Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,5658
Dolar
Arrow
33,9499
İngiliz Sterlini
Arrow
44,6408
Altın
Arrow
2814,0000
BIST
Arrow
9.577

Çarşı, pazar!

Önümüzdeki yıl cümbür cemaat aç kalabiliriz!

Yok canım, o kadar da değil, diye mırıldanmayın. Mesele sadece, iktidarın kendi yandaşına sermaye transferi yapmak için enflasyonu patlatması, bilerek ve isteyerek hepimizi açlık sınırında yaşamak zorunda bırakması değil.

Memlekette zirai üretim neredeyse bitme noktasında. Tarlalar, bağlar, bahçeler ekilmiyor. En verimli araziler dize kadar ot dolmuş.

Buğday tarlaları bomboş.

Zaten köylünün ekip biçmek gibi pek fazla bir kaygısı da yok.

Hem yetiştirdiği para etmiyor, tarlada kalıyor hem de “İreis sağolsun” devletin bağladığı maaşla bir şekilde geçinip gidiyor.

Biri emekli, diğeri dul ve yetim maaşı alıyor, öbürü engelli çocuğuna baktığı için devlet yardımı...  Çiftçilik yapmasalar bile evde çorba kaynıyor.

Köy kahveleri tıka basa dolu. Belli ki çoğu artık üç kuruşa köylülüğün çilesini çekmek istemiyor. Gençler, ellerinde akıllı telefonlarla ya TikTok videosu izliyor ya da ‘Insta’ya “story” atıyor. Tek dertleri şehre gidip sigortalı bir iş bulmak.

Her şeye rağmen ekip biçmeye niyeti olanlar zaten bin pişman.

Geçenlerde, çiftçiler yetiştirdikleri salçalık domatesler para etmediği, maliyetinin beşte birine bile alıcı bulamadığı için Bursa-Balıkesir yolunu kapatıp eylem yaptı.

Türkiye'deki salçalık domatesin yüzde 65'ini üreten Karacabey'de ürün tarlada çürüdü, Yenişehir'de karpuzu, biberi, fasulyeyi toplayan bile çıkmadı.

Öğrencilik yıllarımda Ankara-Bursa arasında gidip gelirken yol boyunca gördüğüm buğday başakları artık yok. Yüzbinlerce dönüm arazi bomboş.

Üç, beş ay önce Polatlı'daki benzin istasyonunda tesadüfen tanıştığım Muhsin Dayı, çiftçiymiş. İki kardeş, 10 bin dönüm kadar arazileri varmış.

“Artık ekmiyoruz” demişti.

Çok şaşırmıştım. Nasıl olur da bir çiftçi 10 bin dönüm arazisini boş bırakırdı. Bizim gibi ömür boyu ay başında yatacak maaşı beklemiş olanlar için böyle bir zenginlik hayal bile edilemezdi.

“Toprağın çilesini çekmeyen, bilmez” diye lafa girmişti. Sonrasında “Dışarıdan, oradan buradan buğday alıyorlar. Gazetecisin, git bak bakalım bu buğdayı memlekete kim getiriyor. Hepsi kimin adamı... Parayı onlar vuruyor, eziyeti biz çekiyoruz. Ekine verdikleri para, maliyetini bile kurtarmıyor” diye yakınmıştı.

Bu, Türkiye'nin genelini ne kadar yansıtır bilmiyorum ama Ankara'dan Marmara'nın güneyine, oradan Edremit Körfezi'ne uzanan yol boyunca tablo üç aşağı beş yukarı böyle.

Gelelim, meselenin bizi yani tüketiciyi ilgilendiren kısmına.

Çarşıya, pazara çıktığımızda her şeyin ateş pahası olduğunu görüyoruz.

Arazisi odunu dikseniz ağaç çıkacak kadar verimli olan Edremit, Havran, Burhaniye'de pazarın birazcık daha ucuz olması beklenir, değil mi!

Maalesef, hayır.

Edremit Altınkum'un pazarındaki fiyatlar, Ankara'daki lüks semtlerin pazarlarıyla neredeyse aynı.

Mesela, taze fasulyenin ve börülcenin kilosu 100, bamyanınki 120 TL.

Semizotunun demeti 15-20, deniz börülcesininki 20-30, kuzukulağınınki 15, radikanınki 20 TL. Marulun ise tanesi, 30 TL

Domates fiyatları cinsine göre 10 ila 50 TL arasında değişiyor. Salçalık domatesin iyisinin kilosu 15, çürümeye başlamış olanlarınki 10, Çanakkale tarla domatesi 30-40, pembe yayla domatesinki ise 40-50 TL civarında.

Altınkum'a 163 kilometre yani 1 saat 45 dakika mesafedeki Karacabey'de tarlada çürümeye terkedilen salçalık domates, 1.5-2 TL'ye alıcı bulamıyor ama Edremit'te maliyetinin dört katına satılıyor. Keza Çanakkale domatesi de en fazla 10 TL olan üretim maliyetinin dört beş katına pazara çıkıyor.

Biberin de domatesten aşağı kalır yanı yok.

Yenişehir'de, Bergama'da köylülerin toplayacak insan bulamıyoruz diye ağlaştığı sivri biberin Edremit Körfezi'ndeki pazarlarda kilosu 40 TL. 

Bahçe biberi 30, kıl biber 50, dolmalık biber 60 TL'ye satılıyor.

Patlıcanın 30, havucun kilosu 50 TL.

Kabağın kilosu 20-30, salatalığınki 25-40 TL arasında değişiyor.

Maydanoz, roka, dereotu gibi yeşilliklerin demeti ise 15-20 TL civarında.

Hataylı üreticiler para etmediği için limon ağaçlarını sökerken, Altınkum pazarında limonun 6 tanesi 100 TL'ye satılıyor. Oysa geçen nisan ayında limonun kilosu Edremit pazarında 15 TL'ydi

Bu neden böyle, arada derede ne oluyor, fiyatlar nasıl katlanıyor; bu soruların cevabını konusunun uzmanlarına; tarımı, çiftçiliği bilenlere bırakalım ve gazeteci gözüne takılanları aktarmaya devam edelim.

Meyveler de sebzeleri aratmıyor.

Yaz başından bu yana kirazın kilosu cinsine göre 80-100 TL'den aşağı pek düşmedi. Her yanı bağ bahçe olan Edremit'te üzümün bile kilosu 50-80 TL arasında. Nektarin, şeftali 60-80 TL'ye satılırken, armut cinsine göre 70-90, kayısı da yine cinsine göre 60-80 TL'ye müşteri buluyor, tabi o da bulabilirse.

Çünkü, pazara çıkan insanlar artık eskisi gibi filelerini tıka basa dolduramıyor.

Çoluğun çocuğun nefsini köreltecek kadar bir şeyler alıp eve dönüyorlar. O kadar.

Üstelik bu fiyatlar, mevsiminde böyle. Bir de kışın ne olacak, düşünmesi bile insanın ruhunu büzüştürüyor.

Bugüne kadar, Edremit Körfezi'nin ekonomisini ayakta tutan gurbetçiler de artık cüzdanlarını ceplerinden çıkarmaya pek meyletmiyor.

Türkiye Almanya'dan bile pahalı hale geldi.

Oysa bir zamanlar, Edremit Körfezi'ndeki mal ve hizmetlerin fiyatları hep onlara göre belirleniyordu.

O günler şimdi çok geride kaldı.

İktidarın yanlış ekonomi ve tarım politikası, 22 yıldır tarımda çalışan nüfusun azalması, azaltılması, enflasyon, akaryakıt fiyatlarının ve buna bağlı olarak nakliye giderlerinin her geçen gün artması, aracılar, vergiler filan; alev alev yanmakta olan piyasayı büyük ölçüde açıklayacaktır ama ben yazıyı bağlamadan önce “fırsatçılık” üzerinde durmak istiyorum.

Geçen kış Edremit pazarında dolaşırken, kanlıca mantarı satan köylü bir teyzemizi görmüş, ne kadar diye sormuştum.

Kilosu 300 TL'ydi. (Yanlış okumadınız, üç yüz Türk Lirası)

“Nassı yani” diye şaşkınlığımı ifade ettikten sonra “Yahu” demiştim, “Güzel ablam, sabah kalkıyorsun, evden çıkıp arka bahçenin kapısından ormana giriyorsun, 30-40 metre bile yürümeden 45 dakika bilemedin bir saat içinde 20 kilo kanlıca mantarını topluyorsun. Çuvalı köy minibüsünün üstüne atıp pazara getiriyorsun. Hadi, şoföre verdiğin para 20'şerden 40 TL olsun. Çuvalın sadece yarısını satsan 3 bin TL eder. Ne maliyetin var ki bu kadar pahalı satıyorsun” diye soracak oldum.

Ablamızın kaşları çatıldı, “Sen bilmeyyon gaari dolar gaç liyre olduuuuu” diye bana çıkıştı.

“Senin dolarla ne işin var ki” diyemeden lafı ağzıma tıkadı.

Zeytinyağın fiyatından girdi, peynirin fiyatından çıktı; yok yemin fiyatı şu kadar, samanınki bu kadar olmuş falan.

“İyi de bunların mantarla ne alakası var” demeye kalktım.

“Sen yimek proooramlarını seyretmeyyon galibaaa. Urlaada, anlatıveriyo bakam bu mantaalan okkası gaç liyreee” cevabını alınca sustum.

Mantarlara bakarken yutkunmaktan şişen bademciklerimi unutmaya çalışırken, yolun karşısındaki tezgahın sahibi seslendi.

“Aaşa aba (Ayşe Abla) mantaaalan üç düğün bir hayır yaptı geçen sene. Alan alıyo... Sen fukaraaalına yan bakam”

Diyecek bir şey yoktu. Karnabahar ve patates alıp eve döndüm.

Şakası bir yana bu böyle giderse, yurdum insanı kendisini her anlamda felakete sürükleyen bu zihniyetten kurtulmazsa, memleket önümüzdeki yıllarda ciddi bir kıtlıkla karşı karşıya kalacak gibi görünüyor.

Bir zamanlar, dünya üzerinde kendi kendine yetebilen bir memleket olmakla övünüyorduk, şimdi ise önümüzdeki yıllarda aç kalma ihtimalinin kaygısını yaşıyoruz.

Elimizdeki paranın alım gücü her geçen gün eriyor. Ama elimizde para olsa bile günün birinde alacak domates, biber, salatalık, belki ekmek bile bulamayabiliriz, işte o zaman yandı gülüm keten helva diyerek yazımıza noktayı koyalım.