Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Liberal demokrasiden iki sapma örneği: Macaristan ve Türkiye

LİBERALİZMDEN İLLİBERALİZME 

Macaristan ve Türkiye’nin  liberal demokratik  sisteminden illiberal  sisteme kayması ile ilgili okuduğum  bir  makale beni   bu konuda yazmaya teşvik etti.  Makale Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi  öğretim üyesi Dr. Seda Dunbay’a  ait. Makale, “Yürütmenin Büyümesi Sorunsalı Karşısında Liberal Demokrasilerin Geleceğine  İlişkin Kısa Bir Değerlendirme”  başlığını taşıyor. Makale  Bilkent Üniversitesinden Dr. Zülfiye  Yılmaz’ın  editörlüğünü yaptığı “Cumhuriyetin Yüzüncü Yılına Kadın Hukukçuların Armağanı”   kitabında yer alıyor.  Bir grup kadın hukukçunun bir araya gelerek yayınladıkları bu armağan Türk  kadın devriminin  bir ürünü ve çok umut verici.  Ben de Seda Dunbay Hoca’nın makalesinden esinlenerek bir değerlendirme yazdım. 

Önce, bazı kavramları  açmak, yerli yerine koymak gerekir  elbette. Yürütmenin büyümesi ile sonuçlanan  hukuksal ve kurumsal dönüşümün en önemli belirtisi   erkler  ayrılığı ilkesinin uğradığı  erozyondur.

İlliberalizm, liberal demokrasiden demokratik yolları kullanarak vazgeçmek, içini  boşaltmak anlamına gelir. Her iki  örnek olayda  (Macaristan ve Türkiye)  görülen mevcut anayasal düzendeki yolları kullanarak demokratik müzakere yollarını işlevsizleştirmek en somut veridir.  Hukuku  siyasi  iktidar için kullanılır hale getirmek,  iktidarın bir aparatına dönüştürmek illiberal rejimlerin  ortak özelliğidir. 

MACARİSTAN: ESKİ BİR  DEMİRPERDE ÜLKESİ 

Macaristan Demir Perde sistemine dahil edilmeden kral  naipliği altında kısmi siyasi serbestinin olduğu bir sistemle yönetiliyordu. Bu serbesti parlamento ve  siyasi partileri de içeriyordu. Birinci Dünya savaşından  sonra  ülkenin  başına  gelen Amiral Horty. kral naibi olarak   İkinci Dünya Savaşının sonuna  kadar konumunu  korudu. (1920-1944)   Orta Avrupa’da Kızıl Ordu tarafından kurtarılan her ülke gibi Macaristan da sosyalist  bloka  dahil edildi. Macar   sosyalizmi İmre  Nagy  önderliğinde   liberal sapma gösterince  1956 yılında  Rus tankları tarafından ezildi.  Unutulmaması  gereken  temel husus  şudur:  Macarlar  ve  diğer orta Avrupa  halkları  Moskova baskısı  altında Varşova   Paktı   içinde tutuldular.  

Sovyet Rusya’nın  ( reel sosyalizmin)  çökmenin  eşiğine gelmesiyle  birlikte, Macaristan'da Moskova'ya bağlı siyasi otoriteye direniş başladı. 

 Macaristan'da liberal demokrasiye geçiş (açık rejimi kastediyorum) müzakere ile oldu. İhtilalci yöntemlerle değil.  1949'dan beri var olan mevcut kurumlar reform yoluyla değiştirildi. 

Çok  partili  serbest  seçimler yapıldı.  Bu Macar  tarihi açısından son derece önemli  bir  gelişmeydi. Macaristan'da siyasal partiler ve  halkın  siyasal tutumunu belirleyen en önemli etken 1956 Sovyet işgalidir. Bu travmatik olay günümüzde de etkisini sürdürmektedir.  40 yıla yakın Moskova’ya doğrudan bağlı Komünist  Partisi  tarafından yönetilen ülkeye   yön veren iki tutum vardır:  Katoliklik ve Macar milli  kimliği. 

MACARİSTAN’DA  İKTİDAR YAPISI 

Macaristan'da  Macar Yurttaşlar Birliği partisi uzun zamandır  iktidarda. 1949 Anayasası   1989’da  radikal değişikler  geçirdi. Macaristan Stalinist  ilkelerle  yönetilen bir ülke  olmaktan  çıkarak  hukuk  devleti ve demokrasi  oldu. (XXXI  sayılı  değişiklik)   25 Nisan 2011’de yeni  bir anayasa  yürürlüğe girdi.  O tarihten bu yana seçimlerin çoğunu  kazanan parti,  küçük bir sağ  partinin  desteğiyle anayasayı değiştirme çoğunluğuna ulaşmış bulunuyor. Bu sonuç önemli. 

Viktor Orban’ın partisi neredeyse her  seçimden zaferle çıkıyor ve  çoğunluğu sağlıyordu. Fakat son seçimlerde anayasayı değiştirme sayısına ulaşmış bulunuyor.  Bunun için küçük bir sağ partinin desteğine ihtiyacı var. O da sağlanmış görünüyor. 

 Bu nitelikli çoğunlukla Anayasa Mahkemesi üyelerinin  seçiminden,  temel haklardan sorumlu kurulların   seçimine, yargı işleri kurumu   başkanının seçimine,  Ombudsman’in seçimine kadar   her şey  doğrudan veya  dolaylı  bir şekilde Meclisi elinde.  Bu da meclis çoğunluğunu oluşturan  iktidar kanadının bütün kararlara  hakim olması  demek. 

 Meclis  çoğunluğu tarafından  seçilmiş olan Cumhurbaşkanının  bu süper çoğunluğun tasarruflarına karşı   fren işlevi görmesi  mümkün değil. Anayasa  lafzen liberal demokratik parlamenter  sistemi vaz ediyor olmasına rağmen,  süper çoğunluklar  ile bu noktaya  gelinmiş  durumda.  Yürütme  Macar siyasal sisteminin  merkezine oturmuş  bulunuyor. 

VİKTOR ORBAN İKTİDARI 

Sosyalist  blokun  dağılmasından  sonra yeniden kurulan bütün  ülkelerde mevcut siyasal elitin mutlaka bir Komünist Partisi geçmişi vardır.  Aliyev,  Nazarbey, İslam Kerimov hatta  Doğu Almanya  doğumlu Merkel gibi.  Bu ülkelerin  her birinde kendi dinamikleri ile yeni  bir  siyasal sistem,  elit ve önderlik yapısı gelişmiştir. Her birinin kendine özgü  yanları  olduğu  görülür. Ortak  yön   geçmiş komünist partisi  tecrübesidir.   Victor Orban da  kendi  geçmişini  mütevazi bir  komünist partisi  mensubu  olarak  tanımlamıştı. 

Orban, 1989'da yapılan ilk çok partili seçimlerde parlamentoya  girmişti.  1998'de Partisi FİDESZ (Macar Yurtaşlar Birliği)  İktidara geldi.   FİDESZ, 2002 ve 2006'da Sosyalist  Parti’nin zayıf bir çoğunlukla elde ettiği  iktidar karşısında muhalefette kaldı. 

Sosyalistlerin zayıf ve tartışmalı hükümeti zamanında Macar Demokrat forumu  MDF güç kaybederken, Macar Yurttaşlar Birliği  hızlı  bir  yükselişe geçti.  2000'de FİDESZ, liberal enternasyonelden ayrılarak sağ-muhafazakar bir partiye dönüştü. Partiyi liberal çizgide  tutmak isteyenler ayrıldı ya da tasfiye edildiler.  Orban’ın partisi-   günümüz itibariyle- AB şüpheciliği, sosyal muhafazakarlık, göçmen karşıtlığı ve Katolikliğe dayanmaktadır.  

Macaristan,  2004'ten beri Avrupa Birliği üyesidir. 1989'dan beri de- teorik olarak-   liberal demokratik sistem ile yönetilmektedir.  Ancak uluslararası  gözlemciler, yayınlanan  raporlar Macaristanı  kusurlu demokrasi grubunda  görmektedirler.  Hukuk devleti  ilkesine  uyulmadığı, yaygın  insan hakları ihlalleri  bu  nitelemeye   mesnet   teşkil ediyor. 

Orban  başkanlığındaki hükümet ülkeyi olağanüstü kararnamelerle  yönetiliyor.  Yasama Meclisi bypass ediliyor. Bunu  daha da pekiştiren bir gelişme, son seçimlerde Macar Yurttaşlar Birliği- Hristiyan Demokrat Halk Partisi ittifakı üçte iki çoğunluğu  elde etti. Seçimlerde  tutanak tahrifatı ve  manipülasyonların olduğuna dair yaygın  söylentiler ama,  sonuç şu:   İktidar bloku anayasayı mecliste  değiştirme çoğunluğuna ulaştı.  

Orban, ülkeyi Ukrayna-Rusya Savaşını  gerekçe göstererek  olağanüstü hal  ile yönetmekte. Ukrayna Macaristan'ın komşu olduğu  ülkelerden biri. İlan edilen olağan üstü hal, 31 Mayıs 2023'ten bu yana  devam ediyor. Güvenlik güçlerinin ve ordunun sistematik insan hakları ihlallerinden söz ediliyor.

MACARİSTAN’DA YARGI VE DİĞER  KURUMLAR 

Macaristan Yargıtay’ı Curia adını taşıyor. Adli  yargının  en üst  mercii. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin göreve gelmesi  parlamento çoğunluğuna bağlı.  Dolayısıyla,  Adli yargının en üst  mercii  ile  rejim yargısı yapan Anayasa Mahkemesi üyeleri parlamentodaki çoğunluk tarafından belirleniyor.  Yargıçlar devlet başkanı tarafından  atanıyor  ama, buna meclis çoğunluğu karar veriyor.  Parlamentodaki çoğunlukla aynı doğrultultuda  eğilimleri olan birinin devlet Başkanlığı konumuna getirilmesi   kaçınılmaz. En sonuncu cumhurbaşkanlığı  seçiminde  olduğu üzere. Başsavcılık,  Ombudsmanlık   (Kamu Denetçiliği), sivil toplum hakları ile ilgili çeşitli   kurum ve kuruluşların tamamı olağanüstü hal rejimiyle iktidar  tarafından abluka altına alınmış bulunuyor. 

ORBAN’IN İLLİBERALİZM AÇIKLAMASI VE AVRUPA PARLAMENTOSU 

Viktor Orban, 2014  tarihli  bir konuşmasında Macaristan'ı  “İlliberal Devlet” olarak tanımlamıştı.  Ama bunu  gayrı adil sosyal liberalizmden uzaklaşma olarak anladığını söylemişti. Oysa ki illiberalizmin anlamı  bu değil.   Bir çeşit düşük yoğunluklu demokrasi  olarak  tanımlanıyor. Bu anlamda içeriği boşaltılmış demokrasi. İlk kez siyaset  bilimci Fareet Zakaria  tarafından “ İlliberal  Demokrasinin Yükselişi”  makalesinde kullanılmış bir  ifade. Bu  ülkelerde  seçimler yapılmasına rağmen,  yöneticiler,   seçimleri  manüple etmekte, hile  yapmakta iktidardakiler kendilerini  bu yolla meşrulaştırmakta ifadesini  kullanmakta.

 Viktor Orban  yönetimini  seçimli  otoriter (hibrit  rejim) olarak  niteleyen kaynaklar da mevcut.  Bu çeşit  rejimlerde, demokratik kurumlar var gibi görünüyor ama iktidara bağımlı durumda. Denge ve denetleme işlevini  görmüyorlar. 

 Bu rejimlerde seçimler yapılmakla birlikte  siyasi  aktörler  arasında adil ve eşit koşullar  mevcut değil .  2022'de Avrupa Parlamentosu hukuk devleti ilkesine,  temel hak ve hürriyetlerin   kullanılmasana getirilen kısıtlamalara dayanarak Macaristan rejimini  “seçimli otokrasi”  olarak  niteleyen  bir  karar aldı. 

MACAR  PARLAMENTOSUNDA  SON DURUM 

Macaristan  parlamentosunda  üye tam sayısı 199 milletvekilinden oluşuyor.  Orban’ın  Partisi’nin (FİDESZ) 116  milletvekili,   sağcı  müttefiki  KDNF’nin  19 milletvekili ve Alman azınlık  partisinin   1 milletvekilinden oluşan iktidar  cephesinin  mecliste toplam  135   sandalyesi   bulunuyor. 

Muhalefetin toplam üye sayısı 63.  Görüldüğü gibi iktidar ve muhalefet arasında büyük bir sayısal dengesizlik var.   Muhalif   MSZP (10  mv) DKMS (15 mv ) ile   ittifak  kurmuş.  Yani toplam 25 milletvekilinden oluşan küçük bir muhalif ittifak var.  Bunun dışında Momentum gibi 10 milletvekili olan partiler de var.  Sonuç itibariyle, Macaristan’da muhalefet sayısal olarak güçsüz ve aşırı dağınık  bir manzara gösteriyor. 

TÜRKİYE’DE AKP  İKTİDARININ  İŞLEVİ NE OLDU? 

  Sovyet  sisteminin  çöküşü ile koşut olarak bir NATO üyesi olan Türkiye'de  değişiklikler yaşandı. Bunun  anti komünizme dayalı  Dünya  dengesinin yıkılması  ile  yakın bir ilişkisi  var.  Hatta  Türkiye 30 yıl içinde  tasavvur  edilemeyecek  bir noktaya geldi. 

90’larda,   Türkiye'nin 1952'den beri ABD destekli sağ iktidar partileri (DP, AP, ANAP)  yapı ve işlev itibariyle çürümüştü.  Bunların yerine AKP'nin piyasaya sürülmesi Macaristan’da Orban’ın  sağcı politikalarının yükselişine-zamansal olarak - denk düşer. 

Viktor Orban’ın  Macaristan'ı 2004'te Avrupa Birliği'ne tam üye olurken Türkiye’de İslamcılık ivme kazandı.  Kemalizmi tarihe intikal ettirip  birliğe  girişini sağlayacak telkinleri  altında   revizyonist İslamcılık “gömlek çıkarma takiyesi” ile meşrulaştırıldı.   AKP, global kapitalizmin kurumsal aktörleri, ABD ve  Avrupa’dan  tam destek görerek  iktidara  getirildi.

Bir bilanço yapmak gerekirse,  bugün artık  açık bir  şekilde  ortaya çıkmıştır mi, AKP iktidarının işlevi milli Bağımsızlık Savaşı ve Kemalist devrimlerin birikimi üzerine inşa edilmiş bulunan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş paradigmasının  içini  boşaltmak olmuştur.  Ekonomik olarak kamuculuğa, ideolojik olarak Kemalist laiklik anlayışına, Büyük Atatürk’ün  Medeni Bilgilerde  tanımladığı Türk  milletine dayanan  milli  devlete  dair kurucu hiçbir  ilke-günümüzde-  gerçekte yürürlükte değildir.  

AKP her seçimden sonra biraz daha  otoriterleşmiştir. 2007 Anayasa değişikliği ve Çankaya'nın  fethinden  sonra AKP,  önündeki bütün kurumsal engelleri ya ortadan kaldırmış ya da içeriklerini boşaltmıştır.  Üniversiteler, yüksek komuta kademesi,  Hakimler Savcılar Yüksek Kurumu,  Yargıtay, Danıştay,  sendikalar hatta barolar  bile iktidarın talimatıyla     hareket  eden kurumlara dönüştürülmüştür. 

1961’DEN GÜNÜMÜZE YÜRÜTME 

1961 Anayasası yasamanın  üstünlüğü geleneğini sürdürmüştü.  1921 ve 24 anayasalarından gelen  bir çizgiyi devam ettirerek (Türk kamu hukuku  tezi)  kuvvetler ayrılığa  bir çözüm bulmuştu. 1982 Anayasası'nda ise en kazançlı  devlet erki yürütme oldu.   Bülent Tanör hocamın bir bilanço yazısında  belirttiği  üzere, 1982 Anayasasının kaybedenleri yasama ve yargı oldu.  Tanör   hocam, en çok  gerileyen   kurum  yargıdır   teşhisinde bulunmuştu.  1982’de Cumhurbaşkanlığına atfedilen  vesayet rolü makamı eskisinden daha fazla siyasi cazibenin merkezi haline getirdi.  

Cumhurbaşkanının  parlamenter  sistemli izahı  mümkün olmayan  “aşkın yetkilerle”   donatılmış olması, Türkiye sağının  devlet başkanını  genel oyla   seçtirme hayalini tahrik etti.  

CUMHURBAŞKANLIĞI  HÜKÜMET SİSTEMİ 

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi aslında fiili başkanlık sistemidir.  Bu da ismiyle müsemma yürütmeyi-yani başkanı-merkeze alan bir siyasi yapıya  dayanır. 2014'e kadar Cumhurbaşkanı meşruiyetini Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan bir seçimden alıyordu.  O tarihten itibaren genel oydan almaktadır.

Türk  tipi başkanlık  sisteminde  meclis karşısında hesap verme neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış bulunuyor.  Cumhurbaşkanı ve bakanların  Yüce Divana sevki  dışında bir denetim yok. Çünkü yürütme  parlamentodan çıkmıyor. Parlamentodan  aldığı  güvenoylaması ile  göreve gelmiyor. Meşruiyetinin  kaynağı  başka. 

Yüce Divan yolu ise neredeyse imkansız.  Çünkü sevk kararı nitelikli çoğunlukla mümkün. Böyle bir kararın  salt çoğunluğun üstünde bir  sandalyeye  sahip olan  iktidarın bulunduğu bir mecliste  alınabilme olanağı  fiilen yok. Çünkü Cumhurbaşkanını göreve getiren çoğunluk parlamento  çoğunluğuyla  örtüşüyor. Genel oy düzeyinde teşekkül eden göreceli bir çoğunluk hem yasamayı hem de yürütmeyi elde etmiş oluyor. Sistem  böyle çalışıyor. 

Günümüz itibariyle, yürütme gittikçe genişleyen düzenleme alanlarıyla yasamayı sadece bazı konularda usulen/ şeklen  onayı alınan   bir  kuruma dönüştürmüş durumdadır.  

Parlamenter rejimde yürütmenin kaynağı yasama meclisidir. Erdoğan Teziç  Hocamın ifade ettiği gibi yürütme müştak bir devlet  erkidir.   Meclis hükümetin kurulmasını ve kamu politikalarını  onaylayan bir meşruiyet kaynağıdır.  Meclis  salt kanun yapma (yasama)  işi ile meşgul değildir.  

Parlamenter sistem olarak  kurulup, cumhurbaşkanının genel  oyla  seçildiği her yerde- V.  Cumhuriyet Fransası  dahil-  yürütme alanında sorun çıkmıştır. Rejim krizi siyasal sistemin değişmesine yol açmıştır.  Sistem başka bir  modele  evrilmiştir. Fransa’da  bu yarı-başkanlık biçimde  tezahür ederken, Türkiye’de güçlü  başkanlık olarak  gerçekleşti. Türkiye'nin siyasal rejimi 2007 anayasa değişikliğiyle hibritleşmişti;    2017'den itibaren  yürütmenin (cumhurbaşkanlığının) üstünlüğüne dayalı  hale geldi. 

Bu özlemi. Özal’dan Demirel’e   kadar  bütün  sağ  parti önderleri  telaffuz etmişlerdi.   Sadece Bayar döneminde söyle bir şey  söz konusu  edilmemişti.  Buna nedeni  de parti önderinin zaten DP çoğunluğunun  oylarıyla üç   dönem Çankaya'ya çıkarılmasıydı. Hem Çankaya hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi Demokrat Partinin  elinde olduğundan buna zaten gerek yoktu.  Bayar’ın  bunu  istemeyeceğinden de eminim.  

ERDOĞAN VE  YÜRÜTME ERKİ 

Erdoğan  rejiminin    dışarıdan nasıl algılandığı  önemli bir konu.  Örneğin Noam  Chomsky Erdoğan'ın Osmanlı hilafeti benzeri bir rejim kurarak Türkiye'de demokrasinin bakiyesini de ortadan kaldırmak  niyetinde olduğunu  söylemişti. Chomsky’in projeksiyonun  Orta Doğu  coğrafyasında  uygulanabilirliği yok. Benim  kanaatim  bu yönde. Ama hevesleri   bilemem. 

AKP  devrinde yürütmenin  keyfi  genişlemesinin  erken örneklerinden   biri heykeltraş Mehmet Aksoy'un Kars'ta yaptığı “İnsanlık Anıtının”   başbakanlık   talimatı  ile yıktırılmasıdır.   O tarih  itibariyle,  yürütmenin  siyaseten sorumlu kanadının başında olan AKP  lideri, önce  heykeli “ucube”   olarak niteledi. Sonra  kaldırılmasını tebliğ  etti.   24.5 metre yüksekliğindeki heykelin boyutları  kaldırılmaya müsait olmadığından kesilip parçalanarak kaldırılabildi. Heykeltıraş Aksoy,  eserinin bu şekilde yıktırılmasını dengeli  bir öfke ile eleştirdi. Buna rağmen hakkında soruşturma açıldı.  Aksoy, heykelini 2006’da  tamamlamıştı.  2011’de başbakanın talimatı ile  eseri  yıktırılmış oldu.  Aksoy’un   eserini  savunma mücadelesi  adli yargı ile başladı.  Kamuoyunda Ucube  Davası olarak  bilinen dava en sonunda Anayasa  Mahkemesine  kadar gitti. Yüce Mahkeme,  11 Temmuz  2019 tarihli  kararında  Aksoy’un ifade  ve sanat  özgürlüğünün  ihlal   edildiği kararını vererek, zamanın  başbakanını  tazminat ödemeye  mahkum etti.  

Bunun  yanısıra, 2014 ve 2019 arasında 128.872  kişiye cumhurbaşkanına hakaret davası açılmış durumda. Oysa ki  liberal demokrasinin  en önemli  şartlarından biri    siyasi iktidarın    eleştiriye açık  olmasıdır.  Maalesef Türkiye artık  yürütme gücüne yönelik  biraz sert   bir eleştirinin   cumhurbaşkanına hakaret davasına dönüşmesi  işten bile  olmayan  bir ülke. 

Hukuk  kurumları yoluyla, yürütmenin büyümesinin iki  örneği,  Ayasofya ve Kariye müzelerinin   dava açmaya  ehliyet yönünden  son derece illetli  bir süje  kullanılarak camiye dönüştürülmesidir.  Her iki  müzenin idari yargı  kararı ile camiye dönüştürülmesi, yürütmenin tek  elde toplanmasının  ardından  yargının   siyasallaşmasının  bariz örnekleri   olarak  gösterilebilir.

AKP  lideri Erdoğan üçüncü  kez cumhurbaşkanlığına-anayasa aykırı bir şekilde aday olduktan ve adaylığı muhalefet  tarafından  meşrulaştırıldıktan sonra -Cumhurbaşkanlığı  karar ve kararnameleri yoluyla yasamın etkinlik alanını büsbütün daraltmış bulunuyor.

TÜRKİYE TECRÜBESİ 

Bugüne kadar Türkiye tecrübesi  şunu gösterdi: Demirel ile 60'larda başlayan yürütmenin yetkisizliği şikayeti,  yürütmenin bütün devlet erklerini kendisi etrafında örgütlediği bir devlet ile   son noktaya ulaşmış  bulunmaktadır.  2010 anayasa değişikliği yürütmenin yargı üzerinde kontrolü hedefine  ulaşılmasını  sağlamıştı. 

Hesap verme yükümlülüğü iktidara  bağımlı  yargı ile devre dışı kalınca yürütmenin etkinlik  alanının  daha da büyümesi Türkiye'yi illiberal demokrasi'den  seçimli  otoriter rejimler   kategorisine  düşürmüştü.

Bütün yüksek mahkemelerde yapılan   seçimler   dolaylı  olarak AKP iktidarı tarafından belirlenmiş olsa da hala sorunlu görülen bir alan var: Anayasa yargısı.  Oysa ki anayasa yargısı rejimin teminatıdır. 2017 değişikliği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen üç üye hariç geri kalan 12  üye  Cumhurbaşkanı tarafından seçilip atanmaktadır.  Bu kompozisyona rağmen iktidar Anayasa Mahkemesinden müştekidir. 

Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi yasama organının etkinliğini daha da azaltmıştır. Kararnamelere,  gerçekte idari bir işlem türü olan Cumhurbaşkanlığı kararları  eklenince yürütme  bütün alanların tek hakimi olmuş görünüyor.  Yakın  zamanlardan bir örnek vermek   yerinde olacak sanırım:  Türkiye'nin daha önce taraf olduğu “Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Avrupa Konseyi Sözleşmesi”  28 Ağustos 2023’te Cumhurbaşkanı kararıyla feshedilmiştir.

 İKİ  ÜLKEYİ  DEĞERLENDİRME 

Economic Intelligence  kurumunun  iki ülkeye yönelik  değerlendirmesinde ( demokrasi indeksi sonuçlarına  dayanarak) AB üyesi Macaristan kusurlu demokrasi sayılırken, Türkiye hibrit rejim sayılmaktadır.  14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra yürütme ve yasama  bir kez daha Cumhur ittifakının  elinde kalmıştır.  Bu tarihten  sonra,  indeks kriterlerinin gerilemesine neden olan uygulamalar   genişleyerek devam etmektedir.  Bu nedenle Türkiye'nin  demokrasi indeksi daha da gerilemeye adaydır kanımca.   

Bu  konuda çok endişe verici son gelişme-  Gezi ve Kavala kararları dışında- AYM’nin  Can Atalay  kararına iktidarın yargının  bir bölümünü  arkasına alarak  direnmesi  endişe verici olmuştur.  Seçilmiş milletvekili Can Atalay’la ilgili AYM kararı  bütün yargı mercilerini bağlar. Karar  tereddütsüz uygulanmak  yerine, önce yargısal uyuşmazlık varmış  gibi gösterilerek  olay  zamana  yayılacakmış gibi bir intiba yaratıldı. Buna yargı krizi dendi.  Sonra Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuldu.  Bu sonuç vahim bir noktaya geldiğimize işaret eder  mahiyettedir.  Adli yargının anayasa yargısının kararını yerine getirmemekle kalmayıp-anayasaya aykırılığı  şüphesiz olan bir tutumla - suç duyurusunda bulunulması  Türkiye'de rejimin niteliğini  ortaya  koymuştur. Bu koşullar altında  ülkemiz seçimli otoriter sistem  kategorisinden çıkarak otoriter devlet  sınırlarına  dayanmış bulunduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.   

Bugün Türkiye  olağanüstü eşitsiz koşullarda manipüle edilmiş  seçimlerle  iktidarın belirlendiği  bir ülkedir. İktidar plebisit meşruiyetine dayanarak   fiilen  anayasasız bir devlet yaratmıştır.  Plebisit  meşruiyettinden kastettiğim -bir sekilde -seçimi kazanmış olmaktır. Sürekli  yeni anayasanın gündemde tutulmasının  nedeni budur.  Makalenin yazarı Dr. Seda Dunbay’ın sözü  ile  bitirelim: “ mesele anayasalı devlet değil anayasal devlet olmayı sürdürmektir.”