Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Avrupa aydınlanmasını ve ilerlemesini başlatan hareket; Türk Yürüyüşü...

Avrupa aydınlanmasını Türlere mi borçlu?

Aslında evet.

Malumunuz hiçbir şey kendiliğinden olmaz hayatta. Her olayda mutlaka bir sebep sonuç ilişkisi vardır.

Rönesans-Reform dediğimiz Avrupa aydınlanması da öyle.

Türklerin Moğolların önünden süpürülüp Batıya doğru göçü ve Büyük Selçuklu Devletinin Anadolu ve Batı’ya doğru yürüyüşü ve Bizans İmparatorluğunun Malazgirt’te mağlup edilişi Avrupa’daki Reform ve Rönesans hareketlerini hızlandıran en önemli faktörlerden biridir.

İşte buna Türk Yürüyüşü denir.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tuğrul Bey tarafından 1037'de kuruldu. Tuğrul Bey devletini sağlam temeller üzerine oturtarak sınırlarını Ceyhun'dan Fırat'a kadar genişletti ve Hristiyan topraklarına dayandı.

Tuğrul Bey'den sonra Çağrı Bey'in oğlu Alp Arslan Selçuklu Devletinin başına geçti. Alp Arslan Başa geçer geçmez o da amcası gibi batıya yönelerek fetihlere başladı. 1064'te Doğu Anadolu'nun Kuzeydoğu ucundaki Gregoryan Hristiyanlarının en önemli kutsal yeri olan ünlü Ani Kalesi'ni aldı. 

Maveraünnehir’e yerleşen Türk Beyleri Suriye Halep, Şam bölgesine yöneldi.  Bunun sonucunda gerek Anadolu ve gerekse Suriye bölgesine doğru yürüyen Türkleri tehdit olarak gören Bizans imparatoru Diogenes 1071'deki Alp Arslan’ı Malazgirt’te karşıladı ama yenildi.

Bu yenilgi Hristiyan Dünyasında önemli tabuları yıktı. Kutsal Batı Roma İmparatorluğunun yenilmez ordularının Malazgirt’te yenildiğini gördüler. 

Alp Arslan’dan sonra Anadolu’nun bütün kapıları Türklere açılınca Süleyman Şah İznik’e kadar yürüdü ve 1075 tarihinde İznik'i Bizanslılardan alarak 1080 yılında Selçuklu devletinin başkenti yaptı. 

Ortodoks ve Katolik Kiliselerinin İsa'yı ilah ve “Baba'dan doğmuş” olarak kabul ettiği ve Hz İsa'nın tanrılaştırıldığı yerdi İznik. M.S.325 yılında 4 İncil burada belirlenmişti. Hristiyanlığın kutsal bir merkeziydi bu açıdan. 

İznik’in alınmasıyla Türkler Ege kıyılarına ve İstanbul kapılarına kadar dayanmıştı artık. 

Aslında Diogenes’in Orduları sadece Anadolu’yu değil, Hristiyanların kutsal Hac yeri olan ve Fatımilerin elinde bulunan Kudüs ve çevresini de korumaktaydı aynı zamanda. Ancak Malazgirt’te yenilince Suriye ve Kudüs savunmasız kaldı bir bakıma. Fatımiler ise Selçuklular için kolay bir yemdi.  1071 yılı içinde Suriye’ye gelen Türkmen beylerinin ilk hedefi Akdeniz sahilindeki Akka ve  Kudüs oldu. Kudüs’ün Fatımî valisi Türk kökenli olduğu için direnmedi ve Türkler Kudüs’ü 1073’de kan dökmeden aldı. Kudüs’te Selçuklu hâkimiyetini başladı. Sultan Melikşâh adına hutbe okutuldu.

Ani ve İznik’ten sonra Hristiyanların Hac merkezi olan Kudüs’te ellerinden çıkmıştı.

İşte Türklerin zaferle sonuçlanan bu yürüyüşleri Hristiyan Dünyasını derinden yaraladı ve kısa süre sonra 1095 yılında Papa II. Urban, kaybedilen kutsal merkezleri geri almak için Fransa’nın Clermont kentinde Clermont Konsilini topladı. Haçlı seferi ilan etti. 

Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos'a da askeri destek verdi ve Kudüs'e silahlı bir hac yolculuğu çağrısında bulundu. 

Avrupa halkı bu çağrıyı büyük bir coşkuyla kabul etti. Avrupa'nın her bölgesinden bu çağrıya katılımlar oldu. Bu çağrılar dini bir kutsallık altında yapılınca Avrupa’da bir birliktelik oluştu ve Avrupa’nın feodal devletleri ve insanları bu birliktelik etrafında toplandı. Papa bu birlikteliğe bir de anlam yükledi ve Endüljans’tan yararlanacaklarını söyledi. Endülijans, günahların Tanrı tarafından hafifletileceği anlamına geliyordu. Yani Haçlı seferine katılacakların günahları Tanrı tarafından hafifletilecekti.

Ya da affedilecekti.

Sonuçta, 1096 yılında başlayan ilk haçlı seferini bu birliktelik, yani Hristiyanlar kazandı ve İznik ile Kudüs geri alındı. İznik ve Kudüs geri alındı ama Haçlı Orduları Avrupa’dan Kudüs’e gelene kadar özellikle kendi şehir ve kalelerini talan edip yağmaladılar. Macaristan’da 4.000 savunmasız kendi dindaşlarını katlettiler. Belgrad'ı da talan ederek yaktılar. Bulgaristan’da isyan çıkardılar. İstanbul talan edildi. İznik’i talan ettiler. Rum halkını çoluk çocuk demeden katlettiler.

Haçlı Ordusu dedikleri bir serseri ordusuydu ve tüm bunlar lojistik sorunlarından ve fiziksel ve kültürel açlıktan kaynaklanıyordu. 

Bu askerler sürü halinde 1097’de Antakya’yı alıp, Kudüs’e ulaşmışlardı. Kudüs’ü ele geçirdiklerinde Haçlı ordusu iki gün içinde 70 binden fazla Müslüman ve Yahudi’yi kılıçtan geçirdiler.

Bu kez tarihin sahnesine 1187 yılında Selahattin Eyyübi çıktı ve kazandığı Hıttin Muharebesi  ile Kudüs’ü Hristiyanlardan geri aldı. Kudüs’teki 88 yıllık Katolik egemenliğine son verdi.

Bu Müslümanlar için bir zafer, Hristiyanlar için bir hayal kırıklığı ve büyük bir itibar kaybı idi.

Selahattin Eyyübi Kudüs’ü alınca Haçlı Seferleri bu kez 1189-1192 yılları arasında tekrar canlandı ama Hristiyanlar Kudüs'ü geri alamadılar.  Kilise, Müslümanlarla Antlaşma imzalamak zorunda kaldı. Böylelikle Avrupa’da Kilisenin ruhani gücü sarsıldı.

Haçlı Seferleri Hristiyan Latin Kilisesi tarafından başlatılan, yaklaşık 200 yıl süren bir kutsal savaştı. Ama  Kilise bu savaşı kaybetmişti. Sadece savaşı değil, kimi yerde kutsallığını da kaybetmişti.

Ayrıca “günahların affedileceği” gibi dini çağrılarla Avrupa’dan yüzbinlerce asker toplanması, toplanan bu askerlerin önemli bir kısmının Mısır’da ve İskenderiye’de köle olarak satıldığının ortaya çıkması, kiliseyle halkı karşı karşıya getirdi. Kiliseye ve din adamlarına karşı bir nefret uyandırdı. Tanrının gücü ve Kilisenin kutsallığı sorgulanmaya başlandı. 

Haçlı Orduları için asker toplayan Kralların da gücü sarsıldı. Karizmaları çizildi. Güya krallar Papa’nın elinden Taç giyerek güçlerini Kiliseden alıyorlardı. Ancak Türkler karşısında yenilen Kilisenin bir Tanrısal gücünün olmadığı da ortaya çıktı.  İngiltere’de Derebeyleri krala karşı birleşerek ayaklandılar. İngiliz Demokrasisinin temeli olan Magna Carta sözleşmesini krala dayatma ve kabul ettirme cesaretini gösterdiler. 

Magna Carta sözleşmesinin nedenleri farklıydı ama, Haçlı yenilgileriyle kralların bir güçlerinin olmadığının ortaya çıkması, derebeylerinin kendi güçlerini göstermesi açısından önemli bir faktördü.

Kilise Avrupa’dan 8 defa Haçlı Orduları toplamış, onu kutsallaştırmış, Türkleri durdurmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştı. Bunun sonucunda da Kilisenin otoritesi önemli derecede sarsılmıştı. Ve bu sarsılma sonucunda Avrupa aydınları da daha bir cesaretle seslerini yükselttiler.

Bu cesaret tepkilere dönüştü.

Avrupa yöneticileri de Kiliseye karşı tepkileri durdurabilmek için 1233 yılında Engizisyon Mahkemelerini kurdu.

Ancak Kilise geç kalmıştı. Haçlı seferleri sırasında İstanbul’un Haçlı askerler tarafından yağmalanması, özellikle Rönesans ve Reform yanlıları olan Antik Yunan bilim ve düşün adamlarının yılmasına ve Avrupa’ya göç etmesine neden olmuştu. Kilisenin tahakkümünden ve üstünlüğünden bıkan derebeyleri ise dünyevi fikirleri gerekçe göstererek bu aydınları destekledi. 

İşte bu bilim adamları Avrupa’da Rönesans ve Reformun fikirsel ilk temellerini attılar. Kilise inancı yerine bilimsel düşünceyi ileri sürdüler.  İlk uyanış din ve sanat alanında oldu. Bazı cesur bilim adamları tanrı ile insan arasındaki kuruma, yani Kiliseye savaş açtılar.

Karşı geldiler.

Roger Bacon 1266 yılında Geleneksel Hristiyan eğitimine karşı çıkarak Kilise öğretilerinin yerine, “Bilimsel Deneme Yöntemlerini” açıkladı ve ilan etti. Dinsel öğretileri önemsizleştirdi.

Bologna Üniversitesi'nde bir tıp profesörü olan İtalyan doktor Thaddaeus Alderottus(1206-1295) Tıp Rönesansına önemli katkılarda bulundu. Üniversitelerdeki  tıp derslerini düzenledi.

Dante ise 1308 ile 1321 aralığında İlahi Komedya’yı yazdı. İlahi Komedya demek, “Tanrı komedisi” demekti. Bu komedya ile Dante Hristiyanlığın “Ahiret” öğretisiyle dalga geçti.

Daha doğrusu Dante resmen kilisenin tanrısını aşağıladı. Ayrıca Dante İlahi Komedyasında Thaddaeus Alderottus’a atıfta bulundu ve onu kitabında Aziz Dominik'le karşılaştırdı. Bir tuttu. Dante bir bilim adamını “aziz” ilan ediyordu. Yani, artık Avrupa, düşünürleri yavaş yavaş bilim adamlarını azizleştiriyor, onları yüceltiyor ve öne çıkarıyordu.

1235’te Valensiya’da bilim adamı Arnaldus de Villa Nova doğdu ve Kilisenin baskısına rağmen gök bilimi, fizik, kimya ve tıp alanında önemli incelemelerde bulundu.

Türklerin yürüyüşü, sadece Kudüs ve çevresinde ibaret değildi. Türklerin Anadolu’da İpekyolu’nu ele geçirmesi, Avrupa’nın Hindistan ve Çin ile denizden ve karadan bağlarının kesilmesine ve ticari yolların tıkanmasına yol açtı. 1348 yılında Avrupa’da ilk ekonomik kriz meydana geldi ve Avrupa ekonomik ve Ticari baskı altına girdi. 

Osmanlı İmparatorluğunun 1356 yılında Avrupa topraklarına ayak basması, 1389’da Türklerin Kosova Savaşıyla Balkanlarda üstünlüğü ele geçirmesi, 1453’te Türklerin İstanbul’u alması ve Ayasofya Kilisesinin düşüşü Avrupa’ya türlü korku, endişe ve kaygı saldı.

Kutsal Haçlı Ordularının yenilgisi, Tanrı Mabetleri olan Kudüs, Ani ve Ayasofya’nın kaybedilişi ile Avrupa’da din adamlarının ellerindeki oyuncak alınmış, destansı anlatımlarındaki masalsı inandırıcılıkları kalmamış ve kurdukları Engizisyon mahkemeleri halkta bir baskı ve tepki kaynağına dönüşmüştü. Bunun sonucunda Avrupa toplumunda din adamları önemsizleşirken, bilim adamları öne çıkmaya başladı. 

Öte yandan Türkler, Avrupa ile Çin ve Hindistan arasındaki ipek yolunu kesip, Kuzey Afrika, Mısır ve Arap yarımadasını ele geçirince bu durum Avrupalıları bilim ve teknolojide yeni arayışlara ve Ekonomide de yeni yeni tedbirler almaya itti. Artık Avrupa’nın haçlı yenilgileriyle inandırıcılığı kalmayan din adamlarına değil, cesur ve maceraperest kaşiflere ve cesaretli bilim adamlarına ihtiyaçları vardı. Pusulanın icadı ve gemi sektöründeki önemli icatların da ortaya çıkmasıyla Avrupa Batıya yöneldi. 

Ama Avrupa’nın Batısında bilinmeyen bir Okyanus denizi vardı ve Avrupalılar Okyanus ile Türkler arasında sıkışıp kalmıştı. Türkleri durduramayacaklarına göre, Okyanusu aşacaklardı.

Ve öyle yaptılar. 

Bunda doğudan “Anneciğim Türkler geliyor!” korkusunun etkisi var mıydı bilinmez ama, Avrupa’nın kendi topraklarında sıkışıp kalmasının elbette önemli etkisi vardı. Bu yüzden kiliseyi önemsizleştiren Avrupa bilim adamlarına ve keşiflere önem verdi.

Maceraperest ve cesur kaşiflerle Okyanus’a açıldı. 

Tarihler 1498’u gösterdiğinde  Cristof  Kolomps Amerika’yı keşfetmiş,  bir yıl sonra da Amerigo Vespuçi Amerika kıyılarına ayak basmıştı.

Artık Avrupa sadece büyük denizlere, büyük kıtalara açılmamış, bilimde büyük reformlara da açılmıştı.

Bu süreçte Türk Yürüyüşü başlıca etken olmuş ve Avrupa’nın dinsel ve bilimsel tarihini değiştirmiştir. Avrupa’yı adeta uyandırmıştır.

Yoksa Avrupa toplumunun kilisenin beşiği ve papaların ninnisi altında yüzyıllarca uyuyup kalması kuvvetle muhtemeldi.

Bu açıdan Avrupa aydınlanmasını ve ilerlemesini başlatan hareket Türk Yürüyüşüdür diyebilir miyiz?

Rahatlıkla diyebiliriz..