Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,3594
Dolar
Arrow
34,4660
İngiliz Sterlini
Arrow
43,6304
Altın
Arrow
2935,0000
BIST
Arrow
9.367

Deveye sormuşlar, neden boynun eğri diye...

O da nerem doğru ki demiş!

Pazar günü yapılan görkemli kapanış töreniyle sona eren 2024 Yaz Olimpiyatları Türkiye için büyük hüsranla sonuçlanınca aklıma bu atasözü geldi.

17 gün boyunca müsabakaları büyük bir heyecanla ama daha çok yüreğimiz ağzımızda izledik.

Fransızların uçuk kaçık açılış ve kapanış törenlerini geçelim ama olimpiyatlar kelimenin tam anlamıyla bir spor şöleni oldu.

İnsanoğlunun fiziksel ve mental sınırlarını nasıl zorladığını, spor endüstrisinin gücünü, dünyayı etkisi altına alma beceresini gördük.

Sosyal medyanın olimpiyatların gündemini hızla değiştirmesine, sporcuları saçlarıyla, makyajlarıyla, takılarıyla, ojeli tırnaklarıyla, takma kirpikleriyle hatta acıklı hayat hikayeleriyle birer ikon haline getirmesine tanıklık ettik.

Çalışmadan, ter dökmeden, inanmadan başarının gelmeyeceğini anladık.

Bizim de Paris'te 18 dalda 54 kadın, 47 erkek toplam 101 sporcumuz yarıştı.

Ne yazık ki beklediğimiz, istediğimiz sonucu alamadık.

Oyunların sonunda 3'ü gümüş, 5'i bronz olmak üzere toplam 8 madalya ile yetinmek zorunda kaldık.

Madalya kazanan 90 ülke sıralamasında 64'üncü olduk.

Türkiye'nin yarısı kadar nüfusa sahip Güney Kore'nin 28 madalya ile  olimpiyatları 7’nci sırada bitirdiği göz önüne alındığında, bizim açımızdan vaziyetin vehameti daha iyi anlaşılıyor. 

Sözün özü, televizyon ekranlarının başında eskilerin dediği gibi uma uma döndük sarı muma; ama altın madalya kaldı bir başka bahara.

Hani o fıkrada olduğu gibi.

Agop ölmüş, kilisede dualar ediliyor, karısı Mayranuş ağlayıp kendince ağıt yakıyormuş...

“Ahhhhh, ahhhhh... Çok güzel ata bineridü, çok iyi futbol oynaridü, çok hızlı yüzeridü...”

İçini çekip devam ediyormuş.

“Teniste hep birinci oluridü, çok iyi araba kullanıridü...”

Onu yaparidü, bunu yaparidü... Bir türlü sonunu getirmiyormuş ki mezarlığa gidip merhumu defnedebilsinler.

En sonunda cemaatten biri dayanamayıp dürtmüş, “Mayranuş, bu Agop, bizim bildiğimiz Agop mu?”

“Evet odur...”

“İyi güzel de Agop bunların hiçbirini yapmazdı ki”

Mayranuş şöyle bir içini çekmiş, burnunu silmiş...

“Olsun” demiş, “En azından hevesederidü...”

Yurdum insanı da hevesediyor, olimpiyatlarda Türk bayrağı en azından üç beş kez göndere çekilsin.

Ama bir türlü olmuyor!

Oysa, tarihimizin en kalabalık sporcu gruplarından biriyle Paris'e gitmiştik.

Umudumuz vardı çünkü, daha geçen sene kadın milli voleybol takımımız milletler liginde dünya birinciliğini almış, atıcımız Mete Gazoz dünya ve Avrupa şampiyonu olmuştu. Güreşçilerimizin ve boksörlerimizin de benzer başarıları söz konusuydu.

Ne yazık ki takım yarışında aldığımız 3'üncülük dışında Mete Gazoz, bireysel yarışlarda kürsüye çıkamadı. Belli ki üzerinde genç yaşında gelen başarının yarattığı baskı vardı. Bütün hafiflemesini sağlayacak profesyonel bir destek almadığı anlaşılıyor.

Kadın voleybolcularımız da geçen senenin zafer yorgunluğunu atamadıkları için olimpiyat 4'üncülüğünde kaldı.

Hatice Akbaş, Buse Naz Çakıroğlu, Taha Akgül, Esra Yıldız Kahraman, Nafia Kuş Aydın daha iyisini yapabilir miydi, bir şey söylemek zor.

Belki de burada üzerinde dikkatlice durulması gereken, İlayda Tarhan ile Yusuf Dikeç'in aldığı gümüş madalya, yani olimpiyat ikinciliği.

Sosyal medyanın köpürtmesiyle ünlü olan eli cebinde atış yaparken verdiği pozdan söz etmiyorum.

Benim sözünü ettiğim, bu madalyayı almak için Yusuf Dikeç'in 24 yıl boyunca bıkmadan usanmadan çalıştığını dile getirmiş olması.

Kimse hakkıyla üzerinde durmadı ama Yusuf Dikeç, burada bütün sporcular için başarının sırrını bir cümle ile özetlemişti.

Yurdum insanı, düne kadar bilmiyordu. Ne zamanki, eli cebinde sosyal medyada arzı endam eyledi, hepimiz dünya sıralamasında yer alan böylesine başarılı bir sporcumuz olduğunu fark ettik.

Peki, adını sanını duymadığımız, birkaç milyon nüfuslu ülkelerin sporcuları  bile madalyaları toplarken bizimkilerin boynu neden bükük kaldı.

Sporumuzu memleketin genel gidişatından azade düşünmeyelim. 

Meselenin hem ekonomik, hem sosyal hem de siyasal yönü var.

Sporcu yetiştirmek için öncelikle “spor” bilincinin olması gerekiyor. Türkiye gibi kargadan başka kuş, futboldan başka spor bilmeyen bir ülke için bu bilincin kısa sürede oluşması çok zor.

Mesele ekonomi ile de yakından ilişkili.

Bugün Türkiye'de sağlıklı ve dengeli beslenmenin maliyeti günlük 700 TL civarında. 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 19 bin, yoksulluk sınırı 65 bin TL. 

Bu şartlarda yaşayan milyonların içinden nasıl sporcu çıkarıp yetiştireceksiniz sorusunun cevabı havada kalıyor. Hastaneler yetersiz beslenmeden dolayı gelişim bozukluğu olan çocuklarla dolup taşıyor.

Siyasal İslam'ın biata dayalı sistemiyle, liyakatsiz kadrolarıyla, eş, dost, akraba atamalarıyla Türkiye'de sporun gelişeceğini düşünmek zaten safdillik olur.

Ebrar'a sırf cinsel tercihinden dolayı nefret kusan yobaz tayfasından söz etmiyorum bile...

Haremlik selamlık havuzlardan olimpiyat şampiyonu çıkaramayacağınız gibi atletizme, jimnastiğe, bisiklete, hentbola, yelkenciliğe, eskirime, küreğe, masa tenisine, judoya hak ettiği yatırım yapılmadığı; ama daha önemlisi memleket siyasal İslamcıların ortaçağ zihniyetinden kurtulmadığı; özgürlükler geri gelmediği, gençlerin umutları yeşermediği, yurdum insanı geleceğe güvenle bakacak kadar refaha ulaşmadığı, akıl ve bilim hayatın her alanında galebe çalmadığı sürece biz olimpiyatlarda kayda değer bir başarı için daha çok bekleriz diyerek yazımıza noktayı koyalım.