TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 28. dönemindeyiz. Birinci meclis 1920 tarihli olduğuna göre 2023 seçimleriyle teşekkül eden meclise kadar 103 yıllık bir zaman diliminden söz ediyoruz demektir.
Çok partili siyasal hayata geçildiğinden bu yana meclislerimiz şunlar: 946, 1950, 1954, 1957, 1961, 1965, 1969, 1973, 1977. 12 Eylül'den AKP’ye kadar: 1983, 1987, 1991,1995 ve 1999.
AKP’nin iktidarını bir milat kabul edersek, 2002, 2007, 2011, 2015'te 2 defa. 2017’de anayasa değişikliği yapılıyor. Sistem değişiyor. 2018 sonrası parlamentoları önceki yetkilere sahip değil. Dolayısıyla 2018 ve 2023'te seçilen meclisleri farklı değerlendirmek gerekir.
1946'dan sonra genel ve oy eşit oy ilkesi var.1950'den sonra seçimler Yüksek Seçim Kurulu yönetimi altında yapılıyor. Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin seçim usulleri zaman içinde değişiklikler gösterse de seçim yargısı konusunda tek otorite olması değişmemiştir.
Parlamentonun teşekkül biçiminde önemli belirleyicilerden biri hiç kuşkusuz uygulanan seçim sistemidir. Türkiye dar bölge sistemi hariç neredeyse bütün seçim sistemlerini denemiştir.
Uygulanan seçim sistemi parlamentodaki sandalye dağılımını ciddi biçimde etkilemektedir. Birkaç örnekle seçim sisteminin ne kadar önemli olduğunu göstermek isterim
2002'de%10 ülke baraji AKP'nin %35 oyla iktidara gelmesini sağladı. baraj olmasa AKP tek başına iktidara gelemezdi. 1977'de baraj olsaydı CHP tek başına iktidara gelirdi. 1957’de nispi temsil olsa Demokrat Parti seçimini kazanamazdı. 1987'de çevre barajları olmasa Özal’ın ANAP’ı seçimi kazanamazdı. Tek başına iktidara gelemezdi.
14 Mayıs 1950'den 2017'de Türkiye'nin siyasal rejimi değişene kadar bir siyasi partinin baskın olduğu dört alt dönemden söz etmek mümkündür
Parlamentoda oluşan çoğunluklar itibariyle, üç dönem Demokrat Parti 1950-54-57’de. Menderes önderliğinde. İki dönem Adalet Partisi 1965 ve 69’da. Süleyman Demirel başkanlığında. İki dönem Anavatan Partisi: 1983-1987’de. Turgut Özal liderliğinde. 2002'den bu yana AKP 2002-2007-2011-2015 (iki kere)
2018'den sonra yürütmenin göreve gelmesi güven oylamasına bağlı olmadığından yasama meclisi seçimi ile doğrudan bir illiyet kurmak doğru değil.
Bununla birlikte, Meclis’te 2018 ve 2023'te AKP ve bağlaşıklarının çoğunluğu sağlanmıştır. Ama bu yumuşak kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter sistemde olduğu gibi bir çoğunluk değildir. Yürütmeyi elinde tutan siyasi otoriteye yasama meclisinde onay veren çoğunluk demektir
Dolayısıyla 2018’den sonra oluşan yasama ve yürütme organlarının denge ve dinamikleri hakkında başka kavramlarla düşünmek ve yazmak gerekir.
ANADOLU İHTİLALİNİN MECLİSİ : KUVVETLER BİRLİĞİ VE MECLİS ÜSTÜNLÜĞÜ
Yasama yetkilerinde epistemolojik kopuş Birinci Meclisin kuruluşudur: 23 Nisan 1920. Bu meclis aldığı 1 sayılı kararla kendisini teşekkül ettirmiştir. Türk kamu hukuku açısından en devrimci karar budur. İlk meclis bütün devlet erkleriniTürkiye Büyük Millet Meclisi ile eşitleyen bir meclistir.
Benim “Ankara Konvansiyonu” adını verdiğim Birinci Meclis, “ kuvvetler birliği ve meclis üstünlüğü” ilkesine dayanıyordu. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununda ifade edilen “teşri’ salahiyeti ve icra kudretini haiz” meclis ifadesi kamu hukukumuz ve siyasi tarihimiz açısından belirleyici olmuştur.
Birinci meclisin benimsediği anayasal ilkeler 1961 anayasasına kadar sürdürülmüştür. Yasamanın üstünlüğü diyebileceğimiz kamu hukuku ilkesi 1924 Anayasasından sonra da izlerini sürdürmeye devam etmiştir.
1921-1924 arasında yasama yürütme ve rejim yargısı yetkileri meclistedir. Bu nedenle meclisten özerk bir hükümetten söz edilemez. İcra Vekilleri heyeti meclise yürütme işlerinde vekalet etmektedir. “hakimiyet” her anlamda mecliste toplanmıştır.
Cumhuriyetin ilanı ile TBMM Başkanlığı ile devlet başkanlığı (Türkiye Reisi Cumhuru) ayrılmıştır. Hükümetin kuruluş ve göreve devam etme koşulları parlamenter hükümete yaklaşmıştır. Ama tam manasıyla değil.
1924 Anayasası ile yasama yürütmeyi güvenoyu ile görevlendirmekte güvensizlik oyuyla düşürebilmektedir.
DEVLET BAŞKANLIĞI YASAMADAN YÜRÜTMEYE GEÇİYOR
Milli Mücadelede Devlet başkanlığı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından temsil ediliyordu. Cumhuriyet devrimi ile Devlet Başkanlığı yürütmeye kaydırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden ayrıldı.
27 Mayıs 1960'a kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin her yasama dönemi başında Türkiye Reisi Cumhuru ve TBMM Başkanını seçmesi ve görev sürelerinin bir yasama dönemi olması anlamlıdır: Meclis hem yasamaya hem de devlete başkan seçiyor demek bu.
1924 anayasasının yürürlükte olduğu dönemde kurucu önderler bu usul çerçevesinde seçildiler: Atatürk-İnönü-Bayar.
İLK İKİ MECLİS: PARLAMENTO’DA KEMALİSTLER
Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşuna müdafaa-i hukuk hareketinin lideri kimliği ile öncülük etmişti. Siyasi hayatı boyunca meclis başkanı ya da cumhurbaşkanıydı. 1923-1927- 1931-1935 meclisleri tarafından Cumhurbaşkanı seçildi
Birinci Meclis, arena tipi tartışmacı bir meclisti. Milletvekilleri çoğunlukla seçildikleri livanın (seçim bölgesi) duyarlılıklarını temsil ediyorlardı. Kemalist parti meclisin geri kalan fraksiyonları üzerinde hakimiyet kurmakta zorlanıyordu. Savaş hali ve ulusal kurtuluş düşüncesi birlikteliği sağlıyordu. Başkomutanlık kanununun üçüncü uzatmasında olduğu üzere fiili durum yaratarak muhalifleri etkisizleştirmek gerekmişti. İkinci Grup içinde başkomutanlığa artık ihtiyaç olmadığını savunanlar ortaya çıkmıştı. Maksat TBMM Başkanı ve başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın gücünü kırmaktı. Doğan Avcıoğlu'nun Milli Kurtuluş Tarihi ve Türkiye’nin Düzeninde çok yerinde bir şekilde tespit ettiği üzere “tutucu güçlerle devrimcilik” yapılmak zorunda kalınmıştı.
İkinci Meclis, hem iç hesaplaşmanın hem de devrim hareketlerinin hız kazandığı bir dönemdir. Nutuk bu hesaplaşmanın sonudur. (1927)
ÜÇÜNCÜ MECLİSTEN SONRA
30'ların meclisleri için Hocam Tarık Zafer Tunaya şöyle yazmıştı: Parlamento İl Genel Meclisi havasındaydı. Birinci Meclis’teki sıcak tartışmalar geride kalmıştı. Bu tip parlamentolar siyaset bilimi literatüründe katılımcı/tartışmacı değil onaylayıcı meclisler olarak tanımlanır.
1920'den 1935 Meclisine kadar milletvekili profillerinde değişiklikler oldu. İlk meclis çevreyi temsil ediyordu. İkinci Meclis’te Kurtuluş Savaşı önderliği dengelerini gözeten bir liste çıkarmıştı. Üçüncü Meclisten itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi devrimin liderinin “tensip ettiği” kişilerden oluşur.
30’lar Türkiyesinde idari-siyasi elit içinde hareketlilik vardır. Bir seçkin, yüksek bürokratlık-valilik-elçilikten sonra milletvekilliği ve bakanlık yapabilir. Sonra sadece TBMM üyesi olabilir. Aktif siyasi görev almak istemeyenler milletvekili seçilebilirler. TBMM üyeliği bir ara seçimle de olabilir. Örnek :Rauf Bey’in ara seçimde milletvekili seçilmesi ve ardından Londra büyükelçi olarak tayin edilmesi. Fethi Bey’in başvekillikten istifa edip (1925) Paris büyükelçiliğine tayini. Ardından sefaretten ayrılarak ara seçimde milletvekili olması.Tekrar Londra’ya büyükelçi olarak tayin edilmesi gibi.
1927'den sonra milletvekili seçilmekten ziyade milletvekili yapılmak söz konusudur.
Emekli generaller, üniversite profesörleri pek ilgili olmadıkları vilayetlerden pekala milletvekili olabilirler. Enver Ziya Karal, Fuat Köprülü örneklerinde olduğu gibi. Bazılarına da jest yapılır: Kılıç Ali, Cevat Abbas, Nuri Conker, Salih Bozok gibi simalar kişisel nedenlerle Atatürk tarafından milletvekili yapılmıştır.
Atatürk yerel duyarlılıkları da temsil ettirmişti. Bazı ailelerin birinci meclisten itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde olduğunu unutmayalım. Bu suretle mütegallibe Kemalist devlete/ ideolojiye ve kadroya bağlamış oluyordu. Çevre aktörleri (egemenleri) daha sonra Demokrat Parti üzerinden Mecliste temsil edildiler. Menderes’in 1931 seçimlerinde Meclis’e alınmış bir toprak mütegallibesi olduğunu hatırlatmak isterim.
YASAMA SORUMSUZLUĞU VE DOKUNULMAZLIĞI
Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı demokratik siyasi hayatın en büyük güvencelerinden biridir. Bu milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık değildir.
iktidar karşısında yer alan toplumsal siyasal kesimlerin temsilcilerine sağlanan hukuki ilişilememe güvencesidir. Bir koruma alanıdır. Dokunulmazlık gerçekte muhalefeti korur. Kökeninde 1689 Bill of Rights yasası vardır. Burada parlamento üyesinin statüsü açısından önemli güvenceler sağlanmıştı. Tutuklanmama, kovuşturmadan azade olma, parlamentodaki sözlerinden dolayı kovuşturmaya uğramama ve kralın huzuruna kabul hakkı gibi.
Bu güvenceler 1876'dan beri vardır. İkinci Meşrutiyette Lütfi Fikri Bey ve İsmail Kemal Bey’in yasama dokunulmazlığı ilk gündeme gelen örnekler olmuştu. Lütfi Fikri Bey daha sonra İstanbul Barosu başkanı da olacaktır
Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğu andan itibaren kendi üyesinin hukukunu (parlamenterlik statüsü) kovuşturmaya karşı korumuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğu zaman kovuşturma merciine milletvekilliği sona erdikten sonra işlemleri başlatın demiştir. Buna “teşrii masuniyet” denilmiştir. Temel ilke suçüstü hükümleri hariç yargılamanın geri bırakılması biçiminde olmuştur
Tek parti devrinde yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı titizlikte uygulanan bir ilkeydi. TBMM adli kovuşturma izni verdiğinde mutlaka gerçek bir hukuki dayanağı olurdu.
Çoğunlukla karar adli temeli olan konular nedeniyle olurdu. Örneğin hakkında yolsuzluk iddiaları olan bakanlar. Yüce Divana sevk edilen bakanların dokunulmazlıkları kaldırılırdı. Yavuz Havuz davasında Bahriye Vekili İhsan Eryavuz, Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, İkinci Dünya savaşı yıllarında Suat Hayri Ürgüplü’nün dokunulmazlığının kaldırılması gibi. Bu sonuncusunda Ürgüplü Yüce Divan’a kendisi sevk edilmek istemiş ve yargılama sonunda aklanmıştır.
Milletvekili dokunulmazlığı, Atatürk ve İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu yıllarda gerçek hukuki gerekçelerle ve istisnaen kaldırılmıştır.
BİRİNCİ MECLİSTEN 1950’YE KADAR DOKUNULMAZLIK DOSYALARI VE SONUÇLARI
Birinci Meclisten çok partili siyasal hayata kadar gündeme gelmiş yasama dokunulmazlığı dosyalarından bazı örnekler vermek gerekirse: Nazım Resmor, 1921, eski Dahiliye vekili, Halk İştirakiyyun Fırkası üyesi, hükümeti devirmeye teşebbüs suçu nedeniyle kaldırıldı. Mahkum oldu. Sakarya Savaşından sonra çıkarılan genel afta tahliye edildi. Mehmet Şükrü Bey (Koç) ve Şeyh Servet Efendi aynı davada beraat etti. (1921) Tek parti devrinde, Tahsin Bey, adam öldürmeye teşvik suçundan mahkum oldu. (1925) Fikret Onuralp, irtikap suçundan mahkum oldu. (1928) Sadık Aldoğan , Millet Partisi milletvekili, 1950 genel seçimlerinden önce, hükümetin manevi şahsiyeti tahkir suçlaması ile dokunulmazlığı kaldırılmış (24.3.1950) Dosyanın sonucunu öğrenemedim.
DEMOKRAT PARTİ İLE MİLLETVEKİLLERİNE BASKI BAŞLIYOR
Yasama dokunulmazlığının anayasa ve kanunların arkasına dolanarak muhaliflere baskı kurmak maksadıyla kaldırılması Demokrat Parti ile başlamıştır. Bu konuda Menderes hükümetlerinin sicili epey kabarıktır. Siyasi tarihimizde en fazla bilinen Cumhuriyetçi Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı'nın yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve tutuklanması olayıdır. Üstelik Bölükbaşı meclis içindeki sözleri nedeniyle yargılanmıştır.
Yargılama devam ederken 1957 erken seçimleri yapılmış; Osman Bölükbaşı Kırşehir’den tekrar milletvekili seçilmişti. TBMM Başkanı Refik Koraltan “yeniden seçilmiş vekil tutuklu kalamaz” demişti. Koraltan’ın “vekilin dokunulmazlığı yeniden kazandığını” ifade etmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla tahliye edilmiştir. Anılan davada yargılama durmuştur. Osman Bölükbaşı Meclisi gelip yemin etmiş, XI.dönem parlamentoda yerini almıştır.
DP iktidarı, özellikle 1957'den sonra CHP, Hürriyet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi milletvekillerine karşı sudan sebeplerle yargıya sevk kuşatması başlatılmıştır. 50’lerde alınmış dokunulmazlığın kaldırılması ve yargı kararlarından bazı örnekler vereyim: Hüseyin Cahit Yalçın (CHP, 1952, TBMM ‘yi tahkir isnadı, beraat) Sırrı Atalay, (CHP, 1956, hükümetin manevi şahsiyetini tahkir, beraat) , Osman Ali Şiroğlu, (CMP, 1956 hükümetin manevi şahsiyeti, yargılama durmuş) Kamil Kırıkoğlu, (CHP, başbakana hakaret, yargılamanın durması), Osman Bölükbaşı, (CMP, 1957, yargılamanın durması)
1961 DEMOKRASİSİ VE YASAMA DOKUNULMAZLIĞI
1961 Anayasası yürürlükte bulunduğu (1961-1980) yıllar parlamenterlerin en yüksek koruma haklarına sahip olduğu bir döneme tekabül eder. Bunun nedeni iktidar çoğunluğuna karşı milletvekilini koruyacak Anayasa Mahkemesi vardır. Milletvekilleri yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarına karşı, Anayasa Mahkemesinin koruması altındadırlar. Çok bilinen bir örnek TİP milletvekili Çetin Altan'ın Akşam Gazetesinde yazdığı bir makalesinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle dokunulmazlığının kaldırılması olayıdır. Adalet Partisi iktidardaydı. Süleyman Demirel Başbakandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu kararını hukuki değil siyasi bulan Anayasa Mahkemesi dokunulmazlığı kaldırma kararını iptal etti.
İlk örnek ilginçtir. Bir Adalet Partisi milletvekili hakkında verilmiştir: Nuri Beşer. Tarih ilginç. 1962 Talat Aydemir Başkaldırısı zamanında. Üstelik CHP’nin AP ile yaptığı ilk koalisyon hükümeti zamanında. AP milletvekili Beşer’in dokunulmazlığı “Devletin askeri kuvvetlerini tahkir” suçlaması ise kaldırıldı. Ve mahkum oldu.
Adalet Partisi’nin tek başına iktidarda bulunduğu 1968 yılında Hakkari Milletvekili Ali Karahan ile ilgili dosya “Kürtçülük” isnadına dayanıyordu. Partisi ilginç, DP tabanına hitap eden Yeni Türkiye Partisi.
Aynı dönemde, Tabii Senatörler hakkında da çok sayıda dosya Meclise geldi. Bunlar eski Milli Birlik Komitesi üyeleriydiler. Osman Köksal ve Cemal Madanoğlu tabii senatörlük kabul etmemişlerdi. Senato dışındaydılar. Cevdet Sunay onları Kontenjan Senatörü olarak atamıştı. İktidar bu senatörlerden destek alan darbeci eğilimler olduğu kanaatindeydi. Bu senatörler Yön ve Devrim dergileri ile yoğun ilişki içindeydiler. Doğan Avcıoğlu bu grupların kuramcısıydı.
Milli Devrim Ordusu adı altında örgütlendikleri savıyla senatörler Mucip Ataklı, Ekrem Acuner, Sezai Okan, Şükran Özkaya (Tabii senatörler) hakkında 1968’de Adli kovuşturma başlatıldı. Dokunulmazlıkları kaldırıldı. AYM , kararları iptal etti.
1971’de de benzer şekilde Ekrem Acuner ve Osman Köksal hakkında dosyalar TBMM’ne ulaştı. Yargıya sevk kararları AYM tarafından iptal edildi. Cemal Madanoğlu da “anayasayı tağyir tebdil ve ilga etme” suçlamasıyla yargılandı. Beraat etti. Madanoğlu ve Köksal bu tarihte kontenjan senatörü idiler.
1961 demokrasisi devrinden biraz sıra dışı bir örnek Senatör Kudret Bayhan ile ilgili olandır. Bayhan MHP Niğde senatörüydü. Fransa'da baz morfin kaçakçılığı yaparken yakalanmıştı. Yargılanıyordu. Konu TBMM’ne 1973’de intikal ettiğinde yasama dokunulmazlığı kaldırıldı. Senatör Bayhan uzun süre Fransa’da hapis yattıktan sonra Türkiye’ye iade edildi.
1961 Anayasa düzeni yasama meclisleri üyelerini (milletvekilleri ve senatörler) siyasi iktidara ve meclis çoğunluğuna karşı hukuk yoluyla koruyordu. Uygulanan seçim sistemleri de küçük partilerin temsiline imkan sağlıyordu. Bu iki esaslı güvence sayesinde küçük partiler ve milletvekilleri üzerinde iktidarın ezici baskısı engellenebiliyordu.
Adalet Partisi iktidarlarının samimiyetsizliğine rağmen çok partili siyasal hayatın güvence ve dengeleri vardı.
DEPLİ MİLLETVEKİLERİ MESELESİ
DEP üyesi milletvekillerinin yasama dokurulmazlıklarının kadırılarak tutuklanmaları Türk parlamento tarihinin önemli olaylardandır. Demirel’in cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in başbakan olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. (1994)
DEP’liler 1991 parlamentosuna HEP kimliği altında ve SHP listesinden girmişlerdi. Erdal Bey, Kürt meselesinin temsil yoluyla mecliste çözülebileceğini düşünüyordu. Fakat tersi oldu. HEP’liler PKK’nin tırmanmakta olan şiddet eylemlerini meşrulaştırıcı bir söylem benimsediler. Bence isnatların pek çoğu doğruydu. Fevkalada yanlış olan; milletvekillerin dokunulmazlıklarını kaldırılma biçimi ve Meclis kapısında gözaltına alınma biçimiydi. Bu tutum TBMM’nin kendi üyelerinin saygınlığını koruma ilkesine tamamen aykırı oldu. DEP’lilerden bazılarının yargıya sevk öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin polis tarafından abluka altına alınması hiç hoş değildi. Görüntüler Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu açısından rencide edici oldu. Demirel'in “şık olmadı” sözü bu nedenle ifade edilmiştir
1994’de yasama dokunulmazlıkları kaldırılarak mahkum olan DEP milletvekilleri şunlardır: Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Selim Sadak.
1994’TEN SONRA DOKUNULMAZLIK DOSYALARI
1994’ten günümüze kadar mahkumiyet veya beraat ile sonuçlanmış yasama dokunulmazlığı kaldırma kararlarına bir göz atalım dilerseniz: Hasan Mezarcı, RP, 1994, mahkumiyet; Mehmet Ağar, DYP, 1998, cürüm işlemek maksadıyla silahlı teşekkül kurma, mahkumiyet; Sedat Bucak, DYP, 1998 cürüm işlemek maksadıyla silahlı örgüt kurmak mahkumiyet, Mustafa Kalemli, ANAP, 1998, görevi kötüye kullanma, beraat; Kahraman Emmioğlu,DYP, kaçakçılık, mahkumiyet; Sema Pişkinsüt, DSP, görevi kötüye kullanma, beraat; Murat Karayalçın, 1998, görevi kötüye kullanma, beraat.
PARTİ LİDERİ-PARTİ GRUBU
Türkiye tarihi bize şunu gösteriyor. Parlamentoda bir partinin büyük çoğunluklarla iktidarda bulunması Meclisi güçlendirmemiş, geriletmiştir. Demokrat Parti, Anavatan Partisi ve AKP devri böyle olmuştur.
Meclis 1950-1960, 1983-1991, 2002'den 2017'ye kadar iktidar partisi yöneticilerinin vesayeti altına girmiştir. Menderes, Turgut Özal, kısmen Demirel örneklerinde olduğu gibi. Ama asıl AKP liderine karşı AKP çoğunluğunun durumu çok barizdir. Parti lideri karşısında Parti grubu zayıftır. Parti grubu ne kadar büyük olursa olsun parti lideri karşısında güçsüzdür.
Önderlik karşısında parlamentonun göreli güçsüzlüğü Atatürk dönemi içinde geçerlidir. Özellikle III. Meclis’ten sonra.
SAĞDA İKTİDAR GRUBU VE PARTİ LİDERİ
Anavatan Partisi iktidarında partinin Özal ile ilişkisi Cumhurbaşkanı olduktan sonra zaman içinde koptu. Menderes ve Demirel'in parti grubuna hakim olamadığı zamanlar oldu. Hürriyet Partisi ve Demokratik Parti bu bölünmelerden doğdu.
Bu gelişmelerden çıkarılabilecek sonuç şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi genelde bağımlı bir aktör olmakla birlikte o bağımlılık bir pazarlıkla yürütülür. Bağ kopabilir. Partiden ve liderden kopma anını beklentiler belirler. Çünkü siyasette mutlak hiçbir şey yoktur
CHP MİLLETVEKİLİ AÇISINDAN PARTİ GENEL BAŞKANI
Yakın dönemlerde-her şeye rağmen-milletvekilinin özerk olduğu tek parti herhalde Cumhuriyet Halk Partisidir. Çünkü CHP'de önderlik yoktur. Epey bir süredir partiye genel başkan seçilmiş kişiler vardır. Genel başkan parti içi bir dengeyi yansıtır.
Bütün milletvekilleri-az çok- kendilerini potansiyel başkan olarak görürler. Parti genel başkanını önemsememe durumu Onsekizinci Kurultaydan beri vardır.
CHP'de andığım bu durum Ecevit’in “kapıkulu değiliz” sözüyle başlar. Baykal, Kılıçdaroğlu, Özgür Özel bunların hepsinin döneminde başkaldırılar olmuştur. Genel başkana meydan okuma hali CHP’de hakimdir. Bazan ihraç ile sonuçlasa bile.
Örneğin Şişli Belediye Başkanı partiden ihraç edildi. Ama konjonktür değişince döndü. Milletvekili oldu. CHP bunların gerçekleşmesine imkan veren bir partidir.
Kemal Kılıçdaroğlu da partide epey “temizlik” yapmasına rağmen en yakınındaki adam tarafından koltuğundan edilmiştir. Günümüz Türkiyesinde böylesi bir rekabet ancak CHP de olabilir. Sosyalist partiler istisnasıyla tabii ki.
2002’DEN SONRA TBMM VE YÜRÜTME
AKP, 12 Eylül’ün koyduğu %10 ülke barajı sayesinde iktidara geldi. (2002) Türkiye tarihinin en adaletsiz seçimi ile çoğunluğu sağladı. Baraj altında kalan partilerin toplam oyu %45'ti. 12 Eylülcülerin seçim barajı AKP'ye 1/3 biraz üstünde bir oyla 2/3 ye yakın bir meclis çoğunluğu sağladı.
2002-2007 arasında AKP, Cumhurbaşkanı Sezer, yargı, üniversiteler ve ordu tarafından kuşatılmıştı. Sezer'in Cumhurbaşkanlığı süresinin bitmesi ile kuşatma sona erdi.
Yasama yürütme ilişkileri açısından 82 anayasasında bugünlere gelmemize yol açan hukuki imkanlar vardı.
Anayasaya baktığınızda iki şey hemen göze çarpar. Birincisi, yargının yürütme karşısında bariz bir şekilde gerilediği gerçeği. Bir siyasi tercih olarak yürütmenin gücünün pekiştirilmesi. Yürütmenin içinde cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması. sağlamaktı Kurucu iktidarın niyeti “aşkın devlet iktidarını ” yasama-yürütme ve yargı üzerinde vasi tayin etmek. Ama sonuç hiç de öyle olmayacaktı. cumhurbaşkanının tek başına yürütme erkine ulaşmasını sağlayan kapı böyle açılmıştır.Milli Güvenlik Konseyi “Anayasa kurgusunu” Çankaya’da hep Kenan Evren tarzı birinin oturacağı varsayımına dayandırmıştır.
Türkiye için siyasi milat bana göre Özal'ın anayasanın olanaklarından yararlanarak Çankaya'ya çıkmasıydı.
Özal fiili başkanlığı Yıldırım Akbulut ile denemişti. Erdoğan ise Davutoğlu ve Binali Yıldırım’ı istihdam etti. Sonunda başbakanı da hükümeti de tasfiye etti.
Yetkileri arttırılmış Cumhurbaşkanlığı, parlamenter hükümette dahi Özal’ın fiili başkanlığı anlamına gelecekti. Özal hemen “başkomutan benim” sözünü telaffuz etmeye başladı.
2007’de AKP'li bir partizanın Meclis çoğunluğuna dayanarak Çankaya'ya çıkmasını 367 ile engellemeye çalışan blok sandıkta yenildi. Bu durum cumhurbaşkanının seçilme usulünün değiştirilmesine yol açtı. Anayasa değiştirildi. Cumhurbaşkanı artık genel oyla seçilecekti. Bu değişiklik Türkiye’de bütün taşları devirdi ve rejimi yeniden tanımladı.
Yürütmenin siyaseten sorumsuz başı, yürütmenin idari ve siyasi diğer bütün unsurlarını tasfiye ederek “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında tek başına yürütme oldu.(2017)
2018 VE 2023 YASAMA MECLİSİ SEÇİMLERİ
2017 anayasa değişikliği uyarınca, son iki milletvekili genel seçimi cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte yapılmıştır. Eğer yasama meclisi seçimi ABD'de olduğu gibi farklı zamanlarda yapılmış olsaydı rejim içinde farklı dengeler ortaya çıkabilirdi.
Hatırladığım kadarıyla MHP genel başkanı Dr. Devlet Bahçeli sistem kurulurken yasama ve yürütme seçimlerinin aynı anda olması konusunda ısrarlı olmuştu. Bunun nedeni ittifak adı altında AKP ile koalisyon yapmak niyeti olmalıdır.
Bu hedefine Türkeş'in Milliyetçi Cephe içindeki gücünden daha etkin bir şekilde ulaştı diyebiliriz. MHP için son zamanlarda bazı konularda “öncülük eden partner” diyebiliriz.
2018'den bu yana sistem yürütme merkezli olarak yeniden tanımlandığından yasama meclisi seçimleri ikinci planda kalmıştır. Seçimler tek kişinin seçimi etrafında gerçekleşmektedir. O da cumhurbaşkanı seçimidir.
Barajın %7'ye düşürülmesi ittifaklara dahil olan siyasi partilerin sayısının artması, %50 + 1'in arkasında mevzilenme pazarlıkların temel parametreleri olmuştur
YASAMA YETKİLERİNİN FİİLEN YÜRÜTMEYE GEÇİŞİ
TBMM tarihi olarak ulusal egemenliğin tecelli ve temerküz ettiği yerdir.Eğer yanılmıyorsam, Birinci Meclis’te İkinci Grubun etkin simalarından biri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni milletin kabesi olarak tanımlamıştı. Bugün için bunu söyleyemeyiz.
Yeni dönemde, meclisin en önemli yetkisi olan kanun koyma yetkisinin sönükleştiği bir sistem kurulmuştur.
Bunun nedeni, yasama erkinin zayıflatılmış olduğu gerçeğidir. Yürütme kamu hürriyetleri alanı dışında neredeyse her alanda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yasamaya denk düzenleme yapma yetkisini kuşanmış bulunuyor.
Mecliste çoğunluk arkasında olduğuna göre yasamadan cumhurbaşkanının iradesini değiştirecek bir kanunlaştırma faaliyeti beklemek hayalcilik olur. Böyle bir yasama etkinliği şimdiye kadar görülmemiştir
Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan ittifak yürütmenin gücünü pekiştirecek bir yasama meclisi çıkarmıştır. Yasama, iktidarın yürütmede elde ettiği gücü tahkim etme işlevi görmektedir
Yani 1920'de “kuvvetler birliği ve meclis üstünlüğü sistemi gereği” her şeyin hakimi olan TBMM yürütmeyi onaylayan meclise dönüşmüş durumdadır.
Yumuşak kuvvetler ayrılığı ilkesinin geçerli olduğu 1961 demokrasisi döneminde de, Erdoğan Teziç Hocamın sözleriyle ifade etmek gerekirse, yürütme müştak-ikincil bir iktidar alanıydı. Devlet erki olmaktan ziyade görev olarak tanımlanmıştı. Şimdi ise yürütme yasamanın üstünde bir erke dönüşmüş bulunuyor.
Bir başka nokta belki ABD ile karşılaştırarak daha somut ifade edilebilir. ABD'de sert kuvvetler ayrılığı vardır. Yasama ve yürütme birbirini azledemez. Türkiye'de ise her ikisi de seçimleri yenileme kararı alabilir. Bu her iki halde de cumhurbaşkanının iradesi demektir.
ABD’de yasama meclisleri (Kongre) yürütmeden bağımsız olarak belli aralıklarla kısmen yenilenir. Bu da yasama organında dengeleri yürütme lehine veya aleyhine değiştirebilir.
ABD'deki sert kuvvetler ayrılığı Türkiye'deki uygulama ile kıyaslanamaz. Türkiye'de Kemal Gözler hocanın çok yerinde bir ifadesi ile “neverland anayasa sistemi” ihdas edilmiştir.
YASAMA MECLİSİNİN MEBUSAN MECLİSİ’NE DÖNÜŞMESİ
Türkiye'de yasama meclisinin kuruluş mantığı da, demokrasinin kurumsallaşması da yürütmeyi denetleme temelinde gelişmiştir.
Burada milat olarak 1909 anayasa değişiklikleri gösterilebilir. Yürütme 1909'dan 2017'ye kadar daima yasama meclisinin onayı ile göreve gelmiştir. Mebusan Meclisi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi yürütmeyi görevlendiren ve onay veren merciler olmuştur.
Doğal olarak, hükümetin görevde kalması güven oyuna bağlıydı. 1920’den itibaren bakanlar (icra vekilleri) veya topluca Bakanlar Kurulu (Vekiller Heyeti) TBMM tarafından düşürülebilirdi.
Şimdiki halde yasama meclisi sadece yazılı soru önergesi verebilen bir müesseseye dönüştürülmüştür. Meclis soruşturması, meclis araştırması, genel görüşme zayıflatılmıştır.
Yasama meclisi'nin cumhurbaşkanına karşı bir yetkisi yoktur. Seçimleri yenileme kararı dışında yürütmeye karşı uygulayabileceği bir müeyyide kalmamıştır. Bu sonuç, Kanunu Esasi’den beri güçlenen yetkilerinin tamamen budanması anlamına gelir.
Bu durum kamu hukuku açısından neye tekabül eder?
Görüşüm şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisi 1908 Meşrutiyet devrimi öncesindeki Mebusan Meclisi konumuna gerilemiştir. Milletvekillerinin statüsü açısından da gerileme vardır. TBMM üyesi bugün -maalesef-Mebusan Meclisi üyesi statüsüne yaklaşmıştır.
AKP DÖNEMİNDE MUHALİF MİLLETVEKİLİ VE DOKUNULMAZLIK
İktidar partisi AKP'nin muhalif partilerden ve özellikle CHP'den seçilmiş milletvekillerinin TBMM üyeliğine ve anayasal haklarına karşı tutumu endişe vericidir. Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu kavramlarının içeriği tam manasıyla erezyona uğramıştır.
Hatırlarsanız: Ergenekon ve Balyoz komploları ile tutuklanmış bazı ünlü simalar vardı. Bunlar CHP listesinden milletvekili seçilmişlerdi. Mehmet Haberal, Mustafa Balbay gibi. Bu isimler yargılanırken milletvekili seçildiler. Yargılamanın durdurulması ve tahliye edilmeleri gerekirdi. Seçilmiş milletvekillerinin meclise gidip yemin etmeleri gerekirdi. TBMM Başkanı, Koraltan’ın 1957'de yaptığı gibi bir tutum takınmalı idi. Ama öyle yapmadı.
Tuncay Özkan ve Engin Berberoğlu vakalarında olduğu gibi AKP muhalif milletvekilinin dokunulmazlığını casusluk, darbecilik, hükümeti devirmeye teşebbüs, terör örgüt üyeliği gibi bir suçlamayla kaldırılıyor, tutukluyordu. Ergenekon ve Balyoz türü davalarda yargılama heyetinin Fethullah örgütünden devşirilme olduğu malumumuzdur. Yargılamalar tutuklu devam ediyordu. Tabii uydurulmuş delillerle. Yargılanan kişi milletvekili seçildiğinde dokunulmazlık iktisap etmiş olmasına rağmen tahliyesi sürekli engelleniyordu. Hatırlayalım: Haberal ve Balbay’ın TBMM’ne katılmaları bu nedenle iki yıla yakın bir gecikme ile mümkün olabilmişti.
Iktidar, milletvekili seçilmiş kişinin parlamento üyeliğinden kaynaklanan hukukunu muhafaza etmek yerine meclise sokmamaya çalışmaktadır. 2007’den sonra bu tutum adeta rutin hale gelmiştir.
2016’da Anayasaya geçici bir madde eklendi. Görünüşte iyi niyetli bir girişimdi. CHP yönetimi iktidar tarafından adeta aldatıldı.
Bu tarihte TBMM Başkanlığına intikal etmiş, 154 milletvekiline ait 810 dosya için dokunulmazlık kalktı. Dokunulmazlıkların bir defalığına ve anayasa aykırı bir şekilde topluca kaldırılması bir felaket oldu. CHP Genel Başkanı buna destek vermekle Türk siyasi tarihinde inanılmaz bir hataya imza atmış oldu.
Selahattin Demirtaş, 2018 cumhurbaşkanlığı seçimine hapisten katılmış ve yarışı üçüncü bitirmiştir. Bu durum Türk siyasi hayatı literatüründe dikkate alınması gereken bir olaydır.
Kocaeli milletvekili Dr. Gergerlioğlu’nun TBMM’de gözaltına alınma vakasından sonra milletvekili dokunulmazlığı konusunda en vahim gerileme Türkiye İşçi Partisi Hatay milletvekili Şerafettin Can Atalay'ın Anayasa Mahkemesi kararına rağmen meclise katılımının engellenmesidir.
Bu konuda Yargıtay’ın tutumu endişe verici olmuştur. Anayasa Mahkemesi kararlarının üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine aykırı davranılmıştır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, iktidarın tutumu 1957'nin hatta 1909'un bile gerisinde kalmıştır demek yanlış olmaz.
MECLİSE DAİR BEKLENTİLERİM
Türkiye’nin yeni rejimi kuvvetler ayrılığına değil yürütmenin üstünlüğüne dayanmaktadır
Günümüz Türkiyesinde, yasama meclisi üyesi bir tertiple meclis dışına atılıp tutuklanabilir. Uzun süre yargılanabilir. Yüksek yargı organları tahliye edilmesini gerektirecek kararlar verse bile tahliye edilmeyebilir. Bu endişe verici duruma Türkiye nasıl geldi?
Anayasa yargısının bütün devlet organlarını bağlayan kararları fiilen ortadan kaldırıldı. En önemli gelişme yasama meclisi üyeliği statüsü ile ilgili oldu.
2017 anayasa değişiklikleri TBMM genel kurulundan geçerken şu sahneleri hatırlayalım: Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidar partisi ve bağlaşıkları şunlara oy vermiş oluyordu. TBMM’nin kuruluşundan beri var olan hükümeti lağv eden, başbakanlığı kaldıran, hükümeti göreve başlatma, düşürme, gensoru önergesi, yazılı-sözlü önerge ile yürütmeyi denetleme yetkileri artık olmayacaktı. Bunun yerine yürütme yetkisi tek kişiye delege ediliyordu: Cumhurbaşkanı.
Sanırım meclis çoğunluğu anayasa değişikliğini onaylarken ne yaptığının bilincinde değildi. Türkiye’nin tarihi tecrübelerden süzülüp gelen bütün dengeleri ortadan kaldırıldı.
Oysa ki siyasi tarihimizde asli güç daima Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur. Meclislerimiz Sultan Abdülhamid'ten kopardığı yetkileri Atatürk'e bile vermemiştir. Bkz. 1924 anayasası müzakereleri.
Günümüzün siyasal rejimi 1920'den, 1961'den 1982'den farklı bir yerdedir. Devletimizi kuran Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Devleti Kuran meclis rejimin de temel organı idi. Yine öyle olması gerekir. Benim dileğim budur.
Çok Okunanlar

Ahmet Ercan'dan İstanbulluları rahatlatacak açıklama

DEM Parti'nin iktidardan taleplerini açıkladı

Trump Papa'nın cenazesinde tepki çekti! Yaptığı hareket ve kıyafeti gündem oldu

Trump atıp tutuyor ama ya Çin olmasaydı…

Dev gibi bir baş!

Erdoğan'a hayatı boyunca hiç oy vermeyen yurttaşların oranı belli oldu

Sallanıyoruz, ama en çok içimiz çöküyor!

Bilal Erdoğan'a 'Cumhurbaşkanı olacak mısınız?' sorusu

Türkiye Büyük Millet Meclisi

İşte ihaleyle jammer alan belediyeler ve kurumlar...