LİBERALİZMDEN İLLİBERALİZME
Macaristan ve Türkiye’nin liberal demokratik sisteminden illiberal sisteme kayması ile ilgili okuduğum bir makale beni bu konuda yazmaya teşvik etti. Makale Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Dr. Seda Dunbay’a ait. Makale, “Yürütmenin Büyümesi Sorunsalı Karşısında Liberal Demokrasilerin Geleceğine İlişkin Kısa Bir Değerlendirme” başlığını taşıyor. Makale Bilkent Üniversitesinden Dr. Zülfiye Yılmaz’ın editörlüğünü yaptığı “Cumhuriyetin Yüzüncü Yılına Kadın Hukukçuların Armağanı” kitabında yer alıyor. Bir grup kadın hukukçunun bir araya gelerek yayınladıkları bu armağan Türk kadın devriminin bir ürünü ve çok umut verici. Ben de Seda Dunbay Hoca’nın makalesinden esinlenerek bir değerlendirme yazdım.
Önce, bazı kavramları açmak, yerli yerine koymak gerekir elbette. Yürütmenin büyümesi ile sonuçlanan hukuksal ve kurumsal dönüşümün en önemli belirtisi erkler ayrılığı ilkesinin uğradığı erozyondur.
İlliberalizm, liberal demokrasiden demokratik yolları kullanarak vazgeçmek, içini boşaltmak anlamına gelir. Her iki örnek olayda (Macaristan ve Türkiye) görülen mevcut anayasal düzendeki yolları kullanarak demokratik müzakere yollarını işlevsizleştirmek en somut veridir. Hukuku siyasi iktidar için kullanılır hale getirmek, iktidarın bir aparatına dönüştürmek illiberal rejimlerin ortak özelliğidir.
MACARİSTAN: ESKİ BİR DEMİRPERDE ÜLKESİ
Macaristan Demir Perde sistemine dahil edilmeden kral naipliği altında kısmi siyasi serbestinin olduğu bir sistemle yönetiliyordu. Bu serbesti parlamento ve siyasi partileri de içeriyordu. Birinci Dünya savaşından sonra ülkenin başına gelen Amiral Horty. kral naibi olarak İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar konumunu korudu. (1920-1944) Orta Avrupa’da Kızıl Ordu tarafından kurtarılan her ülke gibi Macaristan da sosyalist bloka dahil edildi. Macar sosyalizmi İmre Nagy önderliğinde liberal sapma gösterince 1956 yılında Rus tankları tarafından ezildi. Unutulmaması gereken temel husus şudur: Macarlar ve diğer orta Avrupa halkları Moskova baskısı altında Varşova Paktı içinde tutuldular.
Sovyet Rusya’nın ( reel sosyalizmin) çökmenin eşiğine gelmesiyle birlikte, Macaristan'da Moskova'ya bağlı siyasi otoriteye direniş başladı.
Macaristan'da liberal demokrasiye geçiş (açık rejimi kastediyorum) müzakere ile oldu. İhtilalci yöntemlerle değil. 1949'dan beri var olan mevcut kurumlar reform yoluyla değiştirildi.
Çok partili serbest seçimler yapıldı. Bu Macar tarihi açısından son derece önemli bir gelişmeydi. Macaristan'da siyasal partiler ve halkın siyasal tutumunu belirleyen en önemli etken 1956 Sovyet işgalidir. Bu travmatik olay günümüzde de etkisini sürdürmektedir. 40 yıla yakın Moskova’ya doğrudan bağlı Komünist Partisi tarafından yönetilen ülkeye yön veren iki tutum vardır: Katoliklik ve Macar milli kimliği.
MACARİSTAN’DA İKTİDAR YAPISI
Macaristan'da Macar Yurttaşlar Birliği partisi uzun zamandır iktidarda. 1949 Anayasası 1989’da radikal değişikler geçirdi. Macaristan Stalinist ilkelerle yönetilen bir ülke olmaktan çıkarak hukuk devleti ve demokrasi oldu. (XXXI sayılı değişiklik) 25 Nisan 2011’de yeni bir anayasa yürürlüğe girdi. O tarihten bu yana seçimlerin çoğunu kazanan parti, küçük bir sağ partinin desteğiyle anayasayı değiştirme çoğunluğuna ulaşmış bulunuyor. Bu sonuç önemli.
Viktor Orban’ın partisi neredeyse her seçimden zaferle çıkıyor ve çoğunluğu sağlıyordu. Fakat son seçimlerde anayasayı değiştirme sayısına ulaşmış bulunuyor. Bunun için küçük bir sağ partinin desteğine ihtiyacı var. O da sağlanmış görünüyor.
Bu nitelikli çoğunlukla Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminden, temel haklardan sorumlu kurulların seçimine, yargı işleri kurumu başkanının seçimine, Ombudsman’in seçimine kadar her şey doğrudan veya dolaylı bir şekilde Meclisi elinde. Bu da meclis çoğunluğunu oluşturan iktidar kanadının bütün kararlara hakim olması demek.
Meclis çoğunluğu tarafından seçilmiş olan Cumhurbaşkanının bu süper çoğunluğun tasarruflarına karşı fren işlevi görmesi mümkün değil. Anayasa lafzen liberal demokratik parlamenter sistemi vaz ediyor olmasına rağmen, süper çoğunluklar ile bu noktaya gelinmiş durumda. Yürütme Macar siyasal sisteminin merkezine oturmuş bulunuyor.
VİKTOR ORBAN İKTİDARI
Sosyalist blokun dağılmasından sonra yeniden kurulan bütün ülkelerde mevcut siyasal elitin mutlaka bir Komünist Partisi geçmişi vardır. Aliyev, Nazarbey, İslam Kerimov hatta Doğu Almanya doğumlu Merkel gibi. Bu ülkelerin her birinde kendi dinamikleri ile yeni bir siyasal sistem, elit ve önderlik yapısı gelişmiştir. Her birinin kendine özgü yanları olduğu görülür. Ortak yön geçmiş komünist partisi tecrübesidir. Victor Orban da kendi geçmişini mütevazi bir komünist partisi mensubu olarak tanımlamıştı.
Orban, 1989'da yapılan ilk çok partili seçimlerde parlamentoya girmişti. 1998'de Partisi FİDESZ (Macar Yurtaşlar Birliği) İktidara geldi. FİDESZ, 2002 ve 2006'da Sosyalist Parti’nin zayıf bir çoğunlukla elde ettiği iktidar karşısında muhalefette kaldı.
Sosyalistlerin zayıf ve tartışmalı hükümeti zamanında Macar Demokrat forumu MDF güç kaybederken, Macar Yurttaşlar Birliği hızlı bir yükselişe geçti. 2000'de FİDESZ, liberal enternasyonelden ayrılarak sağ-muhafazakar bir partiye dönüştü. Partiyi liberal çizgide tutmak isteyenler ayrıldı ya da tasfiye edildiler. Orban’ın partisi- günümüz itibariyle- AB şüpheciliği, sosyal muhafazakarlık, göçmen karşıtlığı ve Katolikliğe dayanmaktadır.
Macaristan, 2004'ten beri Avrupa Birliği üyesidir. 1989'dan beri de- teorik olarak- liberal demokratik sistem ile yönetilmektedir. Ancak uluslararası gözlemciler, yayınlanan raporlar Macaristanı kusurlu demokrasi grubunda görmektedirler. Hukuk devleti ilkesine uyulmadığı, yaygın insan hakları ihlalleri bu nitelemeye mesnet teşkil ediyor.
Orban başkanlığındaki hükümet ülkeyi olağanüstü kararnamelerle yönetiliyor. Yasama Meclisi bypass ediliyor. Bunu daha da pekiştiren bir gelişme, son seçimlerde Macar Yurttaşlar Birliği- Hristiyan Demokrat Halk Partisi ittifakı üçte iki çoğunluğu elde etti. Seçimlerde tutanak tahrifatı ve manipülasyonların olduğuna dair yaygın söylentiler ama, sonuç şu: İktidar bloku anayasayı mecliste değiştirme çoğunluğuna ulaştı.
Orban, ülkeyi Ukrayna-Rusya Savaşını gerekçe göstererek olağanüstü hal ile yönetmekte. Ukrayna Macaristan'ın komşu olduğu ülkelerden biri. İlan edilen olağan üstü hal, 31 Mayıs 2023'ten bu yana devam ediyor. Güvenlik güçlerinin ve ordunun sistematik insan hakları ihlallerinden söz ediliyor.
MACARİSTAN’DA YARGI VE DİĞER KURUMLAR
Macaristan Yargıtay’ı Curia adını taşıyor. Adli yargının en üst mercii. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin göreve gelmesi parlamento çoğunluğuna bağlı. Dolayısıyla, Adli yargının en üst mercii ile rejim yargısı yapan Anayasa Mahkemesi üyeleri parlamentodaki çoğunluk tarafından belirleniyor. Yargıçlar devlet başkanı tarafından atanıyor ama, buna meclis çoğunluğu karar veriyor. Parlamentodaki çoğunlukla aynı doğrultultuda eğilimleri olan birinin devlet Başkanlığı konumuna getirilmesi kaçınılmaz. En sonuncu cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu üzere. Başsavcılık, Ombudsmanlık (Kamu Denetçiliği), sivil toplum hakları ile ilgili çeşitli kurum ve kuruluşların tamamı olağanüstü hal rejimiyle iktidar tarafından abluka altına alınmış bulunuyor.
ORBAN’IN İLLİBERALİZM AÇIKLAMASI VE AVRUPA PARLAMENTOSU
Viktor Orban, 2014 tarihli bir konuşmasında Macaristan'ı “İlliberal Devlet” olarak tanımlamıştı. Ama bunu gayrı adil sosyal liberalizmden uzaklaşma olarak anladığını söylemişti. Oysa ki illiberalizmin anlamı bu değil. Bir çeşit düşük yoğunluklu demokrasi olarak tanımlanıyor. Bu anlamda içeriği boşaltılmış demokrasi. İlk kez siyaset bilimci Fareet Zakaria tarafından “ İlliberal Demokrasinin Yükselişi” makalesinde kullanılmış bir ifade. Bu ülkelerde seçimler yapılmasına rağmen, yöneticiler, seçimleri manüple etmekte, hile yapmakta iktidardakiler kendilerini bu yolla meşrulaştırmakta ifadesini kullanmakta.
Viktor Orban yönetimini seçimli otoriter (hibrit rejim) olarak niteleyen kaynaklar da mevcut. Bu çeşit rejimlerde, demokratik kurumlar var gibi görünüyor ama iktidara bağımlı durumda. Denge ve denetleme işlevini görmüyorlar.
Bu rejimlerde seçimler yapılmakla birlikte siyasi aktörler arasında adil ve eşit koşullar mevcut değil . 2022'de Avrupa Parlamentosu hukuk devleti ilkesine, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasana getirilen kısıtlamalara dayanarak Macaristan rejimini “seçimli otokrasi” olarak niteleyen bir karar aldı.
MACAR PARLAMENTOSUNDA SON DURUM
Macaristan parlamentosunda üye tam sayısı 199 milletvekilinden oluşuyor. Orban’ın Partisi’nin (FİDESZ) 116 milletvekili, sağcı müttefiki KDNF’nin 19 milletvekili ve Alman azınlık partisinin 1 milletvekilinden oluşan iktidar cephesinin mecliste toplam 135 sandalyesi bulunuyor.
Muhalefetin toplam üye sayısı 63. Görüldüğü gibi iktidar ve muhalefet arasında büyük bir sayısal dengesizlik var. Muhalif MSZP (10 mv) DKMS (15 mv ) ile ittifak kurmuş. Yani toplam 25 milletvekilinden oluşan küçük bir muhalif ittifak var. Bunun dışında Momentum gibi 10 milletvekili olan partiler de var. Sonuç itibariyle, Macaristan’da muhalefet sayısal olarak güçsüz ve aşırı dağınık bir manzara gösteriyor.
TÜRKİYE’DE AKP İKTİDARININ İŞLEVİ NE OLDU?
Sovyet sisteminin çöküşü ile koşut olarak bir NATO üyesi olan Türkiye'de değişiklikler yaşandı. Bunun anti komünizme dayalı Dünya dengesinin yıkılması ile yakın bir ilişkisi var. Hatta Türkiye 30 yıl içinde tasavvur edilemeyecek bir noktaya geldi.
90’larda, Türkiye'nin 1952'den beri ABD destekli sağ iktidar partileri (DP, AP, ANAP) yapı ve işlev itibariyle çürümüştü. Bunların yerine AKP'nin piyasaya sürülmesi Macaristan’da Orban’ın sağcı politikalarının yükselişine-zamansal olarak - denk düşer.
Viktor Orban’ın Macaristan'ı 2004'te Avrupa Birliği'ne tam üye olurken Türkiye’de İslamcılık ivme kazandı. Kemalizmi tarihe intikal ettirip birliğe girişini sağlayacak telkinleri altında revizyonist İslamcılık “gömlek çıkarma takiyesi” ile meşrulaştırıldı. AKP, global kapitalizmin kurumsal aktörleri, ABD ve Avrupa’dan tam destek görerek iktidara getirildi.
Bir bilanço yapmak gerekirse, bugün artık açık bir şekilde ortaya çıkmıştır mi, AKP iktidarının işlevi milli Bağımsızlık Savaşı ve Kemalist devrimlerin birikimi üzerine inşa edilmiş bulunan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş paradigmasının içini boşaltmak olmuştur. Ekonomik olarak kamuculuğa, ideolojik olarak Kemalist laiklik anlayışına, Büyük Atatürk’ün Medeni Bilgilerde tanımladığı Türk milletine dayanan milli devlete dair kurucu hiçbir ilke-günümüzde- gerçekte yürürlükte değildir.
AKP her seçimden sonra biraz daha otoriterleşmiştir. 2007 Anayasa değişikliği ve Çankaya'nın fethinden sonra AKP, önündeki bütün kurumsal engelleri ya ortadan kaldırmış ya da içeriklerini boşaltmıştır. Üniversiteler, yüksek komuta kademesi, Hakimler Savcılar Yüksek Kurumu, Yargıtay, Danıştay, sendikalar hatta barolar bile iktidarın talimatıyla hareket eden kurumlara dönüştürülmüştür.
1961’DEN GÜNÜMÜZE YÜRÜTME
1961 Anayasası yasamanın üstünlüğü geleneğini sürdürmüştü. 1921 ve 24 anayasalarından gelen bir çizgiyi devam ettirerek (Türk kamu hukuku tezi) kuvvetler ayrılığa bir çözüm bulmuştu. 1982 Anayasası'nda ise en kazançlı devlet erki yürütme oldu. Bülent Tanör hocamın bir bilanço yazısında belirttiği üzere, 1982 Anayasasının kaybedenleri yasama ve yargı oldu. Tanör hocam, en çok gerileyen kurum yargıdır teşhisinde bulunmuştu. 1982’de Cumhurbaşkanlığına atfedilen vesayet rolü makamı eskisinden daha fazla siyasi cazibenin merkezi haline getirdi.
Cumhurbaşkanının parlamenter sistemli izahı mümkün olmayan “aşkın yetkilerle” donatılmış olması, Türkiye sağının devlet başkanını genel oyla seçtirme hayalini tahrik etti.
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi aslında fiili başkanlık sistemidir. Bu da ismiyle müsemma yürütmeyi-yani başkanı-merkeze alan bir siyasi yapıya dayanır. 2014'e kadar Cumhurbaşkanı meşruiyetini Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan bir seçimden alıyordu. O tarihten itibaren genel oydan almaktadır.
Türk tipi başkanlık sisteminde meclis karşısında hesap verme neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış bulunuyor. Cumhurbaşkanı ve bakanların Yüce Divana sevki dışında bir denetim yok. Çünkü yürütme parlamentodan çıkmıyor. Parlamentodan aldığı güvenoylaması ile göreve gelmiyor. Meşruiyetinin kaynağı başka.
Yüce Divan yolu ise neredeyse imkansız. Çünkü sevk kararı nitelikli çoğunlukla mümkün. Böyle bir kararın salt çoğunluğun üstünde bir sandalyeye sahip olan iktidarın bulunduğu bir mecliste alınabilme olanağı fiilen yok. Çünkü Cumhurbaşkanını göreve getiren çoğunluk parlamento çoğunluğuyla örtüşüyor. Genel oy düzeyinde teşekkül eden göreceli bir çoğunluk hem yasamayı hem de yürütmeyi elde etmiş oluyor. Sistem böyle çalışıyor.
Günümüz itibariyle, yürütme gittikçe genişleyen düzenleme alanlarıyla yasamayı sadece bazı konularda usulen/ şeklen onayı alınan bir kuruma dönüştürmüş durumdadır.
Parlamenter rejimde yürütmenin kaynağı yasama meclisidir. Erdoğan Teziç Hocamın ifade ettiği gibi yürütme müştak bir devlet erkidir. Meclis hükümetin kurulmasını ve kamu politikalarını onaylayan bir meşruiyet kaynağıdır. Meclis salt kanun yapma (yasama) işi ile meşgul değildir.
Parlamenter sistem olarak kurulup, cumhurbaşkanının genel oyla seçildiği her yerde- V. Cumhuriyet Fransası dahil- yürütme alanında sorun çıkmıştır. Rejim krizi siyasal sistemin değişmesine yol açmıştır. Sistem başka bir modele evrilmiştir. Fransa’da bu yarı-başkanlık biçimde tezahür ederken, Türkiye’de güçlü başkanlık olarak gerçekleşti. Türkiye'nin siyasal rejimi 2007 anayasa değişikliğiyle hibritleşmişti; 2017'den itibaren yürütmenin (cumhurbaşkanlığının) üstünlüğüne dayalı hale geldi.
Bu özlemi. Özal’dan Demirel’e kadar bütün sağ parti önderleri telaffuz etmişlerdi. Sadece Bayar döneminde söyle bir şey söz konusu edilmemişti. Buna nedeni de parti önderinin zaten DP çoğunluğunun oylarıyla üç dönem Çankaya'ya çıkarılmasıydı. Hem Çankaya hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi Demokrat Partinin elinde olduğundan buna zaten gerek yoktu. Bayar’ın bunu istemeyeceğinden de eminim.
ERDOĞAN VE YÜRÜTME ERKİ
Erdoğan rejiminin dışarıdan nasıl algılandığı önemli bir konu. Örneğin Noam Chomsky Erdoğan'ın Osmanlı hilafeti benzeri bir rejim kurarak Türkiye'de demokrasinin bakiyesini de ortadan kaldırmak niyetinde olduğunu söylemişti. Chomsky’in projeksiyonun Orta Doğu coğrafyasında uygulanabilirliği yok. Benim kanaatim bu yönde. Ama hevesleri bilemem.
AKP devrinde yürütmenin keyfi genişlemesinin erken örneklerinden biri heykeltraş Mehmet Aksoy'un Kars'ta yaptığı “İnsanlık Anıtının” başbakanlık talimatı ile yıktırılmasıdır. O tarih itibariyle, yürütmenin siyaseten sorumlu kanadının başında olan AKP lideri, önce heykeli “ucube” olarak niteledi. Sonra kaldırılmasını tebliğ etti. 24.5 metre yüksekliğindeki heykelin boyutları kaldırılmaya müsait olmadığından kesilip parçalanarak kaldırılabildi. Heykeltıraş Aksoy, eserinin bu şekilde yıktırılmasını dengeli bir öfke ile eleştirdi. Buna rağmen hakkında soruşturma açıldı. Aksoy, heykelini 2006’da tamamlamıştı. 2011’de başbakanın talimatı ile eseri yıktırılmış oldu. Aksoy’un eserini savunma mücadelesi adli yargı ile başladı. Kamuoyunda Ucube Davası olarak bilinen dava en sonunda Anayasa Mahkemesine kadar gitti. Yüce Mahkeme, 11 Temmuz 2019 tarihli kararında Aksoy’un ifade ve sanat özgürlüğünün ihlal edildiği kararını vererek, zamanın başbakanını tazminat ödemeye mahkum etti.
Bunun yanısıra, 2014 ve 2019 arasında 128.872 kişiye cumhurbaşkanına hakaret davası açılmış durumda. Oysa ki liberal demokrasinin en önemli şartlarından biri siyasi iktidarın eleştiriye açık olmasıdır. Maalesef Türkiye artık yürütme gücüne yönelik biraz sert bir eleştirinin cumhurbaşkanına hakaret davasına dönüşmesi işten bile olmayan bir ülke.
Hukuk kurumları yoluyla, yürütmenin büyümesinin iki örneği, Ayasofya ve Kariye müzelerinin dava açmaya ehliyet yönünden son derece illetli bir süje kullanılarak camiye dönüştürülmesidir. Her iki müzenin idari yargı kararı ile camiye dönüştürülmesi, yürütmenin tek elde toplanmasının ardından yargının siyasallaşmasının bariz örnekleri olarak gösterilebilir.
AKP lideri Erdoğan üçüncü kez cumhurbaşkanlığına-anayasa aykırı bir şekilde aday olduktan ve adaylığı muhalefet tarafından meşrulaştırıldıktan sonra -Cumhurbaşkanlığı karar ve kararnameleri yoluyla yasamın etkinlik alanını büsbütün daraltmış bulunuyor.
TÜRKİYE TECRÜBESİ
Bugüne kadar Türkiye tecrübesi şunu gösterdi: Demirel ile 60'larda başlayan yürütmenin yetkisizliği şikayeti, yürütmenin bütün devlet erklerini kendisi etrafında örgütlediği bir devlet ile son noktaya ulaşmış bulunmaktadır. 2010 anayasa değişikliği yürütmenin yargı üzerinde kontrolü hedefine ulaşılmasını sağlamıştı.
Hesap verme yükümlülüğü iktidara bağımlı yargı ile devre dışı kalınca yürütmenin etkinlik alanının daha da büyümesi Türkiye'yi illiberal demokrasi'den seçimli otoriter rejimler kategorisine düşürmüştü.
Bütün yüksek mahkemelerde yapılan seçimler dolaylı olarak AKP iktidarı tarafından belirlenmiş olsa da hala sorunlu görülen bir alan var: Anayasa yargısı. Oysa ki anayasa yargısı rejimin teminatıdır. 2017 değişikliği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen üç üye hariç geri kalan 12 üye Cumhurbaşkanı tarafından seçilip atanmaktadır. Bu kompozisyona rağmen iktidar Anayasa Mahkemesinden müştekidir.
Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi yasama organının etkinliğini daha da azaltmıştır. Kararnamelere, gerçekte idari bir işlem türü olan Cumhurbaşkanlığı kararları eklenince yürütme bütün alanların tek hakimi olmuş görünüyor. Yakın zamanlardan bir örnek vermek yerinde olacak sanırım: Türkiye'nin daha önce taraf olduğu “Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 28 Ağustos 2023’te Cumhurbaşkanı kararıyla feshedilmiştir.
İKİ ÜLKEYİ DEĞERLENDİRME
Economic Intelligence kurumunun iki ülkeye yönelik değerlendirmesinde ( demokrasi indeksi sonuçlarına dayanarak) AB üyesi Macaristan kusurlu demokrasi sayılırken, Türkiye hibrit rejim sayılmaktadır. 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra yürütme ve yasama bir kez daha Cumhur ittifakının elinde kalmıştır. Bu tarihten sonra, indeks kriterlerinin gerilemesine neden olan uygulamalar genişleyerek devam etmektedir. Bu nedenle Türkiye'nin demokrasi indeksi daha da gerilemeye adaydır kanımca.
Bu konuda çok endişe verici son gelişme- Gezi ve Kavala kararları dışında- AYM’nin Can Atalay kararına iktidarın yargının bir bölümünü arkasına alarak direnmesi endişe verici olmuştur. Seçilmiş milletvekili Can Atalay’la ilgili AYM kararı bütün yargı mercilerini bağlar. Karar tereddütsüz uygulanmak yerine, önce yargısal uyuşmazlık varmış gibi gösterilerek olay zamana yayılacakmış gibi bir intiba yaratıldı. Buna yargı krizi dendi. Sonra Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Bu sonuç vahim bir noktaya geldiğimize işaret eder mahiyettedir. Adli yargının anayasa yargısının kararını yerine getirmemekle kalmayıp-anayasaya aykırılığı şüphesiz olan bir tutumla - suç duyurusunda bulunulması Türkiye'de rejimin niteliğini ortaya koymuştur. Bu koşullar altında ülkemiz seçimli otoriter sistem kategorisinden çıkarak otoriter devlet sınırlarına dayanmış bulunduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.
Bugün Türkiye olağanüstü eşitsiz koşullarda manipüle edilmiş seçimlerle iktidarın belirlendiği bir ülkedir. İktidar plebisit meşruiyetine dayanarak fiilen anayasasız bir devlet yaratmıştır. Plebisit meşruiyettinden kastettiğim -bir sekilde -seçimi kazanmış olmaktır. Sürekli yeni anayasanın gündemde tutulmasının nedeni budur. Makalenin yazarı Dr. Seda Dunbay’ın sözü ile bitirelim: “ mesele anayasalı devlet değil anayasal devlet olmayı sürdürmektir.”
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza
22 Kasım Cuma reyting sonuçları: Zirvede hangi program yer aldı