 11 aylık bebeği Maya ile birlikte Atina’ya indi. 20 dolar para ve 20 kg kişisel eşya ile.
Bu arada Maya’nın babası Çetin Altan’ın konu ile ne kadar ilgisi vardı. Yıl 1964 idi. Çocuk 1963’de doğmuştu. Ünlü yazar evlilik dışı çocuğunu gizliyordu. Zaten İvi de Maya’nın babasından bir şey beklemiyordu. Özgür kadın İvi Stangali, eğer şartlar başka türlü gelişseydi kendi soyadını verdiği kızı Maya ile Türkiye’de yaşamaya devam ederdi. 10 yıl önce yaptığı vatandaşlık başvurusu olumlu sonuçlanabilirdi. Evrak önemsenmedi. Savsaklandı. 1964’te tekrar gündeme geldiğinde ise, Kıbrıs meselesi ve karşılıklı misillemeler ortamında politikacılar İvi lehine bir şey yapmak istemediler.
İVİ STANGALİ ATİNA’DA NASIL YAŞADI ?
İvi, Yunanistan’da 35 yıl yaşadı. Kendisine pekala yeni bir hayat kurabilirdi. 10 yıl dükkandan bozma bir mekanda kızı Maya’yı büyütmeye çalıştı. Kızkardeşi dahil, akrabalarının kendisine sahip çıkmadıkları anlaşılıyor. Bunun ötesinde, kendisi, iyi Fransızca konuşan , Akademinin yüksek kısmından mezun bir ressamdı.
Mübadillerin yaşadıklarına benzer sıkıntılar yaşadı. Fransa’ya gidebilirdi. Dinolar (Abidin ve Güzin) Fransa’da idi. Bedri Rahmi, Fransa’daki Türk çevresi ve ressamlar üzerinden kendisi için imkanlar bulabilirdi. Küçük bir kız çocuğu ile-60’lar Atinasında- önemsenmeyen bir deporte olarak yaşamaya devam etti. Kırgın ve küskündü. Bence bu psiko-patolojik bir ruh hali olarak tanımlanabilir. Kendisini ve kızını maddi ve manevi anlamda kurtaracak bir hamle yapamadığı anlaşılıyor.
ESKİ ÇEVRESİ VE AİLESİ NE YAPTI?
10’lar Grubundan yakınlarına gelince, Mustafa Esirkuş, Nedim Günsür, Turan Erol, Orhan Peker, Leyla Gamsız, Mehmet Pesen, Fikret Otyam gibi arkadaşları neler yaptılar acaba? Galile Denizi kitabında üç şiiri ile onu kutsayan İlhan Berk bir şey yapmış olabilirdi mesela?
Bir zamanlar etrafında ilgi halesi yaratan bu insanlar ne kadar temas kurmaya çalıştılar. Doğrusu merak ediyorum. Bence her biri kendi hayat gailesi içinde onu unuttu. Turan Erol ile yazışmaları var örneğin. Bir kısmı sürgün öncesi dönemden kalma mektuplar bunlar. Gözlerinde Öperim başlıklı kitabında yer verdiği. Fransız konsolosluğunda kütüphane müdürü olan eniştesi ve teyzesi belki de Fransa’ya döndüler. Kardeşi Talya 1962’de evlenmiş, anneleri çoktan ölmüştü. İvi, Atina’da yapayalnızdı anladığım kadarıyla.
İVİ’NİN HÜZÜN VERİCİ HAYATI
Bir başka önemli nokta, İvi, hayatının önemli bir kısmında levanten-burjuva bir hayat yaşamıştı. Çok varlıklı bir aile ortamında olmasa da. Türkiye’nin en kalbur üstü insanlarının bulunduğu aydın bir çevrede bulunmuştu. İvi için Atina hayatı her anlamda şiddetli bir gerileme, statü kaybı oldu. İnsani açıdan hayatının son 35 yılı elem verici olmuştur.
Bir de merak ettiğim şey şu, hiç Türkiye’ye gelmek istedi mi? 12 Mart’tan veya 12 Eylül’den sonra gelebilirdi. Siyasi koşullar uygundu. Türk-Yunan ilişkileri zaman zaman kötü seyretse de, olumlu geçtiği dönemler de oldu. Hayatının sonuna doğru bunu yapabilirdi. Ama sanmıyorum. İvi, yaşam enerjisini, kendi melankolisini yeniden üretmek için kullanmış, sürekli umutsuzluk onun hayat tarzı olmuş. Hikayesi benim için hakikaten çok üzüntü verici.
İVİ’NİN SÖNDÜRÜLEN IŞIĞI
İvi’nin bulunduğu ışığını Türk ve Yunan tarafındaki dar görüşlü politikacılar söndürdü. Akademide, Karabaş kahvesinde, sergilerde etrafından ayrılmayan hayranları hepsi zaman içinde onu zihinlerindeki hatıralar dosyasına kaldırdılar. Her şey zamanla soldu. Yitip gitti. İvi herkesin sevdiği bir çiçekti. Sürekli açtığını görüp gülümsediği. Vatandaşı olmasa da vatanı bildiği ülkesinden koparılıp atıldığı için havasız , susuz kaldı. Başka toprağa ekilince, tutmayan çiçekler gibi, boynu büküldü, kurudu, soldu gitti.
KIZI MAYA’NIN BABASINI BULMASI
Maya Stangali’yi önce yanlış yerlerde aradım. Adının Zeynep Maya olması beni yanılttı. Çetin Altan’ın Ahmet ve Mehmet dışında bir de kızı vardır malum. İsmi Zeynep olan. Başka bir anneden olduğu gizlenen bir kız olarak tasavvur ettim önceleri. Gönül Yazar’ın Simavi’den olan kızı Yasemin gibi. Çetin Altan’ın 12 Mart günlerinden kalma bir tahliye resminde arkada görünen kız çocuğunun o olabileceğini düşündüm . Zeynep ile Zeynep Maya Stangali’nin aynı kişi olabileceğini düşündüm bir süre. Okudukça senaryomun yanlışlığını anladım . Durum aydınlandı.
Maya, babasının kim olduğunu annesinin hayatının sonuna doğru öğrenmiş, İvi, 1999’da hayata veda etmeden kısa bir süre önce. Arif Keskiner (Çiçek Arif) üzerinden Çetin Altan’a ulaşılmış, ünlü yazar kızının varlığından haberdar edilmiş, ilginç olan, Çetin Altan’ın “ben onun erkek çocuk olarak hatırlıyorum” demesi. İvi, Maya henüz 11 aylık iken Türkiye’den ayrıldığına göre demek ki Çetin Altan çocuğunun doğumu ile pek ilgili olmamış. Öyle görünüyor.
Maya, Fransızca konuşan, Akademinin yüksek kısmını bitirmiş bir annenin kızı olarak Atina’da tek odalı- 20 metre kare-bir evde büyüdü. Annesi kızını besleyebilmek için çoğu zaman sadece ekmek ile öğünleri geçiştiriyordu. 35 yaşında annesini kaybettiğinde babasının kazada ölen bir şoför olmadığını artık biliyordu.
Sonunda babasını buldu. Kerime Hanım (Ahmet, Mehmet ve Zeynep’in annesi) o tarih itibariye çoktan vefat etmiş bulunuyordu. (1991) Çetin Altan çocuklarına durumu açıkladı. Babasının kapısını ilk kez çaldığında çok iyi karşılandı. Yemekler yenildi. Tatile çıkıldı. Güzel bir kavuşma gibi görüyordu. Daha sonra ne kadar görüştüler bilemiyorum. Maya, 2015’te babası vefat ettiğinde cenazesine gelmiş, kardeşlerinde bu kez bir soğukluk hissetmiş. Bu tavırlarına şaşırmadım doğrusu.Malum terekenin taksimi meselesi var. Maya pekala ben de hakkımı istiyorum diyebilirdi. Ama demedi.
BEDRİ RAHMİ’NİN MEKTUPLARI SERGİSİ
2015’te Hughette Eyüboğlu ve Ruken Kızıler birlikte İş Bankası Kültür yayınlarından bir kitap çıkardılar. Hughette, Bedri Rahmi’nin Kanadalı gelini. Kitabın başlığı “Biz Mektup Yazardık” büyük boyda çok şık bir yayın. Hugette Hanım, Bedri Rahmi’den müdevver mektupları Türk düşünce ve sanat hayatına armağan etmiş oldu. Sayfaları çevirdikçe cumhuriyet seçkinleri gözünüzün önüne geliyor. Daha sonra, İş Sanat, 2019’da bunu bir sergi ile taçlandırdı. Kibele Sanat Galerisinde. Bu kez sürpriz bir konuk da vardı. İvi’nin kızı Maya Stangali.
Maya’nın resimlerini görmüştüm. Tek video kaydı da bu sergide kendisi ile yapılan röportaj. Yüzündeki ifadeyi inceledim. Arif Keskiner (Çiçek Arif) annesi İvi’yi, “güzel bir Rum kızıydı. Modigliani’nin kadınları gibi, uzun boyunlu, sülün gibi bir kızdı” diye tanımlamıştı kitabında. Ben de Maya’da gördüm bu özellikleri.
SOLMAZ KAMURAN HANIM VE MAYA’NIN BİR RESMİ
Solmaz Kamuran Hanım ve Maya’nın birlikte resimlerini gördüm . Biri, Çetin Altan’ın ikinci eşi. Hayatının 1996’dan sonraki döneminde birlikte olmuşlar. Yazar, çevirmen, köşe yazarı ve diş hekimi. Öteki İvi’nin kızı Maya.
Çetin Altan, birinin kocası, öteninin babası ama, resme sinen değişik bir hava var. Biri Kerime Hanım’ın boşluğunu doldurmuş, iyi de olmuş. Bence gayet makul, mantıklı, hatta ünlü yazarı hayatının son döneminde iyi yaşatmış bir evlilik bence. Gene de ikame bir şeyler var. Öteki de 35’inden sonra da olsa babasını nihayet bulmuş olan Maya Stangali.
Ahmet, Mehmet ve Zeynep açısından ise sonradan ortaya çıkanlar. Belki de babalarını sonradan paylaşan Hariciler.
İVİ’DE ANLAYAMADIĞIM ŞEY
İvi’de anlayamadığım şey, Çetin Altanla ilişkisi değil, ondan çocuk sahibi olma isteğidir. Maya, 1963 doğumlu olduğuna göre, 41 yaşındaydı bir evlat sahibi olduğunda. Babasının kim olduğu çok dar bir çevrede biliniyordu.
Çetin Altan, entelektüel çevrelerde çok tanınan okunan bir köşe yazarı idi. Daha sonra TİP listesinden milletvekili oldu. Bu kalemi güçlü evli adamdan bir çocuğu oldu. Ona Zeynep Maya adını verdi. İvi’nin Çetin Altan tercihi üzerine Psikiyatri bilim alanının söyleyeceği şeyler olmalı.
ÇETİN ALTAN’IN YARATTIĞI HAYAL KIRIKLIĞI
80’lerde üniversite öğrencisiydim. Çetin Altan daha önce Akşam ve Milliyette yazmıştı. Taş ve Şeytanın Gör Dediği köşelerinde. O zamanlar Güneş gazetesinde yazıyordu. Her gün vapurla okula giderken İskelenin yanındaki gazete bayiinden mutlaka Güneş alır, okurdum Çetin Altan’ı. Roman ve deneme yazılarını da okudum ünlü yazarın. Düşünce kıvraklığı, söz bilgisi ustalığı etkileyiciydi. Sonra devirler değişti. O da değişti. Bunun üzerine yazacak değilim elbette burada. Fakat benim için önemli olan gençliğimde yazılarını okuduğum, düşüncelerine katıldığım bir yazarın çocuğunun varlığından, nerede nasıl yaşadığından bihaber olmasıydı.
35 yıl onlarla temas kurmaması, onları merak etmemesi, hayatları ile ilgili hiçbir girişimde bulunmaması; İşte beni hayal kırıklığına uğratan buydu.
Çok Okunanlar
Arda Güler ilk 11'de olacak mı? Atalanta - Real Madrid maçı bu akşam saat kaçta?
Türkiye'nin en lezzetli yemeği belli oldu
2024 yılında Türkiye’de en çok arananlar belli oldu!
Fenerbahçe - Athletic Bilbao maçı ne zaman? Saat kaçta?
BEDAŞ 11 Aralık'ta İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Özlem Cankurtaran kimdir?
'Batı Kürdistan' kimin olacak? - I
Günlük burç yorumu: 11 Aralık Çarşamba günü hangi burçlar için güzel geçecek?
Meslek meslek 2025 maaş artışı: Öğretmen, doktor ve polis ne kadar alacak?
Gazeteler Suriye'deki son gelişmeleri nasıl değerlendirdi?