Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,6592
Dolar
Arrow
38,4267
İngiliz Sterlini
Arrow
51,1731
Altın
Arrow
4100,0000
BIST
Arrow
9.432

Türkiye Büyük Millet Meclisi

TÜRKİYE  BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ 

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 28. dönemindeyiz. Birinci meclis 1920 tarihli olduğuna göre 2023 seçimleriyle teşekkül eden meclise   kadar 103 yıllık  bir zaman diliminden söz ediyoruz demektir.

Çok partili siyasal hayata geçildiğinden bu yana meclislerimiz şunlar: 946, 1950,  1954, 1957, 1961, 1965, 1969,  1973, 1977. 12 Eylül'den  AKP’ye kadar: 1983, 1987, 1991,1995 ve 1999.

 AKP’nin iktidarını bir  milat kabul edersek, 2002,  2007, 2011, 2015'te 2 defa. 2017’de anayasa değişikliği yapılıyor.  Sistem değişiyor.  2018 sonrası parlamentoları  önceki yetkilere sahip değil. Dolayısıyla 2018 ve 2023'te seçilen meclisleri  farklı değerlendirmek gerekir.

1946'dan sonra genel ve oy eşit oy ilkesi var.1950'den sonra seçimler Yüksek Seçim  Kurulu yönetimi altında yapılıyor.  Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin  seçim usulleri  zaman içinde değişiklikler gösterse de  seçim yargısı konusunda tek  otorite olması değişmemiştir. 

Parlamentonun teşekkül  biçiminde önemli belirleyicilerden biri hiç kuşkusuz uygulanan seçim sistemidir. Türkiye dar bölge sistemi hariç neredeyse bütün seçim sistemlerini denemiştir. 

Uygulanan seçim sistemi  parlamentodaki sandalye dağılımını ciddi biçimde etkilemektedir. Birkaç  örnekle seçim sisteminin ne kadar önemli olduğunu göstermek isterim

2002'de%10 ülke baraji  AKP'nin %35 oyla iktidara gelmesini sağladı.  baraj olmasa  AKP tek başına iktidara gelemezdi.  1977'de  baraj olsaydı CHP tek başına iktidara gelirdi. 1957’de nispi temsil olsa Demokrat Parti seçimini kazanamazdı.  1987'de çevre barajları olmasa Özal’ın ANAP’ı seçimi kazanamazdı. Tek başına iktidara gelemezdi. 

14 Mayıs 1950'den 2017'de Türkiye'nin siyasal rejimi değişene kadar bir siyasi partinin baskın olduğu dört alt dönemden söz etmek mümkündür 

Parlamentoda oluşan çoğunluklar   itibariyle, üç dönem Demokrat Parti 1950-54-57’de. Menderes  önderliğinde.  İki dönem Adalet Partisi 1965 ve 69’da.  Süleyman Demirel başkanlığında. İki  dönem   Anavatan Partisi: 1983-1987’de.  Turgut Özal   liderliğinde. 2002'den bu yana AKP 2002-2007-2011-2015 (iki kere)  

2018'den sonra yürütmenin göreve gelmesi  güven oylamasına bağlı olmadığından   yasama  meclisi  seçimi ile doğrudan bir  illiyet kurmak  doğru değil. 

Bununla birlikte, Meclis’te 2018 ve 2023'te AKP ve bağlaşıklarının çoğunluğu  sağlanmıştır.   Ama bu yumuşak kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter sistemde olduğu gibi bir çoğunluk değildir.  Yürütmeyi elinde tutan siyasi otoriteye yasama meclisinde onay veren çoğunluk demektir

Dolayısıyla 2018’den sonra oluşan yasama ve yürütme organlarının  denge ve dinamikleri hakkında başka kavramlarla  düşünmek ve yazmak gerekir. 

ANADOLU İHTİLALİNİN MECLİSİ :  KUVVETLER BİRLİĞİ  VE MECLİS  ÜSTÜNLÜĞÜ  

Yasama yetkilerinde epistemolojik kopuş  Birinci  Meclisin kuruluşudur: 23 Nisan 1920. Bu meclis aldığı 1 sayılı kararla  kendisini teşekkül ettirmiştir. Türk kamu hukuku açısından en devrimci karar  budur. İlk meclis bütün devlet erkleriniTürkiye Büyük Millet Meclisi ile eşitleyen bir meclistir. 

Benim “Ankara Konvansiyonu”  adını verdiğim Birinci Meclis, “ kuvvetler birliği ve  meclis  üstünlüğü” ilkesine  dayanıyordu. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununda  ifade edilen “teşri’ salahiyeti ve icra kudretini haiz”  meclis  ifadesi kamu hukukumuz ve  siyasi tarihimiz açısından belirleyici olmuştur.

Birinci meclisin benimsediği anayasal ilkeler 1961 anayasasına kadar sürdürülmüştür. Yasamanın üstünlüğü diyebileceğimiz kamu  hukuku  ilkesi 1924 Anayasasından sonra da izlerini sürdürmeye devam etmiştir.

1921-1924 arasında yasama yürütme ve rejim yargısı yetkileri meclistedir. Bu nedenle meclisten  özerk  bir hükümetten söz edilemez. İcra Vekilleri heyeti meclise yürütme işlerinde vekalet etmektedir. “hakimiyet” her anlamda mecliste toplanmıştır.

Cumhuriyetin  ilanı ile TBMM Başkanlığı ile devlet başkanlığı  (Türkiye Reisi Cumhuru)  ayrılmıştır. Hükümetin kuruluş ve göreve devam etme koşulları parlamenter  hükümete yaklaşmıştır. Ama tam manasıyla değil. 

1924 Anayasası ile yasama yürütmeyi güvenoyu ile görevlendirmekte güvensizlik oyuyla düşürebilmektedir.

DEVLET  BAŞKANLIĞI  YASAMADAN YÜRÜTMEYE  GEÇİYOR 

Milli  Mücadelede  Devlet başkanlığı  Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından temsil ediliyordu.  Cumhuriyet devrimi  ile Devlet Başkanlığı yürütmeye kaydırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden ayrıldı.  

27 Mayıs 1960'a kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin her yasama dönemi başında Türkiye Reisi Cumhuru ve TBMM  Başkanını seçmesi ve görev   sürelerinin bir yasama  dönemi olması anlamlıdır: Meclis  hem yasamaya hem de devlete başkan  seçiyor  demek bu. 

1924 anayasasının yürürlükte olduğu dönemde kurucu önderler bu usul çerçevesinde seçildiler: Atatürk-İnönü-Bayar.  

İLK İKİ MECLİS: PARLAMENTO’DA  KEMALİSTLER  

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşuna müdafaa-i hukuk hareketinin  lideri kimliği ile öncülük etmişti.  Siyasi hayatı boyunca meclis başkanı ya da cumhurbaşkanıydı. 1923-1927- 1931-1935   meclisleri tarafından Cumhurbaşkanı seçildi

Birinci Meclis, arena tipi tartışmacı bir meclisti. Milletvekilleri çoğunlukla seçildikleri livanın (seçim bölgesi)  duyarlılıklarını temsil ediyorlardı. Kemalist parti meclisin geri kalan fraksiyonları üzerinde  hakimiyet  kurmakta zorlanıyordu. Savaş hali ve ulusal kurtuluş düşüncesi birlikteliği   sağlıyordu. Başkomutanlık kanununun üçüncü  uzatmasında   olduğu üzere fiili durum yaratarak muhalifleri etkisizleştirmek  gerekmişti. İkinci Grup içinde  başkomutanlığa artık  ihtiyaç olmadığını   savunanlar  ortaya çıkmıştı. Maksat TBMM Başkanı ve  başkomutan  Mustafa Kemal Paşa’nın   gücünü  kırmaktı.  Doğan Avcıoğlu'nun Milli Kurtuluş  Tarihi  ve Türkiye’nin   Düzeninde çok yerinde bir şekilde tespit ettiği  üzere  “tutucu güçlerle devrimcilik”  yapılmak zorunda  kalınmıştı.  

İkinci Meclis,  hem iç hesaplaşmanın hem de devrim hareketlerinin hız kazandığı bir dönemdir. Nutuk  bu  hesaplaşmanın  sonudur. (1927)

ÜÇÜNCÜ MECLİSTEN SONRA 

30'ların meclisleri için Hocam Tarık Zafer Tunaya  şöyle  yazmıştı:   Parlamento İl Genel Meclisi havasındaydı. Birinci  Meclis’teki sıcak tartışmalar  geride kalmıştı.  Bu tip parlamentolar siyaset bilimi literatüründe katılımcı/tartışmacı değil onaylayıcı meclisler olarak  tanımlanır. 

1920'den 1935 Meclisine kadar milletvekili profillerinde değişiklikler oldu.  İlk meclis çevreyi temsil ediyordu.  İkinci Meclis’te  Kurtuluş Savaşı önderliği  dengelerini gözeten bir liste çıkarmıştı. Üçüncü Meclisten itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi devrimin liderinin “tensip  ettiği”  kişilerden oluşur.

30’lar Türkiyesinde idari-siyasi  elit içinde   hareketlilik vardır.  Bir     seçkin, yüksek bürokratlık-valilik-elçilikten sonra   milletvekilliği ve bakanlık   yapabilir. Sonra  sadece  TBMM  üyesi  olabilir.  Aktif siyasi görev almak  istemeyenler  milletvekili  seçilebilirler.  TBMM  üyeliği  bir ara seçimle de olabilir. Örnek :Rauf Bey’in  ara  seçimde milletvekili  seçilmesi ve ardından  Londra  büyükelçi olarak tayin  edilmesi.   Fethi Bey’in  başvekillikten istifa edip (1925) Paris  büyükelçiliğine tayini. Ardından   sefaretten  ayrılarak ara seçimde milletvekili  olması.Tekrar  Londra’ya büyükelçi olarak  tayin edilmesi  gibi.  

1927'den sonra milletvekili seçilmekten ziyade milletvekili yapılmak söz konusudur.

Emekli generaller, üniversite profesörleri pek ilgili olmadıkları vilayetlerden pekala milletvekili olabilirler. Enver Ziya Karal,  Fuat Köprülü  örneklerinde olduğu gibi. Bazılarına da jest yapılır: Kılıç Ali, Cevat Abbas, Nuri  Conker, Salih Bozok  gibi simalar  kişisel nedenlerle Atatürk tarafından  milletvekili yapılmıştır. 

Atatürk yerel duyarlılıkları da  temsil ettirmişti.  Bazı ailelerin birinci  meclisten itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde olduğunu unutmayalım.  Bu suretle   mütegallibe Kemalist devlete/ ideolojiye ve kadroya bağlamış  oluyordu. Çevre  aktörleri (egemenleri)  daha sonra Demokrat Parti üzerinden  Mecliste  temsil edildiler. Menderes’in   1931  seçimlerinde Meclis’e alınmış  bir toprak mütegallibesi  olduğunu hatırlatmak isterim. 

YASAMA   SORUMSUZLUĞU VE  DOKUNULMAZLIĞI 

Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı demokratik siyasi hayatın en büyük güvencelerinden biridir. Bu milletvekillerine tanınan   bir ayrıcalık  değildir. 

iktidar karşısında yer alan  toplumsal siyasal kesimlerin temsilcilerine sağlanan  hukuki ilişilememe güvencesidir. Bir koruma alanıdır.  Dokunulmazlık gerçekte muhalefeti korur.  Kökeninde 1689  Bill of Rights   yasası vardır. Burada   parlamento  üyesinin statüsü açısından önemli  güvenceler sağlanmıştı. Tutuklanmama,   kovuşturmadan azade olma,    parlamentodaki  sözlerinden dolayı  kovuşturmaya  uğramama ve kralın  huzuruna kabul  hakkı gibi. 

Bu güvenceler 1876'dan beri vardır. İkinci Meşrutiyette Lütfi Fikri Bey  ve İsmail Kemal Bey’in  yasama dokunulmazlığı ilk  gündeme gelen  örnekler olmuştu. Lütfi Fikri Bey daha sonra İstanbul Barosu  başkanı da olacaktır

Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğu andan itibaren kendi üyesinin hukukunu (parlamenterlik statüsü)  kovuşturmaya karşı korumuştur. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi  çoğu zaman kovuşturma   merciine milletvekilliği sona erdikten sonra işlemleri başlatın  demiştir. Buna “teşrii masuniyet”   denilmiştir. Temel ilke  suçüstü hükümleri hariç yargılamanın geri bırakılması biçiminde olmuştur 

Tek parti  devrinde  yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı   titizlikte uygulanan bir ilkeydi.  TBMM   adli kovuşturma izni verdiğinde  mutlaka  gerçek  bir hukuki  dayanağı olurdu. 

Çoğunlukla   karar  adli    temeli olan  konular  nedeniyle olurdu.    Örneğin hakkında yolsuzluk iddiaları olan   bakanlar.   Yüce Divana sevk edilen bakanların dokunulmazlıkları kaldırılırdı.  Yavuz Havuz davasında Bahriye Vekili İhsan Eryavuz,  Ticaret  Vekili  Ali Cenani Bey,  İkinci Dünya savaşı  yıllarında Suat   Hayri Ürgüplü’nün  dokunulmazlığının   kaldırılması  gibi. Bu sonuncusunda Ürgüplü Yüce Divan’a  kendisi   sevk edilmek istemiş ve  yargılama  sonunda aklanmıştır.

Milletvekili  dokunulmazlığı, Atatürk ve İnönü’nün  cumhurbaşkanı olduğu yıllarda   gerçek  hukuki gerekçelerle ve istisnaen kaldırılmıştır.  

BİRİNCİ MECLİSTEN  1950’YE KADAR DOKUNULMAZLIK DOSYALARI VE SONUÇLARI 

Birinci Meclisten  çok partili  siyasal  hayata kadar  gündeme gelmiş    yasama  dokunulmazlığı  dosyalarından   bazı örnekler  vermek gerekirse:   Nazım Resmor,  1921,  eski Dahiliye vekili, Halk  İştirakiyyun Fırkası  üyesi,   hükümeti devirmeye teşebbüs  suçu  nedeniyle  kaldırıldı. Mahkum oldu.  Sakarya Savaşından sonra çıkarılan genel afta tahliye edildi.  Mehmet  Şükrü Bey (Koç) ve Şeyh Servet Efendi  aynı  davada beraat  etti. (1921)  Tek  parti  devrinde,  Tahsin Bey,   adam  öldürmeye  teşvik suçundan  mahkum  oldu. (1925) Fikret Onuralp, irtikap suçundan  mahkum oldu. (1928)  Sadık Aldoğan , Millet Partisi  milletvekili, 1950 genel seçimlerinden önce, hükümetin manevi şahsiyeti  tahkir  suçlaması ile  dokunulmazlığı  kaldırılmış (24.3.1950) Dosyanın  sonucunu  öğrenemedim. 

DEMOKRAT  PARTİ  İLE MİLLETVEKİLLERİNE BASKI  BAŞLIYOR 

Yasama dokunulmazlığının anayasa ve kanunların arkasına dolanarak muhaliflere baskı kurmak  maksadıyla kaldırılması Demokrat Parti ile başlamıştır.  Bu konuda Menderes hükümetlerinin   sicili  epey kabarıktır.  Siyasi tarihimizde en fazla bilinen Cumhuriyetçi Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı'nın yasama dokunulmazlığının  kaldırılması  ve tutuklanması  olayıdır. Üstelik Bölükbaşı meclis içindeki sözleri nedeniyle  yargılanmıştır. 

Yargılama devam ederken 1957 erken seçimleri  yapılmış;  Osman Bölükbaşı Kırşehir’den tekrar milletvekili seçilmişti. TBMM Başkanı  Refik Koraltan “yeniden  seçilmiş vekil tutuklu kalamaz” demişti.  Koraltan’ın “vekilin  dokunulmazlığı   yeniden   kazandığını”  ifade etmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla tahliye edilmiştir.   Anılan davada yargılama durmuştur. Osman  Bölükbaşı  Meclisi gelip yemin etmiş, XI.dönem parlamentoda yerini  almıştır. 

DP iktidarı, özellikle  1957'den sonra  CHP, Hürriyet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi milletvekillerine karşı    sudan sebeplerle  yargıya   sevk  kuşatması   başlatılmıştır.  50’lerde alınmış dokunulmazlığın kaldırılması   ve   yargı   kararlarından  bazı örnekler  vereyim: Hüseyin Cahit Yalçın  (CHP, 1952,  TBMM ‘yi tahkir isnadı, beraat)  Sırrı  Atalay, (CHP,  1956,  hükümetin manevi şahsiyetini tahkir, beraat) , Osman Ali Şiroğlu, (CMP, 1956  hükümetin manevi şahsiyeti, yargılama  durmuş)    Kamil Kırıkoğlu, (CHP,  başbakana  hakaret, yargılamanın durması), Osman Bölükbaşı, (CMP, 1957,   yargılamanın  durması) 

1961 DEMOKRASİSİ  VE YASAMA DOKUNULMAZLIĞI 

1961 Anayasası yürürlükte bulunduğu  (1961-1980) yıllar parlamenterlerin  en yüksek koruma haklarına  sahip olduğu  bir döneme tekabül  eder. Bunun nedeni iktidar çoğunluğuna karşı  milletvekilini  koruyacak Anayasa Mahkemesi  vardır. Milletvekilleri  yasama  dokunulmazlığının kaldırılması kararlarına karşı, Anayasa Mahkemesinin koruması altındadırlar.   Çok bilinen bir   örnek TİP milletvekili Çetin Altan'ın Akşam Gazetesinde   yazdığı  bir makalesinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle dokunulmazlığının  kaldırılması olayıdır. Adalet Partisi  iktidardaydı.  Süleyman Demirel Başbakandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu kararını hukuki değil siyasi bulan Anayasa Mahkemesi dokunulmazlığı kaldırma kararını iptal etti.

İlk  örnek  ilginçtir. Bir Adalet Partisi milletvekili hakkında verilmiştir: Nuri Beşer.  Tarih  ilginç.   1962   Talat Aydemir  Başkaldırısı  zamanında. Üstelik    CHP’nin  AP  ile  yaptığı  ilk  koalisyon  hükümeti  zamanında. AP milletvekili Beşer’in dokunulmazlığı   “Devletin  askeri  kuvvetlerini  tahkir” suçlaması ise  kaldırıldı.  Ve mahkum oldu. 

Adalet Partisi’nin tek başına iktidarda bulunduğu   1968 yılında Hakkari Milletvekili  Ali Karahan ile ilgili  dosya  “Kürtçülük”   isnadına  dayanıyordu.   Partisi ilginç,  DP  tabanına  hitap eden Yeni Türkiye Partisi. 

Aynı dönemde,  Tabii Senatörler  hakkında da  çok sayıda  dosya  Meclise  geldi.   Bunlar eski  Milli  Birlik Komitesi  üyeleriydiler. Osman Köksal ve Cemal Madanoğlu   tabii  senatörlük kabul etmemişlerdi.   Senato dışındaydılar. Cevdet Sunay  onları Kontenjan Senatörü olarak  atamıştı. İktidar  bu senatörlerden    destek alan  darbeci eğilimler olduğu  kanaatindeydi. Bu senatörler Yön  ve Devrim dergileri  ile yoğun  ilişki içindeydiler. Doğan Avcıoğlu  bu grupların  kuramcısıydı. 

Milli Devrim  Ordusu adı altında örgütlendikleri    savıyla    senatörler Mucip Ataklı, Ekrem Acuner, Sezai Okan, Şükran Özkaya  (Tabii senatörler)    hakkında  1968’de Adli kovuşturma başlatıldı. Dokunulmazlıkları  kaldırıldı.  AYM ,  kararları iptal  etti. 

1971’de de benzer  şekilde  Ekrem Acuner ve Osman Köksal hakkında   dosyalar  TBMM’ne   ulaştı.  Yargıya sevk kararları   AYM tarafından  iptal edildi.  Cemal Madanoğlu  da “anayasayı tağyir tebdil ve ilga etme” suçlamasıyla yargılandı.  Beraat etti. Madanoğlu  ve Köksal bu tarihte kontenjan senatörü idiler. 

1961    demokrasisi  devrinden  biraz sıra dışı bir  örnek Senatör Kudret Bayhan ile ilgili olandır. Bayhan MHP Niğde senatörüydü. Fransa'da baz morfin kaçakçılığı yaparken yakalanmıştı. Yargılanıyordu. Konu  TBMM’ne 1973’de  intikal ettiğinde yasama  dokunulmazlığı kaldırıldı. Senatör Bayhan uzun süre  Fransa’da  hapis yattıktan  sonra Türkiye’ye  iade edildi. 

1961 Anayasa düzeni yasama  meclisleri  üyelerini (milletvekilleri  ve  senatörler)  siyasi iktidara ve meclis  çoğunluğuna  karşı hukuk yoluyla koruyordu.  Uygulanan  seçim sistemleri de  küçük partilerin temsiline imkan sağlıyordu.  Bu iki  esaslı  güvence  sayesinde  küçük  partiler  ve milletvekilleri üzerinde  iktidarın ezici baskısı engellenebiliyordu. 

Adalet Partisi  iktidarlarının  samimiyetsizliğine rağmen çok partili siyasal hayatın güvence ve dengeleri vardı. 

DEPLİ MİLLETVEKİLERİ  MESELESİ

DEP üyesi  milletvekillerinin yasama  dokurulmazlıklarının kadırılarak  tutuklanmaları   Türk parlamento tarihinin önemli  olaylardandır. Demirel’in  cumhurbaşkanı,  Tansu Çiller’in   başbakan olduğu   bir dönemde gerçekleşmiştir. (1994)  

DEP’liler   1991  parlamentosuna HEP  kimliği altında ve SHP listesinden  girmişlerdi. Erdal Bey, Kürt  meselesinin  temsil  yoluyla mecliste çözülebileceğini düşünüyordu. Fakat  tersi oldu. HEP’liler PKK’nin  tırmanmakta  olan   şiddet eylemlerini  meşrulaştırıcı   bir  söylem benimsediler. Bence isnatların  pek çoğu  doğruydu.  Fevkalada  yanlış olan; milletvekillerin   dokunulmazlıklarını  kaldırılma biçimi  ve Meclis  kapısında   gözaltına  alınma biçimiydi. Bu tutum TBMM’nin  kendi  üyelerinin  saygınlığını koruma ilkesine   tamamen aykırı oldu. DEP’lilerden    bazılarının yargıya sevk öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin polis tarafından abluka altına alınması hiç  hoş değildi.    Görüntüler  Yasama dokunulmazlığı ve   sorumsuzluğu   açısından  rencide edici oldu.  Demirel'in “şık olmadı”  sözü bu nedenle ifade edilmiştir

 1994’de   yasama  dokunulmazlıkları  kaldırılarak   mahkum olan DEP milletvekilleri  şunlardır:  Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak, Hatip Dicle, Leyla  Zana, Ahmet Türk, Selim Sadak. 

1994’TEN  SONRA   DOKUNULMAZLIK  DOSYALARI  

1994’ten günümüze   kadar mahkumiyet  veya  beraat ile sonuçlanmış yasama  dokunulmazlığı  kaldırma  kararlarına  bir göz atalım  dilerseniz:  Hasan  Mezarcı,  RP, 1994, mahkumiyet;    Mehmet Ağar, DYP, 1998,   cürüm  işlemek maksadıyla silahlı teşekkül kurma, mahkumiyet;   Sedat Bucak,  DYP, 1998   cürüm işlemek maksadıyla silahlı    örgüt kurmak mahkumiyet,  Mustafa Kalemli,  ANAP,  1998,   görevi kötüye  kullanma,   beraat;   Kahraman Emmioğlu,DYP, kaçakçılık, mahkumiyet;   Sema Pişkinsüt, DSP,  görevi kötüye kullanma,  beraat; Murat Karayalçın,  1998, görevi kötüye kullanma, beraat. 

PARTİ LİDERİ-PARTİ GRUBU 

Türkiye  tarihi  bize şunu  gösteriyor. Parlamentoda   bir  partinin büyük çoğunluklarla iktidarda bulunması Meclisi  güçlendirmemiş,  geriletmiştir.  Demokrat Parti,  Anavatan Partisi  ve AKP devri böyle olmuştur.

Meclis 1950-1960, 1983-1991,  2002'den 2017'ye kadar iktidar partisi  yöneticilerinin vesayeti altına   girmiştir. Menderes,  Turgut Özal, kısmen Demirel  örneklerinde olduğu  gibi. Ama asıl AKP liderine karşı AKP çoğunluğunun durumu çok barizdir. Parti lideri karşısında Parti grubu zayıftır.  Parti grubu ne kadar büyük olursa olsun parti  lideri karşısında güçsüzdür.

Önderlik karşısında  parlamentonun  göreli  güçsüzlüğü Atatürk dönemi içinde geçerlidir. Özellikle III. Meclis’ten sonra. 

SAĞDA İKTİDAR   GRUBU  VE PARTİ LİDERİ 

Anavatan  Partisi  iktidarında  partinin  Özal ile ilişkisi  Cumhurbaşkanı olduktan sonra zaman içinde koptu. Menderes ve  Demirel'in parti grubuna  hakim olamadığı zamanlar oldu. Hürriyet Partisi ve Demokratik Parti bu bölünmelerden doğdu. 

Bu gelişmelerden çıkarılabilecek sonuç şudur:  Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi genelde bağımlı bir aktör olmakla birlikte o bağımlılık bir pazarlıkla yürütülür.  Bağ kopabilir.  Partiden ve  liderden kopma anını   beklentiler  belirler.  Çünkü siyasette mutlak hiçbir şey yoktur

CHP MİLLETVEKİLİ AÇISINDAN PARTİ  GENEL BAŞKANI 

Yakın  dönemlerde-her şeye rağmen-milletvekilinin özerk olduğu tek parti herhalde Cumhuriyet Halk Partisidir.  Çünkü CHP'de  önderlik  yoktur.  Epey bir süredir partiye genel başkan seçilmiş kişiler vardır.  Genel başkan  parti içi bir dengeyi yansıtır.  

Bütün milletvekilleri-az çok- kendilerini potansiyel başkan olarak görürler. Parti genel başkanını  önemsememe durumu  Onsekizinci Kurultaydan  beri  vardır.  

CHP'de andığım bu durum Ecevit’in “kapıkulu    değiliz”  sözüyle     başlar. Baykal,  Kılıçdaroğlu, Özgür  Özel bunların hepsinin döneminde başkaldırılar  olmuştur. Genel başkana meydan okuma hali CHP’de hakimdir. Bazan ihraç ile sonuçlasa   bile. 

 Örneğin Şişli Belediye Başkanı partiden ihraç edildi. Ama  konjonktür değişince  döndü.  Milletvekili oldu. CHP  bunların gerçekleşmesine  imkan veren  bir  partidir.  

Kemal Kılıçdaroğlu   da  partide epey “temizlik” yapmasına rağmen en yakınındaki adam tarafından koltuğundan edilmiştir. Günümüz Türkiyesinde  böylesi  bir rekabet  ancak CHP de olabilir.  Sosyalist  partiler istisnasıyla   tabii ki. 

2002’DEN SONRA TBMM  VE YÜRÜTME 

AKP,  12 Eylül’ün koyduğu %10 ülke barajı  sayesinde  iktidara geldi.  (2002)  Türkiye tarihinin en adaletsiz seçimi ile  çoğunluğu sağladı. Baraj altında kalan  partilerin  toplam oyu  %45'ti.  12 Eylülcülerin seçim barajı AKP'ye 1/3 biraz üstünde bir oyla 2/3 ye yakın bir meclis çoğunluğu sağladı.  

2002-2007  arasında AKP, Cumhurbaşkanı Sezer,  yargı, üniversiteler ve ordu tarafından kuşatılmıştı. Sezer'in Cumhurbaşkanlığı süresinin bitmesi ile kuşatma sona erdi. 

Yasama yürütme ilişkileri açısından 82 anayasasında bugünlere  gelmemize yol açan  hukuki imkanlar vardı. 

Anayasaya baktığınızda iki şey hemen göze çarpar. Birincisi, yargının yürütme  karşısında bariz bir şekilde gerilediği gerçeği. Bir siyasi  tercih olarak yürütmenin gücünün pekiştirilmesi. Yürütmenin içinde  cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması. sağlamaktı  Kurucu iktidarın niyeti  “aşkın devlet  iktidarını ” yasama-yürütme ve  yargı üzerinde  vasi tayin  etmek.  Ama sonuç  hiç de öyle olmayacaktı.  cumhurbaşkanının tek başına yürütme erkine  ulaşmasını sağlayan kapı böyle açılmıştır.Milli Güvenlik Konseyi  “Anayasa  kurgusunu” Çankaya’da hep Kenan Evren tarzı birinin oturacağı varsayımına dayandırmıştır. 

Türkiye  için   siyasi milat bana göre Özal'ın anayasanın olanaklarından yararlanarak Çankaya'ya çıkmasıydı.

Özal fiili   başkanlığı Yıldırım Akbulut ile denemişti. Erdoğan ise Davutoğlu ve Binali Yıldırım’ı istihdam etti.  Sonunda başbakanı da hükümeti de tasfiye etti.

Yetkileri arttırılmış Cumhurbaşkanlığı, parlamenter hükümette dahi Özal’ın  fiili  başkanlığı  anlamına  gelecekti.  Özal  hemen “başkomutan benim”  sözünü  telaffuz etmeye  başladı. 

2007’de AKP'li  bir partizanın  Meclis çoğunluğuna  dayanarak Çankaya'ya çıkmasını 367 ile engellemeye çalışan blok  sandıkta yenildi.  Bu durum cumhurbaşkanının seçilme usulünün değiştirilmesine  yol açtı. Anayasa değiştirildi. Cumhurbaşkanı artık genel oyla  seçilecekti. Bu  değişiklik   Türkiye’de bütün  taşları  devirdi ve  rejimi  yeniden  tanımladı. 

Yürütmenin siyaseten sorumsuz başı,   yürütmenin idari ve siyasi diğer bütün unsurlarını tasfiye ederek “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”  adı altında tek başına yürütme oldu.(2017)

2018 VE 2023 YASAMA  MECLİSİ  SEÇİMLERİ 

2017 anayasa değişikliği uyarınca, son iki milletvekili  genel seçimi cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte yapılmıştır. Eğer yasama meclisi seçimi ABD'de olduğu gibi farklı zamanlarda yapılmış olsaydı rejim içinde farklı dengeler ortaya çıkabilirdi. 

Hatırladığım kadarıyla  MHP genel başkanı Dr. Devlet Bahçeli sistem kurulurken yasama ve yürütme seçimlerinin aynı anda olması konusunda ısrarlı olmuştu.  Bunun nedeni ittifak adı altında AKP ile koalisyon yapmak niyeti olmalıdır. 

Bu hedefine Türkeş'in  Milliyetçi Cephe  içindeki gücünden daha etkin bir şekilde ulaştı  diyebiliriz. MHP için son zamanlarda bazı konularda  “öncülük eden   partner”  diyebiliriz. 

2018'den bu yana sistem yürütme merkezli olarak yeniden tanımlandığından  yasama  meclisi seçimleri  ikinci  planda kalmıştır. Seçimler  tek kişinin seçimi  etrafında gerçekleşmektedir. O da cumhurbaşkanı   seçimidir. 

Barajın %7'ye düşürülmesi ittifaklara dahil olan siyasi partilerin sayısının artması,  %50 + 1'in arkasında mevzilenme pazarlıkların temel parametreleri olmuştur

YASAMA YETKİLERİNİN FİİLEN YÜRÜTMEYE GEÇİŞİ 

TBMM  tarihi olarak ulusal egemenliğin tecelli ve temerküz  ettiği yerdir.Eğer yanılmıyorsam, Birinci Meclis’te İkinci Grubun  etkin  simalarından  biri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni milletin kabesi olarak tanımlamıştı. Bugün için bunu söyleyemeyiz.

Yeni dönemde,  meclisin en önemli yetkisi  olan kanun koyma yetkisinin sönükleştiği  bir sistem kurulmuştur.

Bunun nedeni,  yasama erkinin zayıflatılmış olduğu  gerçeğidir.  Yürütme kamu hürriyetleri alanı dışında neredeyse her alanda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yasamaya denk düzenleme yapma yetkisini kuşanmış  bulunuyor. 

Mecliste  çoğunluk arkasında olduğuna göre yasamadan cumhurbaşkanının iradesini değiştirecek bir kanunlaştırma faaliyeti beklemek hayalcilik olur.  Böyle bir   yasama  etkinliği şimdiye kadar görülmemiştir

Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan ittifak yürütmenin  gücünü pekiştirecek bir yasama meclisi  çıkarmıştır.  Yasama, iktidarın yürütmede elde ettiği gücü tahkim etme işlevi görmektedir

Yani 1920'de “kuvvetler birliği ve meclis  üstünlüğü sistemi gereği”  her şeyin  hakimi olan  TBMM yürütmeyi onaylayan meclise  dönüşmüş  durumdadır.

Yumuşak kuvvetler  ayrılığı  ilkesinin  geçerli  olduğu  1961  demokrasisi  döneminde  de, Erdoğan Teziç Hocamın  sözleriyle ifade  etmek  gerekirse, yürütme  müştak-ikincil bir iktidar alanıydı.  Devlet erki  olmaktan  ziyade  görev olarak  tanımlanmıştı.  Şimdi  ise yürütme yasamanın üstünde   bir erke dönüşmüş bulunuyor. 

Bir başka  nokta belki ABD ile karşılaştırarak daha somut ifade edilebilir.  ABD'de sert kuvvetler ayrılığı vardır. Yasama ve yürütme birbirini azledemez.  Türkiye'de ise  her ikisi de seçimleri  yenileme  kararı alabilir. Bu her iki  halde de cumhurbaşkanının  iradesi  demektir. 

ABD’de  yasama  meclisleri (Kongre) yürütmeden bağımsız olarak belli aralıklarla kısmen yenilenir.  Bu da yasama organında dengeleri yürütme lehine veya aleyhine değiştirebilir.

ABD'deki  sert kuvvetler ayrılığı Türkiye'deki uygulama ile  kıyaslanamaz. Türkiye'de Kemal Gözler hocanın çok yerinde bir ifadesi ile “neverland anayasa sistemi”  ihdas edilmiştir. 

YASAMA MECLİSİNİN MEBUSAN  MECLİSİ’NE DÖNÜŞMESİ 

Türkiye'de yasama meclisinin kuruluş mantığı da,  demokrasinin kurumsallaşması da yürütmeyi denetleme temelinde gelişmiştir.

Burada  milat  olarak  1909 anayasa değişiklikleri  gösterilebilir. Yürütme 1909'dan 2017'ye kadar daima yasama  meclisinin  onayı ile göreve gelmiştir. Mebusan Meclisi  veya Türkiye Büyük Millet Meclisi yürütmeyi görevlendiren ve   onay veren merciler olmuştur. 

Doğal olarak, hükümetin görevde kalması güven oyuna bağlıydı.  1920’den itibaren bakanlar (icra vekilleri) veya topluca Bakanlar Kurulu (Vekiller Heyeti) TBMM tarafından düşürülebilirdi. 

Şimdiki halde yasama meclisi sadece yazılı soru önergesi verebilen bir müesseseye dönüştürülmüştür. Meclis soruşturması, meclis araştırması, genel görüşme zayıflatılmıştır.

Yasama  meclisi'nin cumhurbaşkanına  karşı bir yetkisi yoktur. Seçimleri  yenileme  kararı dışında  yürütmeye  karşı uygulayabileceği bir müeyyide  kalmamıştır.  Bu sonuç, Kanunu Esasi’den beri güçlenen yetkilerinin  tamamen budanması anlamına gelir. 

Bu durum kamu hukuku açısından  neye  tekabül eder? 

Görüşüm  şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisi 1908 Meşrutiyet devrimi öncesindeki Mebusan Meclisi  konumuna gerilemiştir. Milletvekillerinin statüsü açısından da gerileme vardır. TBMM  üyesi bugün -maalesef-Mebusan Meclisi  üyesi statüsüne  yaklaşmıştır. 

AKP DÖNEMİNDE   MUHALİF   MİLLETVEKİLİ VE DOKUNULMAZLIK 

İktidar partisi AKP'nin muhalif partilerden ve özellikle CHP'den seçilmiş milletvekillerinin  TBMM  üyeliğine   ve  anayasal  haklarına karşı tutumu endişe vericidir. Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu  kavramlarının içeriği  tam  manasıyla erezyona uğramıştır. 

Hatırlarsanız: Ergenekon ve Balyoz komploları ile tutuklanmış bazı ünlü simalar vardı. Bunlar CHP listesinden milletvekili seçilmişlerdi.  Mehmet  Haberal,  Mustafa Balbay gibi. Bu isimler  yargılanırken milletvekili seçildiler. Yargılamanın durdurulması ve tahliye edilmeleri gerekirdi. Seçilmiş milletvekillerinin    meclise gidip yemin etmeleri gerekirdi.  TBMM  Başkanı,  Koraltan’ın 1957'de yaptığı gibi bir tutum takınmalı  idi. Ama öyle yapmadı. 

Tuncay Özkan  ve Engin Berberoğlu vakalarında olduğu gibi AKP muhalif milletvekilinin dokunulmazlığını casusluk, darbecilik,  hükümeti  devirmeye  teşebbüs, terör örgüt üyeliği gibi bir suçlamayla kaldırılıyor, tutukluyordu.  Ergenekon ve Balyoz türü  davalarda yargılama heyetinin  Fethullah  örgütünden  devşirilme  olduğu malumumuzdur. Yargılamalar  tutuklu devam ediyordu.  Tabii uydurulmuş  delillerle.  Yargılanan kişi milletvekili  seçildiğinde dokunulmazlık  iktisap etmiş olmasına rağmen tahliyesi sürekli engelleniyordu.   Hatırlayalım: Haberal ve Balbay’ın TBMM’ne katılmaları  bu nedenle  iki yıla yakın  bir gecikme ile  mümkün olabilmişti. 

Iktidar, milletvekili seçilmiş kişinin parlamento üyeliğinden kaynaklanan hukukunu muhafaza etmek yerine meclise sokmamaya çalışmaktadır.  2007’den sonra bu tutum adeta  rutin hale gelmiştir. 

2016’da  Anayasaya   geçici bir madde eklendi. Görünüşte  iyi niyetli bir girişimdi. CHP yönetimi  iktidar tarafından adeta aldatıldı. 

Bu tarihte TBMM Başkanlığına  intikal etmiş,  154  milletvekiline ait 810 dosya için dokunulmazlık  kalktı.  Dokunulmazlıkların bir defalığına ve  anayasa  aykırı  bir şekilde topluca kaldırılması bir felaket oldu.  CHP Genel Başkanı buna destek vermekle Türk siyasi tarihinde inanılmaz bir hataya imza atmış oldu.

Selahattin Demirtaş, 2018  cumhurbaşkanlığı   seçimine  hapisten katılmış ve yarışı  üçüncü  bitirmiştir. Bu  durum Türk siyasi hayatı  literatüründe  dikkate alınması  gereken  bir  olaydır. 

Kocaeli  milletvekili Dr. Gergerlioğlu’nun TBMM’de gözaltına  alınma vakasından  sonra  milletvekili dokunulmazlığı konusunda en vahim gerileme Türkiye  İşçi Partisi  Hatay milletvekili Şerafettin Can Atalay'ın Anayasa Mahkemesi kararına rağmen meclise katılımının engellenmesidir. 

 Bu konuda Yargıtay’ın tutumu endişe verici olmuştur. Anayasa  Mahkemesi kararlarının  üstünlüğü  ve bağlayıcılığı ilkelerine  aykırı davranılmıştır.  Daha açık bir  şekilde  ifade etmek  gerekirse, iktidarın tutumu 1957'nin hatta 1909'un  bile gerisinde  kalmıştır demek  yanlış olmaz. 

MECLİSE  DAİR BEKLENTİLERİM  

Türkiye’nin yeni rejimi  kuvvetler  ayrılığına değil  yürütmenin üstünlüğüne dayanmaktadır

Günümüz Türkiyesinde,   yasama meclisi üyesi bir tertiple meclis dışına atılıp tutuklanabilir. Uzun süre yargılanabilir.  Yüksek yargı organları  tahliye edilmesini gerektirecek   kararlar verse   bile  tahliye edilmeyebilir. Bu endişe verici  duruma  Türkiye nasıl geldi? 

Anayasa yargısının bütün devlet organlarını  bağlayan kararları  fiilen ortadan kaldırıldı. En  önemli gelişme  yasama  meclisi  üyeliği statüsü  ile ilgili  oldu. 

2017 anayasa değişiklikleri TBMM  genel kurulundan  geçerken şu sahneleri hatırlayalım: Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidar partisi ve bağlaşıkları şunlara oy vermiş oluyordu.   TBMM’nin  kuruluşundan beri var olan hükümeti  lağv eden, başbakanlığı kaldıran,  hükümeti göreve başlatma, düşürme,   gensoru önergesi, yazılı-sözlü önerge ile yürütmeyi denetleme yetkileri artık olmayacaktı. Bunun  yerine yürütme   yetkisi  tek kişiye  delege  ediliyordu: Cumhurbaşkanı. 

 Sanırım  meclis  çoğunluğu anayasa değişikliğini onaylarken ne yaptığının bilincinde değildi. Türkiye’nin tarihi tecrübelerden süzülüp gelen   bütün  dengeleri  ortadan kaldırıldı. 

Oysa ki  siyasi  tarihimizde asli güç daima Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur. Meclislerimiz Sultan Abdülhamid'ten kopardığı yetkileri Atatürk'e  bile  vermemiştir.  Bkz. 1924 anayasası müzakereleri. 

Günümüzün  siyasal  rejimi 1920'den, 1961'den 1982'den farklı bir yerdedir.  Devletimizi  kuran Türkiye Büyük Millet Meclisidir.  Devleti Kuran meclis rejimin de  temel organı  idi. Yine öyle olması  gerekir. Benim  dileğim budur.