Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Atatürk eğilmedi...

Herkes gibi o da çocuktu.

Kapılarının önünde birdirbir oynuyorlardı. Bu oyunda sırası gelen eğiliyor, arkadaşı onun üzerinden atlıyordu.

Çocuk Mustafa’ya da teklif ettiler, o oynamayı reddetti. “Ben eğilmem” dedi.

Eğilmedi.

İlkokul, ortaokul, Askeri lise Harp Okulu derken, Harp Akademisi’nden mezun oldu. 1905 yılında on arkadaşı ile birlikte Padişaha darbe yapmaktan tutuklandı. Sarayın Baş casusu Kabasakal Mehmet Paşa ve Zülüflü İsmail Paşa tarafından bizzat günlerce sorgulandı ve ifade verdi.

Sorgusunda genç Mustafa’nın önüne bazı kağıtlar koydular. Bu kağıtlarda kendisinin Sirkeci’deki evde yaptığı konuşmalar vardı. Konuşmalar,  Abdülhamit’in baskı ve tek adam rejimini değiştirmek ile ilgiliydi. Demek ki her konuşması saraya ihbar ediliyordu. Kabasakal Mehmet Paşa köpürdü birden;

-“Bu konuşmayı niçin yaptın” 

Genç Mustafa sorgu bitiminde idam edilebilir, ıssız bir ilçeye ömür boyu kalebentliğe gönderilebilir veya sürgün edilebilirdi. Ama Mustafa geri adım atmadı. Bu soruya hiç çekinmeden cevap verdi. Konuşmasının gerekçelerini belirtti.

Dik durdu, eğilmedi.

Bu gencin adı, Mustafa Kemal’di.

1917’de Tuğgeneral oldu.

Başına Yıldırım Ordular Komutanı olarak Alman Mareşal Falkenhyn’ı verdiler.

Falkenhayn onu daha ilk günde satın almak istedi. Evine bir kasa altın gönderdi. Mustafa Kemal Atatürk reddetti. 

Ardından Mustafa Kemal Atatürk Almanların Osmanlıyı sömürge haline getireceğini fark etti. Onlara karşı geldi. Ve Eylül 1917’de Halep’ten, Sina Cephesinden Genelkurmaya, Milli Savunmaya ve İçişleri bakanlığına bir rapor gönderdi. 

Ülkenin ve Ordunun durumunu ve iler acısı halini anlatıyor, çıkış yolları ve ne yapmak gerektiğini de ayrıca belirtiyordu. 

O gün Atatürk Genelkurmay’da adı Tümgeneral olacaklar listesinde ilk sıralarda idi. Çünkü Kafkas Cephesi başarıları vardı. Ermeniler ile birlikte Diyarbakır’a inmek üzere olan Rusları Erzurum’a geri püskürtmüş, Bitlis ve Muş’u geri almıştı. Ve Diyarbakır’da vekaleten Ordu Komutanlığı da yapmıştı.

Bu yüzden Tümgenerallik hakkıydı ve listedeydi.

Ama onu düşünmedi. Kendisini, mevkiisini, makamını rütbesini düşünmedi. Adına “Sina Raporu” denilen raporu çekti gönderdi. Bu; bir Tuğgeneralin Genelkurmaya, Milli Savunmaya ve İçişleri Bakanlığına bir başkaldırısı idi. Bir muhtıra idi.

Ancak İstanbul’dakiler bu raporu dikkate almadılar. 

İlgilenen olmadı. Bu kez de Falkenhayn onun görevini küçültmeye kalkıştı. Pasifize etmek istiyordu. Mustafa Kemal Paşa o gün resti çekti. “Ya ben, ya Falkenhayn” dedi, sıkı bir Alman hayranı olan Enver Paşa da Falkenhayn’dan yana tavrını koydu.

Mustafa Kemal de istifa etti. Kendisini küçültmedi. Dik durdu, eğilmedi. 

Birinci Dünya Savaşı kaybedilince 1918 sonunda Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Komutanı oldu.

Mondros Ateşkes (Esaret) Antlaşmasını imzalayan Osmanlı Devleti artık bitmiş tükenmişti. İngilizler İskenderun körfezine asker çıkarmak istedi. Başbakan İzzet Paşa da Mustafa Kemal’e çektiği telgrafta İngiliz askerlerine izin vermesini söyledi.

Ama Mustafa Kemal Paşa dinlemedi.

Tam aksine karaya çıkan düşmanlara ateş emri verdi. Koskoca Başbakana karşı geldi, eğilmedi.

Hal böyle olunca onu görevden aldılar. İstanbul’a merkeze çektiler. O da yeni kurulacak kabinede Savunma Bakanı olmak istedi. Amacı; Bakan olarak düşmana karşı koymaktı. Ama onu Savunma Bakanı yapmadılar.

O da beklemedi. Kendisini Anadolu’ya atattırdı, Samsun’a çıktı, mücadeleyi seçti.

Eğilmedi.

Çok geçmedi. Samsun’a çıktıktan sonra 1 ay bile olmadan İstanbul’a geri çağırdılar. Ama o gitmedi. Başbakan çağırdı, dinlemedi. Padişah çağırdı, dönmedi. Görevden almakla tehdit ettiler, istifa etti.

“Milletin sinesine” döndü, İstanbul’a dönmedi.

Oradan Sivas’a geçti. Kongreler düzenledi. Ankara’ya gitti. Meclis kurdu, Ordu kurdu, Birinci İnönü, İkinci İnönü zaferi derken, bir devlet kurdu. Ardından Sakarya savaşını kazandı. Ve büyük taarruzla final yaparak düşmanı denize döktü ve ülkeyi kurtardı.

Ardından devlet kurdu.

İç ve dış politikada bir dizi devrimler yaptı.

Birinci Dünya Savaşı'nda galip devletler kendi aralarında Milletler Cemiyeti’ni(Cemiyet-i Akvam) kurdular. Yani bu günkü Birleşmiş Milletler Örgütü idi bu. Osmanlı Devleti de bu savaştan yenik ayrıldığı için Genç Türkiye Cumhuriyeti bu Cemiyete alınmamıştı. Zaten Atatürk de alınması için hiçbir girişimde bulunmamıştı.

Hani yarım asırdan fazladır Avrupa Birliğinin kapısında bekletiliyoruz ya,

Onursuzca.

O tarihlerde, 1930’larda İkinci Dünya Savaşını gören Avrupa Devletleri bizzat kendi aralarında karar alarak Türkiye’ye davet gönderdiler. Atatürk de bu kararı değerlendirdi. Ve hiçbir zaman Türkiye'yi Milletler Cemiyeti'nin kapısında bekletmedi. Üyelik başvurusunda bulunmadı. Onlar oy birliğiyle davet yaptı. Atatürk de kabul etti. Davete icabet etti.

Kimsenin ayağına gitmedi.

Diyeceğim şu ki Atatürk hiçbir zaman, hiç kimsenin ayağına gitmedi. Dik durdu ve hiçbir yerde eğilmedi.

Eğer onun koltuğunda oturuyorsanız, dikkat edin,

Dik durun, eğilmeyin...