Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Sultan Abdülhamit'in cuma selamlığı

HÜNKARIN AT ÜSTÜNDE SELAMLIĞA ÇIKMASININ ÖNEMİ

Bir devlet töreni olarak Cuma selamlığının Selatin camilerinde yapılması adettendi.

Başta Ayasofya olmak üzere, Eyüp Sultan, Kılıç Ali Paşa, Beşiktaş Sinan Paşa, Üsküdar Mihrimah Sultan, Atik Valide, Selimiye, Ayazma camileri selamlığın yapıldığı camilerdi.

Daha yakın yüzyıllarda, Boğaziçi sahillerine yapılan camiler de - Aziziye, Mecidiye gibi- tercih edilmeye başlandı.

Selamlık teb’anın hükümdarı görmesine imkan sağladığı gibi adalet dağıtmak için de bir fırsat olurdu. Halifeye dilekçe ile ulaşmak Abdülmecit Efendi’ye kadar devam etti.

Padişah Topkapı Sarayından atın üzerinde camiye gitmek üzere yola çıkardı. Koçi Bey’in risalesinde belirtiği gibi cuma selamlığı “halife-i ruy-i zemin “ ile teba arasındaki bağı sağlamlaştıran bir törendi aslında. Büyük güvenlik önemleri altında at üstünde bu görkemli gidişte devleti görmek mümkündü.

Sultanın hünkar mahfiline geçerken çizmelerinin çıkarılıp terliklerinin giydirilmesine kadar ayrıntılı bir törensellik söz konusu idi. Bu iş Yeniçeri ağası tarafından yerine getirilirdi. Güvenlik kapıkulu ocağının en elit askerleri (solaklar) ve sarayın hizmetinde olan zülüflü baltacılar tarafından yapılırdı.

Bu törensellik, küçük değişikliklerle Sultan Aziz devrinin sonuna kadar devam etti. II. Abdülhamit bu düzeni değiştirdi. Saltanatının ilk günlerinde geçirdiği bir rahatsızlığı bahane ederek ata binmeyi terketti. Araba ile selamlığa gitmeye başladı.

Sultanın gösterişli bir at sırtında selamlığa çıkışı gaza devirlerini hatırlatıyordu. Bu karar törenin bütün görkemini zayıflatmış oldu. Selamlığın esasını oluşturan hünkarın geçişi radikal bir şekilde değiştirildi. Padişah yerindeydi ama artık oturuyordu.

BİR DEVLET TÖRENİ OLARAK CUMA SELAMLIĞI

Cuma selamlığının özünde görkemli bir devlet töreni olduğu akış programı biraz incelenince kolayca görülür.

Selamlıkta padişaha eşlik eden devlet ileri gelenleri şunlardı: şeyhülislam, evkaf nazırı, hassa müşiri, serasker, zaptiye nazırı, Beşiktaş muhafızı ve yaveri ekrem unvanını taşıyanlar.

Sadrazamın selamlıkta hazır bulunması zorunlu değildi. Bunun Cuma namazı sırasında devleti başsız bırakmama düşüncesiyle ilgisi olabilir.

Halkın selamlığı izlemesi, hünkar ile birlikte namaz kılması ilke olarak serbestti. Ancak tahmin edileceği gibi, istekli müminler Beşiktaş Sinan Paşa camiinden itibaren sorgulanarak Hamidiye Camii civarına ulaşabilirlerdi.

Selamlığın yabancılar tarafından izlenmesi serbestti. Hatta teşvik edildiği bile söylenebilir. Çünkü Cuma selamlığı bir devlet töreniydi. Orada, devletin teşkilat ve muharip gücünün küçük çaplı bir gövde gösterisi gerçekleşirdi.

Batılı seyahatnamelerde selamlığın hayranlıkla izlenen kamusal bir olay olduğu gözlenir.

Selamlıkta gerçekleyen ilginç tarihi bir olay, bir İsveçlinin, kendisine sorunlar çıkaran Nevşehirli Damat İbrahim Paşayı III. Ahmet’e şikayet dilekçesini kapıkulu bariyerini aşarak ulaştırabilmiş olmasıdır.

II. Abdülhamit dönemi bir çok bakımdan modern bir dönemdir. Payitahtta, elçiler, levantenler, uluslararası ticaretle megul geniş sayılabilecek yabancı bir kitle vardır.

XIX . yüzyılda buharlı gemiler ve demiryolu sayesinde Osmanlı’ya ulaşım her anlamda kolaylaşmıştı. İstanbul kozmopolit bir şehirdi. Orientalist ilginin odağı olmuştu.

Selamlığı izlemek isteyen kordiplomatik ve yakınlarının ağırlanması için Büyük Mabeyn önüne bir tribün yaptırılmıştı. Yabancıların teşrifat işleriyle ilgilenen bir görevli de vardı. Peyzaj ressamı Hoca Ali Rıza. Askeri okullar resim öğretmeni.

İmparatorluk başkentinde konuşlanmış askeri birlikler, en gösterişli neferleriyle kışlalarından Yıldız’a doğru yola çıkarlardı. Örneğin, Babı Seraskeri’den (Harbiye Nezareti) gelenler Mercan Kapısından yola çıkarlar, Galata Köprüsü Tophane yoluyla, Beşiktaş’a ulaşırlardı. Tophane müşirliğinin önünden geçerken küçük bir birlik onlara katılırdı. Tersane-i Amire’den gelen tabur, Şişhane, Cadde-i Kebir (Beyoğlu) Maçka Kışlası yoluyla Beşiktaş’a ulaşırdı. Toplanma yeri Sinan Paşa Camii’nin önü idi.

Bir de Yıldız’da, sarayın güvenliğinden sorumlu Orhaniye ve Ertuğrul kışlalarından çıkan Yıldız Taburu, Plevne taburu, Arap Zuhaf taburu, Arnavut taburu Saltanat Kapısından günümüzdeki Barbaros Bulvarına doğru tören düzeni alırdı. En özel birlik Beyaz atlarıyla Söğütlü Ertuğrul Alayı (Karakeçili aşiretinden) idi.

Burada dikkatinize sunmak istediğim bir nokta var. Ertuğrul Alayı Sultan Hamit’in çok önem verdiği bir alaydı. Bununla hanedan ile Kayı Boyu arasında nostaljik bir bağ kurulmuş oluyordu. Fausto Zonaro’nun Ertuğrul Alayı’nın geçişi tablosunu hatırlatmak isterim

(Ertuğrul Alayı Galata Köprüsünden geçerken tablosu)

ZONARO’NUN ERTUĞRUL ALAYI TABLOSU

Saray ressamı Fausto Zonaro, Ertuğrul Alayı’nın Galata Köprüsünden geçişi tablosunu 1896’da yapmıştı. Kayser Wilhelm ilk geldiği zaman tabloyu çok beğenmiş, kendisine hediye edilmiş. Bunun üzerine tablo 1901’de küçük değişikliklerle yeniden yapılmış. Bizim bildiğimiz tablo ikincisi.

Birkaç yazıda Kürt taburundan söz edildiğini gördüm. Bu eğer doğru ise, Vilayat-ı Sitte’de “Ermeni patırtısını teskin etmek” için kurulan Hamidiye Alaylarından temsili bir birlik olduğunu sanırım. Vilayat-ı Sitte Batılı literatürde Six Armenian Vilayats denilen bölgedir.

Arap ve Arnavut birlikleri ile de Devlet-i Aliye’nin “anasır-ı muhtelifeye” dayanmakla birlikte halifenin birleştiriciliği vurgulanmış oluyordu.

Abdülhamit’in birçok Arnavut yüksek bürokratı olduğunu biliyoruz. Hatta Sadrazam Avlonyalı Ferit Paşa, Esat Toptani Paşa Arnavuttu. Arnavut bağımsızlık hareketinin önderleri bu kişilerin akrabaları arasından çıkmıştı. Örneğin İsmail Kemal Bey.

SELAMLIKTA BAZI RİTÜELLER

Sultan II. Abdülhamit, Hamidiye Camii henüz inşa edilmeden, Cuma selamlığına giderken yanında Eğinli Sait Paşa, Gazi Osman Paşa veya Serasker Rıza Paşa’dan birisini oturturmuş.

Saltanat kapısından çıkarken , “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” alkışı ve dua ile uğurlanırdı. Bu ritüelin günümüzdeki alkış ile alakası olmadığını da söyleyelim. Alkış ve dua Batı’da, Hoch hoch, viva, rach rah (Alman, İtalyan, İsveç) benzeri karşılama, uğurlama ritüellerine benzetilebilir.

YILDIZ SARAYINA DAİR NOTLAR

Hamidiye Camii’nin hemen karşısındaki Büyük Mabeyn Sultan Aziz zamanında Balyanlara yaptırılmıştı. Burada Plevne kahramanı Gazi Müşir Osman Paşa’nın bir çalışma ofisi bulunuyordu. Paşa, Sultan’ın en güvendiği mareşali idi. Mithat Paşa’ya verilen ölüm cezasının infazı yönünde oy kullanmıştı. Ahmet Cevdet Paşa ile birlikte. Hatırlamakta yarar var. Cezanın olağan üstü bir mahkemede verilmesi kadar, tasdiki için bir temyiz kurulu oluşturulması, oylama yapılması Abdülhamit devri yönetici seçkinler sınıfı içindeki çatışmaları göstermek açısından anlamlıdır.

Küçük Mabeyn, Şale, Çit Kasrı, Set Köşkü gibi binalar zaman içinde Yıldız saray silsilesine dahil edildiler. Şale Köşkü, 1877’den itibaren 1889’a kadar yapılan ilavelerle genişletilmişti. Köşk Kayser Wilhelm’in konuk edildiği bir mekandır.

Bir tarihi hatırlatmaya değinmeden geçemeyeceğim: Şale, 27 Mayıs’tan sonra, Cemal Gürsel’in Ali Fuat Başgil hocayı yazıları dolayısıyla uyarmak için davet ettiği yerdir.

Cumhuriyet devriminden sonra saraydaki kitap ve resim koleksiyonları cumhurbaşkanı Atatürk’ün talimatıyla, Darülfünun Kütüphanesine gönderildi. Bu eserler bugün Nadir Eserler Koleksiyondadır.

Cumhuriyet döneminde, ikinci bir duvarla korunan sarayın iç binaları uzun yıllar Harp Akademileri tarafından kullanıldı. Bazı binalar İDMMA’ya (YTÜ) ve IRCICA’ya tahsis edildi.

SULTAN HAMİT’İN BATILI VE DOĞULU YANLARI

Abdülhamit şehzadelerden biri olarak amcası Sultan Abdülaziz’in Mısır ve Avrupa gezilerine katıldı. Saltanatı yıllarında kendini gittikçe Yıldız’a kapatsa da Avrupa’ya gitmiş biriydi. Dergi ve gazetelerden Avrupa’yı çok yakından takip ettiği gibi, yaptırdığı köşk ve kasırlardaki mefruşatta, tüketim zevklerinde Avrupa monarkları ile aynı çizgideydi.

Alkollü içi olarak sadece rom içerdi. Bunu kendince meşrulaştıran bir argüman geliştirmişti. Bilindiği gibi rom şeker kamışından yapılır. Kur’anda men edilenin üzümden yapılan şarap (hamr) olduğunu ileri sürerdi.

Kanunu Esasi’nin 7. maddesine göre adına hutbe okunan, ataları gibi adına sikke basılan, kendini tahta çıkaran yenilikçi hizbe taahhüt ettiği Mebusan meclisini toplayan da fesheden yine kendisiydi.

SALTANAT ARABASI-TİYATRO-OPERA

Abdülhamit’in Cuma selamlığında ata binmeyi terketmesi bence önemlidir. Selamlığa giderken dört, dönerken iki atla çekilen bir saltanat arabasına biniyordu.

Bence bunun modernleşme ile ilgisi var. Bütün Avrupa metropollerinde lando veya kupa atlı arabalarla ulaşım sağlanıyordu. Aristokrasi ve burjuvazi için çok lüks araçlar üretilmeye başlanmıştı.

Sultan’ın temel çelişkisi şuydu: Bir yandan idare ve eğitimi modernleştirmeye çalışıyordu. Bu somut olarak görünüyordu. Ama öte yandan devlete ataları gibi “mülk devlet telakkisi” ile bakıyordu.

(Sultan II. Abdülhamit Cuma Selamlığında)

Hükümdarlığını mutlak monark olarak sürdürmek istiyordu. Prusya kralı Büyük Frederich, Rus Çarı Büyük Petro gibi aydınlanmacı mutlakıyet peşindeydi.

Padişah misafiri Kayser Wilhelm’e tiyatrosunda opera izletirken, geçit resminde bir nostaljik bölük olarak muhafaza edilen zülüflü baltacıları gören Kayser, bunlar cellat mı diye sormuş. Kendisini ortaçağ kralı gibi hissetmiş, mahcup olmuş. Sarayda yüzlerce yıldır bedensel güç gerektiren hizmetleri yapan baltacılar ocağını kapatmış.

Yıldız Tiyatrosunda Fransız ve İtalyan sanatçıları, Aida, Carmen, Faust, Travatore gibi eserleri sergiliyorlar. Ama bütün bunları yapan modernleşmeci sultan siyaset ve idare alanında radikal değişikler getiren Mithat Paşa’yı idama mahkum ettirebiliyordu. Servet-i Fünun dergisi için ciddi maddi destek sağlanırken, gazetelere ağır bir sansür uygulanıyordu.

(Saray’da 22 Mayıs 1891 tarihinde izlenen Viyana Korosu)

SULTAN HAMİT REJİMİ

Abdülhamit’in saltanatı devlet yönetiminde Tanzimat’tan sonra girilen yolu önemli ölçüde değiştirdi.

Bir kere Mebusan’ı feshedip, “atam Sultan Mahmut’un yolundan gideceğim” kararını verdikten sonra Babıaliye (sadrazam ve vükela demek bu) kaymakta olan iktidarı eline aldı. Eğer bu süreç devam etmiş olsaydı, Osmanlı, Britanya imparatorluğu benzeri bir meşrutiyet rejimine geçmiş olurdu. Buradan cumhuriyet olmayan bir demokrasiye ulaşılabilirdi.

Sultan Hamit, tam tersini yaptı. Meşrutiyeti mutlak monarşiye dönüştürdü. Sultan Aziz devrinde gevşeyen ve gerileyen saltanat hukuku geri alınarak pekiştirildi.

Şöyle bir düşünce ileri sürmek herhalde yanlış olmaz. Bütün askeri ve mülki yönetim sırmalı, madalyonlu, modernleşmiş bir görüntü veriyordu. Fes dışında. O da Osmanlı’nın farkıydı. Elit sınıf Prusya, Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarını çağrıştıran giysiler içindeydiler. Usuller, bürokrasi modern görünüyordu. Ama sistemin işleyişine yakından bakıldığında kul rejimine dönüldüğü anlaşılıyordu. Bürokrasi kapıkulu olmuş, her şey, sultanın takdir, tensip ve ihsanına bağlı hale gelmişti.

KÜÇÜK ÇAPLI BİR KREMLİN

Sultan Hamit yeni bir devlet merkezi inşa etti. Bu Yıldız Sarayı idi.

Yıldız, XIX. yüzyıl başında, içinde kasr ve köşkleriyle, bir hassa mesire yeriydi. 33 yıl süren saltanatı boyunca, padişahın ihtiyaç ve taleplerine uygun olarak yapılan yeni binalarla (marangozhane, tiyatro, tamir atölyesi, Yıldız porselen dahil) yüksek duvarlarla korunan bir yerleşke oldu. Abdülhamit bu alanı yüksek duvarlarla korunan bir Kremlin’e dönüştürdü.

Sarayın Yahudi Mezarlığı tarafına bakan cephesine Orhaniye Kışlası yapıldı. Sıkı bir güvenlik sistemi kuruldu.

Bunu tüm Anadolu ve Rumeli’nin telgraf ağlarının Yıldız telgrafhanesine bağlandığı merkezi bir haberleşme ve ağı tamamlıyordu.

Bu sayede, hükümdar, hiç sarayın dışına çıkmadan bütün mülkü izleyip denetliyebiliyordu. İmparatorluğun en uzak köşelerinde görev yapmakta olan memurların resim ve biyografileriden oluşan kataloglar hazırlatıyor. Bürokratik aygıtı elinde tutuyordu.

Fotoğraf, telgraf ve demiryolu ile her yere ve herkese ulaşabiliyordu. Her şeyi Yıldız’a bağlamıştı.

Bu güvenli ama izole yaşamı daha da pekiştiren önemli bir gelişme Hamidiye Camii’nin inşa edilmesi oldu.

Hükümdarın teb’a ile tek teması olan Cuma selamlığı için saltanat kapısına birkaç yüz metre uzaklıkta bir camii inşa edildi. Saat kulesi ile birlikte Hamidiye Camii. İtinayla tezyin edilen camii Hünkarın Cuma selamlığı için planlanmıştı.

Atalarının at üstünde sürdürdüğü geleneği, kısa ve dar kadrolu bir törenselliğe indirgemiş oldu.

Giderken dört dönüşte iki at koşulmuş bir saltanat arabası kullanılır oldu. Hünkar mahfeli sadece 3 saf (sıra) devlet erkanının namaz kılabileceği bir mekana dönüştürüldü. Padişah için özel bir yer vardı.

Bu suretle, Sultan Hamit (ülü’l-emr sıfatıyla) örfün ve şeriatın gerekli kıldığı teba ile teması en aza indiriyor. Sır katipleri ile dilekçeleri toplattırıyor. Gereği için sadrazama talimat veriyordu.

1890’dan sonra Osmanlı padişahı, ahali tarafından sadece birkaç yüz metrelik bir yolculuk boyunca uzaktan görünen bir monarka dönüştü. Jön Türk devrimine kadar Kızıl Sultan, Yıldız baykuşu ifadelerinin muhalif literatürüne girmesi belki bu nedenledir.

Abdülhamit, bir ihsan, atıfet mansıp düzeni kurmuş, ve zaman içinde bundan nemalanan paşalar zinciri doğmuştu. Bunlar içinde en meşhurları Eğribozlu Sarıca Ragıp Paşa ile Arap İzzet Holo Paşa’dır.

ABDÜLHAMİT’E SUİKAST

21 Temmuz 1905 günü Sultan Abdülhamit’e Cuma selamlığı çıkışında bombalı bir suikast teşebbüsünde bulunulmuştur.

Suikastte çok güçlü bir patlayıcı kullanılmış, 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmıştır.

Olayda padişah Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile rutin dışı birkaç dakika görüşmesi sayesinde kurtulmuştur.

Suikasti Ermeni Devrimci Federasyonu (Daşnatsütyun) üstlendi.

1896 Osmanlı Bankası baskınından itibaren Ermeni ayrılıkçılığı Rusya, Avrupa ve ABD’de yoğun bir şekilde örgütlenmişti. Örgüt İkinci Erternasyonale bağlıydı: Sosyalist Enternasyonel. Ermeni milliyetçiliği ve sosyalizmi harmanlama iddiasındaydı.

Anarşist çevrelerle de ilişkiliydi. Eylemcinin örgütle teması olan Belçikalı bir anarşist olduğu anlaşıldı. Edward Joris .

Padişah 7.000 asker tarafından korunuyordu. Yüksek duvarların arkasında. Geniş bir hafiye, jurnal ağıyla desteklenen istihbarat şebekesinin varlığı da unutulmamalı. Cuma selamlığı sırasında son derece güçlü önlemler alınıyordu.

Buna rağmen, böylesine güçlü bir bombanın yerleştirilebilmesini açıklayan birkaç şey vardı. Öncelikle, sultanın istihbarat örgütü, 1889’dan beri yurtdışından muhalefet eden Jön Türklere yoğunlaşmıştı. Yabancılarla ilgili tedbirler zayıftı. Koşullar yabancılara karşı tedbir almayı güçleştiriyordu. Nedeni de şöyle açıklanabilir:

Kapitülasyonlar, yabancı postanelerin varlığı, demiryolu ağının gelişmesi, Avrupa bağlantılı denizyolu hatlarının yolcu hacminin artması. İstanbul limanında yabancılara-özellikle Avrupalılara- pasaport dışında denetimin hoşnutsuzlukla karşılanması gibi etmenler payitahtına gelenler üzerinde ciddi kontrol mekanizması kurulmasını imkansız kılıyordu.

Suikastten sorumlu eylemci Edward Joris yargılandı. Ölüm cezasına çarptırıldı. Sultan Hamit, cezayı müebbed hapis cezasına çevirdi.

Avrupa’da Joris’i “Kızım sultanın zindanından kurtarmak” için geniş bir kampanya başlatıldı. Genelde sol çevrelerden destek alan Abdülhamit karşıtı geniş bir propaganda platformu kuruldu. Etkili de oldu.

(Suikastçi Edward Joris)

Belçika hükümeti de-inanılmaz bir şekilde-adli kapitülasyonları gerekçe göstererek Joris’in Osmanlı mahkemelerinde yargılamayacağını ileri sürebildi. Anlayacağınız, Osmanlı topraklarında, Osmanlı mülkünün sultanına suikastin sorumlusu olarak yakalanan kişi Belçika hükümetine göre Osmanlı mahkemesinde yargılanamazdı. Bu arada onlarca kişinin öldüğünü de unutmayalım. Herhalde emperyalizm nedir diye sorulduğunda en basit cevap bu olabilir diye düşünüyorum.

Anarşist Joris İstanbul’da bir süre önce işe girmişti. Singer Fabrikasında sekreterya işlerinde çalışıyordu.

Fakat ne ilginçtir ki, Sultan Abdülhamit, Avrupa’dan gelen baskılara dayanamayarak iki yıl sonra suikastçiyi serbest bıraktı. Olay aslında bir rahip Bronson olayı idi. Ama günümüzde İslamcı çevreler sultanın Joris’i bağışlamasının arka planını “büyük resim teorileri” ile açıklarlar.

İslamcı anlatıya göre, Sultan Hamit, Joris’i Avrupa’ya kendi ajanı olarak göndermiştir. Suikastçi sarayda kabul edilmiş, 500 altınlık bir ihsanda bulunulmuş, Sirkeci’den trene bindirilerek Avrupa’ya gönderilmiştir.

Doğal olarak şunu merak ediyorum: Joris sultanın ajanı olarak hangi hizmetleri görmüş olabilir Avrupa’da. Bir kaç örnek duymak isterdim doğrusu.

Bir karşılaştırma yaparak yazımı noktalamak isterim. Cuma selamlığı sırasında bir başka suikast girişimi III. Selim’e Ayasofya’da gerçekleşmişti: 10 Temmuz 1792. Magripli saldırgan yakalanmış ve hemen Babı Hümayun kapısında idam edilmişti.