Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,2634
Dolar
Arrow
34,1520
İngiliz Sterlini
Arrow
45,9557
Altın
Arrow
2934,0000
BIST
Arrow
9.777

Zekeriya Sertel ülkesinden kaç defa sürgün edildi?

Sertel  kimdi? 

Zekeriya Sertel basın yayın tarihimizin ilginç simalarından biridir. 90 yıllık ömrünün önemli bir kısmını sürgünde geçirdi.  Vatanından uzak bu yılların bir kısmı Avrupa'da yeni kurulan sosyalist  cumhuriyetlerde geçti. TKP’li   değildi. TKP’li sayıldı.  1928'de Nazım Rusya'dan döndüğünde onu Resimli Ay’da işe aldı. Dostlukları O yıllara  dayanır.  

Zekeriya Sertel’in  çocukluğu ve gençliği Selanik vilayetinde kozmopolit  bir ortamda geçmişti.   Selanik Hukuk  Mektebini bitirmiş, İttihat ve Terakki hükümetinin verdiği bursla Paris'e  öğrenime  gönderilmişti.  Daha sonra eşi Sabiha ile birlikte Halide Edib'in tavsiyesi ile King Crane bursu kazanmışlar,  New York Columbia  Üniversitesinde 1919-1923 arasında öğrenim görmüşlerdi.

Milli Kurtuluş Savaşı sırasında Serteller Amerika'daydı. Zekeriya gazetecilik,  Sabiha ise sosyal hizmetler eğitimi gördüler. Büyük zaferden sonra Türkiye'ye döndüler. büyük kızları Sevim İstanbul’da  doğmuştu (İrlanda asıllı  bir Amerikalıyla evlendi ve O’briand soyadını aldı) Yıldız ise ABD  doğumluydu.

Öncelikle Batılıydı.  Hayatının önemli bir kısmı Doğu blokunda geçmiş olsa da solculuğu Avrupa solculuğuydu. Selanik'te,  Paris'te,  New York'ta eğitim görmüştü. Bunlar düşünce ve ifade hürriyeti konusunda  kendisini tavizsiz yapmıştı.  Koşullar gereği susmayı beceremiyordu doğru bildiğini söylüyor yazıyor ve yayınlıyordu.  ABD’den dönüp Ankara hükümeti tarafından Matbuat Umum Müdürü  yapıldığında,  Devrim koşullarında serbestinin  sınırlarını tayin etmekte zorlandı.  Kısa süre sonra görevinden ayrılmak zorunda kaldı. İstanbul'da Yeni Ay dergisini yayınlamaya başladı.  Bu dergi etrafında Nazım Hikmet,  Suat Derviş Nail Vahdeti Çakırhan,  Emin Türk  Eliçin, Sabahattin Ali gibi muhalif isimlerin toplanması dergi   aykırı bir çizgiye yöneldi. Oysa ki dergi Amerikan tarzı magazin dergisi olarak yayınlanmaya başlamıştı.  Zamanla içeriği  ve  işlevi değişti.  Nazım'ın putları yıkıyoruz kampanyası burada başlatılmıştı. Sonra gazete yayıncılığına başladı. Uzun süre Son Posta’yı yayınladı. Sonra Tan’ı  devraldı.  

ATATÜRK’ÜN  ÖLÜMÜNDEN  SONRA   ÖZELEŞTİRİSİ 

İstiklal Mahkemesi, Takrir-i Sükun  döneminde ona sürgün ve kalebentlik cezası vermişti.  Cumhuriyet devrimlerine karşı değildi ama yöntemi fazla otoriter buluyordu. Buna rağmen,  gazetesi Tan  Atatürk’ün  ölümünü “Babamızı kaybettik”  manşetiyle duyurdu. Bir de  şöyle bir samimi özeleştiri  yazısı yazdı:

“Sağlığında biz bu adama karşı demokrasi ve özgürlük savaşı yapmıştık. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk, ama ormanı bütün büyüklüğüyle göremiyorduk. Şimdi geçenleri daha berrak görebiliyorum. Atatürk memleketin sosyal, siyasal ve ekonomik hayatında büyük devrimler yapmıştı. Halifeliği ve padişahlığı yıkmış yerine bir cumhuriyet rejimi getirmişti. Halkın sosyal hayatında ve geleneklerinde birçok esaslı değişiklik yapmıştı.

Emperyalistler de memleket içinde isyanlar çıkartmışlardı. İstanbul’da bütün Halifeci, Padişahçı ve gerici basın, Atatürk’e karşı yaylım ateşi açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi? Tersine devrim düşmanlarına karşı az çok sert davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı ve tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar onun doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu. Ona bu kuvveti veren şey halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasıydı.  Onun için Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır. Biz uğrunda savaştığımız özgürlük ve demokrasiye ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz”  

1945 TAN GAZETESİ FACİASI 

1935'ten Sonra çıkardığı  Tan  gazetesi, savaş yıllarında temkinli ama müttefik cephesinin yanında bir tutum takınmıştı. Ordu'da,  basında ve  CHP'nin içindeki  Almancı faşizan cepheden  tepki  almıştı. Tam demokrasiye geçiyoruz derken gazetesi  Tan, kışkırtılmış bir kitle tarafından tahrip edildi. 4 Aralık 1945. 

Ne ilginçtir ki Orhan Birgit,  Süleyman Demirel gibi hayatının daha sonraki dönemlerinde karşısına çıkacak olan siyasi kimlikler de- üniversite  öğrencisi idiler- gazetesinin tahrip edilmesi eylemine katılmışlardı. Düşünceyi ifade hürriyeti, basın yayın hürriyeti, mülkiyet hürriyeti ağır bir şekilde ihlal edilmişti. 

 Buna rağmen yargı, Halil Lütfü Dördüncü,  Cami Baykut ve Sabiha ile birlikte onu da suçlu buldu.  3 ay sonra Yargıtay kararı bozup tahliye edildiler.  Ama bir şey anlaşılmış oldu Türkiye'nin yeni demokrasisi içerisinde sola yer yoktu. 

İLK SÜRGÜN  NASIL GERÇEKLEŞTİ? 

Zekeriye Sertel, eşi  Sabiha Hanım, küçük kızları Yıldız ile birlikte  1951’de Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Komünist tevkifatından hemen önce.  Eşi ve kızının   tutuklanacağı  endişesiyle.   Nazım Hikmet’in  kaçmak zorunda kalması, onları  tedirgin etmişti. 

Demokratların, muhalefette izledikleri, “demokratça tavır” kısa sürede değişmişti.  Halbuki  Tan baskınından önce, çıkarılacak ortak muhalefet dergisi Görüşler’e yazı vermeyi  bile  taahhüt  etmişlerdi. Örneğin: Adnan Menderes. 

DP önderleri diğer  muhaliflerle  yollarını  ayırdılar. İktidara  geldikten sonra da politik çizgileri çok sesli  siyaset  değil,  şiddetli  anti komünizm olacaktı.  10 yıl süren   iktidarları boyunca,  anti komünist popülizm onları  kolay yoldan iktidarda  tutmaya yetecekti. 

Serteller, DP   iktidarının yarattığı ağın baskı   ortamında  doğru bir zamanlamayla  Roma üzerinden  Paris’e gittiler.    Fransa’da IV. cumhuriyet   daha yeni   kurulmuştu. Fransız solu, anti  faşist  mücadele yılllarının    sağladığı gururu  taşıyordu. Fransız siyasetinin  ana aktörlerinin  biri  haline gelmişti. Paris’te  1948 DTCF tasfiyesinden   sonra Türkiye’den ayrılmış,  küçük bir Türk   entelektüel grup vardı.  Serteller  onlara  katılacaklardı. 

BARIŞ KONSEYİ’NİN  YARATTIĞI  FIRSATLAR VE  BUDAPEŞTE, PRAG HAYATI 

Soğuk savaş döneminin  başlamasıyla  birlikte, Sovyet  desteğiyle Dünya Barış Konseyi kuruldu. Konsey,  Batılı sosyal demokrat,  sosyalist  ve komünist çevrelerin  desteğini aldı.  Konsey, içinde Aragon, Neruda,  Sartre, Dali, Nazım Hikmet’in  de bulunduğu bir barış  platformu idi.

Bütün Avrupa’da sol,  Sovyetler Birliğinin,  faşizmi yenmedeki rolünü  övüyor. Uluslararası  barışın ancak Sovyetlerin   desteği ile  kurulabileceğine inanıyorlardı. 

Avrupa'da rejimler  tam netleşmemiş ve uluslararası statüko  daha kurulmamıştı. Demir Perde ülkeleri bloku   henüz ortada yoktu.  

Nazım, 1950’de  tahliye olduktan sonra Dünya Barış Konseyi kendisine Barış Ödülü vermişti.  Ama Menderes Hükümeti pasaport vermediğinden  ödülünü almak  için yurt dışına çıkamamıştı.  1951 yılında artık  dünyaca ünlü şairimiz Nazım Hikmet sosyalist dünyada idi. 1952’de Barış Konseyi  onu yönetime aldı. Konseyin daha sonraki Viyana, Stockholm, Berlin, Prag, Budapeşte, Helsinki gibi şehirlerdeki toplantılarında hep Nazım’ı göreceğiz.

Nazım,  Sertel’in  Konsey’in  Viyana'da yapılan toplantısına davet ettirdi.  Bu davet Sertel ve ailesinin yeni kurulmakta olan Sosyalist Blok'a geçişlerini sağlayan temel neden olmuştur.  O tarihte Viyana aynı Berlin gibi ortak müttefik yönetimi altındaydı. Konseyin kalıcı bir idare merkezi vardı. Ve Sovyet bölgesindeydi.

Sertellerin Viyana'da kalabilmelerini sağlayan büyük bir ihtimalle Nazım'ın tavassutu ile Zekeriya'ya konsey nezdinde bir  pozisyon  temin edilmiş olmasıdır. 

Bir süre sonra yaşadıkları yer Macaristan Budapeşte oldu. 1956 Macar ayaklanmasına kadar orada   yaşadılar. Konsey’in sağladığı olanaklarla, Sertel Sovyet Rusya,  Bulgaristan ve  Orta Asya Türk Devletlerini Gezdi.  Yayınlar yaptı. Hatta Çin’e gitti, Mao ile görüştü. 

“45 günde Sovyet Rusya”  “Bulgaristan Gezileri”  gibi yayınlar bu yıllara aittir. Bu yayınlarda Sertel’i  özellikle kamu gücüyle yapılan büyük yatırımlar karşısında hayranlık içinde görürüz.  Sertel’in  bu  dönemini ben “Sosyalist Cennet ütopyası”  dönemi olarak adlandırıyorum

Bu erken dönemde reel sosyalizmin fikir hürriyeti ve muhalif sesleri içermediği gerçeğini idrak etti. Bununla  birlikte koşullar bunu açıkça telaffuz etmeye müsait değildi.  Sertel eğitim, sağlık, büyük sanayi yatırımları ve üretim bolluğu arkasında bir Demir Perde’nin   yükselmekte olduğunu bir süre sonra anladı.  Bu  Sertel’in düşlediği sosyalizm değildi.  Sadece çalışma hakkı ve ödevi, eğitim, sağlık ve  barınmanın asgari maliyetlerle devletçe karşılanması  sosyalizm  olamazdı.  Buna çok önemli bir şey daha eklenmeliydi:  özgürlük.

Eski rejim kalıntılarının ve gerici güçlerin tasfiyesi sürecinde bir süreliğine katlanılabilecek kısıtlanmış düşünce ve ifade hürriyetinin hiçbir zaman gelmeyeceğini anlayan Sertel,  çok yüksek perdeden olmamak kaydıyla Sovyet sistemini eleştirmeye başladı. Daha sonra bir kitabına verdiği adla “Rus Biçimi Sosyalizm”  onun kafasındaki sosyalizm değildi.  Ona göre,  teori doğruydu, ama,  Rusya'da uygulanma biçimi yanlıştı.  Rusya'da proleterya   değil SBKP   bürokratik bir eliti iktidardaydı. 

Macaristan 1956'da Sovyetler tarafından “hizaya getirilince” endişeleri arttı. Budapeşte'den Prag’a  geçtiler. Çekler bolşevikleştirme öncesinde çok partili siyasal hayatı ve batı demokrasisi kurumları olan bir Orta Avrupa devletiydi. Sosyalist dünyaya katıldıktan sonra kendine özgü bir yol izlemeye çalışıyorlardı Prag'daki bu göreli serbesti ortamı bir süre orada yaşamalarına imkan verdi.

TKP VE BİZİM RADYO- LEİBZİG HAYATI  

1 Nisan 1958'de Sovyet desteği ile Bizim Radyo kuruldu.  Radyo Doğu Alman Cumhuriyeti tarafından finanse ediliyordu. TKP dış bürosu tarafından Türkiye'ye yönelik olarak yayın yapan bir radyoydu.  Yayın merkezi Leibzig’di.  Serteller bu çevrede yer aldılar. 

Ancak çok önemli bir ayrıntı vardı. Sabiha ve  Yıldız TKP’liydi. Zekeriye hiçbir zamanTKP’ye  katılmadı.  Eşi ve kızının sağladığı ortam, Sertel'in ABD'de aldığı gazetecilik eğitimi Bizim Radyo  tarafından kerhen kabul edilmesine  imkan sağlıyordu. 

Başta İsmail Bilen (Mara İsmail)  olmak üzere TKP,  sistematik bir şekilde Nazım’ı partiden uzak tutuyor,  Zekeriya   ise dışlanıyordu. Ortada örtülü bir uzlaşma vardı TKP yöneticilere göre Sertel bir burjuva aydınıydı ve içlerinde yeri yoktu. Ona Sabiha nedeniyle katlanıyorlardı.  Buna rağmen, Zekeriya ve Nazım yazdıkları radyo metinlerinde kendi görüşlerini ifade edebiliyorlardı.

 BAKÜ’YE  NEDEN GİTTİLER?  

1962'ye kadar bu örtülü uzlaşma rejimi devam etti.  Fakat Sertel bir süre sonra ağır hastalandı. Eklem ve dolaşım sıkıntılarıyla mücadele ediyordu. Yine Nazım'ın kurduğu bağlantılarla  Bakü'ye gitti.  Eşi ve kızı  bir süre sonra yanına gittiler.   Sertellerin Sovyet Rusya'da yerleşik bir hayatları olmadı.  Doğu blokunun içinde en çok Avrupa'da kaldılar.  Bakü’nün  havası, uygulanan tedaviler ve Azeri entelektüellerin ilgisi Zekeriya’ya çok iyi geldi.

1951'den beri süren yaşama koşullarından sonra Azerbaycan onlara rahat bir ortam sağladı.  3 Haziran 1963'te Nazım Moskova'da hayata veda ettiğinde Sertellerden cenazeye sadece kızları Yıldız katılabildi. Çünkü Sabiha ve Zekeriya Bakü’de  tedavi görüyorlardı. 

Serteller  Türkçe konuşulan ortamın verdiği rahatlık ve gördükleri ilgi nedeniyle  başlangıçta Bakü'de kendilerini çok iyi hissettiler. Hayat standartları iyiydi. 1963  sonbaharında  Nazım'ın eşi Münevver Andaç’la  Yalta'da buluştular. Sonra Münevver Varşova Üniversitesi'ndeki okutmanlık işine geri döndü. 

AMA NE  KADAR BAKÜ’DE YAŞAYABİLİRLERDİ?  

Birikimleri, dünyaya bakışları soldan ama liberal dünya  içinde gelişmişti.  Bu nedenlerle   bütün olumlu koşullara rağmen Azerbaycan gibi bir Asya ülkesinde uzun süre yaşamalarına imkan yoktu.  Bakü ikametinin bir yararı kızları Yıldız Sertel'in doktora  öğrenimi görebilmeydi. Tezi 1969’da Türkiye’de İleri Akımlar  başlığıyla 1969’da Ant  yayınları tarafından  yayınlanmıştır.  Yıldız daha sonradan Doçent de oldu. 

Böylece Serteller,  liberal  dünya dışında, Doğu Almanya,  Macaristan Çekoslavakya ve Azerbaycan’da  yaşadılar.  Sovyet Rusya'da uzun süreli  bir  ikametleri olmadı.  Sertel Doğu blokunda İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan  sosyalizmden hayal kırıklığına  uğramıştı.  Buna  eşinin ağır hastalığı (akciğer kanseri)  eklendi ve bir süre sonra Sabiha hayata veda etti.

SÜRGÜNDEN  İLK DÖNME GİRİŞİMİ NASIL OLDU? 

Bu arada 27 Mayıs İhtilali olmuş,  1961 Anayasası yürürlüğe girmiş, temel hak ve özgürlükler kamu hakları yeni rejimin ilkeleri olmuştu.

Bu koşullar altında kızı Yıldız’la birlikte Türkiye'ye dönebilirlerdi. 1964'ten beri Moskova'da büyükelçi olan Hasan Esat Işık’tan pasaport ve ülkeye dönmeyi talep ettiler. Büyükelçi’nin bütün  gayretlerine rağmen 1965’te  iktidara  gelen Adalet Partisi Hükümeti talebi “sükut ile karşıladı” Bu   tavır şu anlama geliyordu. Demirel'in 1965-1969 başbakanlık döneminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  hakkında  ceza kovuşturması olmayan Sertel’in  pasaport başvurusunu  hiçbir hukuki dayanağı olmaksızın fiilen reddetti. 

Türkiye'ye bu koşullarda dönemeyeceğini anlayan Sertel, Pertev Naili Boratav’ın  sağladığı bir kabul  belgesi ile ilk kez 1913'te öğrenim görmeye gittiği Paris'e tekrar döndü. Boratav, Paris’te Doğu Dilleri Araştırma enstitüsünde görevliydi.  Sertel’e  45 günlük bir akademik araştırma kabul belgesi   sağlamıştı. Sertellerin Azerbaycan’dan çıkışını bu belge sağladı. 

Adalet Partisi iktidarının  komprador burjuvazisinin temsilcisi sayıldığı 60’larda Türkiye'de parlamento içi ve dışı sol muhalefetin oldukça güçlü olduğunu söyleyebiliriz.  Bu çevreler Yön, Ant, Devrim  gibi dergiler  düzene meydan okuyorlardı. Türk-Sovyet ortak yatırımların arttığı bir ortamda,  sanat ve bilim adamları sovyetlere gitmeye başladılar. Bu arada  Sertel'in Hatıraları Ant dergisinde yayınlanmaya başladı. Büyük bir ihtimalle Aziz Nesin veya İlhan Selçuk sayesinde.

1969 yılında Sertel'in ülkesine  dönmek istediği,   dönüşü için  herhangi bir hukuki engel olmadığı  kamuoyunda biliniyordu.  Tesadüf şuydu ki Hasan Esat Işık bu defa Paris'e büyükelçi olarak  gelmişti.  Demirel’in  monşer  Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in  Paris'te bulunduğu bir ortamda konu bir kez daha kendisine açıldı. Çağlayangil hukuki hiçbir engel olmadığını söyledi. 

Bu arada ABD’de yaşayan kız kardeşi Belkıs'ın oğlu Gündüz Vassaf’ın kendisiyle yaptığı mülakat Vatan gazetesinde yayınlandı. Bir başka mülakat daha İsmail Cem tarafından yapılacak ve yayınlanacaktır.   Çağlayangil’in   olumlu yorumuna rağmen bir kez daha pasaport talebi sessizlikle karşılandı. 

Bu durum elbette vatandaşlık  hukukuna aykırıydı.  Biraz  daha   itidalle bekledikten sonra başka bir yolu denemesi kendisine tavsiye edildi. O yol malum yoldu.  Vatandaşlık   kanununa göre en temel ilkelerden birisi  yurttaşın vatana dönmesi halinde “vatandaş iade edilemezdi”  Bütün bu gelişmeler karşısında vatan hasretine dayanamayarak pasaportsuz bir şekilde İstanbul'a geldi.

Demirel'in başbakan olduğu  1969 Türkiye'sinde Adalet Partisi iktidarı Zekeriya Sertel’i   havaalanından ülkesine sokmadı.  Çınar Otel’de bir gece alıkonulduktan  sonra hukuken hiçbir mana ifade edilmeyen bir gerekçeyle uçakla bindirildi. Paris’e geri gönderildi.  Yapılan Anayasa ve yurttaşlık yasasına tamamen aykırı bir uygulamaydı.

Sertel yurttaşı olduğu ve 25 yıldır uzak yaşadığı ülkesine sokulmamış,  sınırdışı edilmiş oldu.  Ben buna neden olarak 1969  Türkiye'sinin  siyasal koşullarını  görüyorum.  Sağda en çok prim yapan değer yine antikomünizm idi.  AP  iktidarı,  anayasa ve kanunları   hiçe sayan bir siyasi tasarrufla  memlekete komünist sızmayı engellemiş oluyordu. 

İKİNCİ GELİŞİN SİYASİ KOŞULLARI 

Zekeriya Sertel büyük bir hayal kırıklığıyla  Paris'ten sonra ABD'ye gitti. Zaten sağlık sorunları vardı.  Burada tedavi olmak,  büyük kızı Sevim  ve kız kardeşini görmek,  onların yanında biraz vakit geçirmek istedi. Belkıs'ın eşi ABD'de bir psikiyatri profesörüydü. 50’lerde Demokrat Partiden milletvekilliği de yapmıştı. Menderes’le Aydın’a dayanan eski bir hukuku vardı. Araya 12 Mart  ara rejimi girdi. 1973 seçimlerinden sonra kurulan hükümetlerden biri gene Demirel hükümetiydi.  Demirel, 1975   başında Milliyetçi Cephe hükümetini kurmuştu.  AP-MSP-MHP-CGP   koalisyon  hükümeti. 

Sertel’in  dönüşüne yönelik  kamuoyu  baskısı bir kez daha gündeme geldi. Sertel’in  yurda sokulmamasının insan ve  yurttaş  haklarına aykırı olduğu sürekli vurgulanmakta,  yazılar yayınlanmaktaydı. İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk'ün mevzuatımızda Sertel'in dönmesine mani olacak bir şey yok demesinden   sonra,   bu kez pasaport verildi.  İçlerinde Mehmet Ali Aybar’ın da   bulunduğu  geniş bir heyet tarafından havaalanında karşılandı.  Artık ülkesindeydi.  Sürgün bitmiş, dönmüştü.  ilk işi   Prof. Halet Çambel’in Arnavutköy’deki evine gitmek oldu.  Çambel,   1930’larda Yeni Ay’da   birlikte çalıştıkları Nail Vahdetli Çakırhan'ın eşiydi. 

ZEKERİYA SERTEL’İN SON ÜÇ YILI  

Sertel'in  Türkiye'de bulunduğu 1977 sonrasındaki yıllar ülkenin toplumsal ve siyasal açıdan çalkantılı bir dönemine tekabül eder.  Bir süre sonra Sertel'in dönüşü gündemden düştü. Toplumu meşgul eden başka  sorunlar vardı.  

Sertel,  sürgün dönüşü güzel bir şey yapmak istedi.  Nazım’la   Yeni Ay’da başlayan   tarihi bir hukuku vardı.  Çok yakın arkadaşı,  dostuyla ilgili bir hatırat yayınlamak istedi.  Nazım’ın  bilinmeyen yönlerini ele alan bir yayın olacaktı bu. Önce  doğal olarak Cumhuriyet Gazetesi’ne  gitti.  fakat  İlhan  Selçuk içinde bulunan siyasi ortamı ve soldaki algıları  gerekçe göstererek  metni yayın için uygun görmedi.

Sertel’in  hatıratı Nazım Hikmet mitosunu yıkıyor,  fazla insanileştiriyordu.  Örneğin Nazım başı sıkıştığında yalanlar söyleyen,  kadınlara tutkusunu dizginleyemeyen, siyasi konularda derin bilgisi olmayan biri olarak ortaya çıkıyordu.   Nazım ismi üzerinden yaratılmış mitolojik kahraman yıkılmış oluyordu.

Cumhuriyetin ortam müsait değil mazereti üzerine,  Aziz Nesin’in müdahalesi ile hatıralar Milliyet gazetesinde tefrika edildi. Sonra da “Nazım Hikmet’in son Yılları”  başlığıyla  kitap olarak  yayınlandı.  Sertel’in hatıraları, sol çevrelerde büyük tepki gördü.  Nazım'ın hatırasına sadakatsizlikten ihanete kadar epey geniş bir saldırıya  uğradı

Murat Belge de  Birikim’de çok teorik bir yazı ile Sertel’i eleştiri  kervanına katıldı. Hatıraların gerçek işlevini “tepeden  bakan”  bir edayla sorguladı.  Sertel önce bu taarruzu karşılamaya,  kendini açıklamaya çalıştıysa da başarılı olamadı.  bir süre sonra küskün bir ruh haliyle sessiz  sedasız Paris'e döndü. Küçük kızı Yıldız’ın yayına. 

Arkadan Amerika'ya gitti.  Kızkardeşi ve büyük kızının yanına. Geri kalan ömrünü Fransa'da geçirdi.  Vefat ettiğinde 90  yaşındaydı. Tarih 11 Mart 1980’di.   Ülkesini ilk defa terk etmek zorunda kaldığında Demokratlar yeni iktidara gelmişti.  Onlar için demokrasi popülizm, şiddetli antikomünizm, ABD  himayesinde  kapitalizmden  ibaretti.  Sertelleri ilk Demokrat Parti sürmüştü ülkeden.  25 yıl sonra Demirel ülkesine girmesine izin vermedi.  1977'de  dönebildi. Sonuncu sürgünün sebebi ise farklıydı  Özgür eşit sömürüsüz bir dünya kuracaklarını söyleyen aydınlarımız tarafından  aforoz edildi  Cok kırıldı, küstü. Bu sonuncusu gönüllü bir sürgün oldu.  Gitti ve dönmedi.  

Sertel yaşama veda ettiğinde  kızları O’nu Türkiye'ye getirmek istediler. Ülkede öylesine gergin bir ortam vardı ki vazgeçtiler. Daha sonra naaşı getirilmek üzere Paris'te defnedildi.  Bugün kızları Büyükada Tepeköy kabristanında,  eşi Bakü’de,   Kendisi Paris’tedir. 

Hakkındaki nihai  görüşüm şudur:  Zekeriye Sertel, biraz da içinde bulunduğu koşullar nedeniyle daha solda algılanmıştır. Oysaki siyasi  skalada yeri, İngiltere'de yaşasa,  İşçi Partisi,  Almanya’da Sosyal Demokrat Parti,  Fransa'da Sosyalist Parti olabilirdi.