Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Zenta’da bozgun- Çadırda barış- Yalıda ziyafet

AMCAZADE HÜSEYİN  PAŞA YALISINDA ZİYAFET 

1700 yılının  baharında boğazda henüz yeni yapılmış bir sahilhanede  önemli bir misafir ağırlanıyordu. Bu Nemçe  elçisiydi. Yani Habsburg  Avusturyası. Yalı Anadoluhisarında idi. Kırmızı Yalı, Meşruta  yalısı  veya Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı diye bilinen  yer.  

Daha  iki  yıl önce Prens Eugene Zenta muharebesinde Osmanlı’yı yenmiş,   sadrazam Elmas Mehmet Paşa dahil  ümera  ve vüzera  savaş alanında  kalmıştı. 

Amcazade Hüseyin Paşa (Köprülü’nün  yeğeni)  şimdi barışı kurmakla meşguldü.  Hem de biraz Avrupai  usullerle. 

Bu   resepsiyon bir çok bakımdan Osmanlı  diplomasisinden kopuşu   simgeliyordu. Elçiye resepsiyon vermek,  birlikte  oturmak,  yemek  yemek , kafirle  eşitliği   kabul etmek demekti. 

Amcazade Hüseyin Paşa,  Zenta  bozgunu  öncesinde  başka bir harekat planı öngörmüş ve haklı  çıkmıştı. Şimdi Osmanlının  bekası için başka  bir  yolu deniyordu.  Bu savaş değil. Barış yoluydu.  

ZENTA BOZGUNU VE ELMAS MEHMET PAŞA 

Zenta günümüzde Sırbıstan Cumhuriyeti’nin  Voyvodina  bölgesinde küçük bir kasabadır.  Osmanlı  tarihi açısından  son derece önemli    bir  muharebenin  geçtiği bölgedir  aynı zamanda.   

Savaş meydanında kalanlar,  Sadrazam Elmas Mehmet Paşa, Koca Cafer Paşa, Anadolu Beylerbeyi İbrahim Paşa,  Rumeli Beylerbeyi Küçük  Cafer Paşa,    Diyarbakır, Adana,  Maraş beylerbeyleri ve   çok sayıda sancak beyi  Avusturya topçu ateşi  altında savaş  meydanında kaldı. 

Ordu Tisa  ırmağını  geçerken  Prens Eugene  tarafından  idare edilen Habsburg ordusu  tarafından baskına  uğradı. Dört divan veziri,    30 yeniçeri ağası, 20.000’in üzerinde  yeniçeri , köprü  başındaki dar alanda  topçu ateşi ile  hayatını  kaybetti.  Bir kısmı da  imha edilen köprüyle birlikte  nehre düşerek boğuldu. 11 Eylül 1697.

Elmas  Mehmet Paşa’nın sadaret   mührü  Avusturyalıların eline  geçti. Günümüzde  Viyana Harp Tarihi müzesinde sergilenmektedir. Yakışıklığı  ve bahadırlığı  tanınan  Sadrazam Elmas Mehmet Paşa’nın   nereye   defnedildiği bile belli değildir.  Harp meydanında  kaldığında 36 yaşındaydı. 

II. Mustafa savaş sonrası  depresyona  girmiş, istanbul'a dönünce  kendini saraya kapatmıştı.  Devlet, birçok paşayla  birlikte, 87 top, 15 bin sığır, 7 bin at,  binlerce  deveyi  kaybetmişti. Bunun  yanısıra,  3,5 milyon gulden tutarında hazine Avusturyalıların eline geçmişti.   Sadaret  mührünün  düşman eline geçmesi Osmanlılık açısından ağır  bir travma olmuştu.

(Sadrazam Elmas Mehmet Paşa’nın  mühürü :Viyana Harp Tarihi Müzesi) 

SAVAŞ MECLİSİNDE KONUŞULANLAR 

II. Viyana  kuşatmasının başarısızlıkla  sonuçlanması  ve  Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın  Belgrad’da idamı  Osmanlılık   açısından  tam bir travma  oldu. Devlet-i Aliye’nin  istikbali  hakkında   bir  durum değerlendirilmesi   yapıldı.  1695’te tahta çıkan Sultan II. Mustafa,   ataları  gibi ordunun   başında  sefere  çıkmaya karar  verdi.   Yenilginin  arızi  olduğunu durumu  “şahsen” düzeltebileceğini  düşünüyordu.   Ordu-yu Hümayun’u zafere  ulaştırmak üzere  Nemçe’ye doğru  yola çıktı. 

Savaş  meclisi kurulduğunda, taarruzun yönü konusunda  tartışma çıktı.  Plana   Belgrad muhafızı Amcazade Hüseyin Paşa  itiraz etti.   Muhalifi olduğu savaş planı kabul  edildiğinde tehevvürle şöyle  dediği  rivayet  ediliyor: “Veyl Devlet-i Ali Osman’ın   haline” 

Karar, Tisa nehri geçilerek   Orta Macaristan üzerinden  bir çevirme harekatı  yapmak idi.   Sonunda  planın çok yanlış olduğu  acı bir şekilde anlaşıldı. Zenta’da ordu bozguna uğradı.   Bir süre sonra  Hüseyin Paşa   sadarete  getirildi. 

SAVAŞ MEYDANINDA LİNÇ EDİLEN SADRAZAM 

Zenta’da, Tisa nehri  geçişi sırasında  baskına uğrayan Osmanlı Ordusunun başındaki  sadrazam Elmas Mehmet Paşa,  Yeniçerinin  dağılmasını engellemek için,  kurulan köprünün  dubalarından  bir kaçını   kaldırttı.  Olayı Defterdar Sarı  Mehmet Paşa  Zübde-i Vekayi’de   şöyle anlatılıyor. “Paşa,  hoyrat bahadırlık  edip, yalın kılıç tabyadan inip   ben ölümüne döğüşürüm.  Siz cülke kırılınca cenk etmeden  nereye gidersiniz   bre melunlar diye birkaç  yeniçeriyi  kılıçla indirince”  kapıkulu  askeri onun  nehri geçiş planı  yüzünden   felaketle   karşılaştıklarını düşündüğünden     “asker kendinden dilgir olup,   bir kaşık kanına teşne idiler. Bu vakti gözetib, bu berzahlarda   bizi  gezdirip,  akıbetinde bu belaya uğratmak, senin sui tedbirindir kahpe, dirin söyleşmekten  ölün ile  dilleşmek    yeydir deyü söverek yeniçeri  kılıç üşürüp  parçaladılar.” 

Bu  sözlerin anlamı şu:   Sadrazam  kapıkulu  askerleri tarafından linç  edilmiştir.  

ÇADIRDA İKİ AY BARIŞ MÜZAKERESİ 

Karlofça,  Tuna nehri üzerinde  iskelesi  olan  ahalisi Sırp,  küçük bir yerleşim bölgesidir. Tarihimiz açısından  önemlidir. Avrupalıların    Türk savaşları  dediği savaşlar dizisine   son veren  barış anlaşmasının  yapıldığı  yerdir. 

Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa, Merfizonlu Kara  Mustafa Paşa  ile  (amcasının  damadı)   Viyana muhasarasında  bulunmuştu. Viyana ve Zenta’da    felaketi  görmüştü. Bu nedenle devlet  idaresinde radikal değişikliler yapmak istedi. 

Savaş  16 yıldır   devam ediyordu  Devlet  erkanı ve hükümdar ile durumu  müzakere etti. Aslında  “siyasi-askeri- iktisadi realite” anlaşılsın  istiyordu.  Vergilerin tahammül fersa olması,  köylerin boşalması karşısında,  ahalinin  memnuniyetsizliği giderecek   yolun  sulh olduğuna ümera- vüzera ve  ulemayı  ikna etmeye çalıştı. Savaş artık  ganimet  ve toprak  kazancı  değil;  tersine büyük askeri  maliyetler,   maddi ve beşeri  zarar anlamına  geliyordu. 

Kırım Hanı  Selim Giray, Şeyhülislam Feyzullah Efendi, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri, Yeniçeri Ağası, Kul kethüdası  ile müzakerelerden sonra sulh  siyaseti  kararı alındı.  Birkaç yıl önce ataları  gibi  cenk etmeye  karar vermiş olan Sultan II. Mustafa  da ikna edildi. 

İngiltere  ve Hollanda  Osmanlı  ile savaşan  Kutsal İttifaka dahil olmamışlardı.  İstanbul’daki  elçiler, İngiliz elçisi William Paget,  Hollanda elçisi Jacques  Kolyar’ın tavassutu ile  taraflar  barışı görüşmeye  ikna edildiler.   

Osmanlı müzakerecileri / murahhaslar  Reisül küttap Rami Mehmet Efendi (sonra sadrazam ve paşa)  ve Divanı Hümayun tercümanı Alexandre Mavrokordato  Efendi olarak  belirlendi. Mavrokordato,  mahrem-i esrar-ı devlet  ve büyükelçi sıfatıyla müzakerelerde   bulundu.  Murahhaslar  ilke olarak.  “Ala halihi” -mevcut  statüko neyse o barışa geçişin  ön koşulu  olsun  anlamına  geliyor-  durumunu savunacaklardı. 

Edirne’de son durum değerlendirmesi yapıldıktan sonra  sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa müzakerecileri önden  Karlofça’ya gönderdi. 

Arkadan     büyük  bir ordu  ile  Sofya  yoluyla Belgrad’a gitti. Müzakereler  böyle bir ortamda başladı.  

Osmanlı  karşısında  koalisyonun  bütün üye devletleri vardı. Avusturya, Kont Wolgang von Öttingen, Kont Leopold von Schlick, Luigi Marsigli,  Lehistan, Kont Stanislos Malachowsky,  Venedik Cumhuriyeti: Carlo Ruzzini, Lorenzo Fondra,  Rusya : Propocios Bogdanovich Vazhnitsin   tarafından  temsil ediliyordu. 

İlk olarak, görüşmelerin  nasıl  yapılacağına  dair  usul  tartışması  çıktı. Eşit dört girişi olan büyük bir çadırda toplanılması  kabul edildi. Çadırın hazırlanması   Rami Mehmet Paşa  tarafından  gerçekleştirildi. 

Müzakerelere  dair   yapılan bir  gravürde, toplantının bir masa etrafında olmasına   rağmen  iki Osmanlı  temsilcisinin  bir sedirde bağdaş kurmuş olarak  oturdukları  görülür. Osmanlı  sandalyede oturmamakta, müzakerelere  kendi koşullarında  katılmaktadır. 

(Karlofça  müzakere çadırında  oturma düzeni) 

Kutsal ittifak Viyana  bozgunundan sonra 1684’te kurulmuştu. Müzakerelerin  başında    ilke “elinde  tuttuğun en son  çizgi senindir”  idi.  Status Quo post bellum : Osmanlıca  söyleyişle “ala halihi” 

Uzun  sınır  tartışmaları  sırasında  müzakereler  kopma noktasına  geldiği zaman  İngiliz elçisi Paget’in arabulucuk yaptığı  anlaşılıyor. 

Görüşmeler iki   ay sürdü. 13  Kasım 1698’de başlayan  görüşmeler iki ay sürdü. 26 Ocak 1699  günü çadırda imzalandı. 

Sonuçta, fiilen ittifakın  elinde  bulunan  160.000 km kare toprağın kaybedildiği kabul  edildi. 

Rusya  ile Karlofça’da  barış yapılamadı. İki yıllık  mütareke ile iktifa edildi.   Ertesi yıl İstanbul’da (1770)   ayrı   barış yapıldı.  

Sonuç alınıncaya   Osmanlı  delegeleleri masada çekingenlik, tededdüt  göstermedi. Zaten  barışı görüşmeye  murahhaslar yola çıkarırken Sadrazamın arkadan  bir ordu  ile Belgrad’a kadar gelmesi, gerekirse  ikinci seçenek de kabul anlamına geliyordu. 

Anlaşma Viyana, Varşova ve Venedik’te çok   olumlu bir  havada karşılanmadı. Mağlup  Türklere  haddinden fazla taviz verildiği   şeklinde  yorumlandı. 

Anlaşmayı,  Deferdar Sarı Menmet Paşa , Zübde-i Vakayiat’ta;  Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı  Muahedeleri  1300-1920  başlıklı  eserinde  irdelediler. 

KAFİRLE  AYNI   SOFRAYA OTURMAK 

 Anlaşma   taraflarca imza  edilmişti.  Ama Nemçe (Avusturya)  Osmanlı  sultanının iradesini muhtevi  metni önemsiyordu.  Bunun için müzakerelerde   Avusturyayı  temsil eden Öttingen, İstanbul’a geldi.  Muhtelen   yanında Nemçe Kralının  imzasını taşıyan metni getirmişti.  Barış kesinleşince,  Osmanlı  tarihinde  pek  örneğine rastlanmayan  yeni  bir gelişme oldu. Bu Avrupai bir şeydi.  Misafire resepsiyon vermek. 

Köprülü’nün yeğeni,  Amcazade Hüseyin Paşa- Avusturya  elçisini yeni  yaptırdığı yalısında  bir ziyafetle ağırladı.  Tarih : 29 Nisan 1700. 

 Anadoluhisarı  Amcazade Hüseyin  Paşa  yalısında geçen bu olayı biraz irdelemek gerekir. 

Bu   Darülharp  - Darülislam  anlayışına  göre yönetilen  emperyal  bir  devlet için  yeni  bir tutumdu. Avusturya elçisi gösterişli bir törenle  karşılandı. Yemeğe alındı.   Bu kafirle  birlikte sofraya  oturmak  demekti. 

Geçmişte Osmanlı sultanı Avrupa  krallarını kendisine denk kabul  etmezdi. 

Elçilerin huzura kabulü de yere çöktürme (adeta secde ettirme) biçiminde  olurdu.  Özellikle klasik asırlarda çöktürme ritüeli çok önemliydi.  Bu, seni lütfen ve keremen  huzuruma kabul ettim anlamına geliyordu. 

Bu bir misafirlik değildi.   Elçi Osmanlı  ihtişamı ile   tedirgin edilirdi. Bab-ı Hümayun’da başlayan huzura kabul gerilimi  siyaset çeşmesi  güzergahıyla    korkuya   çevirirdi.  Bir iki  infaza   tesadüf edebilirdi. Bundan maksat Osmanlı’nın  azametinin Avrupa’ya  duyurulması  idi. 

Şimdi durum değişmiş, uzun  yıllar savaşılmış bir  devletin   elçisi  bir  resepsiyonla  ağırlanıyordu. Bu Osmanlılığa  oldukça aykırı  yeni bir tutumdu. Bunun   arkasında Viyana ve Zenta bozgunları  vardı. Osmanlı  diplomatiği   yeni bir  dünyaya  ayak  basmış gibi görünüyordu.  

Antlaşma incelendiğinde,  genel  olarak Osmanlı’nın aleyhine görünse de ittifakın  tam bir  galebesi  sayılamaz.  Büyük toprak kayıpları  olsa da  Osmanlı  açısından stabil  bir dönem  başladı. 

Barış  sağlandıktan   sonra   yoğun bir diplomat trafiği  görüldü. Avusturya, 1700 ‘de   bir elçi gönderdi. Elçi  dokuz ay Payitahttta kaldı. İkinci elçi de 1702’ye kadar İstanbul’daydı. 

Venedik 1699  Haziranında Lorenzo Sarenzoyu  elçi olarak  görevlendirdi. Elçi geri dönmedi. Venedik  Balyosu olarak  İstanbul’da kalmaya devam etti. Lehistan Rafael  de Vioniera’yı gönderdi. 

Rusya, İstanbul’a Emalyan İgnatiyeviç başkanlığında bir heyet gönderdi.   Heyet  beş  ay kaldı.  Bir   barış anlaşması  imzalayarak geri döndü. 

Karlofça, Osmanlı tarihinde uluslararası bir ittifakla  yapılan ilk antlaşmadır. Bir tarafta Kutsal  İttifak öbür tarafta sadece Osmanlı Devleti vardı.  

Osmanı murahhasları  müzakerelerde ittifakı  bölmeye çalıştılar. Bunu kısmen başardılar da. Avusturya (Nemçe) üstünlüğünü, Lehistan, Venedik ve Rusya ile dengeledi. 

KÖPRÜLÜ  AİLESİ VE   AMCAZADE  HÜSEYİN PAŞA   

Amcazade Hüseyin Paşa, Köprülü’nün  kardeşi Hasan Ağa’nın oğludur. Sadaret    beş yıla  yakın Amcazade’nin  uhdesinde  kaldı. 

Köprülü ailesinin  kökeni Makedonya Köprülü’ye dayanır.   Köprülü Berat sancağına bağlı  bir yerdi.  

1656’da IV. Mehmet’in annesi Valide Turhan Sultan   Devleti   Köprülü’ye teslim etmişti.  Köprülü  ağır bir bunalımla  karşı karşıya bulunan  devleti çıkmazdan  kurtardı. 

Ondan sonra oğlu Fazıl Ahmet Paşa ve damadı Kara Mustafa Paşa da  sadarete  getirilmişti. 

AMCAZADE YALISININ BENİM İÇİN ANLAMI 

Çocukluğumda  yalının  önünden  geçerken,  bahçesinde  minyatür   boyutlarda basit malzeme ile yapılmış çok sayıda  yazlık görürdüm.  Çok yadırgardım. Meğer  her biri   Amcazade Vakfiye  mütevellisi imiş bu kişiler.

Demokrat Parti  kurucularından   ve Dışişleri  Bakanı Fuat Köprülü  bu ailedendir.  Tanınmış  medya  simalarından Banu Güven  ve kuzeni Mehveş Emin de bu aileye  mensup.  Vakıfname gereği  hak sahibi 130 kişi bulunduğu söyleniyor.  Mülkiyetin ne olduğunu  büyüdükçe öğreniyor insan.  

Yalıda, Nemçe (Avusturya) elçisi dışında, Leh elçisi,   Rus elçisi, İran elçisi ve   Sultan II. Mustafa  ağırlanmış  zaman içinde. 

XX  yüzyılın  başında  Pierre Loti,   Fransız elçisinin  eşi Madame Bompard,  İngiliz elçisinin eşi  Lady Lowter   yalıyı kurtarmak için epey  gayret  sarfetmişler. Sanayi- yi  Nefise Mektebi’nin (Akademi)  öğrencileri  renkli   yaldızlı  nakışları kopyalayarak  bir  katalog  hazırlamışlar. Araya Dünya Savaşı, Türk    bağımsızlık  savaşı  girince  her şey kesintiye  uğramış. 

 1947’de  yalıyı  çökmekten kurtarmak için  bir tadilat  projesi  yapılmış, Topkapı sarayı mimarları  tarafından   restore edilmiş. Sınırlı  imkanlarla.   O  tarihte  yalının  ayakta  kalan tek  bölümü Selamlık (Divanhane)  idi.  Hala  daha öyledir.  Topkapı Sarayından Yüksek mimar Cahide Aksel Tamer  yalının daha fazla denize kaymasını  putrellerle  önlemiş,   yaptığı  işi, Arkitekt  Dergisinin 1947 sayısında  yayınlamıştır. 

Babamla yalının önünde izmarit  avına  çıkardık.  Rahmetli  açısından Kırmızı Yalının önü verimli bir izmarit  yatağıydı sadece. Burada bir not düşmeden geçemeyeceğim. İzmarit  boğazın  dip balıklarından  biridir. Ancak yem ile tutulabilir. Yalının üzerinde oturduğu  kaya izmaritler açısında korunaklı  bir    bölge  oluşturur. Yalının  önünde  daima hafif bir akıntı vardır.  Bu  nedenle bir kişinin    kürekte  durması  gerekir. Oltayla   balığı  yakalamaya çalışan  kişiyle  kürekteki   kişi  arasında  senkron olması  gerekir. 

İşte bu   izmarit vahasının  yanı başında  yükselen yalının divanhane pencerelerinden- birkaç yüzyıl önce -dışarıya henüz tam alışılamamış barışla  mütenasip  sesler yükseliyordu. Babam  rahmetlinin   favori izmarit  bölgesi Kırmızı Yalı meğer ne  günler  yaşamıştı.  

Resim kaynağı: Levent Civelekoğlu (Arkeoloji Türkiye) 

YALININ  SON  DURUMU 

Yalı ve arsası   üzerinde  vakıf  mütevellisi,  Vakıflar İdaresi,  İBB arasında  ihtilaflı durum  devam ediyor.   Ağaoğlu- mütevelli heyetinden-  2007’de ,  yalıyı   restore edip işletmek üzere  25 yıllığına   kiralamış,   İBB meclisi ise,   yalının  arsasını    yeşil alan  kapsamına  almış.  

Karlofça barışının  bir ziyafetle  kutlandığından   bu yana   üç asırdan fazla zaman  geçti.  Yalının Divanhanesi  hala ayakta.  Hakkında  verilecek doğru kararı bekliyor.